Avrupa Birliği, Ruslar tarafından toprakları işgal altında olan Ukrayna ve Moldova’ya (Transdinyester) “aday ülke” statüsü tanıdı. Türkiye’nin 1999 yılında aldığı statü, aradan geçen 23 yıla rağmen ilerlemeye sahne olmadı. Bazı Ukraynalılar da yıllarca süreceğini düşündükleri AB yolculuğu için ‘Avrupa’nın sus payı’ yorumu yapıyor.
1339 milyar dolar ile Norveç Petrol Fonu, dünyanın en zengin 10 insanının toplam servetinden daha büyük.
Not: Norveç’te çıkarılan petrolün parası, doğrudan ekonomiye dahil edilmiyor. Oluşturulan Petrol Fonu’na aktarılan milyarlarca dolar, Norveç hükümetinin dünya genelinde büyük şirketlerden hisse alarak fonunu büyütmek amacıyla ve zor zamanlarda kullanılmak üzere saklanıyor.
Yaklaşık 145 milyon nüfusa sahip olan Rusya’da nüfus, başkent Moskova, Batı sınırı ve Japon Denizi ağırlıklı dağılmış. Geriye kalan bölgeler çöl gibi ıssız denebilir.
Ülkelerin nüfuslarına oranlar topraklarında barındırdıkları göçmenlerin oranları dikkat çekici. İlk sıralarda Lüksemburg, İsviçre ve Avusturya yer alırken; Türkiye’de bu oran, resmî rakamlara göre yüzde 3,7.
İsrail’in en köklü gazetelerinden Haaretz’e göre Azerbaycan, İsrail’e “İran’ı gözetlemesi için” ayrı, İran’a olası saldırısı için ayrı “özel hava ve harekat üssü” kurdu. Bu üssün amacı da İran’ın nükleer faaliyetlerindeki ilerlemeye göre değişkenlik gösterebilir.
Daha önce yazmıştım hatırlarsınız. Mossad’ın İran’dan ele geçirdiği nükleer arşiv, Azerbaycan üzerinde İsrail’e kaçırılmıştı. Uçağın güzergahı da Azerbaycan-Gürcistan-Türkiye’ydi.
İsrail ile Azerbaycan arasındaki iş birliği artıyor, Türkiye’nin İsrail’e bakışı her geçen gün daha da yumuşuyor. Çünkü Ermenistan’a koşulsuz destek vererek Azerbaycan sınırında askeri tatbikat düzenleyen, Suriye ve Irak’ta Şii milislerle kendi hinterlandını genişletip Türkiye’yi alaşağı etmeye çabalayan, en önemlisi de nükleer kapasitesi ile bölge ülkelerini tehdit eden bir İran var. Tahran’ın nükleer faaliyetleri konusunda İsrail’in istihbarat savaşı söz konusu ancak farkında olunmasa da bu Türkiye’yi de yakından ilgilendiriyor. Nükleer silaha sahip olan bir İran, “bölgesel güç” açısından en çok Türkiye’nin nüfuzunu etkiliyor. Hindistan-Pakistan rekabetinde Hindistan’ın nükleer silaha ulaşmasından sonra Pakistan’ın varını yoğunu ortaya döküp nükleer silaha ulaşması gibi. Taraflardan biri nükleer silaha ulaşırsa güç yarışında öne geçer.
Bizim anlamadığımız konu bu. Sanki İran’ın nükleere ulaşması sadece İsrail’in sorunu gibi büyük bir yanılgı söz konusu. Türkiye’nin rekabet ettiği ülkeler Yunanistan veya Ermenistan değil. Bunlar suni gündemler. Asıl rekabet İran’la.
Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı’na göre İran’da şu an yüzde 83,7 oranında zenginleştirilmiş uranyum parçacıkları var. İran’ın atom bombası üretmesi için uranyumu yüzde 90 ve üzeri zenginleştirmesi gerekiyor. Uzmanlar 2-3 yıl içerisinde bu oranın yüzde 90 üzerine çıkabileceğini ve böylece İran’ın artık nükleer silaha sahip olan ülkeler statüsünde görülebileceğini söylüyor. Avrupa ile İran’ın nükleer anlaşmasında, İran’a izin verilen zenginleştirme oranı 3,67’ydi, gerisini siz düşünün.
İngiltere’de haftalardır gündemi meşgul eden bir konu var. O da yeni mülteci yasası. Muhafazakar lider Boris Johnson’ın masaya getirdiği, sonrasındaki iki lidere rağmen değişmeyen, hükümetin çakı gibi dimdik durduğu yasa. Nasıl ki Türkiye’ye doğu sınırından gelen Afgan, Pakistanlı ve İranlı varsa, İngiltere’ye de karadan gelemeyecekleri için denizden muazzam bir mülteci akını var. Öyle bir akın ki bu 2018’de yasa dışı yollardan ülkeye girenlerin sayısı 300 kişi iken bu sayı 2022’de 45 binin üzerine çıktı. Hükümet “ne yaptıysak durmuyor, biz de bu yasayı çıkardık” diyor. Peki yasada neler var?
