2016’dan Daha Kötü Geçen 13 Yıl

2016 yılını geride bırakmışken genel kanı bu senenin çok kötü geçtiği yönünde. Sosyal medyada 2016’ın bir an önce bitmesine dair paylaşımlar yapıldı. Hatta bazı kullanıcılar 2016’ın felaket niteliği taşıdığını ve hiç bitmeyeceğini düşünüyordu. Ancak binlerce yıllık insanlık tarihi 2016’dan çok daha kötü olan zamanları gördü. İşte o yıllar;

  1. 1206: Cengiz Han 1206 yılının baharında dağınık Moğol boylarını birleştirdiğinde önemsiz görünen bu olay insanlık tarihinde büyük yer kapladı. Çin’e ve batıya doğru akınlar gerçekleştiren Moğollar birçok şehri yakıp yıktı.


2. 1346: Kara ölüm olarak adlandırılan veba 1346 yılında Asya kıtasında başladı. 1348’de Avrupa kıtasına yayılan ve 1353 yılına kadar devam eden veba 200 milyon insanın ölmesine neden oldu. Dünya aynı nüfusa ancak 1700’lü yıllarda ulaşabildi.


3. 1492: Kristof Kolomb 1492 yılında Hindistan’a doğru yelken açtı. Ancak gittiği yön gemisini Amerika’ya götürdü. Yeni Dünya Amerika tarih açısından çok büyük bir olay olsa da aynı zamanda yerli Amerikalıların sonu anlamına da geliyordu. Hesaplamalar yerli nüfusun yüzde 90’ının Amerika’yı kolonileştirmek isteyen ülkeler tarafından bir şekilde yok edildiğini gösteriyor.


4. 1914: Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcı olan 1914 insanlığın savaş deneyiminin yeni bir seviyeye taşınacağının ilk deneyimlendiği yerdi. 17 milyondan fazla insan ölmüş, 20 milyondan fazlası ise yaralanmıştı.


5. 1919: Birinci Dünya Savaşı’nın bitimiyle birlikte ortaya çıkan grip salgını tüm dünyada 500 milyon insanı etkiledi. Dünya genelinde 50-100 milyon arasında insanın ölümüne neden oldu. Ayrıca Almanya’ya Versay antlaşması imzalandı. Savaşın bütün suçunu Almanya’ya yükleyen bu anlaşma Hitler’in doğmasının nedenlerinden biri olarak kabul ediliyor.


6. 1929: Büyük Buhran’ın başladığı yıl olan 1929 dünya ekonomisinin yaşadığı en büyük krizlerden biri olarak değerlendiriliyor.


7. 1933: Büyük Buhran’ın devam ettiği yıllarda en kötüsü 1933 olabilir. Dünya genelinde ortalama işsizliğin yüzde 25,2’ye yükselmesi enflasyonun artması ve Hitler’in Almanya’nın başına geçerek ilk toplama kampını açması bunun sebepleri.


8. 1939: İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması dünya genelinde 60 milyondan fazla insanın öleceğinin habercisiydi. Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırım savaşlarda sivillerin de direkt hedef olacağının göstergesiydi. Amerikalıların Japonya’ya attığı iki atom bombası da bilimin ne kadar yıkıcı olabileceğini de gösteriyordu.


9. 1947: İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminin hemen ardından dünyanın huzura ereceği sanılsa da hiç beklenmedik bir sonuç çıktı; Soğuk Savaş. Tarihçiler Soğuk Savaş’ın tam olarak ne zaman başladığı konusunda bir fikir birliğine sahip olmasa da Truman Doktrini’nin açıklandığı 1947 yılı çoğunlukla kabul görüyor.


10. 1962: Soğuk Savaş insanlık için gerilim dolu yılları demek olsa da Küba’daki nükleer füze krizinin ön plana çıkıyor. Ekim Krizi olarak da bilinen bu olayda dünya nükleer bir savaşın eşiğinden döndü.


11. 1994: Ruanda Katliamı’nın başladığı 1944 yılında çoğunluğu Tutsi kabilesinden 800 bin insan sadece 100 gün içerisinde (çoğunlukla Hutu’lar tarafından) öldürüldü.


12. 2001: 11 Eylül 2001’de El Kaide’nin Dünya Ticaret Merkezi’nin İkiz Kuleleri’ne düzenlediği saldırıyla dünyada birçok anlamda yeni bir sayfa açıldı. Terörizmle mücadele ve güvenlik politikaları üst seviyelere taşındı. Afganistan ve Irak’ın Amerika tarafından işgali özellikle Ortadoğu’da bugün de etkisini gösteren bir olay oldu.


13.  2008: Amerika’da yaşanan 2008 krizi domino etkisi göstererek tüm dünyayı sardı. New York Borsası’nın çöktüğü bu krizde Lehman Brothers 613 milyar dolar borçla tarihin en büyük iflaslarından birini verdi.

 

Kaynak: NTV

Siber Dünyada Soğuk Savaş

ABD ve Rusya arasındaki son kriz, kendisini siber alanda gösterdi. Görevini,Ocak ayında yeni Başkan seçilen Donald Trump’a bırakacak olan ABD Başkanı Barack Obama, Rusya’ya karşı yeni yaptırımları devreye soktu. Bu yaptırımların nedeni ABD’nin iddiasına göre, Rusya’nın ABD Başkanlık seçimlerine siber saldırı düzenlemesi.

ABD, bu yaptırımlar çerçevesinde 35 Rus diplomatik pasaport sahibini ‘istenmeyen kişi’ ilan etti. 

“Soğuk Savaş’ın yeni alanı siber dünya” diyen Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünden Doç. Dr. Salih Bıçakcı’ya Washington ve Moskova arasındaki bu yeni krizi ve boyutlarını sorduk.

Siber güvenlik alanında çalışan Bıçakcı’ya göre, istihbaratın artık yüzde 80’nin sağlandığı alan olan siber dünyada ülkeler arasında kıyasıya bir rekabet var, uluslararası sistem de, örneğin NATO gibi kuruluşlar da, bu yeni tehdit algısına göre şekilleniyor, yeni yapılanmalar geliştiriyor.

Obama’nın konuyla ilgili ‘herkes teyakkuzda olsun’ açıklamasının, soğuk savaştan beri görülmemiş sertlikte ve gerginlikte bir açıklama olduğunu söyleyen Bıçakcı’ya göre, Rusya, bu alandaki boşlukları değerlendiren yeni bir taktik izliyor.

Bu işin aslı astarı nedir? Kim kime nasıl saldırdı? 

ABD’nin siber olaylara müdahale ekibi denilen birimi, iç güvenlik ve FBI ortak bir rapor yayınladılar. Bu rapordaki iddia Rus gizli servisinin, ABD’de siyasi partilerden düşünce kuruluşlarına, üniversitelerden şirketlere kadar bir çok kritik kuruma girdiği yönünde. Fakat ortak raporda bunun nasıl yapıldığına ilişkin somut delilleri ortaya koymadılar.

Bunun delillerini izlemek de zordur herhalde?

Bu tip saldırılara, “ısrarlı sürekli tehdit” deniliyor. Dünyanın bir çok yerinden farklı IP adresleri ele geçiriliyor önce. Mesela yayınlandığı kadarıyla Rusların ele geçirdiği IP adresleri arasında iki tane de Türkiye’den IP adresi var. Sonra bunları kullanarak, ele geçirmek istedikleri kurumlarda kişisel adreslere saldırıyorlar. Bir link veriyorlar. O linki kullanıcı açtığında, Word, PDF olabilir, bağlı olduğu esas sistemin o kişinin kurumunu ele geçiriyorlar. Fark edilmeyecek biçimde bilgilere erişebiliyorlar, kontrol edebiliyorlar sistemi. Casus yazılımlar yüklüyor ve bunların da sürekli kendine akışını sağlıyor. Senin karar verme sürecine müdahale edebildiği için manipülasyon gücü de çok yüksek olabiliyor. Milli güvenliği tehdit eder bir hale geliyor. [ABD istihbarat servisinin telefon kayıtları ve internet faaliyetlerini nasıl izlediğine ilişkin gizli dosyaları sızdıran eski Ulusal Güvenlik çalışanı] Edward Snowden bir tweet üzerinden diyor ki, “Bu saldırı Rusya’dan gelmemiş olsaydı, Rusya olmadığını görürlerdi. Ulusal Güvenlik Ajansı’nda hangi saldırının hangi kaynaktan geldiğini, paravan kullanılsa bile gören bir sistem vardı.”

“Siber savaş uzun süredir var”

Bu Obama’nın iddia ettiği kadar büyük bir saldırı ise, uluslararası ilişkiler açısından bunun anlamı nedir?

