Gazetecilerin En Çok Mahkum Olduğu Ülkeler

Gazetecileri koruma komitesinin yayınladığı son rapora göre 259 gazeteci an itibariyle hapiste ve bu rakam istatistiklerin tutulduğu 1990 senesinden bu yana görülen en yüksek rakam yani bir rekor. Gazetecileri Koruma Komitesinin son raporunda ayrıca en son rekorun 2012’ye ait olduğu ve 232 gazetecinin o dönemde hapiste olduğu belirtildi.

2015 yılında ise demir parmaklıklar ardında 199 gazeteci vardı. Bu yıl gerçekleşen yüksek artışın kaynağı ise Türkiye oldu. Türkiye’de 81 gazeteci tutuklu bulunuyor ve bu rakam dünya genelinin üçte birine yakın. Bu hızlı artışın kaynağı tabi ki 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası düzenlenen operasyonlar.

Çin Halk Cumhuriyeti bu konuda uzun süredir lider konumdayken tahtını artık kaptırdı ama 38 gazeteci ile ikinci sırada yer alıyor. Mısır Arap Cumhuriyetiyse 25 gazeteci ile üçüncü, ardından 17 gazeteci ile Eritre ve 16 gazeteci ile Etiyopya geliyor. Böylelikle ilk 5 ülke 259 gazetecinin 177’sini, yani neredeyse Üçte ikisini kaplıyor.

Çin’de siyasi olarak Komünist olan ama ekonomik açıdansa liberal olan hükumetten siyasi alanda da liberalleşme isteniyor ve bu istekleri tehdit olarak gören yöneticiler kimi zaman idam kimi zaman kaybolma kimi zamanda böyle tutuklamalarla bu isteği bertaraf etme gayretinde.

Mısır‘da ise zaten hepimizin malumu olan cunta yönetimi, darbe karşıtlarına yönelik olarak ve özellikle de Müslüman Kardeşler bağlantılı karşıtlarına sert bir yıldırma politikası yürütüyor.

Eritre ve Etiyopya gibi bir zamanlar birleşik, şimdiyse ayrı ve soğuk savaş halinde olan bu iki ülkede de yöneticiler, kendi içi siyasetlerinde de hayatta kalmaya çalışıyorlar.

Kıta olarak düşününce Asya (104) birinci oluyor.Eğer Türkiye ve Rusya’nın Avrupa ülkesi olduğunu düşünürsek o zaman Avrupa (84) ikinci sırada. Üçüncü ise Afrika (67) ve son olarak dördüncü de 4 gazeteciyle Amerika kıtası oluyor

İlk beş ülke dışında kalan diğer 82 gazetecinin mahkum olduğu ülkelerse şöyle;

Azerbaycan : 5,

Bahreyn: 7,

Bangladeş: 2,

Kamerun: 1

Küba: 2

Gambiya: 3

Hindistan: 1

İsrail ve İşgal edilen Filistin bölgesi: 7

İran: 8

Kazakistan : 3

Kırgızistan: 1

Moritanya: 1

Karadağ: 1

Myanmar: 2

Nijerya : 2

Panama: 1

Rusya: 2

Suudi Arabistan: 6

Singapur: 2

Suriye: 7

Tayland: 1

Tunus: 1

Türkmenistan: 1

Özbekistan: 5

Venezuela: 1

Vietnam: 8

Zambiya: 1

Muhammed Ali Çalışkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

 

Suriye Son Durum İnteraktif Haritası

Suriye’de Halep’in Esad rejimine bağlı güçler tarafından tamamen elde edilmesinden sonra, Rusya ve Türkiye garantörlüğünde yürürlüğe giren ateşkes anlaşması, Aralık ayı sonu ile gündeme bomba gibi düştü. 30 Aralık itibariyle başlayan ateşkesin yer yer ihlal edildiği haberleri gelse de, bu saate kadar olan gelişmeler olumlu görünüyor.

El Bab çevresinde IŞİD’e karşı TSK destekli ÖSO güçlerinin büyük taarruzun başlaması beklenirken, ABD öncülüğündeki YPG güçleri Rakka operasyonu çerçevesinde Fırat’ın doğusunda Rakka’nın Kuzey batı kırsalında birçok bölgeyi ele geçirerek ilerleyişini sürdürüyor.

Aralık ayı sonu itibariyle Suriye’de son durum interaktif haritası ise şöyle:

İki alternatif interaktif haritamız daha var: liveuamap ve ISWNews

Suriye’de Ateşkes Anlaşması Sağlandı

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye‘de Türkiye ve Rusya‘nın garantörlüğünde ateşkes anlaşmasına varıldığını açıkladı. Ayrıca Dışişleri Bakanlığından yapılan açıklamada ateşkesin bu gece 00.00’da yürürlüğe gireceği bildirildi.

Bakanlıktan Yapılan Açıklama Şöyle;

Bilindiği gibi, Suriye ihtilafının kapsamlı siyasi çözümü yolunda rejim ve muhalefet arasında görüşmelerin başlatılması, şiddete son verilmesi ve insani yardımların yapılabilmesi amacıyla uzun zamandır yoğun bir çalışma yürütüyoruz.

Bu çabalarımızın sonucunda, Suriye’de çatışan taraflar arasında, ülke genelinde 30 Aralık 2016 günü saat 00.00 itibariyle ateşkese gidilmesi hususunda bir mutabakata varılmıştır. Bu gelişmeyi memnuniyetle karşılıyoruz.

BM Güvenlik Konseyi tarafından terör örgütü olarak kabul edilen gruplar bu mutabakatın dışındadır.