Öncelikle yasa dışı şekilde giriş yapanlara 4 yıl hapis cezası verilebilecek. Kaçak girerken inceleme olmadan sınır dışı edilecek. AB’nin Türkiye’ye yaptığı gibi İngiltere de Ruanda ile anlaştı ve yakalanan kişiler buraya gönderilecek. Yasa tasarısı, bu mültecileri yakalayan güvenlik güçlerini de cezai işlemlerden muaf tutacak. Bu da kararlılığın bir göstergesi.
Daha bitmedi…
İngiltere’ye girerken yakalandıysan bir daha İngiltere’ye resmi yollarla giremeyeceksin ve vatandaşlık talebinde bulunamayacaksın. Belki de en radikali; sonradan vatandaşlık alan 6 milyon mültecinin “ulusal tehdit oluşturursa” kendilerine haber verilmeden vatandaşlıktan çıkarılabilecek olması.
İngiltere’nin Hint kökenli Başbakanı Rishi Sunak, “Söyleyebileceğim yalnızca bir şey var. O da, her yolu denedik ve işe yaramadı. Şu an harekete geçmezsek sayılar daha da artar. Son iki yılda 4 kat arttı. Sistemimiz tıkanır.” diyor. Göçmenlik sisteminin maliyeti ise en iyi tabloda yıllık 68 milyar lira.
İngiltere’de insan hakları savunucuları baya kriz çıkarıyor ama hükümet AIHM ve BM kararlarını bile dinlemeyecek. 80 bin kişinin getirmiş olduğu kriz bu. Denge ve sistemi bozacağı için adım atılıyor ama kimse Hint kökenli Başbakan Sunak’a “ırkçı” demiyor. Çünkü radikal sorunlarla radikal kanunlarla mücadele edilir.
Peki 10 milyon kişinin demografiyi yerle bir ettiği, gelecekteki büyük tehlike konusunda Türkiye neden hiçbir adım atmıyor? Gerçekten anlayamıyorum ve ülkem adına üzülüyorum.
2019’da Ömer Beşir’in 30 yıllık iktidarı askeri darbe sonrası yıkıldı ve Genelkurmay Başkanı Abdulfettah el Burhan Egemenlik Konseyi Başkanı oldu. Yardımcısı ise Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) Komutanı Dagalu. İşte film burada kopuyor. Darbeyi Burhan yaptı ama Hızlı Destek Kuvvetleri Komutanı Dagalu kimdi?
HDK önceleri Cancavid Milisleri olarak bilinirdi. Devrik lider Beşir’e destek veriyor, gösterilerin bastırılmasında öncü rol oynuyordu. Bölgenin yerlisi ve çoğunluğu Arap kökenli Cancavid milislerinin zamanla devlet kontrolüne alınması için adı “Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK)” olarak değiştirildi. Orduya değil, 2014’te doğrudan Sudan istihbarat teşkilatına entegre edilerek resmiyet kazandı. Beşir korkuyordu ama çoktan kendi paralel ordusunu oluşturmuştu. Bu kişiler askeri disiplinden uzak, biraz daha rahat ve korkusuzdu. Kanundan uzak, hesap verilebilirliği az. Ama sayıları 100 bin civarında ve 10 bin silahlı araca sahiplerdi. 200 bin asker ile Afrika’daki en güçlü 10 ordu arasında yer alan Sudan ordusunu düşününce, farkı daha iyi görebilirsiniz.
2016 sonrası altın, demir ve çelik madenlerine hakim olan HDK durdurulamıyordu. Çok geçmedi, 2017’de orduya dahil edildi ama 2019’da darbe ile tekrar yarı-bağımsız oldu. 2019’daki gösterilerde Beşir’i sattı ve Sudan ordusu ile kol kola Beşir’i devirdi. Böylece devlet başkanı yardımcısı oldu. Darbeyi yapan Burhan da Beşir gibi gerçekleri gördü ve HDK’nin orduya entegre edilmesini istedi. Ancak eskiden deve tüccarı olan HDK lideri Dagalu buna karşı çıktı.
Evet, Sudan’da HDK ve ordu arasındaki çatışmaların nedeni bu. Peki Türkiye bu işin neresinde?
Bu çatışmada doğrudan bir taraf olmayan uluslararası sistem gibi Türkiye de sadece sükunet öneriyor. Ancak Sudan eski istihbarat başkanına göre; Libya’daki Hafter güçlerinin Sudan’da HDK’ya destek için hazırladığını ancak Türk istihbaratının bunu haber aldıktan sonra herhangi bir hareket olması halinde Hafter’i vurmakla tehdit ettiğini ve Hafter’in geri adım attığını söyledi. Çünkü Sudan’daki istikrarsızlık, Türkiye’nin etkinlik göstereceği Sevakin Adası’nı fazlasıyla etkileyecek.
Koridor ile Azerbaycan ana karası, Türkiye ile sınır olan Azerbaycan’a bağlı Nahçıvan ile birleşecek. Bizlerin tabiriyle bu hat bir “koridor”, Ermenistan’a göre ise sadece bir yol. Zaten sorun da burada başlıyor. Ama sorunun en temeline, 2020’de Karabağ Savaşı sonrası yapılan ateşkes anlaşmasındaki maddeye değinip, koridordaki son durumu yazayım.