Aslında bu yeni bir şey değil. Uzun süreden beri devam ediyor. Clinton’un e-maillerine girilmesi, olimpiyatlarda yarışmacılarla ilgili dataların çalınması üst üste konulduğunda siber bir gerginlik vardı. Bu son olayın da bunun bir parçası olarak ortaya çıktığını düşünüyorum. Buradaki en büyük kırılma ABD’den çok Rusya’da olan bir şey. Çok fazla bir yere geldi. Geleneksel savaş yöntemleri dışında artık siber dünyada çok kullanılır bir hale geldi.  ABD’nin neyi nasıl yapacağına dair çok fazla bilgi alıyorlar artık. Örneğin, Suriye politikasını önceden biliyorlar muhtemelen.

Obama’nın açıklamasının anlamı nedir?

Obama “Bütün Amerikalılar, Ruslara karşı teyakkuzda olmalıdır” dedi. Bu şimdiye kadar duyduğumuz bir şey değil. Ben durumun tehdit boyutlarını da aştığı için bunun söylendiğini düşünüyorum. Çünkü uyarı bütün Amerikan kurumlarına yapılıyor. Olası tehdit olabilecek adresler, IP adresleri içeren listeler yayınlanıyor. Rus istihbaratının kullandığı isimleri de içeriyor bu liste. Bize söylemek istemedikleri kadar büyük bir tehdit varmış gibi geliyor bana. Bu son olay yüksek seviyeden yapılmış bir şey, kanıtlarını her ne kadar henüz görmemiş olsak da anladığımız şey bu. Sızılan yerlerin bir kısmı da kritik alt yapıya mesela enerjiye de yönelik. Tehdit bu kadar yüksek olmasaydı, Obama bu açıklamayı yapmazdı diye düşünüyorum. Bu soğuk savaştan sonra duyduğumuz en sert, en gergin açıklama. Ama tabii zamanlama manidar.

Neden zamanlama manidar?

Ocak’ta yönetimi devralacak bir başkan var. Trump’ın vadettiği ABD-Rusya ilişkisi ile, ki iyi ilişkiler vaat ediyor, Obama’nın izlediği Rusya ilişkileri çok farklı. Seçimleri Trump kazanınca, ABD’de devlet içinde çalışan Rusya uzmanları özel sektöre başvuru yapmaya başladı işsiz kalacağız, diye. Bu uzmanlara devlette gerek kalmayacak kadar iyi ilişkiler vaat ediyor Trump. 20 Ocak’ta tam da başkanlık değişikli yapılacakken böyle bir açıklamanın gelmesi zamanlama manidar diye düşündürüyor. 35 Rus istihbarat elamanı istenmeyen kişi ilan edildi ABD’de. New York’taki ve Maryland’deki yerleşkeleri de bu işe dahil olmakla suçlandı. Soğuk savaşın dinamiklerine geri dönüyoruz. Çünkü seneler sonra ilk defa böyle bir şey oluyor.

“Zamanın ruhuna uygun siber savaş”

Bu siber dünyada geçen yeni bir soğuk savaş mı?

Soğuk savaşın siber dünyaya yansıması bu. Soğuk Savaş iki ülke arasında doğrudan gerçekleşmez. Başka ülkeler ve aktörler arasından yapılır. Füze krizini hatırlayın. Suriye meselesi üzerinden zaten soğuk savaş yaşanıyordu bir çeşit, bu soğuk savaş artık zamanın ruhuna da uygun bir biçimde siber düzeyde de yapılıyor. Artık istihbaratın yüzde 80’i sibere kaymış durumda. Az maliyetle düzenli bilgi alabiliyorsun. Bu çerçevede Rusya’nın yeni bir politika belirlediğini görüyoruz. Küçük maliyetlerle yüksek pozisyonlar elde etmek. Şöyle ki özellikle Arap Baharından sonra konvansiyonel unsurlarla savaşılmayacağı, asimetrik yöntemlerin de sürekli devrede olacağı bir döneme girildiğinden söz ediliyordu. Bu zamanın ruhuna da çok uygun. Çünkü tehdit algısı da değişti. Tehdit asimetrik ve yatay hiyerarşi izliyor ama devletlerin yapısıysa simetrik ve dikey. Dolayısıyla gereken yanıtı vermekte zorlanıyorlar. Rusya’daki sistemse bu boşluğu kullanarak müdahale edebilme avantajını kullanıyor.

“Sıfır gün açığında büyük paralar dönüyor”

Başka hangi ülkeler iyi bu konuda?

ABD, Rusya, İsrail ve Çin’i sayabiliriz. Almanya’da yükselen güçlerden biri. Çin’in ekibi dahiyane çalışıyor.  İngiltere bu işe 1.9 milyar pound yatırdı. Bunun çok az bir kısmı teknoloji, çoğu araştırma ve konu üzerine insan eğitimine harcanıyor. Ama bu sıralama çok göreceli. Bu ülkeler siber savunma alanında nispeten iyi ülkeler ona göre yapıyorum sıralamayı. Ama bir ülke öyle bir sıfır gün açığı satın alır ki, bir anda yukarı çıkabilir bu alanda. Sıfır gün açığına da çok büyük paralar yatırılıyor. Sıfır gün açığı şu demek; bir yazılım yapıldığında, farkında olmadan oluşan zafiyetler. Bunlar oluşur çünkü ne kadar titiz olunursa olunsun, ne kadar kontrol edilirse edilsin sonuçta insan yapıyor bu programları ve zafiyet oluşuyor. Bu işle uğraşanlar bu açıkları bulanlar ya, o programı üreten firmaya bunu satarlar ya da kara borsaya düşürürler ve kara borsada değişik ülkelerin simsarları devreye girer. Buralarda büyük paralar ama gerçekten büyük paralar dönüyor. Sürekli bir tehdit var burada. Sistemde açık olmasın diye her şeyi yapmış olabilirsin ama bir açıklık zafiyet haline geliyor ve oradan vuruluyorsun.

“NATO’ya göre siber dünya saldırı amaçlı da kullanılabilir”

Peki uluslararası sistem kendisini nasıl dönüştürüyor bu yeni siber soğuk savaşa karşı?

Uluslararası sistem yeni tehditlere karşı yeni önlemler alıyor. Mesela NATO, Varşova zirvesinde 2016’da siber uzayı beşinci alan olarak ilan etti. Önceden savunma amaçlı ilan etmişti, şimdi saldırı amaçlı alan da ilan etti. Yani, ‘Saldırmam gerekiyorsa, siber uzayı da kullanacağım’ dedi. Ya da konvansiyonel dönemlerde nasıl saldırmazlık anlaşmaları yapılıyorsa, Çin ve ABD de siber alanda saldırmazlık anlaşması yaptı.

Peki siber saldırılar ABD’de seçim sonucu etkilemişse, seçim yenilenebilir mi?

Benim okuduklarıma göre şimdilik böyle bir gelişme beklenmiyor, ancak bu meselede ABD’nin elindeki delillerin ne olduğunu bilmiyoruz. Oy sonuçlarını değiştirecek kadar büyük bir müdahale miydi, henüz ortaya konulmadı. Fakat ABD’nin bunu büyük bir güvenlik tehdidi olarak gördüğü net.

Kaynak: Al Jazeera

Suriye İç Savaşı’nda Kazanan ve Kaybeden Ülkeler

     15 Mart 2011 tarihinde başlayan Suriye iç savaşı hem bölgesel hem de küresel çapta birçok ülkeyi doğrudan veya dolaylı olarak etkilemiştir. Hâlâ devam eden bu savaştan hangi ülkeler kazançlı hangileri zararlı çıkmış bunu inceleyeceğiz. Bunu anlayabilmemiz için birçok farklı kriteri göz önünde bulundurmamız gerekecektir. Kesin bir sıralama yapmak mümkün olmasa da Suriye savaşına dolaylı veya doğrudan müdahil olan devletlerin ulusal çıkarlarının uğradığı zararlar göz önüne alınarak yapılacak bir sıralama şu şekilde olacaktır;

     Savaş, Suriye topraklarında yapıldığı için en çok zarara uğrayan ülke elbette ki Suriye Arap Cumhuriyeti ve lideri Beşar Esad olmuştur. Esad, savaştan önce Suriye’nin tamamına hakim iken 5 yıl savaştıktan sonra ülke topraklarının yarısından fazlasını kaybetmiş, 100.000’den fazla askeri ölmüş ve ülkesinin altyapı, sanayi ve ticareti yok olma noktasına gelmiştir. BM’nin raporuna göre, savaşın Suriye’ye 5 yıllık maliyeti 259 milyar dolar olarak açıklanmıştır. Tüm bu faktörler göz önüne alındığında en çok zarar gören ülkenin neden Suriye olduğu daha iyi anlaşılabilir.

Suriye’den sonra en çok zararlı çıkan ülke maalesef Türkiye’dir. Peki neden Türkiye?