Bu düzenlemeye Türkiye ve Rusya Federasyonu garantör sıfatıyla destek vermektedir.

Taraflar, bu düzenlemeyle, hava saldırıları dahil, silahlı saldırıları durdurmayı, kontrolleri altındaki bölgeleri birbirleri aleyhine genişletmemeyi taahhüt etmişlerdir.

Bu ateşkese tüm tarafların riayet etmesi önem taşımaktadır. Türkiye ve Rusya çatışmasızlık durumuna güçlü destek vermekte olup , bunun takibini de birlikte yapacaklardır.

Sahadaki gruplar üzerinde nüfuzu olan ülkelerin de ateşkesin idamesi yolunda gerekli desteği sağlaması kuşkusuz büyük önem taşımaktadır.

Ülkemiz , birkaç gün önce Halep’ten insani amaçlı tahliyelerin tamamlanmasında ve yarından itibaren de Suriye genelinde ateşkesin devreye girmesinin sağlanmasında belirleyici rol oynamıştır.

Türkiye, çatışmasızlık durumuna tam olarak riayet edilmek suretiyle, Suriye’de Cenevre Bildirisi ve 2254 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı temelinde gerçek bir siyasi geçişin sağlanabilmesi amacıyla, kısa süre içinde Astana’da rejim ve muhalefetin garantör ülkelerin nezaretinde biraraya gelerek BM gözetimindeki siyasi süreci yeniden canlandırma yolunda kaydadeğer adımlar atmaları ümidiyle, bu kapsamdaki çabalarını ara vermeden sürdürecektir.

“ABD PYD’ye Silah Vermiştir Nokta!”

A Haber yayınında konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ABD Büyükelçiliği tarafından yapılan “ABD hükümeti YPG veya PKK’ya silah ya da patlayıcı sağlamamıştır, nokta” şeklindeki açıklamaya “Bugüne kadar ABD, YPG’ye silah vermiştir, nokta” yanıtını verdi. Çavuşoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“ABD’nin içinde olduğu koalisyon belli bir zamandan beri Fırat Kalkanı operasyonumuza havadan destek vermiyor. ABD YPG’ye-PYD’ye silah veriyor. Nokta. Onlar böyle diyorsa benim de söyleyeceğim budur. Son derece nettir. ABD’nin YPG’ye özellikle DEAŞ’a karşı mücadele edecek diye silah verdiğini onlar da çok iyi biliyor, biz de çok iyi biliyoruz. Bizim elimizde de belgeler var, dünyada da herkes biliyor. Dolayısıyla her şeyden  önce bizim dürüst olmamız lazım. Yani, ‘bugüne kadar silah verdik, hata ettiğimizi anladık’ diyorsa eyvallah ama bugüne kadar ABD, YPG’ye silah vermiştir. Nokta.”

ABD Büyükelçiliği tarafından dün yapılan açıklamada şu ifadeler yer alıyordu:

“ABD hükümeti, YPG veya PKK’ya silah ya da patlayıcı sağlamamıştır, nokta. Bizler, PKK’nın terör saldırılarını ve Türkiye’de gerçekleştirdiği menfur şiddet eylemlerini tekrar tekrar kınadık.”

Çavuşoğlu ayrıca, “Amerikanın içinde olduğu koalisyon belli bir zamandan beri Fırat Kalkanı Operasyonumuza havadan destek vermiyor” dedi.

PKK’nın Suriye’deki kolu PYD’nin silahlı kanadı olan YPG’ye verilen destek Türkiye’nin tepkisine sebep olunca, ABD bu desteği Ekim 2015’ten itibaren yeni bir yapı oluşturarak devam ettirmeye başladı. Bu tarihte sınırlı sayıda Arap, Süryani ve Türkmen gücü de YPG’ye katarak Suriye Demokratik Güçleri’ni kurdu. PKK/PYD’nin Suriye’deki silahlı kanadı YPG’nin başında bulunduğu Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) omurgasını ve komutasını yine YPG oluşturuyor.

ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Marie Harf Ekim 2014’te PYD’yi terör örgütü olarak görmediklerini açıklamış, Washington yönetimi Eylül 2015’te de PYD’nin silahlı kanadı YPG’yi de terör örgütü olarak görmediğini ilân etmişti.

Kaynak: A Haber, Al Jazeera

Terörün Tarihi ve Etimolojisi

     Dünya’da küreselleşmenin artmasıyla birlikte, küresel, bölgesel ve yerel terör faaliyetleri de hız kazanmış ve dünyanın hemen her yerinde birçok devleti, bir toplumun belli bir kısmını, bir dini ya da bir dinin bir fırkasını, herhangi bir siyasi ideolojiye sahip bireyleri ve daha birçok unsuru terör kendisine hedef seçmektedir. Eylem alanlarında hedef kitleye kasıtlı olarak birçok farklı şekilde zarar veren bu faaliyetlerle muhatap devletler mücadele yoluna gitmekte ve bazen terörün kontrolden çıkmasıyla bu mücadele onlarca yıl sürmektedir. Peki terör nedir ve neyi ifade etmektedir? Terörün ilk nerede, nasıl ortaya çıkmıştır? Tarihteki adı terörle anılan ünlü kişiler kimlerdir? Bu sorulara yaptığımız çalışmada cevap vermeye çalıştık.

  Terör ve Terörizm Nedir?