2020’deki ateşkes anlaşmasının 9. maddesinde, “Bölgedeki tüm ekonomi ve ulaşım bağlantıları açılacaktır. Ermenistan, Azerbayca’ın batı bölgeleri ile Nahçıvan arasındaki ulaşım bağlantılarının güvenliğini garanti eder ve yeni ulaşım bağlantılarının inşası gerçekleştirilecektir” ifadesi geçer. Ayrıca maddede “bu hattaki ulaşım kontrolü, Rusya Federasyonu Federal Güvenlik Servisi Sınır Muhafıza Servisi’ndedir” der.
Ermenistan diyor ki burada “koridor” ifadesi geçmez, bu hat Ermenistan toprağı olarak kalacaktır. Eylül ayında konuyla ilgili konuşan Paşinyan, “Azerbaycan bir koridordan bahsediyor. Ancak şunu net olarak söylemek isterim ki hiç kimseye Ermeni toprakları içinden bir koridora vermeyeceğiz. Ancak bir yol önereceğiz.” dedi. Azerbaycan lideri Aliyev ise “Ermenistan istese de istemese de Zengezur koridorunu hayata geçireceğiz. Eğer Ermenistan isterse bu konuyu daha kolay çözeceğiz, istemezse zorla çözeceğiz.” ifadesini kullandı.
Şimdi olayı şöyle özetleyeyim. Anlaşmaya göre Zengezur Koridoru, aslında sadece otoyol ve demiryolu için yapılan, güvenliği Rusya’da olan bir hat. Ancak burası sadece Azerbaycan topraklarını birbirine bağlanmakla kalmıyor; aynı zamanda Türkiye ile Bakü’yü ve Türk dünyası ile Türkiye- Avrupa’yı bağlıyor. Hafife alınacak bir yol olmadığı gibi İran’ı da korkutuyor. Çünkü bu yol, İran-Ermenistan sınır hattında. İrn, topraklarındaki 30 milyondan fazla Türk’ün milliyetçiliğinin kabarmasını ve güç dengesinin Azerbaycan lehine olmasını istemiyor.
Şu anda Zengezur Koridoru’ndaki otoyolun yüzde 75’e yakını hazır. Ermenistan’daki demiryolunun mülkiyeti Rusya’ya ait olduğu için demiryolu için de Rusya ile görüşülüyor. Bu hat er ya da geç açılacak ama akıbeti ve hukuki yapısı hâlâ muamma.
Doların hegemonyasını yıkmak için harekete geçildi…
Dünyada birçok ürün veya hizmetin değeri dolar üzerinden fiyatlanıyor. Bu nedenle ülkeler dolar rezervleri tutarak Amerikan tahvilleri alıyor. Kurulan sistemde doların rezerv para işlevi görmesi, ABD’nin ambargo uygulamasını da kolay hale getiriyor. 1944’ten sonra altın karşılığı basılan küresel rezerv para birimi olan dolar, 1971’den bu yana karşılıksız basılan kağıt parçası haline gelmişti.
2008’deki kriz sonrası dünya, bir kez daha tek kutuplu sistemindeki dolar hegemonyasının dezavantajı nedeniyle atağa kalktı ama bu iş çok ağır ilerledi. Ancak artan Amerikan ambargoları ve son Ukrayna-Rusya savaşı sonrası birçok şey değişti. Özellikle son bir yılda olanları şöyle yazayım.
İlk kez Çin Yuan’ı Rusya’da ABD dolarını geride bıraktı. Savaştan dolayı demeyin çünkü İsrail bile ilk kez döviz rezervlerine Çin Yuanı’nı dahil etti. Yetmedi, Fransa ile Çin arasında Yuan ile ilk ticaret gerçekleşti. Dünyanın en büyük 6. ekonomisi Hindistan, 18 ülke ile Hint Rupisi ile ticaret yapma kararı aldı. Dünyanın en değerli şirketine (ARAMCO) sahip olan Suudi Arabistan, dolara karşı yerel paralarla petrol satışının önünü açtı. “Dolara ihtiyacımız yok” diyen bir Malezya ortaya çıktı ve Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği (ASEAN) yerel para birimleriyle ticarete geçmeye planladıklarını bildirdi.
Türkiye’nin özellikle Rusya ve Çin ile yerel para birimleri ile ticaret yapmak istemesi de böyle okunmalı. Dünya değişiyor.
Bu gelişmeleri mikro olarak görüyorsanız, şimdi de kafamızı kaldırıp geniş resme bakalım. Dolar, dünya rezervlerindeki stoğuyla 27 yılın en düşük seviyesine geriledi. Kadrajı daha da genişletince görüneni söyleyeyim. Asya, Latin Amerika ve Afrika kıtalarının toplam ekonomik büyüklüğü Kuzey Amerika ve Avrupa’yı geçerken; Doğu’nun BRICS ülkelerinin ekonomisi ilk kez Batı’nın G7’sinin ekonomik büyüklüğünü geride bıraktı.