     En önemli nedeni Türkiye’nin Suriye ile en uzun kara sınırına sahip olmasından kaynaklıdır 911 km. Komşunuzda çıkan büyük bir yangın ister istemez sizi de etkileyecektir. Türkiye’nin şiddetle karşı çıktığı ve kabul etmesinin mümkün olmadığı şey Kürt devletidir. Ancak Suriye iç savaşının şuan ki sonucuna baktığımız da hem Irak’ta hem de Suriye’de Kürt bölgelerinin kurulduğunu görüyoruz. Türkiye’nin bölünmez bütünlüğüne doğrudan bir tehdit oluşturan Kürt devletinin şuan da kuruluş aşmasında olduğunu söyleyebiliriz. Türkiye, ulusal çıkarlarını gözeterek Suriye’ye Fırat Kalkanı adıyla harekat başlatmıştır. Bu ayrı bir mesele, ancak sonuç itibariyle şuan da Türkiye-Suriye sınırı istikrarsızlaşmış ve Türkiye’nin güvenliğini tehdit eden bir yer halini almıştır. Bu da, neden Türkiye’nin 2. sırada olduğunu gösteriyor bizlere. Bunların dışında üç milyondan fazla mülteciyi konuk eden Türkiye bu savaştan en fazla göç alan ülke konumuna geliyor. Elbette Suriye ile uzun bir sınırı olması da bunda belirleyici bir faktör. Türkiye ekonomisi de bu mülteci akınından olumsuz etkilenmiştir.

     Suriye ve Türkiye’den sonra kaybeden ülkeler İran ve Rusya’dır. Şöyle ki Suriye savaşı başlamadan önce Akdeniz’deki tek müttefiki olan Suriye’yi kaybetmek istemeyen Rusya, onlarca savaş uçağını Suriye’ye yığmış, aylar süren hava operasyonları yapmış ve ancak 12.000 kilometrekarelik alanı Suriye rejimine geri kazandırabilmiştir. Bunun da elbette ki Rusya’ya hem ekonomik hem de askeri anlamda bir külfeti olacaktı. Rusya’nın bu müdahalesi ilk başta bir kazanç gibi görülebilir, ancak Rus ekonomisinin ABD kadar güçlü olmadığı düşünülürse bu harekatın Rusya açısından sürdürülebilir olmadığı görülecektir. Savaş öncesi Suriye ile kıyasladığımızda Rusya’nın zararda olduğu görülecektir.

     İran kaybeden olmakla beraber etkinliğini Suriye’de arttırmıştır. Bu İran için artı bir kazanç olmuştur, ancak İran, ABD ve İsrail karşısında müttefikini kaybetmemek için Suriye’ye binlerce asker göndermiştir. Suriye savaşının devam etmesi ve Kürt devletinin kurulma ihtimali İran’ın başını ağrıtan diğer bir nedendir. Sadece Suriye ve Hizbullah üzerinde etkisini arttırması İran’ın avantaj sağladığı anlamına gelmez. İran’ın baş düşmanı İsrail’in eli, Suriye ve Hizbullah’ın kan kaybetmesinden dolayı rahatladı. Sonuç itibari ile Esad devrilmedi sadece geriledi ve Suriye’nin tamamını tekrar kontrolü altına alması zor görünüyor.

Peki kazanan ülkeler?

     Sizin de tahmin edebileceğiniz gibi bu savaştan en karlı çıkan ülke ABD olmuştur. Soğuk savaş döneminden kalan düşmanı Suriye’yi harap etmiş ve Esad’a çok büyük zararlar vermiştir. Bu da yetmemiş ilk olarak Irak’ta kurduğu Kürt bölgesel yönetimi başta olmak üzere, ikinci Kürt bölgesini de Suriye’de kurmayı başarmıştır. Bu şekilde Büyük orta doğu projesini oluşturmaya çok yaklaşmıştır.

     ABD’ye bağlı olarak ikinci karlı çıkan ülke İsrail’den başkası değildir. Kuruluş aşamasından başlayarak yıllarca savaştığı Suriye, İsrail ile baş edemez hale gelmiş ve Suriye’yi bölünmenin eşiğine getirmiştir.

     Sonuçta dünya üzerinde Suriye iç savaşından, ABD ve İsrail kadar karlı çıkan başka ülkeler yok gibi görünüyor. Toparlarsak, medyada yer alan, ABD Suriye’de yenildi haberleri gerçeği pek yansıtmıyor diyebiliriz. ABD doğrudan Suriye’de yenilgiye uğramadı. Sadece Esad’ı deviremedi. Ama Kürt kantonlarını oluşturdu, Suriye, Rusya, İran ve Hizbullah’ı geriletti. Aynı zamanda Türkiye’ye de zarar verdi. Bütün bunlar ABD ve İsrail için başlı başına bir zaferdir.

İsrail’in işgali altında olan Suriye’ye ait Golan Tepeleri 

Mehmet Fehmi Karadağ

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Suriye Son Durum Haritası (Ocak 2017)

Suriye’de Taraflar
Esad Rejimi  – Hizbullah, Rusya, İran ve Şii Milisler
Muhalifler – Ahrar uş-Şam, Şam’ın Fethi Cephesi, ÖSO vb.
PYD/YPG  – SDG çatısı altındaki küçük gruplar ve PKK
IŞİD – Örgüte biat eden yerel milis güçler ve aşiretler

*Turuncu renk: Rejim ve YPG’nin ortak kontrol ettiği iddia edilen yada hakimiyeti kimde olduğu belli olmayan bölge

15 Ocak 2017:

15 Ocak 2017 Suriye haritası

8 Ocak 2017:

8 Ocak 2017 Suriye son durum haritası

1 Ocak 2017:

1 Ocak 2017 – Suriye son durum haritası (Harita: suriyegundemi.com)

[HD Harita]

Suriye son durum: Rus ordusunun bir kısmının Suriye’den çekileceği ve Türkiye ile Rusya’nın garantör ülke olacağı Suriye’deki ateşkes 30 Aralık gecesi yürürlüğe girdi. Muhalif gruplar adına açıklama yapan Ebu Zeyd, anlaşmanın Suriye’nin tüm genelini kapsadığını ve tüm askeri grupları içerdiğini belirtti. Ateşkese katılan gruplar içerisinde birçok muhalif yer alırken, IŞİD ve Şam’ın Fethi Cephesi(El Nusra) gibi örgütler ateşkes dışı bırakıldı.

Şam’ın kuzeybatısındaki muhaliflerin kontrolündeki Barade’de rejim güçlerinin ve Şii milislerin saldırılarının sürdüğü belirtildi. Rusya ve Türkiye ateşkes ihlallerini kontrol etmek için bir komisyon kurma kararı aldı.

Suriye ile ilgili geçen ayın bazı önemli başlıkları:

– BM Güvenlik Konseyi, Rusya ve Türkiye’nin Suriye’deki ateşkes kararını kabul etti.

– Sultan Murat Tugayı Komutanı Fehim İsa, “El Bab’taki sivillerin çoğu bizim bölgelere geçti. Boş olan köylerimize yerleştirdik.” dedi.

– Rejim komutanı, “PYD’nin ABD tarafından maşa olarak kullanıldığını geç fark ettik, bizim onlara yaptığımız yardımı unutuyorlar” dedi.

– ABD, PYD/PKK’ya MANPAD füzeleri verilmesinin önünü açacak yasayı geçen hafta imzalamıştı. PYD, ABD’den ‘uçaksavar füzeleri’ talep etti.

– ‘Halep’i İran’a bırakmak istemeyen’ Rusya’nın, şehre büyük bir ‘askeri polis’ taburu gönderdiği belirtildi. (Moscow Times)

– Suriye’deki en güçlü muhalif gruplardan Ahrar uş-Şam’ın El Bab operasyonunda ön saflarda yer aldığı bildirildi.

– Rusya, Suriye görüşmelerinin (İran-Türkiye-Rusya) Ocak ayı itibariyle Kazakistan’ın başkenti Astana’da başlayacağını kesin olarak duyurdu.

– PYD, Türk askerlerinin girmek üzere olduğu El-Bab’ı Suriye ordusunun alması gerektiğini belirterek, Esad rejimine çağrıda bulundu.

– ABD Dışişleri, Türkiye-Rusya-İran görüşmesinin ardından, “ABD’nin dışarıda tutulduğunun farkındayız ama hâlâ Ortadoğu’da etkiniz” dedi.

– Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye, Rusya ve İran’ın Suriye’deki çözüme dair ortak bir bildiriyi kabul ettiğini açıkladı.

– Türkiye, İran ve Rusya Suriye’yi görüşecekti ki bir gün önce Rusya’nın Ankara büyükelçisi FETÖ’ye bağlı bir terörist tarafından suikaste uğradı. Üçlü görüşme buna rağmen yine de düzenlendi.