   Terörün kısa bir tanımını yapmak gerekirse; belli bir grubun, kendi özgürlük alanının dışına çıkarak, bir toplumun tamamını veya bir kesimini, şiddet yoluyla baskı altına alarak yönlendirmesine “terör”, herhangi bir terör organizasyonuna dahil olan bireylere “terörist” denilmektedir. “Sözlük anlamı açısından ise terör; bir grup veya kliğin güç kazanmak için sistemli bir şekilde vahşi yollara başvurarak yarattığı büyük korku durumu olarak tanımlanmaktadır (Taner, 2000, 93).”

   Terörizm ise “Siyasi bir amaca ulaşmak için yıldırma hareketlerini düzenli bir biçimde kullanma ameliyesi, terörizm olarak ifade edilir. Terörizm kavramının unsurlarından ikisi dikkati çekmektedir. Bu unsurların ilki siyasi bir amaç içermesi; diğeri ise yıldırma hareketlerinin düzenli bir biçimde kullanılmasıdır (Sezgin ve Güneş, 2013, 113). Terörizm ne bir konveksiyonel savaş şekli, ne adi bir suç ne de iletişim araçlarına yarayan gelişi güzel bir deliliktir. Terörizmi farklı kılan en önemli özelliği onun belirli politik amaçlara erişmek için kullandığı kendine has stratejisidir.

Terörün Etimolojisi ve Tarihi

     Etimolojik olarak her ne kadar “Terör-Terrere” kelimesi Fransız devrimini izleyen Jakoben “Korku (Terror) Hükümranlığı” ile ilişkili olarak kullanılsa da aslında terör olgusu Âdem’e kadar uzanan çok eski bir “gelenektir” İnsanlık tarihi bilinen ilk terör olayı ile yaratılıştan itibaren, yani Habil’in, kardeşi Kabil tarafından öldürülmesi ile tanışmıştır. Kitabi dinlerden Musevilik inancında Tevrat’taki anlatıma göre Kabil’in Allah’a verdiği sunağın değersiz bulunması ve kardeşininkinin kabulü karşısında kıskançlık krizi ile cinayet işlemesi söz konusudur. Diğer bir ifadeyle, bu olayda bir hakkın zorla gaspı gerçekleşmiştir. dolayısıyla “Hukuk”, “düzen”, “adalet”, ve “denge” ekarte edilmiştir. Bireyin çıkarı, diğerinin haklarını ezecek kadar üstün hale gelmiştir. Terör; işte tam da budur. Bu tip “birey”ler çoğalıp bir araya gelince çete/örgütler kurulmakta ve tedhiş eylemleri ile hukuk yolu ile elde edemedikleri ya da edemeyecekleri hakları, imkânları, meta ve değerleri elde etmeye çalışmaktadırlar (Caşın, 2008, 224).

Habil ile Kabil olayını anlatan tasvir

     Daha sonraları, tarihte organize bir biçimde terör ilk olarak Orta Doğu’da M.S. birinci yüzyılda “Jewish Zeatlos”un bir grubu olan “Sicariî” tarafından gerçekleştirilmiştir. Sicariî ismi, Roma yönetici sınıfının üyelerine suikastta kullanılan sica isimli kısa kılıçtan gelmektedir. Bu grup, Filistin’de Roma yönetimine karşı ihtilal başlatmayı amaçlıyordu. Zeatlos’un bu hareketi terör olarak tanımlandığı için bu eylemlere katılanlardan 900 adet Zeatlos taraftarı olayların sonunda çarmıha gerilmiştir. Çünkü şiddet eylemlerini (suikast ve vur-kaç eylemleri) Roma kurallarını savunan Romalılara, Yunanlılara ve Yahudilere karşı kullanarak psikolojik tesir oluşturup siyasal amaçlarına ulaşmada yardımcı olarak kullanmak istemişlerdir ki, bu amaç insanları köleleştiren Roma kurallarını değiştirmekti. Hedefler genellikle sembolikti. Buna ek olarak resmi ve dini günler eylem için seçilen zamanlardandı. Bu yolla Zeatlos’un eylemleri ve propagandası en iyi şekilde yayılma şansına sahipti. İlk terör eylemi olarak kabul edilen bu olayda da terörün en önemli özellikleri arasında yer alan siyasal içerik ve sistemli şiddet unsurları bulunmaktaydı (Aydemir, 2006, 18).

     11.yy.dan sonra İran da eylemlerinde militanlarını cesaretlendirmek için haşhaş kullandıran ve adını buradan alan Haşhaşiler ortaya çıkmıştır. Hasan Sabbah’ın kurduğu iyi örgütlenmiş, gizli, disiplinli terör örgütü olup, üyelerini uyuşturucu ile eğiterek, suikastlarla, vur kaç sistemi ile Selçuklu devletine karşı kullanmıştır.

Fedailerinin Hasan Sabbah’ın emirlerini kayıtsız yerine getirdiklerini anlatan tasvir

     Bugünkü anlamıyla terör ise 1792-1794 arası Fransız ihtilalinde kullanılmıştır. 5 Eylül 1793 yılında terör kavramı formüle edilerek, bizzat hükümet tarafından uygulanmıştır. Hükümet kararı ile ihtilal düşmanlarından 300 bin kişi tutuklanmış ve 17 bin kişi idam edilmiştir. Bu nedenle Politika sözlüğü; 18. Yüzyılda, Fransız hükümetinin aykırı unsurları yok etmek amaçlı sistematik müdahalesini, “Terör Hükümdarlığı” olarak ifade eder (Aydın, 2009, 29).