Küçük Asya’da millet kavramını sosyal bir gerçek olarak ilk kez Ziya Gökalp tarafından tanımlanmış olmasına rağmen Türk milliyetçiliğinin ilk yazılı belgeleri Orhun Abideleri olarak kabul edilir. Bu abidelerde “Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye babam İlteriş Kağanı, anam İlbilge Hatunu Tanrı tepesinden tutup yukarı kaldırmıştır.” sözleri ve “Ey Türk Oğuz Beyleri, milleti işidin! Yukarıda mavi gök çökmedikçe, aşağıda yağız yer delinmedikçe, senin ilini senin töreni kim bozabilir? Türk milleti, titre ve kendine dön!” sözleri Türklerde yüzyıllardır milli birlik duygusunun var olduğunun kanıtıdır (Aydın, 1998).
Türklerdeki bu millet olma anlayışı yüzyıllardır var olmasına rağmen bugün anladığımız anlamda milliyetçilik Fransız İhtilali ile ortaya çıkmıştır ve özgürlük fikri ile laiklik fikri çok uluslu imparatorluklarda etkisini göstermeye başlamıştır. Bu hürriyet ve milliyetçilik talepleri Osmanlı’da ilk kez Balkanlarda ikamet eden Hristiyanlardan gelmiş, ardından Orta Doğu’daki Müslümanlara da sıçramıştır. Bu farklı ulus ve kültürleri bir arada tutmak için Tanzimat ilan edilerek “Osmanlı Milliyetçiliği” fikri geliştirilmeye çalışılsa da başarılı olmamıştır.
Önceleri ülke içinde Türklere hürmet eden milletlerin onları öz vatanlarında hakir görmesi, düşmana yardımcı olmaları ve ülkenin içinde bulunduğu ahval ve şeraitte padişahın aciz durumu Türk aydınlarda büyük bir huzursuzluk yaratmıştır. Bu durum Türk milliyetçiliğinin doğuşu ile sonuçlanmıştır (Aydın, 1998).
Ziya Gökalp
Bu aydınlardan biri olan Ziya Gökalp milleti en geniş anlamıyla aynı terbiyeyi almış fertlerden oluşan topluluk olarak tanımlamıştır. Bu görüş daha sonra iki farklı şekilde yorumlanmış ve milleti aynı soy, aynı dil ve aynı dine inanan insanların oluşturabileceğini düşünenler ile kültürü, ülküsü (hedef), birlikte yaşama arzusu ve ortak tarih bilici olan insanların oluşturabileceğini belirten gruplar ortaya çıkmıştır (Aydın, 1998). Tüm bu tartışmaların yapıldığı dönemde “Tüm savaşları bitirecek son büyük savaş!” söylemleri ile 1. Dünya Savaşı’nın başlaması ve ardından Anadolu’daki milli mücadele dönemi Türk milliyetçiliğinin gelişmesinde en önemli kilometre taşlarından biri olmuştur (Aydın, 1998).
2. Kurtuluş Savaşı ve Milliyetçilik
Kurtuluş Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nu oluşturan toplulukların kopması sonrası en son kalan Türk ulusunun kendi kaderini tayin etme mücadelesidir, bu sebeple milliyetçi bir teşebbüstür (Aydın, 1998).
23 Haziran 1919 tarihinde İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Amiral Calthorpe’nin Lord Curzon’a gönderdiği telgrafta “Çanakkale Savaşlarında büyük şöhret kazanmış olan Mustafa Kemal Paşa, bir ay kadar önce Samsun’a varışından beridir kendisini milliyetçi duyguların merkezi haline getirmiş gözükmektedir.” diye rapor vermiştir.
Amiral Sir Roeck’in 17 Eylül 1919 tarihinde gönderdiği telgrafta da “… Başbakan milliyetçilere karşı asker göndermeyi teklif etti …” gibi betimlemeler ile Kurtuluş Savaşı’nı gerçekleştirenler “milliyetçiler” olarak tanımlanmış, önderleri Mustafa Kemal Paşa da “milliyetçi isyanların lideri” olarak kayıtlara geçmiştir.
Kurtuluş Savaşı’nın devam ettiği yıllarda Fransız bir gazeteciye röportaj veren Mustafa Kemal Paşa “… Milliyetçilik birkaç hafta içinde bütün Anadolu’yu fethetti. Bu olay güçsüz, aciz ve hiddetten kudurmuş İngilizlerin gözü önünde cereyan etti.” demiştir (Aydın, 1998). İlerleyen yıllarda yazılmış olan İstiklal Marşımızın üçüncü kıtası Kurtuluş Savaşı döneminde milletin nasıl birbirine kenetlendiğine ve Atatürk’ün bu söyleşisinde bahsetmiş olduğu milli birliğe referans vermiştir.
Kurtuluş Savaşı döneminde millet bilincinin ne kadar yüksek olduğu ve halkın birbirine ne kadar kenetlendiği “Millî İstiklâl, Millî Mücadele, Millî Hareket, Millî Zafer, Hâkimiyet-i Milliye, Kuvay-ı Milliye, Misâk-ı Millî, Büyük Millet Meclisi” gibi terimlerden de rahatlıkla anlaşılabilir (Aydın, 1998).
