Demokrasiye Karşı Milliyetçilik Kartı

İspanya iç savaşını konu alan bir filmde şöyle bir cümle yer alıyordu:

“Faşizm demokrasiye, en az komünizme olduğu kadar karşıdır.”

Bu söz önümüzde ki yıllar için nasıl endişelenmemiz gerektiğini söylüyor aslında. Dünyada ne zaman aşırı sağ yükseldiyse o zamanlarda demokratik ülke sayısı da hızla azalmış. Örneğin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra kazanan devletlerin kaybeden devletlere uyguladığı aşırı dayatmalar yüzünden milliyetçilik tavan yapmış ve iktidara bazen seçimle bazen de darbe ile gelen hükumetler otoriterleşme yoluna gitmişlerdir.

Irkçı hükumetlerin otoriterleşmeye gitmesi kaçınılmaz bir olaydır çünkü bu gibi ideolojiler çoğulcu değil ayrımcıdır. Ayrımcılığın olduğu bir ortamda varlığınızı, seçimlerin yapıldığı bir sistemde devam ettiremezsiniz. Varlığınızın tek sigortası sistemin tüm kademelerine nüfuz etmek ve güç kullanmak olabilir. 1. Dünya Savaşı’ndan önce 34 olan demokratik ülke sayısı 2. dünya savaşı yaklaşırken 16’ya kadar inmiştir.

2005 yılında Ukrayna’da ki Turuncu Devrim ve öncesinde ki Gürcistan Gül Devrimi, bununla birlikte Kırgızistan Lale Devrimi Rusya da bir endişeye yol açtı. Eski Sovyet ülkelerinde hızla halk isyanları yaşanıyor, oligark hükumetler düşüyordu. Bu demokrasi devrimlerinin rusyaya sıçraması ihtimali üzerine çok tehlikeli bir proje geliştirildi. 2006 yılında Nashi kampları kuruldu ve bu kamplarda genç yaştaki işsiz Ruslardan oluşan milliyetçi nesiller üretildi. Kamplara alınanlar özellikle işsizlerdi. Çünkü işsiz ve yoksul kesim, bulunduğu ortamın ekonomik zorluklarının sebebini oligarkların yolsuzluklarına bağlayıp onlara isyan edebilirdi. Bugün bu gençler çalışmak için ülkeye gelmiş göçmenleri öldürüyor ve batı destekli sivil toplum kuruluşlarına saldırıyorlar. Pek çok muhalif diplomat, gazeteci ve iş adamının suikast sonucu ölmesinin sorumlusu da bu gençlerdir. Elbette sivil toplum kuruluşlarının sütten çıkmış ak kaşık olduğunu söyleyemeyiz. Bu STK’lar Rusya’ya demokrasi ihracatının ana unsurlarıydı. Bu ırkçı dazlaklar kendileri gibi milliyetçi olmayan insanları da vatan hainliği ile suçluyorlardı. Halbuki bir insanın vatansever olması için milliyetçi olması değil insansever olması yeterlidir.

Günümüzde Rusya’nın %47’si kendisini milliyetçi olarak ifade ediyor. Bir zamanlar enternasyonal marşını ülkenin marşı yapmış Rus halkı şimdi atalarının mücadele ettiği faşizme kayıyor. Aynı durumu Çin’de de görüyoruz. Bir zamanlar Çay Kay Sek’in faşizmine karşı zafer kazanmış ülke, şimdi Çay Kay Sek’ten bile daha ağır faşizm ve militarizm içerisinde olup Tibetlilere, Moğollara, Uygurlara zulüm ediyorlar. Çin’de ki sadece ismen komünist olan hükumet bu milliyetçiliği, demokrasi düşüncesine karşı bir sigorta olarak kullanıyor. Başarıyor da.

İktidarlar koltuk sevdaları uğruna gençleri radikalleştiriyor ve onları militarizm sevdalısı ölüm makineleri haline getiriyorlar. Kendi menfaatleri uğruna kendi insanlarını robotlaştırıyorlar. Robotlaştırma benzetmesini yapmamın sebebi şudur: liberalizm ve eşitlik gibi çoğulcu yaklaşımlarda toplumun tüm irade sahipleri söz sahibi olurken, ırkçı ve dinci yaklaşımlar doğası gereği çoğulcu olmadığından belli bir kademe tarafından otoriterleşmeye gider ve ayrımcılığın doğurduğu totaliterlik sonucu halkın itaatkar yani ne söylenirse itiraz etmeyen, emirleri sorgusuz sualsiz yerine getiren bireyler yaratılması zaruri hale gelir. Bu tür rejimler bu yüzden kaynaklarının önemli bir kısmını ideolojik misyonerliğe yani propagandaya ayırır. Düşünsenize siz hizmet almak için vergi veriyorsunuz ve o parayı başkalarının fikirlerini değiştirmek için kullanıyorlar.

Kimi zamanlar iktidarların desteği ile olsa da bazen kendiliğinden bu düşünce fırlayabiliyor. Zamanında Avrupa’da 1. Dünya Savaşı yüzünden fırlayan ırkçı fikirler demokrasiyi geriletmişti. Bugün ise aşırı borç yüküne ve yüksek işsizlik batağına saplanmış Avrupa ülkelerinin vatandaşları aşırı sağa kayıyor. Son zamanlarda pek çok ülkede, göçmenleri propaganda aracı olarak kullanan partiler oylarını hızla arttırıyor. İtiraf etmek gerekirse Avrupa’da ki bu gidişatın yeni ırkçı ülkeler oluşturmasından ve azınlıklara yönelik soykırım dalgaları oluşturmasında korkmuyor değilim. O zamanlar büyük azınlık Yahudilerdi şimdi ise Müslümanlar.

Şunu unutmamakta fayda var, faşizmin temel ilkelerinden biriside militarizmdir. Buda bütçenin önemli bir kısmının kalkınmak yerine silahlanmaya harcanması ve bir asker devleti oluşmasından ötürü savaşların kaçınılmaz olması demektir.

çin'de milliyetçilik

Kanada’da yapılan bir araştırma sonucunda ırkçı fikirlere sahip kişilerin zeka seviyesi ortalamasının, toplumun genel zeka ortalamasının çok altında olduğu sonucuna varılıyor. Çünkü zeki insanlar kendilerine öğretilenleri sorgulama açısından daha başarılı oluyorlar. İnsanlar sorguladıkları zaman, aslında tüm insanların ortak bir geçmişi olduğunu ve zamanla farklı coğrafyalara yapılan göçler sonucunda değişen dil, kültür ve vücut yapısı sebebiyle renk ve soyların ortaya çıktığı sonucuna varıyor. Sorguladıkça her insanın kimliğinin doğduğu zaman başkaları tarafından seçildiğini anlıyorlar. İnsan doğarken elde ettikleriyle değil yaşarken elde ettikleriyle övünmeli. Aksi takdirde koltuk sevdasına kapılmış aç gözlü iktidarların robotları olmaktan başka hiçbir özelliğimiz olmadan ömrümüzü tamamlarız.