Fransız İhtilali’nden sonra seri idamlar için kullanılan giyotin

     Birçok bilim adamı modern terörizmin 19. yüzyılda Rusya’da kendini Narodnaya Volya (Halkın İradesi) olarak adlandırılan bir ideolojik grubun ortaya çıkması ile başladığı konusunda hemfikirdir (Volkan, 1999, 82). 19. yüzyılda Çarlık Rusyası’nda ortaya çıkan Narodnaya Volya (Halkın İradesi) adlı grup, terörün en önemli örneklerinden biridir. Bugünkü terörist örgütlerin kullandıkları söylemleri ilk kez şöyle kullanmışlardır: “Mevcut iktidar tamamıyla despotik. Bu yüzden zorbalara karşı yürütülen bu mücadele haklı bir temele dayanıyor.” Bu haklılıktan yola çıkan gurup pek çok devlet adamına suikast düzenlemiştir. Bunlardan en geniş yankı uyandıranı ise 1888’de Çar II. Alexander’ın vurularak öldürülmesi olmuştur (Bakradze, 2007, 33).

     20. Yüzyılda ise durum biraz farklılık göstermiştir. Her ne kadar bu yüzyılda yaşanan bağımsızlık hareketleri ve genel olarak ayrılıkçı terör olayları ön plana çıkarsa da bu gelişmelere daha baskın çıkan ve belirleyici siyasal söylem olan “Soğuk Savaş Dönemi Terörü” olmuştur. Soğuk Savaş dönemi terörünün belirgin özelliği, terörün bu dönemde devletler tarafından sıklıkla kullanılmasıdır. Burada devletlerin bizzat terör uygulamasından çok Doğu ve Batı Blok’unda yer alan devletlerin karşılıklı savaşları göze alamamaları sonucunda hasım ilan ettikleri taraflara karşı mücadele eden terör örgütlerinin yoğun bir şekilde desteklenmeleri söz konusudur. Adeta her terör örgütünün bir hamisi veya adına eylem yaptığı bir ülkesi vardır. İstihbarat örgütleri tarafından dolaylı ve doğrudan yönetilen bu guruplar hızla büyüyüp geliştiler ve uluslararası ilişkilerin önemli bir gizli müzakere aracı olmuşlardır. Soğuk Savaş döneminin belirleyici aktörleri (SSCB ve ABD) arasındaki mücadele tarzı bu dönemde yaşanan terör olaylarının adlandırılmasını ve savaşın niteliğinin belirlenmesi bakımından Soğuk Savaş dönemi terörü olarak literatürdeki yerini almıştır (Caşın, 2008, 224). Bu dönem “modern uluslararası terörizm dönemi” olarak adlandırılmaktadır. Zira uluslararası terörizm, esas itibarıyla 1960’ların sonunda politik şartların ve teknolojik gelişmelerin bir araya gelmesiyle ortaya çıkmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oldukça gelişmiş olan silah teknolojisi gerek maliyetinin, gerek tahrip gücünün çok yüksek olması nedeniyle ulusal amaçlara ulaşabilmek için başvurulan nizamî savaşları kullanılabilir bir yol olmaktan çıkarmıştır. Bunun yanı sıra, Latin Amerika’da, Fidel Castro’nun Küba’daki başarısından esinlenen kırsal gerilla hareketlerinin başarısız olması üzerine solcu gerilla grupları terörist taktikler kullanmaya başlamışlardır. Benzer şekilde, Arapların 1967 Arap-İsrail savaşını kaybetmeleri üzerine Filistinli gruplar, İsrail ve onun destekçilerine karşı global bir saldırı hareketine başlamışlar, Avrupa, Japonya ve ABD’de de çeşitli öğrenci gruplarının düzenlediği kitlesel eylemlerin başarısız olması üzerine terörist taktikler başlıca yol olmuş, diğer gruplar tarafından da kullanarak dünya genelinde yayılmıştır (Topal, 2004, 41).

II. Dünya Savaşı’nda “Üç Büyük” olarak adlandırılan Müttefik Devletler’in liderleri Winston Churchill, Franklin D. Roosevelt ve Josef Stalin

     20. yüzyılın sonlarına gelirken 1989 yılında Sovyetler Birliği‘nde başlayan dağılma süreci 1991’de sona ermiş ve tüm dünyada heyecanla izlenmiştir. Parçalanmayla birlikte insanlar bir rehavet havasına kapılmışlardır. Yaygın olan iyimserlik o derece büyümüştür ki, birileri “tarihin sonunu” bile getirmiştir. Nasılsa tek düşman olan Sovyetler Birliği dağılmıştı ve bundan sonra her şey çok güzel olacaktı. Ancak bu iyimserlik havası çok uzun sürmedi. Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte, tehdit algılamalarında köklü değişiklikler yaşandı, iki kutuplu ve nispeten istikrarlı dünya düzeninin yerini, tehdidin çeşitli ve belirsiz olduğu bir dünya düzeni aldı. Sovyetler Birliği’nin otoritesinin yok olmasıyla, o bölgelerde iktidarı ele geçirme mücadeleleri, zayıf iktidarların organize suç şebekeleriyle ve terörist örgütlerle başa çıkamaması, sosyo-ekonomik sorunları ve yeni gelişmeleri beraberinde getirdi. Özellikle Orta Doğu’da merkezi otoritenin yeterince etkili olamadığı zayıf ülkeler (failed states) terörist yapılanmalar için en uygun yerler haline geldiler (Bakradze, 2007, 43).


Aydemir, S., 2006, Soğuk Savaş Sonrası Uluslararası Terörizm, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Kırıkkale Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Aydın, N., 2009, Küresel Terör, Terörizm, Kumsaati Yayın Dağıtım, İstanbul.