– Erdoğan ile Putin anlaştı. Suriye barış görüşmeleri Avrupa topraklarından Kazakistan’ın başkenti Astana’ya yani Asya’ya taşındı.

– Fransa Cumhurbaşkanı Hollande’nin “AB sesini çıkaramıyorsa niye var?” çıkışı sonrası AB Konseyi Başkanı Donald Tusk, Suriye konusunda etkili olamadıklarını kabul etti.

– İran’ın emriyle Suriye’de rejim yanında savaşan 18 bin Şii milisin 7 bininin muhaliflerden alınan Doğu Halep bölgesinde olduğu bildirildi.

– IŞİD, kontrolü sağladığı Palmira’da rejime ait silah ve araçlarla son yılların en büyük ganimetini ele geçirdi.

– TSK El Bab şehrine uçaklarla “IŞİD’e karşı olun, zafer Allah’ın izniyle yakındır” şeklinde havadan bildiri atıyor.

– Geçtiğimiz aylarda rejim kontrolüne geçen, tarihi antik kentin de bulunduğu Palmira tekrar IŞİD kontrolüne geçti.

– Altı yıllık iç savaş geçiren Suriye Devlet Başkanı Esad, ülkede kurulan PYD’nin Kürt federalizminin kalıcı olmayacağını söyledi.

– ABD, son 2 yılda Irak ve Suriye’de yaklaşık 50 bin IŞİD militanının öldürüldüğünü açıkladı.

– Denizli’den 300 komandonun El Bab ağırlıklı Fırat Kalkanı Harekatı’na katılması için Suriye’ye sevk edildiği bildirildi.

– ABD Kongresi, yeni Başkan Trump’a Suriye’deki ABD destekli muhaliflere uçaksavar füzesi (MANPAD) gönderme yetkisi verdi. (PYD’de muhalif olarak görülüyor)

– Telafer’deki Şii milislerle IŞİD arasında yaşanan çatışmalardan kaçan Türkmenler, Suriye üzerinden Türkiye sınırına doğru göçe başladı.

– Suriye’de PYD’nin içinde bulunduğu SDG üyelerinden Rezan Hido, ‘Suriye Ulusal Direnişi’ (SUD) adında Türkiye’ye karşı bir örgüt kurdu.

– Suriye Muhalif Koalisyonu, Türkiye’nin arabuluculuğunda Ankara’da Rusya ve muhalifler arasında gizli görüşmeler yapıldığını doğruladı.

Kaynak: StratejikOrtak.com

Evanjelizm, Ortadoğu ve Türkiye

Evanjelizm genel anlamıyla İncil’i vaaz etme veya İncil’i yayma anlamında kullanılır. Gaye ve amaçları Hz. İsa’nın mesajlarını insanlara ulaştırma ve Hz. İsa’yı insanlara örnek göstermektir.

Evanjelistler, ABD’yi kuran tutucu Protestan mezhebi Prutenler’in devamıdır. Özellikle 1950 den sonra ABD’de siyasetten ekonomiye, spordan sanata birçok alanda etkili olmaya başlamışlardır. Öyle ki devlet başkanlarını bile bu mezhep belirler. Evanjelistelerin istemediği bir başkan ya istifaya zorlanır ya da suikasta kurban gider.

Ortadoğu; Evanlelikler için Yeni Dünya’nın kapısıdır. Eski Ahit’e göre kıyamet (Armegedon) savaşında İsa Mesih Kudüs’e inecek ve kendisine inananlarla birlikte Tanrı Krallığı’nı kuracaktır. Yahudi inancında ise Mesih Kudüs’ü putperestlerden temizleyecek, Süleyman Mabedini tekrar yaptıracak, dünyayı hâkimiyeti altına alacak, yeryüzünde tanrı krallığını kuracak kişi olarak kabul edilir. Bu inanışa göre Tanrı dünyayı İsrail oğullarına verirken, ahireti tanrı krallığının kurulmasını sağlayanlara bahşetmiştir. Dolayısıyla bu  Evajelistlerle Siyonistlerin ortak noktası olduğu için, İsrail kayıtsız şartsız desteklenmeli ve bölge Eski Ahit’in tasvir ettiği şekilde dizayn edilmelidir. Tam bu noktada Türkiye, İsrail ve ABD ile karşı karşıya gelmektedir. Çünkü bu inanışa göre İsrail’e vadedilmiş topraklar yani Arz-ı Mev’ud Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tehdit etmektedir.

Türkiye’nin jeostratejik konumu, yüzyıllardan beridir çeşitli tehditlere maruz kalmasına neden olmuştur. Evanjelistler içinse Türkiye, mutlaka kontrol altında tutulmalı, güçlenmesine izin verilmemelidir. Bunun için ülke içerisinde gizli misyonerlik faaliyetler yürütmektedirler.

Türkiye’nin Ortadoğu‘da var olan gücü, bu planların önündeki en önemli engeldir. Her ne kadar yeni kurulan Cumhuriyet önceliği kendi iç sorunlarına vermiş olsa da, hiçbir zaman 1. Dünya Savaşında kaybettiği topraklarla olan irtibatını kesmemiştir. Türkiye’nin bu tür faaliyetleri her zaman Evanjelistler için sorun oluşturmuştur. Hedeflerine ulaşmaları içinse Türkiye’nin başına türlü türlü sorunlar açıp tüm gücünü buna ayırması için çeşitli politikalar izlemiştir. Askeri darbeler, terör örgütleri, ekonomik operasyonlarla Türkiye’nin bölge meselelerine eğilmesi sürekli engellenmiş ve bu bağlamda başarılıda olmuşlardır. ASALA, PKK, DHKP-C vb. terör örgütlerinin kurulması, askeri darbeler, muhtıralar ve ekonomik krizlerle Türkiye’nin bu sorunlarla uğraşmasını sağlamışlardır. Türkiye kendi iç siyasi problemlerine odaklanırken, Evanjelistlerin emrindeki ABD, Ortadoğu’da planlarına başlamaktaydı.

Evanjelistlerin en büyük planları Afganistan savaşıyla hayata geçirilmiştir. 11 Eylül saldırılarıyla harekete geçen ABD, El Kaide’yi öne sürerek bir haçlı seferine girişmiştir. Dönemin ABD Başkanı Bush Eylül 2001’de “Terörizme karşı bu Haçlı Seferi, bu savaş zaman alacaktır. Amerikalılar sabırlı olmalıdır” açıklamasını yaparak niyetini açıkça belli etmiştir.

Afganistan’ın işgali sonrasında ABD Ortadoğu’da petrol zengini Irak’a ve dolayısıyla da Saddam Hüseyin’e Kitle İmha Silahları bahanesiyle savaş açtı. ABD bu işgal için Türkiye’nin hava sahasını kullanmak istemiş, 1 Mart 2003’te başbakanlık teskeresi meclise gelmişti. Meclis oylamasında teskereye hayır oyu çıkmış ve Türkiye’ye bir mesaj olarak “Çuval Olayı” gerçekleştirilmişti.

9 Nisan 2003 tarihinde başkent Bağdat’ta Firdevs Meydanındaki Saddam Hüseyin heykelinin yıkılışı

O gün Rab İbrahim’e ahdedip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat nehrine kadar diyarı senin zürriyetine verdim”  Tekvin: 15/18

Eski Ahit’te geçen bu ayet, Evanjelistlerin ve Siyonistlerin ele geçirmek istediği toprakları göstermektedir. Nil ve Fırat arasındaki bu topraklar Irak, Suriye, Mısır, Sudan ve Türkiye’yi kısmen; Ürdün, Lübnan ve Kuveyt’in ise tamamını kapsamaktadır. Dikkat edildiği vakit bu bölgelerin, istikrarsız ve iç savaşlarla boğuşan bölgeler olduğunu görülür. Türkiye diğer ülkelere nazaran biraz daha ayakta kalmayı başarabilmiştir. Bunda en önemli etkilerden birisi halkın sağduyusu, bir diğeri de 2000 yıllık devlet geleneğimizden kaynaklıdır.

Evanjelistlerin bölgeyi şekillendirme çalışmaları Arap Baharı çerçevesinde başlatılmıştır. Yıllar önce doğrudan ve dolaylı olarak ülkelerin başına getirdiği diktatörleri, haklı kışkırtmak suretiyle devirirken, aynı zamanda bu ülkeleri İsrail’in güvenliğine uygun ve siyasi olarak, dönemin şartlarına göre yeniden dizayn etmeye başlamışlardı. Daha sonradan dış işleri bakanı olacak olan Condoleezza Rice 07.08.2003 tarihli Washington Post gazetesinde yayınlanan Transforming the middle east – Ortadoğu’yu dönüştürmek” isimli makalesinde “Ortadoğu parçalanacak, 22 yeni ülke doğacak” diyerek, bu planların çok önceleri yapıldığını göstermektedir. Bu plan çerçevesinde Türkiye de toprak kaybedecek ülkelerden birisidir.