Muhammed Ali Çalışkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Harita: Dünyadaki Tüm Çatışmalar, Anlaşmazlıklar ve Sorunlar

Dünyadaki çatışma bölgeleri, ülkelerin sorunları ve anlaşmazlıkların harita üzerinde ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı, çizimlerin amatör olmasına rağmen içerik itibariyle meraklısına mükemmel bir kaynak olacaktır. İngilizcesi yeterli olmayanlar ülkelerin üzerinde gösterilen sorunlar hakkında başlıkları Türkçe’ye çevirip, internetten araştırabilir. Bir haritada tüm anlaşmazlıklar için buyrun haritayı inceleyin.

(Resmin üzerine tıklayınca harita yeni sekmede açılacaktır. Böylece ayrıntılı inceleyebilirsiniz. Haritanın bilgi kutusu ”Haritanın Okunuşu” şeklinde resmin altında yazılmıştır.)

Dünyadaki savaş bölgeleri ve anlaşmazlıklar | Harita: arabthomness
Dünyadaki savaş bölgeleri ve anlaşmazlıklar | Harita: arabthomness

Haritanın okunuşu:

(NATO) NATO Ülkeleri: Almanya, Amerika, Arnavutluk, Belçika, Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Danimarka, Estonya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İngiltere, İspanya, İzlanda, İtalya, Kanada, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan

(CSTO) Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü: Belarus, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan.

(RIO PACT) ‘İşlevsiz’ RİO PAKTI: ABD ile birlikte 19 Güney Amerika ülkesi 1947’de bu paktı kurdu. Kurucu üyeler; Arjantin, Bahamalar, Bolivya, Brezilya, Şili, Kolombiya, Kosta Rika, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador, El Salvador, Guatemala, Meksika, Nikaragua, Panama, Paraguay, Peru, Haiti, Honduras ve Küba (1959’da çekildi) // Örgüt işlevsizdir denebilir.

(GCC) Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi: Suudi Arabistan, Katar, BAE, Umman, Yemen ve Bahreyn

(ÇİZGİLİ ALANLAR) Tartışmalı bölge, isyan hareketleri, büyük ayrılıkçı hareketler

(YEŞİL ÇİZGİ) Mültecilerin geçiş güzergahları

Çin-Pakistan Koridoru ve Gözden Kaçan ‘Gwadar’

Dünyanın en kalabalık iki ülkesi olan Çin ile Hindistan arasındaki rekabet askeri olarak da, ekonomik olarak da devam etmektedir. Dünyanın en hızlı büyüyen ülkelerinin başında gelen bu iki ülke, her geçen yıl insan gücü ve jeopolitik konumlarını kullanmaya başlamış, yerli silah sanayileriyle birlikte bölgesel ittifaklarla güçlerini arttırmıştır. Her ne kadar BRICS ülkeleri olarak bilinen IMF’ye alternatif banka kurulmasında iki ülke aynı birlik içerisinde yer alsa da, Hindistan’ın en önemli ortağı Rusya, Çin’in en önemli ortaklarından biri de Pakistan’dır. Bilinenin aksine Hindistan ile Çin geçmişteki sorunlar ve yaşanan savaştan ötürü yakın bir işbirliği içerisinde değildir. Ancak şu anda Çin, Pakistan’da 200 büyük altyapı projesi üzerinde çalışmaktadır. Çeşitli ekonomik koridorlarla birlikte Çin’in İpek Yolu projesinin bir parçası da Çin’in Pakistan’da kendi sermayesiyle inşa ettiği Gwadar Limanı‘na bağlanmaktadır. Bu limanın yapımını Çin üstlenmiş ve liman 43 yıllığına Çin’e kiralanmıştır.  Dün ise ilk ticari Çin gemisi limana ulaşmıştır.

Çin’in Ortadoğu, Afrika ve Avrupa ile ticareti için kullandığı yol üzerindeki ülkelerin ABD ile yakınlaşması uzun vadede Çin’in ekonomik güzergahını tehlikeye sokabileceği için, Gwadar limanı Pekin yönetimi için çok büyük önem taşımaktadır. 2009 verilerine göre Çin petrol ihtiyacının yarısını ithal etmekte ve Çin’in deniz ticaretinin önemli noktası olan ve petrol ihracatının yüzde 80‘ini yaptığı Malakka Boğazı’nın (Çin’e karşı) kapatılma tehlikesi, Pekin yönetimi açısından Gwadar Limanı’nının hem karlı hem de stratejik bir ekonomik üs olarak işlev görmesine yarar sağlayacaktır.

Çin Deniz Petrol Yolu
Çin Deniz Petrol Yolu

Kaşgar’dan başlayan ve Gwadar’da son bulan toplam 3 bin kilometrelik Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC) için 46 milyar dolarlık yatırım yapılmış, CPEC’in korunması için de Pakistan ordusu bünyesinde özel komandolar ve paramilis güçlerden oluşan 12 bin kişilik özel bir güç kurulmuştur.

gwadar-yolu
Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru (CPEC)

Bu Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve liman ile Çin’in Sincan-Uygur bölgesi Fars Körfezi çıkışına bağlanmış, denize çıkışı olmayan Çin’in geri kalmış bölgelerinin ve diğer Orta Asya devletlerinin ticari kanallarını geliştirilmesi amaçlanmıştır. Gwadar Limanı’nı ayrıcalıklı kılan ise günde 13 milyon varil petrolün geçtiği Hürmüz Boğazı’na olan yakınlığıdır.

Gündem dışında kalan Gwadar Limanı’na dün ilk ticari Çin gemisi ulaştı. Bu limanın ve Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru’nun ileride Çin ve Pakistan için çok büyük faydaları olacak ancak, yolun tamamlanması ile bölge ülkelerinin hem siyasi hem de ekonomik olarak nasıl etkileneceği merak konusu.


http://turkish.irib.ir/guncel-yazilar/siyasi-yorumlar/item/275082-pakistan%E2%80%99%C4%B1n-gwadar-liman%C4%B1n%C4%B1-%C3%A7in%E2%80%99e-devretmesi-ve-hindistan%E2%80%99%C4%B1n-kayg%C4%B1lar%C4%B1

http://www.dunyabulteni.net/dunya/372856/belcikada-feto-baglantili-is-yerlerini-boykot-cagrisi

http://www.dunyabulteni.net/gunun-haberleri/355396/pakistanin-gwadar-limani-43-yilligina-cinin-oldu

http://www.bilgesam.org/incele/81/-pakistan%E2%80%99in-gwadar-limani-etrafinda-bicimlenen-iliskiler/#.V6NhAfmLTIU

 

Ege Denizi’ndeki Adalarımız İşgal Altında!