Bakradze, Ş., 2007, Terörizm ve Güvenlik Sorunları, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Caşın M. H., 2008, Uluslararası Terörizm, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara.

Sezgin, F., Güneş, İ. D., 2013, Türkiye’de Ortaöğretim Ders KitaplarındaTerör Konusunun İşlenişi, Polis Bilimleri Dergisi, Ankara.

Taner, B., 2000, Terörizm ve Turizm, Anatolia Turizm Araştırmaları Dergisi, Ankara.

Topal, A. H., 2004, Uluslararası Hukukta Devlet Destekli Terörizme Karşı Kuvvet Kullanma, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Volkan, V. D., 1999, Kanbağı Etnik Gururdan Etnik Teröre, Bağlam Yayınları, İstanbul.

‘Esad Rejimi PYD’nin Kontrol Ettiği Toprakları İstiyor’

Halep’in yeniden ele geçiren Suriye ordusu, PYD’den ele geçirdiği bölgeleri geri almak istiyor. Rudaw’a konuşan Suriyeli üst düzey komutan, PYD’nin Esad ordusu tarafından kullanıldığını ancak muhaliflerle savaşın bitmesinden sonra PYD devletin kontrolüne döneceğini söyledi.

Devlet, PYD’den toprakları geri alacak

Rûdaw’a konuşan Suriye Ordusu’ndan Tuğgeneral Heysem Hasun, krizin başında ülke genelinde ‘terörle mücadele’ kapsamında devletin planı gereği kendi bölgelerini korumak için Haseke’de de yerel komiteler kurulduğunu belirtti.

PYD’nin, devletin gölgesinde güçlenmeye çalıştığını söyleyen askeri yetkili, “Suriye Hükümeti, PYD’nin namertliğini bazı savaşlarda ABD’nin çıkarları doğrultusunda maşa olarak kullanıldıktan sonra fark etti” dedi.

Esad rejimi, PYD’ye silah verdi

“Bu güçler Türkiye’nin Suriye’ye girmesini önlemek ve terörle mücadele için kuruldu” diyen Tuğgeneral Heysem Hasun, şunları söyledi:

“2011 sonu ile 2012 yılının başlarında Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı güçlere gönderilen askeri yardımı kendim takip ettim. Şimdi, Salih Müslim yaptığımız iyiliği unutmak istiyor. YPG’ye yapılan askeri yardımlar için Başkan Esad ve Dışişleri Bakanı’nın açıkladıkları dışında, onlara bizzat silah ve mühimmat gönderdim.”

ABD-PYD ilişkilerinden Esad rahatsız

Bir süre sorunsuz geçen Suriye Hükümeti ile YPG arasındaki işbirliği, IŞİD’in Kobani’ye saldırmasıyla başlayan YPG – ABD ilişkilerden sonra kötüye gitti. Bu gelişme Suriye Hükümeti’nin tepkisini çekti. Suriyeli yetkililer birkaç kez endişelerini dile getirerek YPG yetkililerinin ABD ile ilişkilerini kesmesini istedi.

PYD’nin, devletin gölgesinde güçlenmeye çalıştığını söyleyen askeri yetkili, “Suriye Hükümeti, PYD’nin namertliğini bazı savaşlarda ABD’nin çıkarları doğrultusunda maşa olarak kullanıldıktan sonra fark etti” dedi.

Kaynak: Rudaw

Ülkeler İçerisinde Nüfusları Az Olan Dinler

3

Dünyada ülkelerin nüfusları içerisinde yüzde 1’den daha az olan dinlerin haritası olarak belirtilen bu haritayı nasıl okuyacağımızı şöyle anlatabiliriz. Mesela Türkiye, İran, Yemen ve Somali’de nüfusun yüzde 1’inden daha az Hristiyan dinine bağlı nüfus var. Güney Amerika ülkelerinde de nüfusun yüzde 1’inden az bir yoğunlukta Müslüman var.

Bilgilerin PEW ve Wikipedia’dan alınarak hazırlandığı bu haritada Hristiyanlar, Müslümanlar, Budistler, Hindular ve hiçbir dine bağlı olmayanlar gösterilmiş.

DEAŞ ve PYD’nin Fırat Kalkanı’nda Uğradığı Kayıplar

24 Ağustos 2016, saat 04.00’de Başbakanlık’tan, “Türk Silahlı Kuvvetleri, koalisyon hava kuvvetleri tarafından Suriye’nin Halep kentine bağlı Cerablus bölgesine terör örgütü IŞİD’ten temizlenmesi amacıyla askeri harekat başlatılmıştır” açıklamasıyla başlatılan Fırat Kalkanı Operasyonu‘nun 122. gününe gelindiğinde DEAŞ terör örgütünün uğradığı kayıplar şöyle;

1100 DEAŞ’lı öldürüldü,

621 Bina,

31 Karargah binası,

17 Cephanelik,

11 Bombalı araç,

61 Savunma mevzii,

29 Havan,

41’i Silahlı 97 Araç,

ve 4 tank yok edildi,

Buna ek olarak yaklaşık 2.000 km²’lik alan ve 225 mecra DEAŞ’ten temzilendi.

İmha edilen karargah binası, El Bab

Harekat kapsamında PYD terör örgütünün uğradığı kayıplar ise şöyle,

299 PYD’li öldürüldü,

14 Bina,

5 Araç,

4 Savunma mevzii,

ve 1 drone yok edildi.

Halihazırda Fırat Kalkanı Operasyonu El Bab çevresinde yoğunlaşmış, şehir kuşatılmış ve şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır.