Türkiye bu planlara karşı atması gereken adımları, Suriye İç Savaşı başlayana kadar sadece savunma konusunda attı. Türkiye’yi Suriye’deki iç savaşa dâhil etmek için çeşitli provakatif eylemler düzenlediler. Bu konuda F4 uçağımızın Akdeniz’de düşürülmesi, ülkemize düşen roket ve füzeler, canlı bombalar vs. bunun için yapılmış birer eylemdi. Türkiye bekle -gör politikası güderek bunlara göğüs germeye çalışıyorken, 15 Temmuz darbe girişimi ile karşı karşıya kaldı. Bu girişim bertaraf edildikten sonra siyasi ve askeri mekanizma gücünü göstererek Fırat Kalkanı operasyonunu başlattı.

Siyasi durum her ne kadar sürekli değişkenlik gösterse de, Türkiye bölgesinde oynanan Evanjelist oyunlara karşı sürekli bir reaksiyon göstermektedir. Bu reaksiyon doğrudan doğruya Evanjelist-Siyonist ittifaka zarar verirken bölge halklarının ise bu şeytani plana olan direncini artırmaktadır.

Onlar hiç vazgeçmeyecekler. Fakat Türkiye Cumhuriyet’i sağlam temeller üzerine kurulu olan yapısı her daim bunlara engel olacaktır.

Suriye Denkleminde Türkiye ve Rusya Arasındaki Gelişmeler

     Darbe sonrası halk oylamasıyla devlet başkanı seçilen Hafız Esed ülkeyi otoriter bir rejimle yönetmiştir. Hafız Esed’den sonra Beşşar Esed de baskıcı tutum sergilemiş ve bu zaten baskılardan, yasaklardan yılan halkın ayaklanmasına, Suriye’de geri dönüşümü olmayan sonuçların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Aralık 2010’da Tunus’ta başlayan ve kısa zamanda Arap dünyasına yayılan halk hareketlerinden Mart 2011’de Suriye de payını almaya başlamıştır. Adına Arap Baharı denen bu halk hareketleri Tunus, Mısır, Libya ve Yemen’de hükümet değişikliğine neden olmuştur. Arap Baharı ile ortaya çıkan ayaklanmalar sonucu halk demokratik taleplerde bulunmuş, Esed ise bunlara baskıcı tutumlarıyla karşılık vermiştir. Sonuçta rejim yanlıları ile rejim karşıtları arasında kanlı çatışmalar başlamıştır. Bu durumdan en fazla etkilenen ülkelerden biri de şüphesiz Türkiye’dir. Bu noktada Türkiye, Suriye krizi ile birlikte vizyonunu ve misyonunu gösterebilme şansı bulmuştur. Ancak Türkiye’nin “Ortadoğu’da oyun kurucu ülke” politikası krizin başladığı 4 yıl boyunca Suriye’de karşılığını bulamamıştır. Bugün gelinen noktada ise Türkiye’nin Suriye’de çözüm olabilmesinin ve bu çözümde rol alabilmesinin yolunun Rusya’dan geçtiğini fark etmesi ve Rusya ile işbirliğine doğru ilerlemesi bu süreçte ona bir şeyler kazandırabilecek gibi görünmektedir. Rusya açısından düşünecek olursak Rusya’nın Çarlık Rusya döneminden beri Akdeniz’e inme düşüncesi ona Hafız Esed döneminde Suriye’de Lazkiye yakınlarında askeri üs kurma imkanı sağlamıştır. Bugün ise Lazkiye’de bir askeri üs inşaası bulunmaktadır. Yani Rusya’nın bölgeden çıkmayacağı kesindir. Bunu da her fırsatta gerek BM’ye gerek NATO’ya bölgede bulunan Rus askerleriyle, bölgeye gönderdiği S-300’ler, S-400’ler ile göstermektedir.

Suriye Krizi’nde Rusya’nın Tutumu                             

Rusya’nın yüzyıllar boyunca yegane amacı Akdeniz’e inmek olmuştur. Bu sebeple de Orta Doğu bölgesiyle ilgilenmeye, bölgede nüfuz edinmeye çalışmıştır. BM’de Suriye’yi defalarca ekonomik yaptırımlardan kurtaran Rusya, gerek BM bünyesinde gerekse uluslararası arenada Suriye’nin koruyucusu haline gelmiştir. Bunun en önemli nedenlerinden biri de Suriye ile geliştirdiği işbirliğidir. 2005-2010 yılları arasında Rusya, Suriye’ye 2,5-3 milyar dolar değerinde silah satmıştır. Askeri teknolojilerin yanı sıra enerji alanlarında da işbirliğini geliştirmek için adımlar atmışlardır. 2005’te Rusya ile Suriye; Ürdün, Mısır ve Suriye’yi enerji alanında birbirine bağlayacak doğalgaz boru hattının Suriye’deki uzantısının Ruslar tarafından inşa edilmesi konusunda anlaşmışlardır.

Rusya-Suriye münasebetlerinde Suriye’deki Tartus limanı ve buradaki Rus askerî varlığı da önemli rol oynamaktadır. Suriye’deki Tartus limanı, Soğuk Savaş sırasında Ruslar tarafından bir ikmal ve bakım üssü olarak kullanılmıştır. Her ne kadar bugün bu üs Ruslara ait olmasa da çok sayıda Rus askeri görevlisi, Suriye ordusunda danışman sıfatıyla görev yapmaktadır. 2010 yılından itibaren Rusya Tartus limanını yenileme ve modern teknolojilerle donatmak için bölgedeki çalışmaları hızlandırmış bulunmaktadır. Ruslar, Tartus limanını Rusya’nın Karadeniz Askeri Donanması’nın ihtiyaçlarını karşılayacak hale getirmektedir.[1] Rusya’nın bu limanının yeniden yapılandırmasının sebebi sadece gemilerinin ihtiyaçlarını karşılamak değildir. Rusya burada kendi bayrağını dalgalandırarak bölgede etkisini ve nüfuzunu arttırmak ve Kırım’daki üssünü kaybettiği takdirde bunu Akdeniz’de telafi etmek istemektedir. Netice itibarıyla Suriye ile geliştirilen çok yönlü işbirliği, bu ülkeyi, Rusya’nın bölgedeki en önemli dayanağı haline getirmiştir.

Rusya, Suriye Krizi nedeniyle Suriye’de uluslararası askeri bir müdahaleye kendi yakın çevresindeki krizlere örnek olmaması için karşı çıkmaktadır. Rusya, Suriye’deki kendisine dost merkezi hükümetten yanadır ve sorunun Suriyelilerin sorunu olduğunu savunmaktadır. Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Gennady Gatilov, “Biz hiçbir zaman siyasi sürecin sonunda Esad’ın mutlaka iktidarda kalması gerektiğini söylemedik ve bu yönde ısrarcı olmadık. Bu konu Suriye halkı tarafından çözülecektir” demektedir.[2] Ancak Esad giderse Rusya’nın bölgedeki çıkarlarını nasıl koruyacağı muammadır. 2012 yaz aylarında Rusya bir yandan BMGK’nın Suriye’ye karşı sert önlemler almasını engellemeye çalışırken bir yandan da Suriyeli muhaliflerle Esad yönetiminin arasını yapmaya çalışmıştır.

Suriye Krizi’nde Türkiye ve Rusya Arasında Yaşanan Gelişmeler

Suriye Krizi’nde Türkiye ve Rusya’nın Suriye politikaları farklı olsa bile yaşanan sorunlarda ortak payda bulunabilmiş ve ticari, siyasi ve sosyal ilişkilerini devam ettirebilmişlerdi. Ancak geçtiğimiz sene Rus uçağının düşürülmesi akabinde iki ülke arasındaki ilişkiler en gergin günlerini yaşamıştır. Bugün ise gelinen noktada karşılıklı olarak zarara uğrama sonucunda geri adımlar atılmış ve Suriye’de birlikte çözüm arayışına gidilmiştir. Öncelikli olarak Suriye Krizi süresince Türkiye ve Rusya arasında yaşanan sorunlara değinmek istiyorum.