İstanbul’un fethinden sonra gözler Ege’deki adalara çevrilmişti. Osmanlı, Ege’yi Türk gölü haline getirmek istiyor ve bunun için de güçlü bir donanma oluşturuyordu. İstanbul’un fethi sırasında Bizans’ın elinde Gökçeada, Limni ve Taşoz adası bulunuyordu. Diğer adalar da Venedik, Ceneviz ve Rodos Şövalyeleri arasında paylaştırılmıştı.

1453 sonu ve 1454 başında fethedilen Enez ile birlikte şehrin karşısındaki Taşoz ve Limni adasının fethedildiğini Aşıkpaşazade’den öğreniyoruz. Bakalopoulos’a göre Enez’in tam karşısında bulunan Semadirek adası da aynı yıl fethedilmiştir. Bozcaada’nın da 1455 yılı itibariyle Osmanlı hakimiyetine girdiği görüşü hakimdir. 1462’de ise Midilli Osmanlı hakimiyetine girdi. Osmanlı’nın Ege’deki üstünlük mücadelesi sonucu savaştığı Venedik ile 1463-1479 yılları arasında büyük savaşlar yaşandı. Bu savaşlar sonucunda 1470’de Eğriboz Adası ve Kuzey Sporat Adaları, 1479’da Sisam Adası ve Nikarya Adaları fethedilmiştir.

Kanuni Sultan Süleyman döneminde ise 21 Aralık 1522’de 700 gemi ve 100.000 kişilik bir kara kuvveti ile Rodos Adası, daha sonra da On İki Ada (Kasos ve Karpatos hariç) ele geçirildi. Haziran 1538’de Siklat Adaları, On İki Adalar grubuna dahil olan Kasos ve Karpatos Adası, Sakız Adası ve Psara Adası da 14 Nisan 1566’da Osmanlı egemenliğine girdi.

1 Ağustos 1669’da ise IV. Mehmet zamanının sadrazamı Köprülü Fazıl Ahmet Paşa tarafından Girit 25 yılın sonunda ele geçirilmiştir. Girit’in fethiyle Ege Denizi adeta Türk Gölü haline gelmiştir. Ege Denizi’nde yer alan ve alınamayan son ada İstendil ise 1718’de Türk topraklarına katılmıştır.

19. yüzyıla gelindiğinde ise Ege Denizi’ndeki Türk hakimiyetinde sallantılar başlayacaktır. Yunanistan’ın 1830’da bağımsızlığını kazanmasıyla Mora ve Attika Yarımadası’nın elden çıkmasına ek olarak; Eğriboz, Kuzey Sporat Adaları, Siklat Adaları da Türklerin elinden çıkmıştır.

Balkan Savaşları öncesinde İtalya, 6 Mart-14 Mayıs 1912 tarihleri arasında On İki Ada’yı işgal etmiştir. Aynı yıl Balkan Savaşları’nda ise Yunanistan Bozcaada, Limni, Taşoz, Gökçeada, Semadirek ve Midilli’yi işgal etmiştir. 1913’te devam eden savaşlarda Sakız ve Sisam Adası da Yunanistan’ın eline geçmiştir.

Daha sonra Birinci Dünya Savaşı yaşanmış ve Osmanlı Devleti savaştan yenik çıkmıştır. Yenilen Osmanlı, önce Mondros Ateşkes Antlaşmasını ardından da Sevr Barış Antlaşmasını imzalamıştır. Sevr’in 84. maddesinde Gökçeada ve Bozcaada da dahil olmak üzere Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam, Ahikerya, Taşoz, Bozbaba ve İpsara Adası Yunanistan’a verileceği hükmü vardır. 122. maddesinde ise İtalya’ya bırakılan ada ve adacıklar belirtilmiştir. Ancak Sevr’i geçersiz kılan Türk Kurtuluş Savaşı başarıyla tamamlanmış ve Ege Adaları bir kez daha müzakere konusu olmuştur.

Lozan Görüşmeleri’nin beşinci gününde Ege Adaları, Birleşik Krallık delegesi Lord Curzon’un başkanlığında görüşülmeye başlanmıştır. TBMM’yi temsilen giden heyetin başındaki İsmet Paşa Türkiye’ye bırakılması istenen adaları sıralamıştır. Bu adalar arasında Gökçeada ve Bozcaada da bulunmaktadır. Ancak adalara özerklik teklifinde dahi bulunulmasına karşın Gökçeada, Bozcaada ve Meis dışındaki tüm adaların Yunanistan’a bırakıldığı ısrarla belirtilmiştir. Daha sonra görüşmelere ara verilmiş ve 23 Nisan 1923’te Eşek Adası’nın Türkiye’ye bırakıldığı kabul edilmişti. Meis Adası ise Türkiye’ye verilmedi. Yine anlaşma sağlanamadı ve görüşmeler kesildi. Sonunda 24 Temmuz 1923’te Lozan Barış Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya göre Gökçeada, Bozcaada, Tavşan Adası, Eşek Adası gibi adalar alınabilmişti. Ayrıca Anadolu sahillerine üç milden az uzaklıkta bulunan adalar ve adacıklar da Türkiye’ye verilmişti. Yunanistan ise silahlandırmama karşılığında dibimizdeki adaları almış oldu.

Ve kalan Ege Adaları’nın hukuki yorumu ise burada başlıyor. Lozan’da Yunanistan’a ve Türkiye’ye verilen adalar dışında bir de egemenliği hukuksal olarak belirtilmemiş adalar-adacıklar bulunuyor. Bütün bu savaşlar öncesinde Ege Adaları Türklerin kontrolünde olduğu için ve de Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’nın mirasçısı ve hukuki devamı olduğu için adalarda hukuken hak iddia edebiliyoruz. Yunanistan’a antlaşmalarla verilen adalar belli ise geriye kalan tüm adaların Türkiye’ye ait olması kadar doğal bir şey yoktur. Burada Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı’nın devamı ya da mirasçısı olmadığını düşünenler olabilir. Oysa ki Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı’dan kalan borçların kendi üzerine düşen kadarını ödeyip reddi miras yapmayarak hukuki olarak Osmanlı’nın devamı ve mirasçısı olduğunu zaten kabul etmiştir. Dolayısıyla Ege’de hukuki statütüsü belirlenmemiş her ada ve adacık Türkiye Cumhuriyeti’nin vatan toprağıdır.

ege adaları harita

Ege Denizi’nde egemenliği belirsiz olan 25 ada, adacık ve kayalık bulunmaktadır. Bunlardan 13’ü işgal altındadır. İşgal edilenlerden sadece Venedik Kayalıkları ada ve adacık statüsünde değildir. Göz göre göre 13 adamız işgal edilmiştir. 1996’da Kardak Kayalıkları için Yunanistan ile savaşın eşiğine gelen Türkiye bugün işgal edilen adalarına ses çıkarmayacak duruma gelmiştir. Bu adalardan 10 tanesi kıyılarımızın dibinde, iki tanesi Ege Denizi’nin ortasında ve dört tanesi de Girit Adası’nın çevresinde bulunmaktadır. Venedik Kayalıkları da Ege Denizi’nin ortasında bulunmaktadır. Girit Adası ve çevresi Akdeniz’de sayıldığı için işgal edilen diğer 5 adamızı ilk hesaplamaya katmadım.