El Bab haritası (21 Aralık 2016)
24 Aralık EL Bab, (Açık yeşil olan bölge TSK kontolünde)
Fırat Kalkanı Operasyonu ve Halep ve çevresi (wikipedia.org)

Mehmet Enes Bağlama

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Halep’in Hasar Haritası

2

Savaş öncesi Suriye’nin en büyük vilayeti Halep’te iç savaşın en kanlı hali yaşandı. Rejim ve Rusya’nın yoğun bombardımanı sonrasında yerle bir olan şehir için taş üstünde taş, baş üstünde baş kalmadı tabirini kullanmamız yanlış olmayacaktır. 2013 yılında Halep’in neredeyse hepsini kontrol eden muhalifler, gün geçtikçe kontrol ettikleri toprakları kaybetmiş, yönetimi altındaki bölgeler yoğun hava saldırılarına maruz kalmıştır.

Bu yoğun hava saldırılarını araştıran Birleşmiş Milletler Eğitim ve Araştırma Enstitüsü​, Halep’in hasar haritasını yayınladı. Bu harita, muhaliflerin kontrolündeki bölgenin “Çeçenistan taktiği”​ ile yerle bir edildiği ve muhaliflerin her geçen gün topraklarını kaybetmesinin sebebi olarak yorumlanıyor.

Halep hasar haritası

 

Büyük Değişim: Halep 2013 ve 2016 Haritaları

Türkiye, Rusya ve İran’ın Anlaştığı Bildirinin Tam Metni

Türkiye ve İran’ın katıldığı Rusya’daki Suriye görüşmelerinde üç ülkenin dışişleri bakanının üzerinde anlaştığı bildirinin tam metni Rusya Dışişleri Bakanlığı tarafından yayınlandı.

Rusya’nın başkenti Moskova’da bir araya gelen Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, görüşmenin ardından gerçekleştirdikleri basın toplantısında ortak bir bildiri üzerinde anlaştıklarını açıklamıştı.

Sputnik’te yer alan habere göre ‘Suriye krizinin sonlandırılması amacıyla siyasal sürecin yeniden başlatılmasına yönelik üzerinde anlaşmaya varılan önlemleri içeren’ bildirinin tam metni şöyle:

İran, Rusya ve Türkiye, içerisinde pek çok etnik grubu barındıran, çok mezhepli, demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğini, bağımsızlığını, birliğini ve toprak bütünlüğünü tamamen destekliyor.

İran, Rusya ve Türkiye, Suriye krizinin askeri bir çözümünün olmadığına inanıyor. BM’nin, bu krizin çözümünde BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararı ile uyumlu olarak önemli bir rolü olduğunu kabul ediyor. Bakanlar, Uluslararası Suriye Destek Grubu’nun kararlarını da dikkate alıyor. Uluslararası toplumun tüm üyelerini bu belgelerde yer alan anlaşmaların uygulanması önündeki engellerin ortadan kaldırılması için dürüst bir biçimde işbirliği yapmaya çağırıyor.

İran, Rusya ve Türkiye, Halep’in doğusundaki sivillerin gönüllü bir biçimde tahliye edilmesine ve silahlı muhaliflerin organize bir biçimde çıkarılmasına izin veren ortak çabaları memnuniyetle karşılıyor. Bakanlar Fua, Kefraya, Zabadani ve Madaya’dan sivillerin kısmen tahliye edilmesini de memnuniyetle karşılıyor. Onlar (İran, Rusya ve Türkiye) bu sürecin kesintisiz ve güvenli bir biçimde tamamlanmasının garanti etmeyi kabul ederler. Bakanlar, Uluslararası Kızılhaç Komitesi ve Dünya Sağlık Örgütü’ne tahliyelerin gerçekleşmesine yardım ettikleri için minnettar.

Bakanlar, ülke topraklarında ateşkes rejiminin genişletilmesi, insani yardımların engelsiz bir biçimde ulaştırılması ve sivillerin serbest dolaşımının önemi konusunda mutabıktır.

İran, Rusya ve Türkiye, Suriye hükümeti ve muhaliflerin üzerinde görüşme yaptıkları anlaşmanın hazırlanmasına yardımcı olmaya ve bu anlaşmanın garantörü olmaya hazır olduklarını belirtir. ‘Sahadaki’ durum üzerinde etkisi olan diğer tüm ülkeleri de aynı şekilde davranmaya davet eder.

İran, Rusya ve Türkiye bu anlaşmanın, BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 numaralı kararı ile uyumlu olarak Suriye’deki siyasal sürecin yeniden başlaması için gereken itici gücün oluşmasına yardımcı olacağına emindir.

Bakanlar, Kazakistan Devlet Başkanı’nın (Nursultan Nazarbayev) ilgili görüşmelerin (Suriyeli taraflar arasındaki barış görüşmeleri) Astana’da yapılması yönündeki nazik davetini not eder.

İran, Rusya ve Türkiye, IŞİD ve El Nusra ile ortak mücadele ve silahlı muhalif grupları onlardan ayırmak konusundaki kararlılıklarını doğrular.

AB ve ABD’siz Görüşme Öncesi Suikast: Büyükelçi Karlov Kimdir?

Rusya, Türkiye ve İran 20 Aralık’ta Moskova’da Avrupa Birliği ve ABD yetkilileri olmadan Suriye hakkında görüşme düzenleyeceklerini açıklamıştı. Daha öncede Vladimir Putin ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriyeli tarafların Astana’da görüşmelerini organize edileceği yönünde açıklamalarda bulunmuştu. Görüşmeden bir gün önce yani dün 2003’ten beri Rusya’nın Ankara Büyükelçiliği görevini üstlenen Andrey Karlov bir sergide FETÖ’cü bir polis memuru tarafından suikaste uğrayarak hayatını kaybetti.