  • 22 Haziran 2012 tarihinde Suriye tarafından Türk jeti düşürülmüş ancak Rusya Suriye politikasını değiştirmemiş aksine Suriye yanlısı bir politika izlemiştir.
  • 10 Ekim 2012 gecesi Türkiye, askeri kargo taşıdığı şüphesiyle Moskova’dan Şam’a giden Suriye’ye ait sivil bir uçağı askeri jetler zoruyla Esenboğa Havalimanı’na mecburi inişe zorlamış ve ardından Türkiye-Rusya ilişkileri gerilmiştir. Türkiye’nin uçakta bulunan malzemelere el koymasının ardından Rusya Dışişleri Bakanı,  Suriye Krizi ve Ankara’da indirilen Suriye uçağıyla ilgili olarak Türkiye’nin, bu olayda Chicago Sözleşmesi’ne dayanarak hareket ettiğini açıklayarak iki ülke arasındaki gergin ortamı bir anlamda yatıştırmıştır.[3]
10 Ekim 2012 Rusya’nın başkenti Moskova’dan kalkan Suriye’ye ait bir yolcu uçağı, F-16 savaş uçakları tarafından çarşamba günü akşam saatlerinde Ankara Esenboğa Havalimanı’na indirildi.
  • Kasım 2012 sonlarında Türkiye’nin NATO’dan Suriye sınırına konuşlandırılmak üzere Patriot füzeleri talep etmesi haberi gündeme gelmiştir. Bunun üzerine Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Türkiye-Suriye sınırının silahlandırılmasının bir alarm olduğuna dikkat çekerek Türkiye’ye bölgede tehlike seviyesini arttırmak yerine etkilerini Suriyeli muhalifler üzerinde kullanarak Suriye’de diyaloğun bir an önce kurulmaya başlanması gerektiğini söylemiştir.

    Sınıra yerleştirilen Patriot füzeleri
  • 24 Kasım 2015’te Rusya’ya ait Su-24 tipi savaş uçağının sınır ihlali yapması nedeniyle Türk F-16’ları tarafından düşürülmesinden sonra Türkiye ve Rusya ilişkileri gerilmiştir. Rusya, Türkiye karşıtı bir politikaya yönelmiştir. 24 Kasımda düşürülen uçakla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı açıklamada uçağın beş dakika içinde 10 kere uyarıldığı açıklanmıştır. Kriz ile birlikte düşürülen uçağın rotası ve sınır ihlaline ilişkin olarak iki ülke arasında harita krizi ortaya çıkmıştır. Bu krizle birlikte Rusya Devlet Başkanı Putin yaptığı açıklamalarla iki ülkenin stratejik ortaklığını rafa kaldıran tutumlara yönelmiştir. Krizin ardından Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Türkiye’ye gerçekleştirmeyi planladığı ziyaretini iptal etmiştir. Ayrıca Putin Suriye’nin Laskiye kentindeki hava üssüne S-300 füze bataryaları gönderileceğini söylemiş ve Savunma Bakanlığı da S-400 hava savunma sistemi de göndereceğini açıklamıştır.
Olayın ardından Türk Silahlı Kuvvetleri Genel Kurmay Başkanlığı resmi sitesinden radar iz haritası yayınlanmış, haritada maviyle gösterilen hat Türkiye sınırı, kırmızı hat ise Rus uçağının Türkiye sınırını ihlal ederek izlediği yol olup, Türkiye sınırları içinde Türk F-16’larınca vurulmuş. Söz konusu sınır ihlâlinin giriş ve çıkış noktaları da pembe ile gösterilmiş.
  • Rusya Başbakanı Dmitri Medvedev, “Türkiye uçağımızı düşürmekle savaş başlattı, ama karşılık vermedik.” ifadelerini kullanmıştır. Rusya hükümeti, Putin’in imzasını attığı ekonomik yaptırımları uçağın düşürülmesinden 4 gün sonra yürürlüğe sokmuştur. Buna göre;

-Türkiye ve Rusya arasındaki vize serbestisi kaldırılmış,

-Başta gıda ürünleri olmak üzere Türkiye’den gelen birçok ürünün Rusya’ya girmesi engellenmiş,

-Türkiye’ye tur satışları yasaklandı ve charter uçuşları kaldırılmış,

-Türkiye yargı yetkisi altında bulunan şirketlerin Rusya’daki faaliyetleri durdurulmuş,

-İzin verilen yaklaşık 60 şirket dışında Rusya’daki işverenlerin yeni Türk işçi çalıştırması yasaklanmıştır.[4]

Olaylar bu şekilde seyrederken yaptırımlar yüzünden ekonomide meydana gelen zararla birlikte Türkiye Rusya ile ilişkilerini düzeltme kararı almış ve bu kararını Rusya’ya bildirmiştir. Rusya da ilişkilerden yana olmuş ancak bazı şartlar ileri sürmüştür: Resmi özür, tazminat ve pilotun katilinin cezalandırılması. Türkiye ise bu artların kabul edilemez olduğunu bildirmiştir. Ancak zamanla Türkiye’nin bu sert tutumu yumuşamıştır. İlişkilerin normalleşmesi için Cumhurbaşkanı Erdoğan Rusya Birlik gününde (12 Haziran) Kremlin’e mektup göndermiş ve “ilişkimiz hak ettiği seviyeye ulaşsın” demiştir. Rusya mektubun yeterli olmadığını, ilişkilerin normalleşmesi için resmi özür dilenmesi gerektiğini ifade etmiştir. 27 Haziran’da Erdoğan’ın Rusya’dan resmi özür dilediğini ve tazminat ödemeye hazır olduğunu belirten Kremlin sözcüsü Dmitri Peskov, iki ülke arasındaki ilişkilerin yeniden düzeltilmesi için gerekli çalışmaların başlatılacağını bildirmiştir. Rus-Türk ilişkilerinin normalleşmesi için iki ülke lideri 9 Ağustos’ta St. Petersburg’da bir araya gelerek ilişkilerin krizin öncesi seviyeye getirilmesinde mutabık olmuşlardır. Sonuç olarak Suriye Krizi nedeniyle bölgede çıkar çatışması yaşayan bu iki ülke karşılıklı olarak ekonomik anlamda zarara uğradıklarını fark ettiklerinde ilişkilerini normalleştirmeye karar vermişlerdir. Bugünde Suriye bölgesinde müttefik olmaya çalışmaktadırlar.

Afranur ARIKAN*


[1] Doç. Dr. İlyas KAMALOĞLU (KAMALOV), Rusya’nın Orta Doğu Politikası, ORSAM Rapor No:125 THE BLACK SEA INTERNATIONAL Rapor No:23, Temmuz 2012, syf:14

[2] Oktay BİNGÖL, Krizlerin Uluslararasılaşması: Rejime Karşı Protestolardan Bölgesel Çatışmaya Suriye Örneği, syf:17

[3] Merve Suna ÖZEL, Suriye Krizi Sürecinde Rusya-Türkiye İlişkisinde Uçaklar-Jetler-Sorunlar, 21. Yüzyıl Enstitüsü Bilim Birlik Barış, 4 Aralık 2015

[4] HABERUS Rusya ve Avrasya’dan Güncel Haberler, Uçak Krizinde Yıldönümü; Türk-Rus İlişkilerinde Neler Yaşandı? – Analiz, 24 Kasım 2016

Kuzey Kore’nin Askeri Gücü

Dünyanın en kapalı ülkesi olması nedeniyle sıklıkla ‘gizemli ülke’ olarak anılan Kuzey Kore’nin uluslararası arenada elini güçlendiren en dikkat çeken kartı kuşkusuz dünyanın en kalabalıklarından biri olan ordusu. Peki her fırsatta Güney Kore, Japonya ve batılı müttefiklerine gözdağı vermekten çekinmeyen Kuzey Kore ordusunun gücünün sınırları neler?

Kuzey Kore ordusunun en kalabalık kısmı kara kuvvetleri. Kara Kuvvetleri’nde 1.2 milyon aktif askerin görev yaptığı biliniyor. Ancak ordunun en çok güvendiği yanı ise sayısı milyonlar ile ifade edilen yedek kuvvetler.


Oldukça kalabalık bir orduya sahip olmasına rağmen Kara Kuvvetleri’nin kullandığı silahlar oldukça eski. Yayınlanan raporlara göre, ordunun envanterindeki silahların çoğu Sovyet döneminden kalma. Kendi üretimi olanlar ise “düşman”larına kıyasla oldukça geride.


Aynı durum ordunun hava araçları için de geçerli. Hava Kuvvetleri’nin envanterinin büyük bir bölümünü 1983 yılında kullanıma giren MiG-29’lar oluşturuyor.


Bunların haricinde kendi üretimi uçakları da kullanan ordu, bu konuda pek de iddialı değil.


Ordunun en korkulan silahı ise topçu birlikleri. 170 mm’lik Koksan’lar Kuzey Kore’nin her geçit töreninde sergilemekten çekinmediği silahların başında geliyor.


Ordunun elindeki füzelerin bir kısmının Güney Kore’nin başkenti Seul’u vurabilecek kapasiteye sahip olduğu biliniyor.


Dağ gibi doğal koruma kapasitesine sahip bölgelere inşa edilen devasa toplar da ordunun güvendiği silahların başında geliyor.