Yani toparlarsak Ege’de 12 ada, 1 kayalık; Akdeniz sayılan Girit çevresindeki 5 adamız işgal altındadır.

Gelelim aklınızı kurcaladığına emin olduğum sorunun cevabına. Adaların büyüklüğü önemli derecede mi ? Kesinlikle evet. Hatta karşılaştırma yapmak için İstanbul’un Prens Adaları’nın en büyüğü olan Büyükada’dan örnek vereceğim. Büyükada’nın yüzölçümü 5.4 km2 olarak gösteriliyor.

Gelelim işgal edilen adalarımıza…

Mesela Çeşme’nin kuzeyindeki Koyun Adası’nın yüzölçümü 17.4 km2’dir. Adada 826 kişi de yaşıyor. Yerli halkın yanına çoktan nüfus takviyesi yapılmış bile. Devam edelim… Didim’in batısında ve Aydın il sınırları içerisine dahil olan Eşek Adası’nın yüzölçümü 14.5 km2, 185 kişi de adada yaşıyor. 2011 yılında dönemin Demokrat Parti Başkanı Namık Kemal Zeybek, Eşek Adası’nın işgalini gündeme getirmiş ve adaya DP’li bir ekip göndermişti. Ancak DP’liler adaya giremedi!

Dilek Yarımadası’nın karşısında bulunan Fornoz ve Hurşit Adası da bir zamanlar işgal edilmemiş vatan toprağıydı. Fornoz’un 10 km2’lik bir yüzölçümü olduğunu da hatırlatayım. Hatta hatırı sayılır bir nüfus da var adada. İşgal edilen adalardan biri de Nergizcik Adası. 6.6 km2’lik bir yüzölçümü var. Bu saydığım hepsi Büyükada’dan büyükmüş değil mi ? Hem de bazıları 2-3 kat büyük. Üstelik kıyılarımıza Büyükada kadar yakınlar. İşgal edilen diğer adalarımızı da yazayım… Roma İmparatoru Sezar’ın 38 gün korsanlar tarafından esir alındığı meşhur Bulamaç Adası, Kalolimnoz Adası, Keçi Adası, Sakarcılar Adası, Koçbaba Adası, Ardacık Adası ve bu yıl işgal edilen Ardıççık Adası. Bir de Girit çevresinde hukuki statüsü belirlenmediği için Türk toprağı sayılan adalar var: Gavdos, Dhia, Gaidhouronisi, Koufonisi ve Dionisades Adası.

Peki Türk Hükümetleri adaların işgaline neden ses çıkarmadı ? Hatırlayın, 1990’larda Güney Kıbrıs AB müzakerelerine başladığında bize söz verilmişti. ”Kıbrıs sorunu çözülmeden Güney Kıbrıs’ı tek başına AB’ye almayacağız.” Ancak AB sözünde durmadı ve Mayıs 2004’te Güney Kıbrıs AB’ye alındı. Türkiye buna gereken tepkiyi göstermedi ve ödülü yıl sonunda AB ile müzakerelere başlayarak, ertesi yıl da aday olarak fazlasıyla (!) aldı. Ne Yunanistan ne de Güney Kıbrıs veto bile etmemişti adaylığımızı. Ardından Türkiye adaların işgaline de göz yumdu. Söz konusu adalar 2004’ten beri işgal ediliyor. Eşek ve Bulamaç Adası’nda inşaat faaliyetlerinin 2004 sonu itibariyle başladığı tespit edilmişti.

Son olarak bu yıl 11 Şubat’ta Ardıççık Adası’na Yunan helikkopteri düştü ve helikopterdeki askerler yaşamını yitirdi. İstanbul’da yayınlanan NOTAM (havacılara duyuru) ile bölgenin Türk bölgesi olduğu ve arama kurtarma çalışmalarının Türk yetkililerle yapılması gerektiği yazılmıştı. Ancak öyle olmadığı gibi 9 Mart’ta adada bir anma töreni bile düzenlendi. Yani kısaca bir adamızı daha Yunanistan’a kaybettik.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu durumu ”hukukun yorumlanması” şeklinde değerlendirmekten öteye gitmemiş, dönemin Savunma Bakanı İsmet Yılmaz ise adaların fiili işgal durumunu kabul etmiş ancak adaların halen Türkiye’nin olduğunu ifade etmiştir.

Adaların Türkiye’ye ait olduğu 20. yüzyılın İngiliz ve Amerikan haritalarında da belirtilmiştir. Ayrıca Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesinde sözü edilen 2 numaralı haritada da adaların Türk hakimiyetinde olduğu altı siyahla çizilerek gösterilmiştir. Söz konusu haritada Yunan ve İtalyan Adaları da altı kırmızı ile çizilerek gösterilmiştir. Yine 1943 yılına ait İngiliz haritasında, 1951 yılına ait Amerikan haritasında da adalar Türk toprağı olarak gösterilmiştir. Hal böyle iken daha fazla kanıta ihtiyaç var mıdır ?

ingiliz-haritasi-ege

Söz konusu adaların bizde olması demek adaların karasularının 3 mil olduğu düşünüldüğünde karasularımızın artması, Ege’de etkinliğimizin artması demektir. Ayrıca her adanın kendine ait ekonomik münhasır bölgesi de bulunmaktadır. Bu da o adaların etrafındaki ve üzerindeki doğal zenginliklerin bize ait olduğunu göstermektedir. Bilindiği üzere Ege’de ve özellikle Girit çevresinde petrol ve doğalgaz yatakları olduğu düşünülmektedir. Hatta Girit çevresinde çalışmalar başlamıştır. Adalarımızın işgaline göz yumarak bu fırsatları da geri tepmiş oluyoruz. ”Biz üç beş küçük ada için Yunanistan’la dostluğumuzu bozacak değiliz” diyenler olacaktır.