Türklerin Anadolu’da var oluş mücadelesi verdiği yıllarda Şeyhülislam Dürrizade’nin, Mustafa Kemal ve arkadaşları ile ilgili karalama kampanyaları yapması sonucu Paşalar milli örgütlenmede milliyetçiliğin yanında İslam’ı kullanmanın taktik olarak elzem olduğu sonucuna varmışlardır (Dağdelen, 2012).
3. Atatürk Döneminde Türk Milliyetçiliği
Kurtuluş savaşının sona ermesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ile milliyetçilik fikri devletçilik ve halkçılık ile genişletilmiş ve “Tam bağımsız refah içinde bir Türkiye” ülküsüne hizmet amacı gütmeye başlamıştır. Bunun için de basın, okullar, hükümet daireleri, Cumhuriyet Halk Fırkası ve Türk Ocakları kullanılmıştır (Aydın, 1998).
Devletçilik ve Milliyetçilik İlişkisi
Genç Cumhuriyetin kurulmasının ardından Osmanlı döneminden kalan borçların ödenmesi ve kalkınmanın sağlanabilmesi için ivedilikle yerli ve milli burjuvazi geliştirme girişimi başlamış ve bu dönemde devlet desteği ile fabrikalar açılmaya başlamıştır (Dağdelen, 2012). Lozan Barış Anlaşması ile 1916 yılından beri fiilen uygulanmayan (I. Dünya Savaşı nedeniyle) kapitülasyonlar resmen kaldırmış, 1929 yılındaki gümrük uygulamaları ile ilgili değişiklikler yapılarak devlet kendi belirlediği gümrük tarifelerini uygulamaya başlamıştır (Mercan, 2019). Teşvik-i Sanayi Kanunu ile tarım araç-gereçlerinden gümrük vergisi kaldırılmış ve çiftçi de kalkınma hamlesine dahil edilmeye çalışılmıştır. Böylece milli bağımsızlığı desteklemek hedeflenmiştir (Özel, 2011)
Otto von Bismarck
Başta demiryolları olmak üzere pek çok alanda kamulaştırmalar olmuştur. Böylece demir ağlar ile ana yurdu dört baştan örüp toplumun birbirine ulaşımı ve birbiri ile ticaret yapması kolaylaştırılarak millet bilincinin artırılması hedeflenmiştir (Dağdelen, 2012). Bu uygulama önceleri Otto von Bismarck tarafından Almanya’da uygulanmış ve 2. Reich olarak adlandırılan Alman İmparatorluğu’nun kurulmasında etkili olmuştur.
Laiklik ve Milliyetçilik İlişkisi
Fransız İhtilali ile milliyetçilik kadar laiklik de yayılmıştır. Fakat Kurtuluş Savaşı’nda İstanbul Hükümeti’nin “Halifeye karşı çıkmak caiz değildir.” minvalindeki fetvaları ile mücadele etmek için dini konuları mücadeleye dahil etmek zorunda kalınması laiklik ve milliyetçilik ilişkisinin Türk yurdunda benimsenmesini zorlaştırmıştır. Bu sebepledir ki bazı gruplar Atatürk milliyetçiliğini Türk-İslam Sentezi gibi yorumlamıştır. Oysa Atatürk milliyetçiliğinde laiklik, milliyetçiliğin ana damarlarından birisidir. Çünkü laiklik ümmetten ulusa geçmenin altın kuralıdır (Dağdelen, 2012).
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasının ardından Anadolu dışındaki Türkler ile ilişkileri geliştirmede pek acele edilmemiştir. Bunun en büyük sebeplerinden birisi emperyalist devletlere karşı Anadolu’da var oluş savaşının verildiği yıllarda Sovyetler Birliği’nin destekleri olmuştur. Buradaki durum vefa borcu olarak değil, gittikçe güçlenen komşu ile sağlıklı ilişkilere sahip olmak nezdinde akılcı bir politika olarak değerlendirilmelidir (Aydın, 1998).
Türk-İslam Sentezciliği
Türk-İslam Sentezciliği milliyetçiliğin ve İslam’ın siyasi ve sosyolojik açıdan olumsuz olarak görülen özelliklerinin çıkartılarak birleştirilmesi ile milli kimliğin oluşturulması gerektiğini savunmaktadır. Laiklik fikrini kişisel gelişimi destekleyen ve küresel gelişmelere duyarlı olmasından dolayı ikinci planda soyut değerler temelinde kaldığı müddetçe desteklemektedir (Dağdelen, 2012).
12 Eylül 1980 darbesine ait bir görsel
Sentezci düşünce tarihi konularda Türklerin İslamiyet ile ilk tanıştığı dönemlere vurgu yapmış, Türk Tarih Tezi ve Orta Asya Türklüğü ile ilgili tarihi araştırmalara yönelmeyi reddetmiştir (Dağdelen, 2012). Türk-İslam Sentezciliği’nin gelişmesi ile 1948 yılında imam-hatipler açılmış, 1949’da ilkokullarda, 1956’da ortaokullarda, 1967’de liselerde seçmeli din eğitimi verilmeye başlanmış ve nihayetinde 12 Eylül 1980 darbesi sonrasında din dersleri zorunlu hale getirilmiştir (Dağdelen, 2012).