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Büyükelçi Karlov’un öldürülmesinden sonra yaptığı açıklamada, Türkiye’yi Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İran’ı da mevkidaşı Cevad Zarif’in temsil edeceği toplantının planlandığı gibi yapılacağını söylemişti.

Lavrov “Bu barbarca suçu işleyenlerin Rusya-Türkiye ilişkilerindeki normalleşme sürecini bozma, özellikle de Suriye’deki terörle etkin mücadeleyi önleme amacı olduğundan eminiz. Bu girişim faydasız. Toplantıda atacağımız adımlar bu suçun arkasındakilerin planlarını boşa çıkaracak” demişti.

Saldırı, İran-Rusya-Türkiye Dışişleri Bakanlarının Moskova’da yapacağı üçlü Suriye toplantısına saatler kala gerçekleşti. Bugün gerçekleşmesi planlanan İran-Rusya-Türkiye Dışişleri Bakanları’nın Moskova’da üçlü Suriye toplantısı iptal edilmedi. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Rusya’nın başkenti Moskova’ya gitti. Savunma Bakanları da Moskova’da bir araya gelecek. Fikri Işık’ın Rusya’ya yapacağı seyahatin saati akşam saatlerinden Salı sabahına alındı.

Suikaste uğrayan Andrey Karlov​ kimdir?
1954’te Moskova’da doğan Karlov, 1976’da Moskova Devlet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’nden, 1992’de ise Diplomasi Akademisi’nden mezun olarak yüksek öğrenimini tamamladı. Karlov, 1976’dan beri diplomatik alanda çalışmalarını sürdürüyordu.

SSCB, Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanlığı merkez teşkilâtının yanı sıra yurt dışı temsilciliklerinde, özellikle 1976-1981 ve 1984-1990 yıllarında SSCB’nin Kuzey Kore’deki büyükelçiliğinde, 1992-1997 yıllarında da Rusya’nın Güney Kore Cumhuriyeti’ndeki büyükelçiliğinde farklı görevlerde çalıştı. Karlov, 2001-2006 döneminde ise Kuzey Kore’de büyükelçi olarak görev yaptı.

Andrey Karlov, 2007-2013 döneminde de ülkesinin Dışişleri Bakanlığı Konsolosluk İşleri Genel Müdür Yardımcısı ve Genel Müdürü olarak çalıştı.

Büyükelçi Karlov, Temmuz 2013’ten bu yana Rusya’nın Ankara Büyükelçisi olarak görevini sürdürüyordu. Korece ve İngilizce bilen Karlov, evli ve bir çocuk babasıydı.

Kaynak: Al Jazeera – BBC – StratejikOrtak.com

Sömürülen Bedenler, Ezilen Ruhlar

     Avrupa’nın 15. yüzyılda başlayan dünyayı sömürgeleştirme süreci, Portekizli Prens Gemici Henrique ile başlar. Kısa bir askeri sefer dışında gemiye hiç ayak basmamış olan bu adam, soylu bir prens olarak otoritesini,  Atlantik’i ve Afrika’nın batı kıyılarının keşfini yönetmek için kullandı. Portekiz’in güney ucundaki tek liman kenti Sapres’te bulunan karargâhından sayısız sefer başlattı. Bu seferler sırasında, geçmişte astronom Ftolemais’un yaydığı bir efsaneyi, batı yönünde çok uzaklara yelken açan gemilerin Dünyanın kenarından aşağı düşeceği, güney yönünde iyice uzaklara seyir etmeyi göze alanların ise güneşin dik ışınlarıyla kızaracağı efsanesini yıktı.[1]

     Modern manada ilk sömürgeciliği geliştiren ülke Portekiz’dir. Portekiz, İspanya, Hollanda, İngiltere ve Fransa Karayiblerdeki adalar dâhil Amerika kıtasının özellikle doğu sahillerini, Afrika’nın batı ve güney sahillerini, Hint Okyanusu’nda Madagaskar ve diğer küçük adaları aralarında paylaştılar. Oldukça verimli topraklara sahip bu bölgelerde sayıları milyonlarla ifade edilecek insan gücüne olan ihtiyaçlarını gidermeye başladılar. Afrika kıtasına yöneldiler ve yaklaşık 400 yıl boyunca bu kıtadan 20 milyondan fazla insanı dünyanın dört bir tarafındaki sömürgelerine yerleştirdiler. Yolculuk esnasında her türlü kötü şartlardan dolayı ölenlerin sayısının sağ götürülenlerden fazla olduğu bilinmektedir. Hollandalılar ise Amerika kıtasındaki sömürgelerine ve Ümit Burnu’ndaki sömürgesine Endonezya bölgesinden de esirler getirdi.