Unutmayın ki bizde tek çakıl taşı verilmez, Girit için Sultan Abdülaziz’in III. Napolyon’a söylediği sözleri unutanlar, İsmet Paşa’nın küçük bir ada yüzünden (Meis) Lozan’ı terkettiğini unutanlar, yani kısaca geçmişini unutanlar elbette adalarımıza gereken ehemmiyeti vermeyecektir…

lozan haritasi
Lozan Barış Antlaşması 2 Nolu Harita

Suriye Son Durum Haritası (Ağustos 2016)

Suriye’de Taraflar
Esad Rejimi  – Hizbullah, Rusya, İran ve Şii Milisler
Muhalifler – Ahrar uş-Şam, El Nusra, ÖSO vb.
PYD/YPG  – SDF çatısı altındaki küçük gruplar ve PKK
IŞİD – Örgüte biat eden yerel milis güçler ve aşiretler
01.08.2016 Suriye Son Durum Haritası | Harita: suriyegundemi.com
01.08.2016 Suriye Son Durum Haritası | Harita: suriyegundemi.com

[TAM EKRAN – AYRINTILI HARİTA]

Suriye ile ilgili geçen ayın önemli başlıkları:

– Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Suriyeli iki büyük muhalif birlik MYK ve SMDK başkanlarını kabul etti.

– Suriye Halep’te muhalifler rejimin kuşatmasını kırmak için operasyon başlattı.

– Suriye’deki en büyük muhalif gruplardan biri olan Nusret Cephesi, El Kaide’yle bağını kopardı ve “Şam Fethi Cephesi” adını aldı.

– İsrail, işgal altındaki Golan tepelerinden ilk kez Suriye’ye yardım gönderilmesine izin verdi.

– Suriye’de PYD’nin ‘başkent’ ilan ettiği Nusaybin’in karşısı Kamışlı’da, IŞİD’in bombalı saldırısıyla 60’dan fazla kişi öldü, 100’den fazla yaralı var.

– Fransa, Charles de Gaulle uçak gemisiyle birlikte bir deniz filosunu IŞİD ile mücadele için Ortadoğu’ya gönderme kararı aldı.

– ABD Dışişleri Bakanlığı, “Suriye’deki Ahrar’uş Şam ile Ceyş’ül İslam gruplarını terörist olarak görmüyoruz.” diye güncel bir açıklama yaptı.

Kuşatma Altındaki Halep’te Son Durum Haritası & Güney Halep

Halep’te muhaliflerin kontrol ettiği bölge, rejim güçlerinin İDLIP-HALEP ikmal hattı olan Kastillo yolunu ele geçirmesiyle kuzeyden kuşatma altına girmiş oldu. Halep’in kuzeyindeki bu gelişmeden sonra muhalifler Halep’in güneyinde büyük bir operasyon başlattı ve birçok bölgeyi ele geçirdi. Halep’teki kuşatmayı güneyden kırmaya çalışan muhalif güçlerin 30-31 Temmuz ve 01-02 Ağustos günlerindeki ilerlemesi aşağıdaki haritada gösterilmiş. Aynı şekilde haritanın sağ alt köşesinde Halep’in genelinde son durum gösterilmişken, geniş haritada Halep güneyi çizilmiştir.

3 Ağustos 2016 | Halep Son Durum Haritası
3 Ağustos 2016 | Halep Son Durum Haritası

GÜNCELLEME: Muhalifler rejim kuşatmasını kırdı. Halep’te son durum:

Halep Son Durum
Halep’te Son Durum | Harita: 26 Ağustos 2016

Suriye Demokratik Güçleri (SDG)/YPG Kuşatmasındaki Menbiç’te Son Durum Haritası

İki aydır süren Menbiç operasyonunda son durum; IŞİD’in kontrolündeki Menbiç’e operasyon düzenleyen Suriye Demokratik Güçleri (SDG) çatısındaki YPG şehri hızlıca kuşatmaya aldı ve adım adım ABD’nin hava desteğiyle IŞİD’i şehirde kıskaca aldı. Şehrin kırsalla birlikte %70’inin SDG güçleri tarafından kontrol edildiği bildirilmişti. Ancak şehir savaşının sert geçtiği de yerel kaynaklar tarafından sıkça söylenenler arasında. Menbiç’te son durum haritası:

  • ABD öncülüğündeki koalisyon uçakları geçtiğimiz hafta 89 hava saldırısının 69’unu Menbiç’e SDG’nin ilerleyişine destek amaçlı yaptı.

GÜNCELLEME: Menbiç tamamen IŞİD’in elinden alındı.

30 Temmuz 2016 | Menbiç Son Durum Haritası
30 Temmuz 2016 | Menbiç Son Durum Haritası

Kaynak: StratejikOrtak.com

Kolombiya Haritası: Örgütlerin Etkin Olduğu Bölgeler

Kolombiya’da silahlı örgütler ve uyuşturucu çeteleriyle mücadele eden güvenlik güçleri tamamen ülkenin genelinde kontrolü sağlamaya çalışmaktadır. Uyuşturucu çetelerinin yanında silahlı gruplarında uyuşturucudan milyon dolarlar kazandığı bilinen ülke, 2013 yılında Birleşmiş Milletler (BM) tarafından dünyadaki en büyük kokain üreticisi olarak açıklamıştı. (O tarihten günümüze en büyük kokain üreticisi ülke Peru’dur.)

Kolombiya’daki en büyük silahlı örgütler FARC ve ELN’ye karşı ordunun mücadelesi devam ederken, ülkedeki uyuşturucu çetelerine karşı da artık polisle birlikte ordunun da mücadele edeceği bildirildi. Geçtiğimiz mayıs ayında Kolombiya Savunma Bakanı Luis Carlos Villegas, uyuşturucu çeteleriyle savaşa ordunun da katılacağını ve çetelere karşı bomba kullanılacağını açıklamıştı.

FARC, ELN ve Clan Usuga çetesinin etkin olduğu bölgeler ve Kolombiya haritası..

kolombiya haritası

FARC

Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC veya FARC-EP) Marksist-Leninist bir örgüttür ve 1960’lı yıllardan günümüze ülkede silahlı bir şekilde faaliyet göstermektedir. Kolombiya’nın en büyük örgütü FARC’ın şuanda 8 bin kadar militanı olduğu düşünülüyor. Örgüt geçtiğimiz ay Kolombiya hükümetiyle ateşkes konusunda anlaştı ve aşamalı olarak silah bırakacağını duyurdu. (FARC-Kolombiya barışı)

ELN

1964’ten beri faaliyet gösteren Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN), Marksist bir örgüttür. 1.500 militanı olduğu düşünülen örgütün ideolojik olarak FARC’tan ayrılan yanı ise ortodoks marksizm geleneğini taşımasıdır. FARC’tan sonra ülkedeki en büyük ikinci silahlı örgüttür.

Clan Usuga

FARC ve ELN gibi silahlı örgüt olmayan Clan Usuga, Kolombiya’daki en büyük uyuşturucu çetesidir. Daha çok ülkenin kuzeybatısı ve Panama sınırında etkili olan örgüte karşı Kolombiya güçlerinin operasyonları halen sürmektedir.