Her ne kadar yaşlı bir filoya sahip olsa da Kuzey Kore dünyadaki en çok denizaltıya sahip ordulardan biri.


Ordunun sahip olduğu muharebe gemilerinin sayısı ise oldukça kısıtlı.


Çin ve Sovyetler Birliği’nden kopyalanan zırhlı araçlar da ordunun kalabalık birimlerinden bir tanesi.


Hwasong füzelerinin Japonya’yı vuracak menzile sahip olduğu düşünülüyor.


20 yıl önce geliştirilmesine rağmen Pokpung-ho tankları ordunun en gelişmiş araçlarından biri.


Kaynak: ntv.com.tr

Orta Asya ve Kafkasya Ülkelerinde 2016

1

Rusya, Ukrayna, Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan ve Gürcistan’ın 2016 gündeminin kısa özetleri…

Rusya

Rusya ile Türkiye, gösterilen karşılıklı çabalarla bozulan ilişkilerini yılın ikinci yarısında yeniden onardı. Moskova yönetimi, Şam rejimine destek için Suriye’de kalıcı olacağını açıklarken, ülkedeki üslerini genişletti. Rusya’nın işgal ettiği Kırım’da ise ‘Kırım Tatar Milli Meclisi’nin faaliyetlerini durdurdu. Kırım Tatarları hemen tedbir alarak iki gün sonra Kırım Tatar Milli Meclisi’nin yeni merkezini Kiev olarak ilan etti. Ukrayna’dan dolayı AB ile ilişkileri bozuk olan Rusya’ya AB’nin yaptırımı devam ediyor.

Ukrayna

Ukrayna’nın 2016’sında Rusya ile her alanda mücadele ve doğu bölgelerindeki Rus ayrılıkçılarla çatışmalar vardı. Ülke ayrıca AB ile olan ilişkilerini daha da güçlendirirken, Türkiye ile olan askeri ittifakını çeşitli alanlarda arttırma kararı alarak çeşitli anlaşmalar imzaladı. Ayrıca 30 Mayıs’ta Ukrayna Savunma Bakanı, Kırım’da Rusya’ya ait yaklaşık 24 bin asker, 613 tank, yaklaşık 100 savaş uçağı, 56 helikopter, 16 kıyı füze sistemi, 30 muharebe gemisi ve 4 denizaltı bulunduğu bildirildi.

Gürcistan

2008’de Rusya’nın işgal etiği Gürcistan bu yıl çok önemli gelişmelere şahit olmadı. Ülke genel olarak AB’den gelecek “vize serbestisi” kararını bekleyerek 2016’yı geçirdi.

Azerbaycan

Azerbaycan yılın ilk yarısında Ermenistan’ın işgali altında bulunan Dağlık Karabağ bölgesinde yaşanan çatışmalar sonucu stratejik bazı bölgeleri Ermeni ordusundan geri aldı. Azerbaycan Savunma Bakanlığı çatışmalarda, 31 Azerbaycan askeri şehit olduğunu, 240 Ermenistan askerinin öldürüldüğünü  duyururken, Rusya’nın araya girmesiyle 5 Nisan’da taraflar saldırıların durdurulması konusunda anlaştı. Aliyev yönetimindeki ülkede anayasa değişikliği konusunda referandum yapıldı ve yüzde 86.6 ‘Evet’ ile anayasa değişti.

Özbekistan

Özbekistan’da 27 yıl boyunca ülkeyi yöneten Birinci Cumhurbaşkanı İslam Kerimov, 2 Eylül’de hayatını kaybetti. Kerimov döneminde genel olarak Türk-Özbek ilişkileri sıkıntılı geçerken, yerine gelen Cumhurbaşkanı Vekili ve Kerimov dönemi Başbakanı Şavkat Mirziyoyev görevdeyken(18 Kasım) Cumhurbaşkanı Erdoğan 13 yılın ardından Özbekistan’ı ziyaret etti.

Kazakistan

Kazakistan 2016’da en çok Almatı ve Aktöbe şehirlerine düzenlenen terör saldırılarıyla yıkıldı. Cumhubaşkanı Nursultan Nazarbayev, din perdesi altına saklanan teröristlerin yurt dışından talimat aldıklarını açıkladı.

Kırgızistan

Kırgız parlamentosu, Rusya ile olan enerji alanındaki işbirliği anlaşmasını, karşı tarafın mali taahhütlerini yerine getirmediği gerekçesiyle iptal etti. Cumhurbaşkanı Almazbek Atambayev de parlamentonun kararını onayladı. Rusya ile Özbekistan arasındaki önemli bir kriz olarak görülen bu olay, dünyadada büyük etki yarattı. Ayrıca Özbekistan sınır muhafız birliklerinin Kırgızistan sınırına askeri yığınak yapması iki ülke arasında gerginliğe neden oldu. Daha sonra Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) müzakereleriyle sınırdaki tartışmalı bölgeden Özbek askerleri geri çekildi.

Soğuk Savaştan Sıcak Çatışmaya: 2016’ya Kısa Bir Bakış

2016 yılı, dünya barışı ve insanlık onuru adına oldukça verimsiz bir yıl olarak tamamlanmak üzere. Savaşların, darbe ve darbe teşebbüslerinin, düşen uçakların, yanan askerlerin, zulüm altında inleyen coğrafyaların iniltilerinin ayyuka çıktığı bir yıl olarak hafızalarda kalacaktır. Dünyamız adına oldukça kötü geçen bu yılın son ay ve günlerinde inanılmaz hadiseler de yaşanmadı değil. Bunlardan belki de en mâlumu, ABD’de aşırı sağcı, cumhuriyetçi ve hatta ırkçı D. Trump’ın yükselen milliyetçi akımlarının da iteklemesiyle başkanlığa gelmesiydi.

Öte yandan, “Arap Baharı” ile başlayan ayaklanmalar, 2016 yılında Suriye için daha da berbat bir hâl ile devam etti. Bir yandan IŞİD, bir yandan Şam yönetimi, bir yandan PYD (PKK) ve muhalifler…

SSCB’nin dağılmasından bu yana özellikle Ortadoğu’nun iplerini elinde bulunduran ABD, Obama yönetimi ile buradaki etkinliğini biraz daha hafifletti ve gözünün Pasifik’te olduğunu gayet net bir şekilde gösterdi. Bölgede çeşitli müdahaleler yapsa da hiçbirisi başarılı olmadı. Türkiye’yi kaybedeceğini bile bile PYD (PKK) ‘ye destek verdi ve IŞİD’in yok edilmesi için elle tutulur bir çaba içerisine girmedi. Bu boşluğu doldurabilecek tek bir aday vardı. O da Putin’in Rusyası…

Rusya, 2015 Eylül’ünde Suriye’ye girdiğinde, İran’ın bu durumdan pek de memnun kaldığını söyleyemeyiz çünkü İran, kesinlikle büyük oynuyordu. Bir yandan Yemen’de Suud’larla, bir yanda Irak ve Suriye’de bizzat meydanda kalarak, bölgeye dair hedeflerini açık bir şekilde oynuyordu. Rusya’nın operasyonları başlatması oldukça keyfini kaçırsa da yapabileceği bir şey yoktu. Rusya’nın Türkiye ile Kasım’daki  uçak krizinden sonra ipler oldukça gerilse de bugün –Büyükelçi suikasti ile pekişerek- gayet iyi bir durumda.

2016’nın son günlerine baktığımızda, bahsi geçen bölgede kimler var?
İlk olarak yukarıda isimleri geçen 4 grup var. Daha sonra, ABD öncülüğünde müttefikler grubu, Rusya, İran ve Türkiye bölgede yerlerini koruyorlar. Başlangıca göre –Suriye krizinin başlangıcı- bölgede kazancı artanlar kimler? Başta Rusya ve Türkiye geliyor. Peşinden ise Şam yönetimi yani Esad gelmektedir. Bölge, adeta bir 3. Dünya Savaşı’nın arefesini yaşıyor. ABD’nin PYD ile ittifak ilişkisi, Türkiye’yi Rusya ile müttefik yapmış durumda. Özellikle Moskova’daki 3’lü zirvede (Rusya-Türkiye-İran), Suriye’deki genel ateşkes konusunda Rusya ve Türkiye’nin garantörlüğünde anlaşmaya varılması ve bunun BMGK’ya taşınacak olması, müttefikler ile 3’lü ittifakın arasını daha da açacaktır. BMGK’da Türkiye ve Rusya’nın çabalarını vurgulayan Rusya’nın bu tasarısı, ABD’nin vetosuna takılır mı, bir muamma… Ancak gerçek olan şu ki, bölge hiç olmadığı kadar daha sıcak ve bölge, çözüme hiç olmadığı kadar daha yakın çünkü masada (Astana)  ABD yok. 