1800 yılında sömürgeci ülkeler ve sömürge bölgeleri

    Batılıların Amerika kıtasını tamamıyla sömürgeleştirmeye çabaları, bütünüyle neredeyse boş bir toprağı işgal etme meselesi değildi, çünkü bu hadiseden oldukça gelişmiş durumdaki Meksika ve Peru‘nun Aztek ve İnka kültürleri de yok oldu. Kızılderili ırkının katliamı ise, Batılıların tarihin sayfalarına attıkları kara lekelerdi. Elbette bu onların yapmış oldukları ne ilk ne de son katliamdı. Zira bu katliamların arkasında kendisinden başkasını insan olarak görmemek yatmaktadır. Bu zihniyetlerini, coğrafi bilgilerini içeren ve aslında zihniyetlerinin bir haritası olan, çizmiş oldukları coğrafi haritada görmek mümkündür:

“…Yeryüzü burada suyla çevrelenmiş, merkezinde Kudüs ve Avrupa’nın yan yana oldukları, yassı bir tepsi gibi gösterilmektedir. Daha uzakta, halkı köpek başlı maymunlar, tekerlek ayaklılar ve tek ayaklar olan kavurucu ve canavarca bir ülke vardır. Son olarak da bütün bunların çevresinde sudan bir halka vardır. Kıta Tarih’in ne olacağını haber veren simgesel görüş: Avrupa Yeni Kudüs’tür. Avrupalılar insan, diğerleri canavardır…[2]

     

     Şiddet, sömürgeci ülkelerin sık sık başvurduğu en önemli ikna yöntemi ve sindirme aracı olmuştur. İngiltere’nin Hindistan’da her türlü şiddet ve entrika malzemesini kullanarak bölgeye nüfuz etme çabaları; yine İngiltere’nin Fransa, Belçika, Almanya ve Danimarka ile birlikte Afrika’yı paylaşım sürecinde yerli halkın maruz kaldığı muamele, zulüm ve katliam insanlık tarihini dehşete düşürecek boyutlara ulaşmıştır.

     Atlas Okyanusu’nda başlayan insan ticareti önce Hint Okyanusu ardından Büyük Okyanus bölgesindeki sömürgelere de sıçradı. Köle ticareti serbest olduğu müddetçe bunu aksatmadan yürüten devletler, köle ticaretinin yasaklanmasından sonra da mecburî çalışma şartları oluşturarak bu insanları yine kendilerine hizmet etmek zorunda bıraktılar. Sömürgecilik her ne kadar Fenikeliler gibi Akdeniz ve Kızıldeniz havzasında etkili olan ve farklı noktalarda koloniler kuran devletlerin dönemine kadar giden üç bin yıllık bir geçmişe sahipse de aslında bugün bizim anladığımız manada Avrupa devletleri tarafından 15. yy ve 20. yüzyıllar arasında, özellikle Afrika başta olmak üzere Asya ve Amerika’da, uygulanmıştır. Avrupalıların Akdeniz havzası dışındaki denizlere açılmasıyla birlikte daha önce bilmedikleri yeni coğrafyaları, kendi tabirleriyle “keşfetmelerinin” ardından buraları sömürgeleştirme dönemi başladı.

     Bu aynı zamanda bugün dünya hâkimiyetine sahip olmaları noktasında attıkları en ciddi adımın başlangıcıydı. Bunu aynı yıllarda Afrika’nın batı sahillerini dolaşan Portekizliler’ in deniz seferleri takip etti. Her iki Avrupalı güç yüzünden kısa zamanda Kuzey ve Doğu Afrika sahillerinde yüzyıllardır hüküm süren Müslüman varlığı yok olma tehlikesiyle karşı karşıya geldi.

     Efsanevî takdimlerin aksine sömürgecilik, adeta dünya tarihini esaret altına almış, sonu gelmez bir ıstıraptır. Tarihi kara sayfalarda, kelimelerin acziyeti ile dile getirilmeye çalışılan bu mezalim, medeni dünyanın inşasının harcı olmuştur. Geride sefalet bazen de hiçbir şey bırakmamıştır. Zira Avrupalıların Amerika’ya varır varmaz başlattıkları katliam milyonlarca insanın yeryüzünden silinmesiyle sonuçlanmıştır.

     Osmanlı Devleti’nin Afrika üzerinde oluşturduğu koruma kalkanını 19. yüzyılda delmeyi başaran sömürgeciler, uçsuz bucaksız Afrika’yı paylaşmak için aralarında müthiş bir yarışa başladılar. Afrika o kadar büyük bir yerdi ki küçücük Belçika bile kendisinden kat kat büyük olan Kongo’yu krallarının çiftliği haline getirebilecekti.

1914 yılında sömürgeci ülkeler ve sömürge bölgeleri

     Avrupa’nın askerleri, katledilen bu insanların hayatlarını tasvir edecek bir şeyler bırakmadıkları gibi, hayal etmeyi kolaylaştıracak izleri de silmişlerdir. İnsani güzelliklerin hayalini imkânsız kılan katliam, kâbus gibi üzerimize çökmektedir. Kâbusu gerçeğe dönüştüren ise milyonlarca insanın acımasızca yok edilmesidir. Ne kadar insanın katledildiği tartışılmakla birlikte, tarihin sayfalarında yapılan derinlemesine araştırmalar rakamın yüz milyonun üzerinde olduğunu göstermektedir. Amacımız ceset saymak ya da insanlığı istatistikî verilere indirgemek olmamakla birlikte, ıstırabın kocaman bir kıtanın her köşesine yayılmış olduğunu anlamak ve göstermek olmuştur. Aksi takdirde gerçek ölüm unutulmaktır. Onları hatırlamak, toplu mezarlarda üzerleri toprakla örtülen canları çıkararak kalbî çürümüşlükten kurtulmaktır.

Özkan Karaca*    

 


[1] Jacques Attali, “1492”, Çev. Mehmet Ali Kılıçbay, İmge Yayınları, İstanbul, 1999. s.114.

[2] Adrian Berry, Bilimin Arka Yüzü, Çev. R. Aysever, Tübitak Yayınları, Ankara, 2014. s.2-3.

*Stratejikortak.com misafir yazarı.