Kaynak: StratejikOrtak.com

Balfour Deklarasyonu ve Sonuçları

0

29 Temmuz 2016’da Filistin, topraklarında İsrail devletinin kurulmasını sağlayan Balfour Deklarasyonu için uluslararası mahkemede deklarasyonda imzası bulunan İngiltere hükümetine dava açacağını duyurdu. Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki, bu açıklamayı ilk kez Arap Birliğinin Moritanya’da gerçekleşen zirvesinde açıkladı.

Balfour Deklarasyonu

İngiltere’nin Birinci Dünya Savaşı sırasındaki Dışişleri Bakanı Arthur James Balfour’un savaşın üçüncü yılında Siyonist hareketin önde gelen isimlerinden Baron Walter Rothschild’e hitaben yazdığı ‘Filistin topraklarında Yahudiler için vatan vadeden” belge Balfour Deklarasyonu olarak ilan edilmişti.

– Deklarasyonla birlikte İngiltere savaşa yeni dahil olan ABD’deki güçlü olduğunu düşündüğü Yahudi lobisini/diasporasını etkilemeyi ve İngiltere çıkarlarına fayda sağlamaya inanıyordu.

– Osmanlı Devleti’nin imzaladığı Sevr Anlaşması’nda Balfour Deklarasyonuna yer verildi. 1922’de Milletler Cemiyeti’nde kabul edilen Filistin’de İngiliz manda yönetiminin temelini de bu deklarasyon oluşturdu.

– Balfour Deklarasyonu sonrasında İngiliz mandası altındaki Filistin’e, 1920-1940 arası dönemde Yahudi göçü hız kazandı ve son olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında Yahudilere yönelik Nazilerin uyguladığı soykırım sebebiyle bu topraklara olan göç giderek arttı.

– İngilizlerin Filistin’den çekilmesinin ardından, 1948’de Filistinlilerin Nekbe (Felaket) diye andığı İsrail Devleti’nin kuruluşu gerçekleşti.

1878’den 2006’ya Balkanların Değişen Sınırları

0

Balkanlara hükmeden Avusturya-Macaristan ve Osmanlı yıllar geçtikçe bu coğrafyadaki egemenliğini kaybetmiş ve bu topraklarda sınırlar değişmiştir. Güç boşluğu yeni yeni devletlerin ortaya çıkmasına sebep olmuş; 1. Dünyada Savaşı ve Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Balkanların haritası sil baştan değişmiştir.

Balkanların Değişen Haritası: 1878 – 1913 – 1923 – 1945- 1995 – 2006

Balkanların değişen haritası

NATO Genişlemesi: Üye Ülkeler ve Operasyonlar

0

4 Nisan 1949 Sovyet tehdidine karşı NATO(Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü ) 12 üye ülkeyle kurulmuş, şuan ise 28 üyesi vardır. 2010 SIPRI raporlarına göre NATO’ya üye ülkelerin toplam askeri harcamaları dünyadaki savunma harcamalarının %70’ine tekabül etmektedir.

Sovyet tehditine karşı kurulduğu konusunda hem fikir olunan NATO, Sovyetlerin dağılması ve Soğuk Savaşın bitmesinden sonra da varlığını sürdürmüştür ve genişlemeye başlamıştır. NATO genişlemesi Sovyetlerin yıkılmasından sonra 12 Avrupa ülkesini bünyesine katmasıyla devam etmiştir. Son olarak da örgüt Rusya’nın kırmızı çizgi olarak belirttiği Karadağ ile çeşitli protokoller imzaladı ve bu ülkeye gözlemci statüsü verdi. İkinci aşama olarak da tüm üye ülkelerin onayıyla son NATO üyesi ülke Karadağ olacak.

NATO Genişlemesi
NATO üyesi ülkeler | Kaynak: Sputnik

Birleşik Krallık’ın Yeni Sorunu: Cebelitarık

Geçtiğimiz ay yaptığı Brexit referandumu ile AB’den ayrılma kararı alan Birleşik Krallık’ın çözmesi gereken bir sorun daha var: Cebelitarık. Brexit referandumunda %96 gibi çok keskin bir oranda AB’den kalma yönünde oy kullanan Cebelitarık halkı buna rağmen Birleşik Krallık’a bağlı olduğu için AB’den ayrılmak durumunda kalacak.

Cebelitarık sorununa girmeden önce kısaca Cebelitarık’ın geçmişine göz atmakta fayda var. İspanya Kralı II. Carlos’un varis bırakmadan ölmesi üzerine dünyanın en büyük gücünün topraklarının paylaşımı konusunda çıkan anlaşmazlıklar İspanya Veraset Savaşları diye bildiğimiz 15 yıl kadar süren bir dizi savaşa sebep oldu. Fransa’nın İspanya tahtında hak iddia etmesi, Birleşik Krallık’ın kıtayı kontrol politikası ile örtüşmeyince taraflar belli oldu. Savaşlar sonunda Fransa yenildi, İspanya’nın da Habsburglarla gelen toprakları Avusturya’ya verildi. Birleşik Krallık ise Utrecht Antlaşması ile Cebelitarık’ı İspanya’dan almayı başardı.

O günden bu güne 303 yıldır Birleşik Krallık’ın egemenliğinde kalan Cebelitarık zaman zaman İspanya’nın hukuksal mücadelesine ve dış politikasına da etki etti. Stratejik konumuyla Birleşik Krallık için her zaman avantaj olan Cebelitarık 20. yüzyılda zor günler de yaşadı. İspanya İç Savaşı’nı bitirerek yönetime el koyan General Franco, Cebelitarık’ın İspanya’nın egemenliğinde olduğunu savunarak 13 yıl boyunca Cebelitarık sınırını kapatmıştı. Bu gerginlik ortamında 1967’de referanduma giden Cebelitarık, Birleşik Krallık’a bağlı kalmayı seçecekti. Ancak sorunlar bitmeyecek ve 2002’de yine referandum yapılacaktı. Madrid yönetiminin ‘egemenliğin ortak paylaşımı’ konusundaki teklifi %96 ile olumsuz yanıtlanacak, halk yine Birleşik Krallık’ı seçecekti.

Birleşik Krallık da bu adıma karşılık Cebelitarık Yasası‘nı yenilemiştir. “Cebelitarık halkı, Parlamento’nun farklı bir iradesi olmadığı müddetçe Majesteleri’nin dominyonu olmaya devam edecektir. Majesteleri hükümeti Cebelitarık’ın, özgür ve demokratik taleplerinin aksine, başka bir devletin egemenliği altına girmesini öngören bir anlaşmaya taraf olmayacağını güvence etmektedir. Cebelitarık’ın 2006 yılındaki referandumla kabul ettiği anayasanın Cebelitarık halkına, İngiliz egemenliği altında ve dış ilişkilerinde Birleşik Krallık’a karşı sorumlu olmaya devam etmekle birlikte, kendi kendini yönetme hakkını verdiği” ifadeleriyle Cebelitarık statüsü açıklanmıştır.

