Uluslararası ilişkilerde ve savaş stratejilerinde hep söylenegelen Mahan’ın deniz hâkimiyet teorisine göre; “denizleri kontrol eden dünyayı kontrol eder” [1] fikri bu sıralar «Akdeniz’i kontrol eden bölgeyi kontrol eder»’e dönüşmüş durumda. Özellikle son bir yıldır, Doğu Akdeniz enerji politik çerçevesinde ve iktisadi manada oldukça ilgi çekici bir hâl almıştır. Ancak bu konu sadece iktisadi faaliyete sınırlandırılamayacak kadar geniş bir pencereden incelenmelidir zira Akdeniz’de hakimiyet kurmak aynı zamanda devletlerin egemenlik haklarıyla eşdeğer konuma gelmiştir. Bu yazımızda genel hatlarıyla Türkiye’nin Akdeniz’de uyguladığı kuvvet politikasına bakarak, Fransa’nın buna karsı nasıl bir reaksiyon geliştirdiğini ve bunun iki ülke arasındaki ilişkilere nasıl etki ettiği incelenecektir.
Silahlanmanın Etkisi
Türk savunma sanayii politikaları özellikle son yıllarda, dev projelerle, deniz, hava ve kara ordularının imkân ve kabiliyetlerini önemli ölçüde artırırken, Avrupa, genel olarak İkinci Dünya Savaşı sonrası bir « demilitarizasyon » sürecine girmiş, siyasi ve toplumsal gelişimini daha çok iktisadi dinamikler üzerine yoğunlaştırmıştır. Buna müteakip, Almanya’nın savaş suçlusu olarak askerî kapasitesi bir hayli kısıtlanırken, Fransa Avrupa’nın savunmasında tek başına baskın bir rol üstlenmiştir. Ancak Sarkozy ile beraber yoğun neoliberalleşme sancıları geçiren Fransa’nın, savunma politikalarındaki eksiklikleri General de Villiers’nin istifası ile ayyuka çıkmış oldu. Önceki yazımızda da belirttiğimiz gibi [2] savunma bütçesini kısan Macron yönetimi ile Genelkurmay Başkanı De Villers arasındaki polemik, Generalin istifasıyla sonuçlanmıştır. Yine de bu durumun böyle devam edemeyeceğinin farkında olan Fransa, savunma bütçesini 2019’dan itibaren tekrar artırmaya ve ordusunun modernizasyonunu önceleyen politikalar ortaya koymak zorunda kalmıştır.
Duruma Akdeniz özelinde bakacak olursak, Fransa’nın geliştirmekte olduğu Savunma ve Müdahale Firkateynleri (FDI) ve bunların ilk taliplilerinden birisinin de Yunanistan olması bölgedeki güç dengesini Avrupa lehine çevirmeye yönelik bir hamle olarak değerlendirebiliriz. Ancak, General de Villiers’nin Hizmet Etmek « Servir » başlıklı kitabında da şikâyet ettiği üzere Fransız ordusunun kara, deniz ve hava kabiliyetleri Akdeniz’de, özellikle Türkiye karşısında böyle bir stratejiyi yürütmeyi olanaksız kılmaktadır [3]. Esasen, De Villiers bu kitabında Fransa’nın dron ihtiyacını dahi ABD ordusundan, onların kullanmadıkları zamanlarda, zar zor karşıladıklarını, savaş uçaklarının eski ve bakımsız olduğunu, kara ordusu birliklerinin sayısının her geçen gün azaldığını (200 binlere kadar düşmüştür), ordu modernizasyonu için gereken bütçenin sağlanmadığı gibi askerî yerleşkelerin yerel yönetimlere sembolik rakamlarla satıldığını vurgulamaktadır. Tüm bu unsurlara bakıldığında, Türkiye’nin özellikle insansız hava aracı (IHA) teknolojisinde geldiği nokta, sessiz sedasız inşa ettiği Piri Reis denizaltısı, yüksek irtifa ve yüklü bomba taşıyan IHA, 2020 sonunda teslim edilecek olan TCG Anadolu uçak gemisi, MILGEM projeleri vs. gibi savunma sanayisinde atılan adımların Akdeniz’deki güç dengesini Türkiye lehine nasıl değiştirdiğine şahitlik etmekteyiz.
Hard Power’in Diplomasi ve Siyasete Etkisi
Her ne kadar Türkiye Akdeniz’de askeri bir kuvvet kullanmasa da sondaj ve arama çalışmaları yürüten sivil gemilerini korumak üzere bulundurduğu askerî varlık, buna karşıt ülkelere bir caydırıcılık sağlamıştır. Burada bir kez daha Türk Ordusunun etkinliğini artıran savunma projelerinin ve politikalarının yararını net biçimde görüyoruz. Türk Devletine karşı oluşturulan blokta başı çeken Fransa, Yunanistan, Mısır ve Israil’in Türkiye’nin, özellikle Libya politikası sonrasında, elini sıkıştırmaya yönelik hamleleri sıklaşmış durumda. Fransa’nın Girit’e uçak gemisi göndermesi ve bu olayın Yunanistan tarafından Akdeniz’deki barışın garantörlüğü olarak yorumlanması yine Macron’un, Türkiye’nin Libya ve Akdeniz’deki faaliyetlerinin Berlin Antlaşmasına aykırı olduğunu açıklaması [4], nihayetinde Macron yönetiminin, tıpkı Sarkozy’nin de yaptığı gibi, sözde Ermeni soykırımı inkârının cezalandırılmasını içeren yasal bir düzenlemenin yapıldığını duyurması, Türkiye’nin Akdeniz’de kendi egemenlik haklarını korumak üzere yürüttüğü çalışmaları baltalamaya yönelik söylemler olarak karşımıza çıkar. Dahası diğer bir yazımızda da belirttiğimiz gibi Fransa, Türklere karşı hasmane tutumlarından vazgeçmeyerek ortak savunma projelerinden biri olan orta menzilli hava savunma sistemini de sekteye uğratmış, sonrasında Türk yetkililer projenin diğer ortak olan İtalya ile devam edeceğini duyurmuştur [5]. Batıyı rahatsız eden tüm bu gelişmeler, Türk Devletinin Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve Afrika’da doğru politikalar izlediğinin kanıtıdır.
KAYNAK
[1] 12th Edition of Thayer Mahan’s The Influence of Sea Power upon History, 1660–1783
[2] https://stratejikortak.com/2020/01/fransiz-donanmasi-fdi.html)
[3] Pierre De Villiers, Servir, Fayard, Paris, 2017
[4] https://www.lemonde.fr/afrique/article/2020/01/29/libye-macron-accuse-la-turquie-de-violer-ses-engagements_6027703_3212.html
[5] https://stratejikortak.com/2020/01/samp-t-projesi-fuze-ozellikleri.html
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
su yazinin icinde Macron’un Turkiye’den ne istedigine dair amac belirten, sonuclayan, delil sunan hicbir sey yok. son paragrafta acik istihbarat kaynaklarindan edinilen bir takim bilgiler var ama birak yargiyi bunlarla varsayim bile uretilememis.