Türkiye ve Rusya, bölgenin dizaynında baş aktör olarak pozisyonunu almış vaziyetteler. Burada Türkiye adına unutulmaması gereken en önemli ilke, “ABD’den kaçayım derken, Rusya’nın kucağına oturmamak” olacaktır. Gürcistan’dan Kırım’a, bugün ise Suriye’de, bir çok mevzide NATO hattını daraltan ve çevrelemeyi bir nevi kıran Rusya, Türkiye ile sonsuza dek can ciğer dost olarak kalmayacaktır. Tarih buna yeteri kadar şahit.

Sonuç:

1) Ortadoğu, vekalet savaşlarının pençesindeki Ortadoğu birkaç yıl daha bu süreci atlatamayacaktır.

2) 3’lü İttifak’ın Astana görüşmeleri –şayet olursa- çok büyük önem taşımaktadır. Orada, Esadlı bir geçiş süreci kararı alınabilir.

3) Astana’da veya sonrasında, Erdoğan-Putin-Ruhani ve Esad bir araya gelirse kimse şaşırmasın.

4) ABD ile Rusya’nın ipleri, Soğuk Savaş’tan beri ilk kez bu kadar gerilmiş vaziyette. Kissinger bu hafta bir açıklama yaptı: “Kırım’ı Rusların olarak tanıyalım, Doğu Ukrayna’dan çekilsinler”. Bu açıklamanın önemi yakında anlaşılacak.

5) İran mutsuz, 3’lü İttifak masasına zoraki oturdu. Türkiye, kesinlikle güvenmemelidir.

6) Türkiye-ABD arasında, sen IŞİD’e destek verdin, sen PYD’ye silah verdin gibi sürtüşmeler, umarım safların nerede şekillendiğini daha da net bir şekilde gösterecek cinstendir. (İlişkiler 15 Temmuz’da koptu.)

7) Suriye’de ateşkes sonrası ufak çaplı çatışmalar muhakkak devam edecektir. Türkiye, bu konuda muhalifleri iyi kontrol etmelidir.

8) Birleşik Krallık yeniden sahneye çıkmaya hazırlanıyor.

Rusya Listeyi Açıkladı: 7 Grup 50 bin Muhalif Ateşkese Katıldı

Suriye’de varılan ateşkese katılan grupların listesi, Rusya Savunma Bakanlığı internet sitesinde yayınlandı.

Bakanlıktan yapılan açıklamaya göre Suriye uygulanmaya başlayan ateşkese katılan 7 grubun toplam üye sayısı 50 bin civarında.

Açıklamaya göre örgütlerin isimleri ve üye sayısı şöyle:

Feylak el Şam: 4 bin üye ile Halep, İdlib, Hama ve Humus’ta faaliyet gösteriyor.

Ahrar’uş Şam: 16 bin üye ile Halep, Şam, Deraa, İdlib, Lazkiye, Hama ve Humusta faaliyet gösteriyor.

Ceyşul İslam: 12 bin üye ile Halep, Şam, Deraa, Deyr ez-Zor, Lazkiye, Hama ve Humus’ta faaliyet gösteriyor.

Suvar el Şam: 2500 üye ile Halep, İdlib ve Lazkiye’de faaliyet gösteriyor.

Ceyşul Mücahidin: 8 bin üye ile Halep, İdlib ve Hama’da faaliyet gösteriyor.

Ceyş İdlib: En az 6 bin üye ile İdlib’de faaliyet gösteriyor.

Cebhe eş Samiye (Şamiye Cephesi): 3 bin civarı üye ile Halep, İdlib ve Şam’da faaliyet gösteriyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un düzenlediği basın toplantısında konuşan Savunma Bakanı Sergey Şoygu, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in talimatıyla ve Türkiye’nin arabuluculuğunda iki ay boyunca Suriyeli muhalif grupların liderleriyle görüştüğünü söyledi.

Soygu görüşmelere en etkili 7 grubun liderlerinin katıldığını belirterek, anlaşmayı imzalamayan silahlı muhalif grupların terör örgütü kabul edileceğini kaydetti.

Suriye’nin resmi haber ajansı SANA’nın haberine göre IŞİD, Nusra Cephesi ve bu örgütlere bağlı grupların ateşkes anlaşmasına dahil olmadığı bilgileri yer alıyor.

2016’da Ortadoğu Ülkelerinde Neler Oldu?

2016 yılında Suriye, Irak, İran, Yemen, Libya, Mısır, Lübnan ve Irak’ta neler oldu? Çok kısa cümlelerle Ortadoğu’da 2016’yı özetledik.

Suriye

Eylül başında doğu Halep’in dünyayla tek bağlantısı Kastillo yolu kapandı. Daha sonra rejim güçlerinin saldırılarıyla Halep tamamen rejim kontrolüne geçti. 2011’den bu yana 400 binden fazla insan hayatını kaybetti, yaklaşık 5 milyon Suriyeli sığınmacı konumuna düştü. 7 milyona yakın Suriyeli de ülke içinde yerinden oldu. 30 Aralık’ta Suriye ve Türkiye garantörlüğünde genel ateşkes başladı. (Suriye son durum)

LÜBNAN

2,5 yılın sonunda, Maruni Hristiyan Mişel Avn, parlamentoda cumhurbaşkanı seçildi. Saad Hariri, 30 bakanlı yeni hükümetini kurdu. (Lübnan Cumhurbaşkanlığı krizi)

Lübnan Cumhurbaşkanı Avn ve Başbakan Hariri

İSRAİL

İsrail’in Filistinlilere ihlalleri devam ederken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Kurulu(BMGK), İsrail’den yerleşimleri durdurmasını talep etti. Yahudi yerleşimcilerin sayısı 640 bine ulaştı. İsrail yönetimi BMGK kararını tanımayacağını açıklarken, ABD’nin yeni başkanı Trump İsrail’e destek verdi.

MISIR

Askeri darbenin ekonomik sonuçları en çok 2016’da hissedildi. Mısır, dalgalı kura geçti. Mısır cüneyhi, dolar karşısında yüzde247 değer kaybetti. BMGK’da Rusya’nın Halep tasarısına olumlu yönde oy kullanmasının ardından Körfez’deki eski finansör ülkeleriyle arası açıldı. Ülkenin Sina bölgesinde radikal gruplar ve IŞİD’in varlığı ve orduya saldırıları yer yer sürüyor.

YEMEN

Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon, İran destekli Husilere yönelik operasyonlarını sürdürdü. En fakir Arap ülkesi olarak bilinen ülkede,  14.4 milyon kişi gıda sıkıntısı çekiyor ve her beş kişiden biri “aşırı gıda eksikliği” yaşıyor. (Yemen’de son durum)

SUUDİ ARABİSTAN

İran ile ilişkilerindeki gerilim yeni bir boyuta taşındı. İki ülke arasında savaş söylentilerine bile sebep olan bu konu Şii din adamı Şeyh Nimr’in idam edilmesiyle zirveye ulaştı. Suudi Arabistan’ın İran’daki büyükelçiliği ve konsolosluğu yakındıl. Riyad, Tahran ile diplomatik ilişkilerini kopardı.

İRAN

Şii hilali ideliyle dış politikasını şekillendiren İran dini lider önderliğinde Irak, Yemen, Suriye ve Lübnan’daki Şiiler üzerinde nüfuz kurma konusunda başarılı olduğu söylenebilir. Suriye’de kendi açıkladığı verilere göre bini aşkın askerini kaybeden ülke, 2017’de de Şii politikasını bölgede sürdüreceğe benziyor.

Irak

Hükümete karşı protestolar, IŞİ ile mücadele ve Şii milis gücü Haşdi Şabi’nin operasyonları ve katliamlarıyla öne çıktı. 17 Ekim’de Musul oeprasyonun başladığı Irak’ta IŞİD ve PKK gibi terör örgütleri bazı bölgeleri kontrol ediyor. (Irak’ta son durum)

Kaynak: AA ve StratejikOrtak.com

YPG’nin 2016’da Suriye’de Elde Ettiği Topraklar

2016 yılında PKK’nın Suriye kolu YPG güçleri Suriye’de ABD ve Rusya öncülüğünde birçok bölgeyi ele geçirdi. YPG, Azez’in güneyini Şubat 2016’da Rusya’nın hava desteğiyle ele geçirirken, Fırat’ın doğusundaki Menbiç’i Ağustos ayının ilk haftalarında, Rakka kırsalını ve Haseke’nin güneyini de ‘Rakka operasyonu‘ çerçevesinde ABD öncülüğündeki koalisyonun hava desteğiyle ele geçirdi.

Açık yeşil: 2016 öncesi YPG’nin kontrol ettiği topraklar – Kırmızı: 2016’da YPG’nin ele geçirdiği topraklar

Kaynak: StratejikOrtak.com