Yapılan kamuoyu araştırmaları İngilizlerin Cebelitarık’a fazlasıyla önem verdiği görülmektedir. %60 oranında bir kitle Cebelitarık meselesinin önemli olduğunu düşünmektedir. İspanya’da bu oran %52’dir. Ancak konu Madrid yönetimi açısından hala önemini koruyor gibi. Brexit referandumu sonrası İspanya Dışişleri Bakanı Garcia-Margallo, “Cebelitarık’ta İspanyol bayrağının dalgalanacağı an artık daha yakın.” ifadelerini kullanmıştı. Birleşik Krallık Dışişleri Eski Bakanı Philip Hammond ise Brexit sonrası Cebelitarık’ın yanında olacaklarından, halkın arzusu olmadan bağımsızlık müzakereleri yapılmayacağından, ancak çıkarları korumanın da zorluğundan bahsetmişti.

cebelitarik-ispanya-ingiltere

İspanya ile Birleşik Krallık arasında yılladır süren hukuk mücadelesi şimdi de AB arenasına taşınmış görünüyor. Ekonomik darboğazdaki İspanya’nın elinde şimdi de AB kozu var, Birleşik Krallık ise mevcut gücüne ve istikrarına güveniyor. Ancak 35.000 nüfuslu Cebelitarık halkı AB’nin ayrıcalıklarından faydalanma fırsatlarını geri tepmek istemeyebilir. Ekonomisi küçük mikro devletler için AB gibi örgütlerin önemi hayati derecede.

Birleşik Krallık Brexit referandumu sonrası İskoçya ve Kuzey İrlanda’da başlayan sıkıntılar Cebelitarık’a da sıçramış durumda. Yakın bir gelecekte Cebelitarık’ta da bir referandum beklenebilir, İspanya da toprak bütünlüğünü tehdit olarak gördüğü Cebelitarık’ı 300 yıl sonra yeniden topraklarına katarak boğazda egemenliğini güçlendirebilir. Ancak kesin olan bir şey var ki İngilizler stratejik öneme sahip bu şehir devletini kolay kolay bırakmayacaktır. Hele de Birleşik Krallık’ın AB’den çıkmasının gerçek sebepleri düşünüldüğünde…

Cebelitarık Nerede

cebelitarık boğazı nerede

Cebelitarık Haritası

cebelitarik haritası

Türkiye’deki Darbe Girişimine İran’ın Bakışı

Darbe girişimini yakından takip eden ülkelerden birisi de İran oldu. Darbe saatlerinde hızlı bir şekilde Milli Güvenlik Konseyi toplantı ve durum değerlendirmesi yaptı. Türkiye’deki İranlıların güvenliği ne olacak, darbenin başarılı olması durumunda ilişkiler ne olacak, eğer Türkiye karışırsa Ortadoğu’dan İran’a gelebilecek tehditler nasıl önlenecek başlıkların bazılarıydı.

İlk uçuşları iptal eden ülke de yine İran oldu. Türkiye-İran sınırının kapatıldığı, sınırda geniş güvenlik önlemleri alındığı duyuruldu.

Siyasiler ise ilk etapta tarafını çok da belli etmedi denilebilir. Zira Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ilk açıklamasını darbe saatlerinde twitter üzerinden yaptı ve “istikrar ve Türk halkının geleceği hayati önem taşıyor. Bu hususta birlik ve sabır kaçınılmayacak kadar önemli” ifadelerini kullandı. İlk bakışta darbe kelimesinin dahi kullanılmadığı bu açıklama, olayların sonunda kim iktidarı ele alırsa onun desteklendiğini söylemek halinde bir sorun oluşturmazdı.

16 Temmuz sabahı darbe girişimi başarısız olunca, Cevad Zarif bir mesaj daha atma gereği duydu ve “Türk halkı kendi seçtiği hükümet ve demokrasisini cesaretle savundu. Darbenin bizim bölgemizde hiçbir yeri olmadığını kanıtladı.” ifadelerini kullandı. Bu kez açıklamalar daha netti ve açıklamasını suyun aktığı yöne çevirebildi, “ilk tepki veren ben oldum” diyerek de pekiştirdi. Daha sonra Meclis Başkanı Ali Laricani, Milli Güvenlik Konsey Sekreteri Ali Şamhani gibi isimlerden kınamalar geldi.

Peki, ülkenin siyasi yöneticisi neden iki gün sonra tepkisini gösterdi?

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise ABD ve Rusya’dan çok sonra tepki gösterdi. 17 Temmuz Pazar günü Kirmanşah bölgesinde halka hitap ederken “Halen bölgede birilerinin darbeyle iktidarları değiştirebileceklerini, tankla, topla, uçakla, helikopterle halk tarafından seçilmiş bir yönetimi alaşağı edebileceklerini zannediyorlar” ifadelerini kullandı. Bu gecikme siyasi bir soğukluğun göstergesi de olabilir, açıklama yapacak coşkuyu yakalayamadığından da gerçekleşmiş olabilir. Bu kısmın yorumunu okuyucularımızın takdirlerine bırakıyoruz ancak Cuma hutbesi hatibi Ayetullah Seyid Ahmed Hatemi’in açıklamaları siyasi söylemlerin dışında bir düşünceyi ortaya koyuyordu. Hatemi, yüz binlerce insanın dinlediği ve devlet televizyonundan canlı yayınlanan hutbesinde adeta Türkiye’deki darbe girişimine adeta “ohh” diye bir konuşma yaptı. Bu konuşma, yaşanan bu sıkıntıya hükümetin sebep olduğunu vurgulayan vahim bir konuşma olarak kayıtlara geçti. Hatemi, “Başından itibaren yetkililerimiz darbeyi kınadı. Ancak darbeyi kınamak hükümeti eleştirmeyeceğiz anlamına gelmiyor… IŞİD’e destek veren ve meydan veren tek ülke Türkiye idi. IŞİD’e ofis verdi, sınırda pazarlar kurdu, petrolünü taşıdı. Siz dökülen tüm kanlarda ortaksınız, bu canileri kışkırttınız. Ancak son günlerde bu yılanların Türk Devletini de ısırmasından dolayı pişmanlar. Ancak özür dilemeniz gerekiyor. Erdoğan dünyadaki tüm IŞİD kurbanlarından özür dilemeli” şeklinde konuştu.