4. Irkçılık-Turancılık Davası
Irkçılık-Turancılık Davası’nı anlayabilmek için o dönem uluslararası arenada yaşanan olayları bilmek şarttır. 1939 yılında başlamış olan II. Dünya Savaşı, dahil olan ülkeler kadar olmayan ülkeleri de ciddi anlamda etkilemiştir. Türkiye, 1939 yılında İngiltere ve Fransa ile Ankara Paktı’nı imzalayarak ilişkilerini geliştirirken bir yandan da 1941 yılında Türk-Alman Saldırmazlık Paktı ile bağımsızlığını garanti altına almayı hedeflemiştir. Aynı yıl Barbarosa Harekâtı başlamış ve Alman kuvvetleri süratle Rus hatlarının içlerine doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu esnada 9 Ekim 1941’de imzalanan “Krom Anlaşması” ile Türk-Alman ilişkileri doruk noktasına ulaşmıştır. Fakat Stalingrad Muharebesi sonucu ibre tersine dönünce Türk dış politikasında da değişimler olmaya başlamıştır. Savaşın son yıllarında tüm milliyetçi söylemler ırkçılık ile ilişkilendirilmeye başlamıştır (Özçelik, 2010).
Hüseyin Nihal Atsız
1942 yılında yani Almanlar henüz Stalingrad mağlubiyetini yaşamamışken başbakan Şükrü Saraçoğlu “Biz Türk’üz, Türkçüyüz ve daima Türkçü kalacağız. Bizim için Türkçülük bir kan meselesi olduğu kadar bir vicdan ve kültür meselesidir. Biz azalan ve azaltan Türkçü değil, çoğalan ve çoğaltan Türkçüyüz ve her zaman da bu istikamette çalışacağız.” şeklindeki açıklamaları sonrasında dönemin ünlü milliyetçi yazarlarından H. Nihal Atsız kendisine ithafen 1 Mart ve 1 Nisan 1944 tarihlerinde devlete sızmaya çalışan komünistler hakkındaki mektuplarını Orhun Dergisi’nde yayınlamıştır.
Bu mektuplarda Sabahattin Ali ve komünizm ile yeterince mücadele etmediğini iddia ettiği Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel hakkında oldukça sert içerikli yazılar kaleme alması sebebiyle Sabahattin Ali, Atsız ve arkadaşlarına hakaret davası açmıştır. Fakat bu dava bir hakaret davası gibi değil Nevzat Tandoğan, Hasan Ali Yücel ve Falih Rıfkı Atay’ın uğraşları sonucunda ırkçılık fikirlerini yaymaya çalışan kişilere açılmış bir dava gibi değerlendirilmiştir (Demir, 2018).
Bu olaylar cereyan ederken Türk gençlerinin düzenlemiş olduğu anti-komünist gösteriler ve Atsız’a yönelik sevgi gösterileri İnönü tarafından bir ihtilal gibi değerlendirilmiş ve dava henüz sonuçlanmamış olmasına rağmen yaptığı kürsü konuşmaları ile süreci etkilemeye çalışmıştır. Böylece Nihal Atsız, Necdet Sançar, Orhan Şaik Gökyay ve Zeki Velidi Togan gibi pek çok isim Irkçı ve Turancı emeller taşıyarak mevcut düzeni yıkmayı hedefleyen gizli bir örgüt içerisinde bulunmak ile suçlanmışlardır. Atsız bu dava sonucu yaklaşık bir yıl tutuklu kaldıktan sonra milliyetçi fikirlerin ve Turancı ideallerin hukuken bir sorun teşkil etmemesi sebebiyle arkadaşları ile beraber aklanmıştır (Demir, 2018). Bu dava milliyetçiliğin artık sırtı sıvazlanan bir görüş olmayacağının ilk göstergesidir.
5. Çok Partili Sistemde Türk Milliyetçiliği
CHP ve DP’nin bulunduğu iki partili dönemde 12 Temmuz 1947 tarihinde yayınlanmış olan 12 Temmuz Beyannamesi ile iktidar ve muhalefet arasındaki gerginliğin yumuşatılması temenni edilmiş ve her iki parti de bu beyannamede mutabık kalmıştır. Ancak bu beyanname özellikle DP içinde büyük bir ikilik ortaya çıkarmıştır. Bir grup, DP’yi destekleyen ancak üye olmaya çekinen vatandaşların gönül rahatlığıyla partiye üye olacağını düşünüp desteklerken, diğer grup İnönü’nün parti başkanlığını bırakmadan cumhurbaşkanlığını devam ettirerek “demokrasicilik” oyunu oynamak istediğini iddia ederek karşı çıkmıştır. Bu karşı çıkanlar arasında en çok sivrilmiş olan ise Osman Bölükbaşı’dır (Ayhan, 2016).
Osman Bölükbaşı
Millet Partisi (MP)
Bu tartışmalar sonucunda zaten öncesinden parti ile bağları zayıflamış olan Bölükbaşı ve arkadaşları DP’den ayrılarak Millet Partisi’ni kurmuşlardır. Bu parti cumhuriyet, adalet, liberallik ve milliyetçilik esaslarına bağlı bir parti olarak kurulmuştur. Partinin demokratik esaslara bağlı olduğu ve din ile devlet işlerinin kesinlikle uzak tutulması gibi kırmızı çizgileri bulunmaktaydı. Parti ilkelerine göre özel mülkiyet kutsaldı ve ticarette serbest rekabeti korumak önemliydi. Dış politikada Batı ile iş birliğini geliştirmek ve BM’nin sadık bir üyesi olmak önem arz etmekteydi (Ayhan, 2016). MP’ nin kurulması ile milliyetçi duyguların politik arenada savunulmasına ön ayak olan ilk parti kurulmuştur.
Adnan Menderes
Mareşal Fevzi Çakmak Paşa’nın ölümü üzerine düzenlenen cenaze töreninde gençlerin tabutu eller üzerinde taşımak istemesi sebebiyle resmî tören uygulanamamıştır. Arapça tekbir sözleri de o dönem yakınlaşan CHP ve DP tarafından, MP’ nin bu tertibi düzenlediği ve irticacı olduğu gibi ithamları yöneltmelerine sebep olmuştur. Bu ithamlar sonucu kendi demokratlığını sorgulayan CHP ve DP’ye karşı Bölükbaşı, “Dünün zaliminden nasıl muhalefet lideri olmazsa, o zalime dalkavukluk eden adamdan da demokrat başvekil olmaz.” diyor, kendisini irticacı olmakla suçlayan Menderes’e “bu memlekette dini siyasete alet etmekten, irticayı okşamaktan, hakkında takibat yapılacak ilk adam Büyük Doğu’nun Hamisi Adnan Menderes’tir.” diyordu (Ayhan, 2016).
Fakat partiden istifa edenlerin içeride irticacıların barındığı iddialarında bulunması sonucu partiye kapatma davası açılmış ve Türk milliyetçilerinin ilk siyasi girişimi başarısızlık ile sonuçlanmıştır (Ayhan, 2016).
Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)
Ahmet Oğuz
MP’nin kapatılmasından sonra tekrar örgütlenen Bölükbaşı ve arkadaşları ardıl parti niteliğindeki Cumhuriyetçi Millet Partisi (CMP)’ni kurmuşlardır. Önümüzdeki yıllarda bu parti Türkiye Köylü Partisi ile birleşmiş ve adı Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP) olmuştur. İlerleyen süreçte Osman Bölükbaşı kendisine karşı parti içinde oluşan muhalefet sebebiyle partiden istifa ederek ikinci MP’yi kurmuş, CKMP’nin başına Ahmet Oğuz gelmiştir (Ayhan, 2016).
1960 darbesi sonrasında parti tekrar kurulmuş ve darbenin içerisinde bulunan Alparslan Türkeş, Hindistan’daki sürgünden geri döndüğünde siyasete girmeye karar vermiştir. Verilen tavsiyeler sonucunda CKMP’yi tercih etmiş ve destekçilerinin bu parti içerisinde örgütlenmesine ön ayak olmuştur. Türkeş, destekçilerinin de partiye katılması ile partide hızla yükselmiş ve partinin liderliğini elde etmiştir (Sanlı, 2017).
Alparslan Türkeş
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP)
8-9 Şubat 1969’da gerçekleştirilen tarihi kongrede Alparslan Türkeş, Türk milliyetçiliğine yeni bir yol çizmiştir. O güne kadar milliyetçilik, laiklik vurgusu yüksek bir konumdaydı fakat bu hali ile halk kitleleri milliyetçilik fikrini tam benimseyememişti. Tarihi kongrede Türkeş, adım adım İslamileşen milliyetçilik fikrini “Tanrı dağı kadar Türk, Hira dağı kadar Müslümanız.” şeklinde ete kemiğe büründürmüş ve Türk-İslam Sentezi’ ni parti doktrini yapacak olan “9 Işık Doktrini”ni açıklamıştır. Bu kongrede partinin adı “Milliyetçi Hareket Partisi” olarak değiştirilmiş ve amblemi üç hilal olacak şekilde güncellenmiştir (Sanlı, 2017).
Bu kongre sonrasında Nihal Atsız gibi Sentezci olmayan Türk milliyetçileri ile parti arasına soğukluk girmiştir. Atsız, Türkçüler ile İslamcıların kesinlikle aynı kefeye konulamayacağı fikrini savunmuştur. 1969 kongresi sonrasında Atsız’ın “Allah Tanrı’yı kovdu!” dediği iddia edilmiştir. Bu söz 1934 yılında Türk kültürünün değişimi ile ilgili söylenmiş bir söz olsa da parti içi durumu da özetler niteliktedir. (Sanlı, 2017).
MHP, bu dönemde kentleşmemiş ve henüz kapital ekonomik sisteme dahil olmamış halk kesiminin desteğini arkasına almıştır. 1980 darbesine kadar genellikle anti-komünist faaliyetler ve Alevi-Sünni çatışmalarındaki eylemlerde ön plandaki parti olmuştur (Çaylak ve Kaymal, 2021).
1980 darbesinden sonra Muhsin Yazıcıoğlu’nun yeni parti kurması dönemi de dahil ayrılan kişiler ve kurulan partiler MHP’den ciddi bir seçmen çekememiştir. Fakat AK Parti (AKP)’nin 2013 yılına kadar dirsek temasında olduğu cemaatin 15 Temmuz 2016 tarihinde darbe teşebbüsü sonrasında milli bekanın tehlikede olduğu düşüncesi ile MHP yönetiminin AKP ile yakınlaşması ve İslami söylemini artırarak seçmenini yönlendirmeyi denemesi ters tepmiştir. Bu dönemde partinin seküler ve daha Atatürkçü kanadı olan Meral Akşener önderliğindeki grup olağanüstü kongre talep etmiş, bu taleplerinin emeline ulaşamayacağının anlaşılması sonucu partiden ayrılarak İyi Parti’yi kurmuşlardır (Sanlı, 2017).
Muhsin Yazıcıoğlu
Büyük Birlik Partisi (BBP)
12 Eylül 1980 tarihinde gerçekleşen askeri darbe sonrasında devletin bekası için canını ortaya koyduğunu düşünen MHP gençleri kendilerini kodeste bulmuşlar ve büyük bir travma yaşamışlardır. 1979 yılında gerçekleşen İran İslam Devrimi sonrasında ve Bosna Savaşı döneminde Türkiye’de de İslami hareketlere talep artmış, MHP’nin İslami çizgisi yetersiz görülmeye başlanmıştı. Bu sebeple 1993 yılında eski Ülkü Ocakları Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşları BBP’ yi kurmuş ve mayasında Müslümanlık olan bir milli kimlik tasvir etmişlerdir. MHP’nin devletçi söylemlerinin aksine daha halkçı bir duruş sergilemeye çalışmışlardır (Sanlı, 2017). O dönem SSCB’nin dağılması sonrasında Türkçülük fikrinin daha talep edilir olması ve MHP’nin daha köklü bir parti olarak bu havayı kendisine iyi kanalize etmesi sonucu “Yeni Osmanlıcılık” terimine yakınlaşan BBP, milliyetçiler için ciddi bir alternatif olamamıştır (Atay, 2022).
Sonuç
Türk milleti tarihte devletli olarak en uzun süredir varlığını devam ettiren milletlerden biri olmasının bir getirisi olarak yüzyıllardır birlik olma bilincine sahip bir toplum olmasına rağmen bugünkü tanımı Fransız İhtilali ile oluşmuştur. Atatürk döneminde milli uyanış için etkin bir biçimde kullanılmış ve bağımsızlık sonrasında kalkınma hamleleri için halkın teşvik edilmesinde önemli rol oynamıştır. Atatürkçü düşünce milliyetçilik ve laiklik sütunlarının devletçilik ve halkçılık (dolayısıyla cumhuriyetçilik) ile desteklenmesi ile daima yüzünü gelişime ve yeniliğe (inkılapçılık) dönmüş bir ideoloji olmuştur. Fakat Anadolu taşralarında yetişen yeni nesil farklı bir milliyetçilik yorumu yaparak Türk-İslam Sentezi tezini ortaya çıkartmışlardır. Bu görüş ilerleyen yıllarda büyüyüp babasından payını isteyen evlat gibi MHP’den ayrılarak BBP çatısında kendi kaderini çizme yoluna gitmiştir.
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
Uğur Bozdoğan
[vc_toggle title=”KAYNAK”]
Kaynakça
AYDIN, F. (1998). Atatürk ve milliyetçilik. Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 14(42), 758-777.
DAĞDELEN, A. (2012). Atatürk Milliyetçiliği ve Temel Kırılma Noktası: 12 Eylül Milliyetçiliği. Çağ Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(2), 23-34.
Demir, K. A. (2018). HÜSEYİN NİHAL ATSIZ’IN TÜRKÇÜLÜK MÜCADELESİNİN TÜRK DEVLET YÖNETİMİNDEKİ ALGILANIŞ BİÇİMİ ÜZERİNE BİR DEĞERLENDİRME. Uluslararası Medeniyet Çalışmaları Dergisi, 3(1), 167-178.
Ayhan, E. (2006). Osman Bölükbaşı’nın Siyasi Faaliyetleri (1913-2002) (Doctoral dissertation, Marmara Universitesi (Turkey)).
SANLI, F. S. (2017). Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisinden Milliyetçi Hareket Partisine Tarihsel Süreç, İdeoloji, Politika (1960-1969).
Özçelik, M. (2010). İkinci Dünya Savaşı’nda Türk Dış Politikası. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 1(29), 253-269.
Özel, H. A. (2011). Türkiye’de ticari serbestleşmenin tarihsel gelişimi. Girişimcilik ve Kalkınma Dergisi.
Mercan, M. S. TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN İLK YILLARINDA GÜMRÜK FAALİYETLERİ. Journal of Institute of Economic Development and Social Researches, 5(16), 1-20.
Çaylak, A., & Kaymal, C. (2021). Toplumsal Bütünleşme ve Toplumsal Ayrışma Bağlamında Milliyetçiliğin Eleştirel Analizi: Milliyetçi Hareket Partisi Üzerinden Bir İnceleme. Anemon Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 9(6), 1713-1732.
Atay, G. (2022). Türk milliyetçiliğinin dönüşümü: Milliyetçi Hareket Partisi ve Büyük Birlik Partisi Ayrımı (1992-2018).