Ortadaki İran Dini Lideri Ali Hamaney - Sağdaki Ahmed Hatemi
Ortadaki İran Dini Lideri Ali Hamaney – Sağdaki Ahmed Hatemi

Hatemi’nin konuşmasında Türkiye’deki darbe girişimini eleştirmek yerine hükümeti sert şekilde eleştirmesi, bazı kesimler tarafından gizli mutluluğun ifadesi olarak yorumlandı
Ancak anlaşılmayan şey şu ki; 1979 yılında bir halk devrimi ile iktidarı ele alan, Şah’a karşı halkın nasıl başkaldırdığını dillerinden düşürmeyen İranlılar, Türkiye’de meydanlarda bir grup teröristin halka ateş açmasından nasıl mutluluk duyabiliyor. Oysa din alimlerinden de beklenen, Türk halkının darbeye, kurşuna, tanka, topa karşı dik duruşuna bir kutlama idi.

Peki, İran’ın bu darbe girişimi karşısındaki tutumunu izleyenler, siyasetçilerin İran’da kullanılması yasak olan twitter aracılığı ile “darbeyi sert şekilde kınıyoruz” sözlerini mi ciddiye alacak, yoksa bütün devlet adamlarının bir arada olduğu Cuma namazında, yüzbinlerin dinlediği hutbede konuşan ve uzmanlar meclisi gibi büyük bir makamda olan Ayetullah’ın, Türk Hükümetine olan sert tepkisini mi?

Fatih Sabuncu (dunyabulteni.com)

İngiltere-AB Restleşmesi, İngiltere’nin Yeni Başbakanı

İngiltere’nin AB’den ayrılma referandumu beklenen sonuçları dışında beklenmeyen bir çok yeni sorun ortaya çıkardı. Bu sorunların AB tarafında olanlarını incelemek yerine karşılıklı blöf yapan İngiltere ve AB’nin masada neler bıraktığına bakmak lazım.

David Cameron oynadığı siyasi kumarı kaybedip görevini İçişleri Bakanı olan Theresa May’a devretti. Devrederken bir çok sorunu yeni başbakanın çözmesi gerekecek. David Cameron uzun süre AB referandum taleplerini reddettikten sonra sert bir ‘U dönüşü’ ile genel seçimi kazanırsa referandum kararı alacağını vaat etmişti. Genel seçimde bu etki ile tek başına iktidara gelince bu sözünü istemeye istemeye yerine getirmek zorunda kaldı. Diğer bir oynadığı kumar ise İSKOÇ Referandumu oldu. Başlangıçta ayrılma yönünde oyların çokluğu nedeniyle İskoçya’da AB’den yana tavır alacağını vaat edip oyları % 55 birlikten yana çevirmeyi başarmıştı.

David Cameron’un siyasi talihsizliğimi dersiniz yoksa basiretsizliğimi dersiniz bilemem ancaj sonuç itibariyle istifa edince verdiği kararların siyasi sorumluluğu Theresa May’a kaldı. İngiltere içinde “Liberal Muhafazakar” diye tanımlayabileceğimiz Theresa May AB içinde kalmayı savunan fakat İçişleri Bakanlığı yaptığı yaklaşık altı yıl içinde icraatları ile bunun tam aksini yapan bir bakan profili çizdi. 2010 yılında bakan olunca İngiltere’ye giren göçmen sayısını yıl itibariyle 100.000 kişi ile sınırlayacağını vaat etti ancak 2015 yılı itibariyle bu sayı 330.000 buldu. AB içinde kalmayı savunurken İngiltere’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinden ayrılması gerektiğini savundu. Tutarsızlık konusunda David Cameron ile yarışacak kadar bir konumda olmasa da eşcinsellerin evlat edinmesine red oyu kullanıp eşcinsel evliliğe evet oyu vermesi İngiliz Halkı için “gelen gideni aratır” dedirtecek niteliktedir.

Birleşik Krallık (İngiltere)'nin Yeni Başbakanı Theresa May
Birleşik Krallık (İngiltere)’nin Yeni Başbakanı Theresa May

Theresa May’i daha doğrusu İngiltere’yi bekleyen en büyük sorun AB’den ayrılma referandumundan sonra İskoçya’nın Birleşik Krallıktan ayrılmak istemesini tekrar dillendirmeye başlaması ile başlayan yeni bir sürecin nasıl yönetileceği tartışması olacaktır. İngiltere’nin AB’den ayrılmak için bir çok sebebi varken, AB’nin İngiltere’nin birliği kaşıması, Avrupa’da yükselmeye başlayan MONARŞİ karşıtı görüşlerin önce İspanya’da sorgulanır hale gelip diğer Avrupa’nın monarşi ile yönetilen devletlerine sirayet etmesi bilinçli bir politikanın ürünü gibi görülmelidir. Almanya ve Fransa’nın diğer AB ülkeleri üzerinde yürüttüğü bu politikalardan rahatsızlık duyan Birleşik Krallık, malum sonu yani monarşinin kaldırılmasını geciktirme çabası içindedir. NATO ve AB birliktelikleri içinde ABD’nin alacağı tutum İngiltere’nin geleceği ve AB için alacağı kararlarda belirleyici olacaktır.

Theresa May’in kabinesinde sürpriz tabir edilen Dışişleri Bakanı Boris Johnson’un olması yeni başbakanın önceliğinin İngiltere içi sorunlar olacağı olarak görülmelidir. Kaldı ki gafları ile dünya gündemini meşgul ederken Theresa May içerde rahat çalışabileceği bir ortam hazırlamak istemektedir.

İngiltere ile AB’nin birbirlerine blöf yaparak reste rest demesi, geldikleri nokta itibariyle iki tarafta da çok şeyin kaybedildiğini bizlere göstermektedir. İngiltere yaralarını sararken zorlanacağı sorunları geçmişte olduğu gibi gelenekçi bir anlayışla aşabilir ama AB’nin kapısında olan mülteci sorunu, dış çember ülkelerin ekonomik sorunları ve en önemlisi artık AB birlikteliğinin ciddi ciddi tartışılır olması, aşması imkansız sorunlar olarak görülebilir. Bunca sorunla birlikte Avrupa’da aşırı sağın engellenemez yükselişiyle birlikte ırkçı hareketlerin yoğunlaşması, bırakın AB’nin bir arada kalmasını bazı ülkelerin kendi içinde kopuş bile yaşayabileceğinin habercisi olarak yorumlanmalıdır. AB ülkelerinin içinde artık yeni bir BREXİT ayrımcılığının ortaya çıkması eskilerin tabiri ile “Rivayeti gerçeğinden beter” hale getirmiştir. Almanya ve Fransa artan terör hareketlerinde alacağı tutum da AB’nin geleceği konusunda belirleyici olacaktır. Yaklaşan Fransa seçimleri bunu en iyi göreceğimiz bir mihenk taşı olacaktır.

Ahmet İşitez

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR