Strateji: Karanlıktan Aydınlığa

Tarihin akıntısına baktığınızda devreden bir sistemin işlediğini görürsünüz. Bu sistem inanç değerlerine göre iki kutupludur. Güçlü/zayıf, zengin/fakir, haklı/haksız gibi kavramlarla ana temayı anlarsınız. Bu hep böyle ola gelmiştir.

Geçmiş tarihi süreçleri zihnimizde hızlıca sorgulayıp dünya tarihinin son 100 yılını analiz ettiğimizde görürüz ki bilim ve teknolojide ki gelişmeler bizi mücadelelerde kavramsal değişikliğe götürmüştür. Sözlüklerimize yeni sözcükler, yeni bilimsel kavramlar ve bunlara paralel olarak bu terimlerle gözlerini dünyaya açan yeni nesiller. Herkes farkındaydı ki, 1900 yıllar ile dünya tarihi mutlak olan sonuna doğru farklı bir sisteme angaje oluyordu. Plan, program, yöntem, gibi kavramların yanında aslında tüm bunlarında kalbi konumunda olan strateji kavramı sözlüklerimizde yerini aldı.

Strateji veya sevkülceyş, uzun vadede önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için izlenen yol.

Temelde askeri bir terim olan strateji, bir ulusun veya uluslar topluluğunun barış ve savaşta benimsenen politikalara en fazla desteği vermek amacıyla politik, ekonomik, psikolojik ve askerî güçleri bir arada kullanma bilimi ve sanatıdır.
Terimsel anlamında da gördüğünüz gibi bilimseldir ve bunun yanında başlı başına bir sanattır. Günümüzde dünya gücü olmanın, üç temel kaidesi vardır. Bu üç konu yönetimin temel taşlarıdır. Para, siyaset ve bilim. Ana eksende baktığımızda, bu kavramların insanın ferdi hayatında da ne kadar etkili olduğunu analiz edebiliriz.
Haktan yana siyasi irade, dünyanın savaşsız ve huzur içinde yaşandığı bir dünya sunar bize.

İnsana bahşedilen ilim temelli bilim anlayışı, hayatı kolaylaştıracak sonsuz teknolojik buluşlara sevk eder bizi.

Sömürüye ve adaletsizliğe dayanmayan, helal yoldan kazanılan para, paylaşmayı, kardeşçe yaşamayı eksenine alan zengin kitleler veya devletler dünyanın huzur ve barış içerisinde nasıl yaşanacağına tarif eder. Bu üç kavram için yaptığım açıklamaların tam tersini düşündüğümüzde de karşımıza aslıya iki kutup görüşün stratejilerini görmüş oluruz.

Strateji kavramını niyetinize göre şekillendirir ve yönlendirirsiniz.

Stratejiniz sizin aslınız ve özünüzdür. Stratejinizi inkarınız söz konusu olamaz.
Aslında stratejiniz ülkenizin nefes alıp vermesi ve devlet ömrünün tayinidir.
Devlet ve milletlerin gelecekleri kendi ellerindedir ve bunun öz tanımı da stratejisinin var olup olmadığı ile alakalıdır.

Stratejik hareket galibiyetin anahtarıdır.

Bugün Türkiye Cumhuriyetini, geçmiş tarihteki milli serüveni ve bugünkü reel dünya gözlemlerimizle bir kere daha akıllıca masaya yatırmalıyız. Düşünmekten, tecrübelerden faydalanmaktan, değerlerimiz ve hedeflerimiz üzerine strateji belirlemekten başka bir çıkış yolumuz yoktur.

Doğru zaman ve zeminde stratejiler ülkelerin sıçramasının mihenk taşıdır. Olmazsa olmazıdır.
Hakikat eksenli strateji, Türkiye’nin karanlıktan aydınlığa açılan tek kapısıdır.

Mücahid Şahin

StratejikOrtak.com Yazarı

Kuzey Halep Haritası: Azez-Cerablus Hattı

Suriye’de iç savaşın 6. yılına girdik ve her an her şey değişebiliyor. Bu değişimi son aylarda Kuzey Halep yaşıyor ve değişimin ana sebebi tabi ki de Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi. Bu müdahale sahada dengeleri öyle bir değiştirdi ki, sadece Halep’in kuzeyinde ki değişimle Rusya’nın hava saldırılarının etkisini daha net anlayabiliriz.

Şimdi Halep’in Kuzeyi’nin son 3 ayda nasıl değiştiğini haritalarla anlatmaya çalışacağım. Ocak ayındaki Kuzey Halep haritasıyla başlayıp, bugünün haritasıyla yazıyı bitireceğim.

(Güncel Azez haritası Temmuz 2016)

Ocak 2016’da Kuzey Halep’te harita şöyleydi:

Halep'in Kuzeyinde Ocak 2016 itibariyle haritası
Halep’in Kuzeyinde Ocak 2016 itibariyle haritası

Halep’in Kuzey’inde muhalifler Türkiye-Halep hattını geçtiğimiz sene açtığında bu yol ile doğrudan Halep’e geçiş sağlanmaya başlanmıştı. Bu hattın 3 Şubat 2016 itibariyle Rejim güçleri (Suriye ordusu ve Şii milisler) tarafından kapatılması, rejim açısından büyük bir başarı, muhalifler açısından ise büyük bir kayıp olarak nitelendirildi. Çünkü Halep’teki Rejim güçleriyle muhalifler arasındaki çatışmalara buradan destek sağlanıyordu. Rejim güçlerinin Halep-Türkiye ikmal hattını kapatmasıyla harita şu şekli aldı:

Halep'in Kuzeyinde Son Durum Haritası (3 Şubat 2016)
Halep’in Kuzeyinde Son Durum Haritası (3 Şubat 2016)

Rusya’nın hava desteğiyle rejim güçleri bu ikmal hattını kesti ve ardından PKK’nın Suriye kolu olan PYD ile muhalifler arasında çatışmalar alevlenmeye başladı. Bu çatışmalar sonrasında Rusya’nın hava desteğini bu sefer de PYD/silahlı gücü YPG aldı. Böylece YPG Afrin kantonundan Azez ve Tel Rifat tarafına doğru saldırıya geçti. Türkiye’de YPG’nin bu saldırılarına 13 Şubat’ta obüs toplarıyla karşılık verdi ve bir nevi muhalifleri korudu. Bu saldırılar sonrasında ise Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun ”Menneğ askeri havaalanından PYD derhal uzaklaşmalı” söylemleri havada kaldı ve YPG 16 Şubat’ta Tel Rıfat’ı da Menneğ havaalanını da tamamen kontrolü altına aldı.  Azez’in dışında ise YPG ilerleyişi durdu ve Azez muhaliflerde kaldı.

Peki PYD’nin Tel Rıfat’ı almasıyla ne oldu?

Halep-Türkiye ikmal hattını kesen rejim güçleri (yukarıdaki haritada da ayrıntılı görebileceğiniz gibi) muhaliflerin iki taraftan da saldırılarına maruz kalabilirdi. YPG rejim güçlerinin kestiği hatta kuzeyden destek verdi ve bu hat hem PYD hem de rejim güçleri tarafından iki taraflı kesilmiş oldu. Böylece muhaliflerin hattı yarması tamamen engellendi. PYD’nin Tel Rifat’ı almasından sonra harita ise şöyle oldu:

Halep'in Kuzeyinde Harita (16 Şubat 2016)
Halep’in Kuzeyinde Harita (16 Şubat 2016)

Haftalarca bu haritada değişim yaşanmazken çatışmaların ardı arkası kesilmedi. Azez çevresinde muhaliflerin batıda YPG ile doğuda ise IŞİD ile yer yer çatışmalar yaşadığı görüldü. Çatışmaların azalmasıyla muhalifler Azez’in doğusunda IŞİD’e karşı Türkiye ve ABD desteğiyle ilerlemeye başladı. Aslında Türkiye’nin yoğun gündeminden ötürü pek konuşulmayan bu ilerleme de muhalifler IŞİD’den bazı köyleri ele geçirdi, sonra IŞİD saldırısıyla bu köylerin bazıları tekrar IŞİD’in eline geçti.

20 Mart 2016:

Azez'in doğusunda muhaliflerin IŞİD'den aldığı yerleşim yerleri
Azez’in doğusunda muhaliflerin IŞİD’den aldığı yerleşim yerleri (20 Mart 2016)

Türkiye sınırındaki muhaliflerin IŞİD’e karşı bu ilerleyişine yer yer ABD öncülüğündeki koalisyon uçaklarla, Türkiye’de topçu atışlarıyla  destek verdi.  Bu destek ve muhaliflerin ilerleyişi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyaretinden sonra daha da arttı ve kısa sürede harita bu hali aldı:

6 Nisan 2016

Azez'in Doğusu (06 Nisan 2016)
Azez’in Doğusu (06 Nisan 2016)

Azez’de son durum diye merak edilen muhaliflerin IŞİD’e karşı ilerleyişi Cerablus’a kadar süreceği düşünülüyor. Eğer ki muhalifler Türkiye sınırı boyunca IŞİD’e karşı ilerleyip Cerablus’u kontrol ederse, IŞİD’in Türkiye ile sınırı olmayacak.

Dün de Azez’in doğusunda Türkiye sınırında muhalifler IŞİD’in elindeki Çobanbey sınır kapısını ve Çobanbey’in karşısındaki IŞİD’in kalesi olarak nitelendirilen Al-Rai(Çobanbey) kasabasını ele geçirdi. Türkiye-Suriye sınırında son durum ise şöyle oldu:

Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan ”PYD Fırat’ın batısına geçmeyecek” çıkışı 2015 Aralık ayında YPG’nin Fırat’ın batısındaki Tişrin barajını ele geçirmesiyle tabiri caizse ‘lafta’ kalmıştı. Barajın ele geçirilmesiyle de PYD’nin Münbiç’e operasyon düzenleyeceği konuşulmaya başlandı. Ancak ABD Türkiye’nin beklentilerini karşılamak için bu operasyonun olmasını engelledi. Hava desteği olmadan neredeyse bir karış toprak alamayan PYD ise buraya müdahalede bulunmadı.

9 Nisan 2016:

Azez'in doğusu, Türkiye-Suriye sınırı: Muhalifler (09 Nisan 2016)
Azez’in doğusu, Türkiye-Suriye sınırı: Muhalifler (09 Nisan 2016) (Ayrıntılı Azez Haritası)

(10 Nisan 2016 Güncellenmesi) IŞİD muhaliflerin ilerlemesine karşı bir saldırı başlattı. Bu saldırılarda Azez’in doğusunda 6 köyü IŞİD’in ele geçirdiği ve bazı köylerden de saldırılar sonrasındaki zayiatından dolayı çekildiği belirtiliyor. Güncellenmiş aşağıdaki haritada Azez’in doğusunda işaretlenmiş alana saldıran IŞİD’e karşı operasyon yapılması bekleniyor. Kuzey Halep Azez’de son durum:

azez-son-durum-haritasi
KUZEY HALEP Azez’de Son Durum (10.04.2016)

12 NİSAN 2016 – Muhaliflerin IŞİD’e ‘kaptırdığı’ alanlar (AYRINTILI):

Azez'in Doğusu Muhaliflerin Tekrar IŞİD'e kaybettiği alanlar (12 Nisan 2016)
Azez’in Doğusu Muhaliflerin Tekrar IŞİD’e kaybettiği alanlar (12 Nisan 2016)

Muhaliflerin IŞİD’e karşı kazanıp, daha sonra kaybettiği alanlar (ÖNCE-SONRA):

IŞİD Muhaliflerin Kazanıp Kaybettiği Alanlar (@ValkryV)
IŞİD Muhaliflerin Kazanıp Kaybettiği Alanlar (10 Nisan-12 Nisan 2016 / @ValkryV)

15 NİSAN 2016 – Muhalifler bazı köyleri tekrar ele geçirdi.

Türkiye Suriye Sınırında 'Güvenli Bölge' alanında son durum (15.04.2016 - @ValkryV)
Türkiye Suriye Sınırında ‘Güvenli Bölge’ alanında son durum (15.04.2016 – @ValkryV)

21 Nisan 2016 – Muhalifler IŞİD’in elinden 4 köyü geri aldı.

Azez ve çevresi - Kuzey Halep (Harita: @miladvisor / 21.04.2016)
Azez ve çevresi – Kuzey Halep (Harita: @miladvisor)

GÜNCEL AZEZ HARİTASI

Azez ve çevresindeki muhalif gruplar ve IŞİD’e karşı savaşan Havar Kilis Operasyon Odası

Havar Kilis Operasyon Odası
Havar Kilis Operasyon Odası

TAM EKRAN

Azez-Cerablus Hattı ‘Güvenli Bölge Planı

Geçtiğimiz hafta (Nisan ayının başlarında) ABD Türkiye görüşmeleri sonrasında ABD’li yetkililerin Türkiye’ye gelmesiyle bir plan üzerinde anlaşıldığı söylendi. IŞİD bölgesi için yeni formül başlığıyla Al Jazeera’nin yaptığı bu haberde Türkiye sınırında IŞİD’in kontrol ettiği bölgenin güneyini PYD’nin, kuzeyini yani sınır hattını ise ÖSO güçlerinin kontrol edeceği belirtildi. Resmi makamlar bu planı doğrulamasa da sahadaki gelişmeler(muhaliflerin bu doğrultuda ilerlemesi, ABD’nin Münbiç’i havadan bombalaması) plana paralel işliyor gibi. Türkiye’nin PYD’ye taviz konusundaki hatalarına bir yenisini daha eklememeli diyerek, ABD ile Türkiye’nin anlaştığı söylenen planın haritasını verip yazıyı bitireyim:

Türkiye sınırındaki IŞİD bölgesinin 'paylaşımı' (AJT)
Türkiye sınırındaki IŞİD bölgesinin ‘paylaşımı’ (AJT)

 

Ortadoğu Denklemine Farklı Bir Perspektif

Ortadoğu, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’ndan bu yana hiç görmediği bir kargaşa ile karşı karşıyadır. Osmanlı’nın bölgeden tasfiye edilmesinden sonra, büyük güçlerce bölüşülen Ortadoğu, geniş devletler yapısını kaybedip yerel devletler tarzı yapıya geçmiştir. Süreç, Soğuk savaş çizgisine kadar ABD ve Sovyet destekçilerinin olduğu bir bölge şeklinde devam edip, günümüze kadar sadece İsrail eklentisiyle devam etmiştir. İsrail’in bölgeye dahil olması ve devletleşmesi, bölgedeki Arap nüfusu ve nüfuzu kırmış, bir kaosa neden  olmuştur. Ancak Ortadoğu, Arap Baharı sonrası yaşadığı kargaşayı hiçbir dönem yaşamamış şekilde günümüze evrilecektir.

Tunus’ta başlayan Arap Ayaklanması, bölge devletlerine, halkların talepleri şeklinde yayılmış ancak süreç çatışmalara ve iktidarların devrilmelerine varan noktalara gelmiştir. Özellikle Libya ve Suriye, uluslararası ilişkilerde The Failed State dediğimiz noktaya gelmiş ve devletlik vasıflarını yitirmişlerdir. Bugün konuşulan konu, bu ülkelerin acaba kaça bölüneceği? Bölünme ihtimalinin artık kesin gördüğümüz Suriye’de, acaba kuzeyinde Türkiye’ye düşmanlık besleyen bir PYD-YPG devleti kurulacak mı? IŞİD’e karşı ABD’nin tutumu, bu terörist gruplara meşruiyet kazandırır ölçüde mi? Yada, ABD, Türkiye gibi bir ortağı birkaç terörist gruba değişebiliyor mu? Rusya’nın Türkiye’ye karşı denkleme dahili neler doğurur? İran-Rusya birlikteliği tamamen pragmatik bir zeminin meyvesi mi? Gibi konular, sorular konuşulmaktadır.

Ortadoğu ülkeleri harita

Daha bir çok sorunun mümkün olduğu aşikardır. Bölgenin ne derece girift ve karışık olduğunu anlamanın bir yolu da bu soruların çokluğudur. Türkiye’nin, özellikle bölgeye Rusya’nın hızlı bir giriş yapması sonrası dış politikasında belli bir ölçek düşüşü yaşadığı ve eski dostları olan AB-İsrail ile ilişkileri ılımlaştırma yoluna gittiği doğrudur. Türkiye’nin Arap Baharı sonrası bölgeye Osmanlılık duruşuyla baktığını söyleyebiliriz. Buralarda benim geçmişim var ve ben de söz hakkına sahibim, şeklinde bir tutum içerisinde idi.  Ancak bugün yön olarak değişmese de, ölçek olarak azaltılan bir görüşe evrilmiştir bu görüş. Türkiye’nin, Güney’inde herhangi bir PYD devleti kurdurtmayacağı açıktır. ABD ile bu konuda anlaşılamasa da, öyle yada böyle yeni başkanın gelişiyle sürecin eski haline döneceğini görmemiz muhtemeldir.

ABD, Rusya’nın Ortadoğu denklemindeki halini çok açık bir şekilde destekliyor. Zira, görünen o ki ABD’nin net bir Suriye politikası yok ve bugün yaşananlar da bundan sebep bir otorite boşluğudur. Rusya’nın bu otoriteyi ne kadar doldurabileceği ise şüpheli, zira kendi başlarına zor bakan kırılgan bir ekonomiden bahsediyoruz.

Son olarak bölgeyi kan gölüne çeviren IŞİD faktörüne gelecek olursak, yönetici ve silahlarının Saddam’ın devrilmesinden sonra oluşturulup meydana gelen bir örgütten bahsediyoruz. Bir anda gökten zembille indirilmediği aşikar olan bu örgütün, Ortadoğu’da geniş bir bölgeye nüfuz etmesi ve Türkiye’nin, -böylelikle de NATO’nun- sınırına dayanması, başta ABD olmak üzere Avrupa ülkelerini çok da telaşlandırmasa da göbeklerini PYD’ye bağlamalarına sebep olmuştur. Bu politika devam ettirilemez bir politikadır. Yeni başkanla birlikte mutlaka değişecektir ve son olarak ABD ve Rusya istemedikçe IŞİD’in temizlenebileceğini sanmıyorum. Zira bilindiği üzere “Süveyş Krizi”nde ABD ve Sovyetler’in, İngiltere ve Fransa’ya burası bizim, siz çekilin tavrını koyması “soğuk savaş”ta olmayacak bir şey iken, günümüzde yakınlaşma ihtimallerinin ne derece yakın olduğuna bir örnek olarak hatırlarda kalabilir.

Emre Amir

StratejikOrtak.com Yazarı

Dağlık Karabağ Çatışma Bölgesinden Fotoğraflar

2

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınır çatışmaları 1994’te imzalanan ateşkesten beri küçük çaplı da olsa devam etmekte. Bu çatışmalar geçtiğimiz günlerde Ermenistan’ın saldırısıyla ve Azerbaycan’ın bu ateşe cevap vermesiyle oldukça şiddetlenmiş ve iki taraftan da askeri kayıplar verilmesine neden olmuştu. Azerbaycan askerleri Ermenistan tarafından gelen ateşe karşılık olarak, işgal altındaki bazı bölgelere operasyon düzenlemiş ve bazı köyleri ele geçirdi.

Azerbaycan ile Ermenistan arasında kalan Dağlık Karabağ’daki çatışmalar ve Dağlık Karabağ fotoğrafları.

azerbaycan-ermenistan-catismasi

daglikkarabag

daglik-karabag-araba

daglik-karabag-asker

daglik-karabag-catismalari

daglik-karabag-catismasi

daglik-karabag-foto

daglik-karabag-koy

daglik-karabag-koyleri

daglik-karabag-koylu

daglik-karabag-koylusu

daglik-karabag-mevzi

daglik-karabag-mevzileri

daglik-karabag-seferberlik

daglik-karabag-tank

daglik-karabag-tanklari

daglik-karabag-topcular

fbf6a2439b2c48eb8ab97fef4daf0469_8

karabag-askerleri

karabag-mevzileri

karabag-polisleri

karabag-tanklar

Fotoğraflar: Reuters/AP

İngiltere’nin Avrupa Birliği’ndeki Geleceği

Avrupa’nın son günlerde gündem maddesi: İngiltere’nin Avrupa Birliğindeki geleceği konusudur. İngiltere Başbakanı David Cameron 23 Haziranda, İngiltere’nin Avrupa Birliğindeki geleceği hakkında halk oylamasına gidileceğini duyurdu. Bakanlar Kurulu’nu ikiye ayıran bu karar uzun süre daha tartışma konusu olarak sürecek gibi görünmektedir. İngiltere’ye göre Avrupa Birliği artık sorun çözme özelliğini yitirmiş, sorunları çözemediği gibi yeni sorunlar üretmektedir. AB’nin günümüzdeki bu durumu İngiltere’ye ayak bağı olmaktan öteye geçmemektedir.

Bu kararın alınmasında ki önemli noktalar: yetersiz hareket serbestliği, ekonomik yük, toprak bütünlüğünün bozulması ve entegrasyon sorunudur.

AB’nin kurulması için fazla mesai harcayan İngiltere’nin günümüzde tam tersi politika uygulaması çeşitli iddiaları da beraberine getirmektedir. İleri karakol konumunda bulunması nedeniyle Türkiye’nin üyeliğini destekleyen İngiltere, bu karar ile dinlenme politikasını geride bıraktığı gözlenmektedir. 2. Dünya Savaşı’ndan beri küresel meselelere diplomatik yollarla ilgilenmiş, direkt bir etkide bulunmamıştır. Ulusalüstü bir örgüte üye olduğu halde bir takım yetkilerini devretmeyen, kendi dış politikasını belirleyen, parasını koruyan bir İngiltere olarak kalmıştır. Gelişmiş ekonomisi sayesinde AB’nin taşıyıcılarından olan İngiltere, her yıl 19 milyon Sterlin hibe etmeyi gereksiz ve yük olarak görmektedir. Zira Adalet Bakanı Gove yaptığı açıklamada “ülkenin AB dışında daha özgür, daha adil ve daha zengin olacağına inandığını” belirtmesi bu tezi destekler durumdadır.

İlginç bir nokta ise Bakanlar Kurulu’nun ikiye bölünmesi ve ayrı ayrı propaganda yapma kararı almasıdır. İngiltere’nin geçmiş diplomatik teamüllerine baktığımızda bunun daha fazla hak koparmak olarak düşünülmüş olduğu belirtilebilir. Bir başka deyişle, AB, İngiltere’nin gölgesinden faydalanmaya devam ederken karşılık olarak İngiltere’ye daha fazla hareket serbestliği ve daha az ekonomik yük vermesidir. Cameron’ın yaptığı ‘‘Ben İngiltere’nin yeniden biçimlendirilmiş bir AB  içinde daha güvenli, daha güçlü ve daha iyi durumda olacağına inanıyorum.’’ açıklaması bu tespiti destekler durumdadır.

İngiltere’nin ekonomik yük ve hareket serbestliği sıkıntısının yanında bir diğer önemli ayrılma nedeni parçalanma olarak gösterilebilir. AB’nin iç yapısına baktığımızda, AB güçlü olmayan ekonomilere, maddi yardımlar ve tecrübe transferleri aracılığıyla kendi ayakları üzerinde durması konusunda teşvik etmektedir. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ile Birleşik Krallığı oluşturan İngiltere için bu sistem özellikle İskoçya’nın ayrılma konusunda aleyhte bir durum teşkil etmektedir. İskoçya özellikle askeri koruma ve ekonomik refah konusunda bağımlı olduğu İngiltere’den ayrılması durumunda bu ihtiyaçları AB’den karşılamayı düşünmektedir. Bu ayrılmayı ancak AB içinde yapabileceğini bilen İskoçya Başbakanı Sturgeon yaptığı açıklamada İskoçya’nın itirazlarını görmezden gelerek AB’den ayrılma kararı alması durumunda, ülkesinin ‘neredeyse kesinlikle’ yeniden bağımsızlık referandumuna gideceğini belirterek hamlesini yapmıştır. Zira İngiltere’nin Birlikten ayrılması durumunda İskoçya’nın bağımsızlığını tanımak suretiyle hiçbir Avrupalı Devletinin İngiltere’yi karşısına alacağı akla yatkın değildir.

Birleşik Krallık: Kuzey İrlanda, İskoçya, İngiltere ve Galler
Birleşik Krallık: Kuzey İrlanda, İskoçya, İngiltere ve Galler

Yabancı ülke vatandaşlarına vize vermesi durumunda dahi ince eleyip sık dokuyan İngiltere, mülteci konusunda Birlik ile ters düşmektedir. Söz konusu referandum, İngiltere’nin itirazlarına rağmen alınan kararlar sonucunda demografik yapısının bozulacağını ve entegrasyonun sağlanamayacağını düşünen İngiltere’nin resti olarak da değerlendirilebilir.

Ayrılmanın gerçekleşmesi durumunda hangi taraf ne kaybeder, hangi taraf ne kazanır?

İngiltere’nin AB’deki günümüz statüsüne baktığımızda AB’ye tam anlamıyla entegre olduğunu söyleyemeyiz. Birçok kararı kendi tayin eden İngiltere’nin AB’den ayrılması İngiltere’yi ve İngiliz halkını çok fazla etkilemeyecektir.

Ancak AB açısından baktığımızda güçlü bir müttefiki ve büyük ekonomik yardımları kaybettiği söylenebilir. Küresel siyasette her zaman bir ağırlığı bulunan İngiltere’yi kaybetmek AB için büyük etki doğuracaktır.

AB ile İngiltere arasındaki bu durumun bir gizli kaybedeni daha bulunmaktadır. Spykman’ın teorilerinde bahsettiği gibi İngiltere’yi Avrupa Kıtasından gelecek tehlikeleri engellemek için ileri bir karakol olarak gören ABD, bu durumdan etkilenen bir diğer taraf olacaktır. Ayrıca İngiltere’nin daha özgürleşmesi, bir gücün uyanması olarak nitelendirileceğinden ABD’nin güç mücadelesine girişeceği cephe sayısında artış meydana getirecektir. ABD’nin Avrupa Birliğinin atası sayılacak Batı Avrupa Birliğini desteklemesi ve mali yardımda bulunmasının ana sebebi Avrupa’dan gelecek herhangi bir tehlikeyi savmak ve bir gücün uyanmasını engellemekti. Bu amacını günümüzde AB ile devam ettirmekte bulunmaktadır. Basında çıkan ayrılma durumunda Wall Street’in önde gelen bankalarının Londra merkezli operasyonlarını İrlanda’ya taşıyacağı haberleri bu savı desteklemektedir.

İngiliz hükümetinin ayrılıklar yaşaması ve ayrı propaganda yapacağını belirtmesi, İngiltere’nin ayrılmaya çok sıcak bakmadığını ancak AB’den istenilen ayrıcalıklı statünün verilmemesi durumunda ayrılma kararının da düşünüleceğini belirtmektedir. İngiltere şu andan itibaren AB’ye karşı iyi polis kötü polis politikası yürüteceğini söylemek yerinde olacaktır.

Abdullah Özdil

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Ortadoğu’da Bir Casusluk Hikayesi

Ortadoğu’da James Bond’u Kıskandıracak Bir Casusluk Hikayesi

Ortadoğu ve casusluk kelimeleri yan yana gelince ister istemez herkesin aklına tek bir şey geliyor: İsrail

İsrail Devleti’nin Ortadoğu’daki özelliği, kurulduğundan beri çevresinde azılı düşmanları ile çevrili olmasıdır. 1948 yılında kurulmasından sadece saatler sonra Arap Birliği altında oluşan 4 ülkenin saldırısı ile karşı karşıya kaldı. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak‘tan oluşan bu koalisyonu geri püskürten İsrail, ilk savaştan topraklarını genişleterek çıktı. 1948 yılındaki savaş ilkti, ancak son olmayacaktı.

1948 savaşının sonu, İsrail askerleri Umm Rashrash (günümüz Eilat)’a bayrak çekiyor.
1948 savaşının sonu, İsrail askerleri Umm Rashrash (günümüz Eilat)’a bayrak çekiyor.

Bu savaşın favorisi olan Arapların yenilgi ile meydandan ayrılması ülkelerinde siyasi karışıklıklara neden oluyor, Mısır’da Kral Faruk ve Krallık, Hür Subaylar Hareketi ile yıkılarak General Necib Cumhurbaşkanlığına, Cemal Abdül Nasır ise başbakanlığa geliyordu. Böylece daha sonra Cumhurbaşkanı olacak Abdül Nasır’ın etkisiyle Arap dünyasında Panarabist politikaların popülaritesi artacaktı. Bu da yeni kurulan İsrail Devleti için gelecek yılların da çatışmalı geçeceğini ve bir takım önlemlerin alınması gerekliliğini ortaya koyuyordu.

Cemal Abdül Nasır ortaya koyduğu politikalar ile önce kendi ülkesi Mısır’da sonra diğer Arap ülkelerinde bir Arap Milliyetçiliği akımını başlattı. Süveyş Krizi ile de Batı dünyasından uzaklaşarak Sovyetler Birliğine yanaştı. Soğuk Savaşın etkisi ile Sovyetler Birliği Ortadoğu’da etkinliğini arttırırken, İsrail’de geçmişten gelen bağları ile Batı dünyası ile ilişkilerini arttırıyordu.

Cemal Abdül Nasır, SSCB lideri Kruşçev'le birlikte Asvan Barajı'nın temel atma töreninde.
Cemal Abdül Nasır, SSCB lideri Kruşçev’le birlikte Asvan Barajı’nın temel atma töreninde.

1960’lı yıllar Ortadoğu’da daha da sıcak geçiyordu. Her an yeni bir savaş kapıyı çalabilirdi. Bütün bu olaylar yaşanırken Sovyetler Birliği, Mikoyan-Gurevich MiG-21 adında süpersonik (sesten hızlı) jet avcı/önleyici uçağını hizmete soktu. Çağın son teknolojisini taşıyan bu uçak Batı dünyasında olduğu gibi İsrail’de büyük bir merak uyandırıyordu. Çünkü Sovyetlerle yakın ilişkide bulunan Mısır, Suriye ve Irak hava kuvvetleri tarafından envantere alınmıştı.

1963 yılında 6 Gün Savaşlarından önce iyice gerginleşen ortamda bu MİG tehlikesine Mossad el koydu. Gerekli çalışmalar yapıldı ve uçağın bir Arap ülkesinden alınarak incelenmesi fikri ortaya atıldı.

Uçağı satın almak için ilk girişimi Mossad ajanı, Jean Thomas Mısır’da yaptı. Thomas’a 1 milyon dolar karşılığında İsrail’e uçağı verecek pilotu bulması emredildi. Thomas’ın temasta bulunduğu Mısır’lı pilotlardan Adib Hanna durumu üstlerine bildirdi ve Thomas ile yanındakiler yakalanıp casuslukla suçlandı. Gruptan Thomas ile beraber 2 kişi idam edildi. Bu kötü sonuç ile plan bir süre durdu; farklı ülkelerde araştırma yapılması kararlaştırıldı.

1964 yılında ise Mossad, Irak‘ta temaslarda bulundu. Bir takım irtibatlarla Iraklı pilot Munir Redfa ile görüşmelere başlandı. Redfa, Süryaniydi; ve onun Hıristiyan kökleri haksız bir şekilde terfisini engellemekteydi. Redfa’nın Irak’ı terk etmeye hazır olduğunu anladılar. Bir kaç kez Irak dışında yapılan görüşmeler sonucunda Redfa 1 Milyon Dolar, İsrail vatandaşlığı ve tam zamanlı bir iş ile ikna edildi.

Munir Redfa (1966&1998)
Munir Redfa (1966&1998)

Çok sayıda Mossad ajanı Irak’a Redfa’nın karısı Betty’nin transferine yardımcı olmak için gönderildi. Plana göre Paris’e giden Betty ve 2 çocuğu bunun sadece bir yaz tatili olduğunu sanıyordu. Yeni İsrail pasaportu ile karşılaşan Betty, sakinleşene kadar ajanları, Irak Büyükelçiliği ile temasa geçmekle tehdit etti. Irak’ta kalan ailenin diğer üyeleri de o dönemler İsrail’le ilişkilerin normal düzeyde olduğu İran’a geçirildi.

Operasyonun son aşaması olarak 16 Ağustos 1966’da Iraklı pilot Mig-21 uçağı ile kuzey Ürdün’den geçerek İsrail’e indi. Ürdünlüler, uçak ile ilgili Suriye ile temasa geçmiş, ancak bir eğitim görevinde olduğuna ikna edilmişlerdi.

İsrail'e gelen MİG inceleniyor.
İsrail’e gelen MİG inceleniyor.

Bu MİG 21’i ele geçiren İsrail, Arap Hava Kuvvetlerinin envanterindeki son model savaş uçaklarının zayıf ve güçlü yanlarını keşfetme fırsatını yakalamış oldu. İsrail baş test pilotu Danny Shapira uçakla havalanarak düşmalarının elindeki bu son model uçağın zayıf noktalarını belirledi. Ve uçakla ile başa çıkmak için İsrailli pilotların eğitimine başlandı. Daha sonra Golan tepeleri üzerinde Suriye ile yaşanan it dalaşında 6 MİG’in düşmesi bu operasyonun meyvelerini verdiği anlamına geliyordu.

Danny Shapira kaçırılan MİG ile birlikte
Danny Shapira kaçırılan MİG ile birlikte

İşte bu uçak şimdi İsrail Hava Kuvvetleri Müzesinde, Ajan James Bond’a atfen 007 gövde numarası ile sergilenmektedir.

İsrail mig-21 007
İsrail, geçtiğimiz yıllarda uçağın arşivdeki görüntülerini paylaştı.

Şehmus Kızılkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Ülkelerin Çıkar Çatışmaları: Karabağ Savaşı

ÇIKAR ÇATIŞMALARI İÇİNDE BİR SAVAŞ: YUKARI KARABAĞ

Küresel sistemde, bölgeler bazında, ibrelerde çok sert değişimler yaşanmaktadır. Kısa sürede, Suriye, Fransa, Türkiye, Belçika ve Ukrayna derken şimdi gözler Kafkaslara çevrilmiş durumdadır. Çeyrek asırdır sorunlara gebe durumdaki Yukarı Karabağ’ın doğum sancılarının başladığını, ısınan Azerbaycan-Ermenistan hattından anlamaktayız. Bu sancıların sahiden bir doğum sancısı mı yoksa geçici mi olduğunu ilerleyen günlerde görmemiz muhtemeldir. Gelişen sıcak gelişmeler ile tarihi kıstaslardan yola çıkarak aktörleri, çıkar sahiplerini ve oynanan politik oyunları ele almakta fayda vardır.

İki ülke arasında 1991-1993’te, Ermenilerin Yukarı Karabağ ve çevresindeki yedi ili işgal etmesiyle sonuçlanan savaşın ardından 1994’te ateşkes imzalanmasına rağmen, temas hattında gerginlik hiç bitmedi.

Yukarı Karabağ işgalinin çözümü uluslararası kurumlar tarafından adeta sürüncemeye bırakılınca Azerbaycan da Ermenistan da ciddi anlamda silahlanma yarışına girdi.

Azerbaycan Ermenistan Ordularının Kıyaslaması

Uluslararası kurumlar çözüm getiremedi.

Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki sorunu aşmak için oluşturulan Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Minsk Grubu‘nun girişimlerinden bugüne kadar sonuç alınamadı. Belli aralıklarla her iki ülkeyi ziyaret eden ve yetkililerle görüşen Minsk Grubu Eşbaşkanları taraflara ateşkes ihlali yapmama uyarısında bulunmakla yetindi.

Ermenistan tarafından 1 Nisan’ı 2 Nisan’a bağlayan gece temas hattında Azerbaycan’a yönelik olarak başlatılan topçu ateşleri ve sivil halkı da etkileyen saldırıları sonucunda oldukça ısınan hat, Azerbaycan’ın sert karşılığı ile kaynamaya başladı. Azerbaycan’ın bu müdahalesi, karşılıkla sınırlı kalmadı ve işgal altındaki topraklarına doğru ilerlemeye başladı. Çatışmanın halen devam etmesi sonucu an be an yeni gelişmeler gelmektedir.

Azerbaycan Ermenistan Cephe Hattı

Bölgede yaşanan olaylardan sonra diplomasi hareketliliği de bir hayli hız kazandı. Suriye’den gözünü Ukrayna’ya çeviren Rusya’nın Ukrayna planlarını askıya almasına neden olan çatışmaya tepkisi acil ateşkes çağrısı yapmak oldu. Türkiye ve Türkmenistan yaptığı resmi açıklamalarla Azerbaycan’ın yanında olduğunu ve her an yardıma hazır olduklarını belirtti. Bu ikiliyi önce Pakistan daha sonra şaşırtıcı olarak İran izledi. İran’ın yardım teklifinin şaşırtıcı gelme sebebi uzun süredir Rusya ile müttefikliğidir. Ancak olayı farklı açılardan ele aldığımızda, İran’ın bu tavrı Kafkaslarda etkin bir Rusya’yı istememesi ve Güney Azerbaycan Türklerinin baskısı olarak yorumlanmalıdır.

Osmanlı ile İran arasında imzalanan Kasr-ı Şirin Andlaşması günümüzde Türkiye ile İran arasında da kabul edilmektedir. Daha çok kara sınırlarını belirlemesi özelliğiyle tanınan Kasr-ı Şirin, Türkler ile Perslerin bölgede nüfuz bölge sınırlarını da belirleyen andlaşmadır. Söz konusu Andlaşmaya göre Kafkaslar İran nüfuzuna, Ortadoğu Türk nüfuzuna bırakılmıştır. İran belirlenen nüfuz alanında güçlü bir Rusya’yı istememesi üzerine Rusya güdümündeki Ermenistan’ı değil Azerbaycan’a destek vermektedir. Daha öncede belirttiğimiz gibi İran’daki azımsanamayacak Azerbaycan Türkü nüfusu da bu kararda etkili olmuştur. Her fırsatta Türklerin yanında olduğunu bildiren Pakistan ile Türkiye ve Türkmenistan’ın kaygılarının ortak olduğunu söyleyebiliriz.

Son zamanlarda yakınlaşan Türk-İran ilişkileri, bu çatışma sonucunda ivme kazandığını söylemek doğru olacaktır. 5 Nisan’da, Türkiye-İran-Azerbaycan Üçlü Dışişleri Bakanları Toplantısı’nın gerçekleştirilecek olması bu duruma örnek teşkil etmektedir.

Her bir kıvılcımı körükleyen Batı neden suskun?

ABD’de yaşanan seçim hazırlıkları, Avrupa’da yaşanan bombalı eylemler sonucunda Batı’nın tam da nefes almaya ihtiyaç duyduğu bir anda patlak veren bu çatışma hiçte şaşırtıcı gelmemektedir. Rusya’nın Suriye’den sonra yönünü Ukrayna’ya dönmesi ve askeri yığınak yapmaya başlaması sonucu Batı tedirgin bir haldeydi. Bu duruma son vermek için yapılması gereken Rusya’nın dikkatinin başka bir yöne çevrilmesiydi, istenilen hedef bir ölçüde gerçekleşmiş bulunmaktadır. Bu noktada politik oyunlardan bahsetmek yerinde olacaktır.

Peki, Batı’nın daha doğrusu ABD’nin hedefi nedir?

Rusya’nın iki cephede aktif durumda olması nedeniyle zayıflayan ekonomisinin, toparlanmasına izin vermeden yeni bir cephe açılarak askeri kaynaklara harcanan maddi külfeti yükseltmek veya sabit kalmasını sağlamak, Rusya’nın saldırgan politikalarına son vermek, müttefikleriyle çıkar çatışmasına sokmak ve IŞİD merkezli gündemi Kafkaslara kaydırmaktır.

ABD’nin Rusya’nın iki büyük müttefiki Çin ve İran ile ilgili politikalar geliştirerek yalnız bırakmak istemesi aşikardır.

Yükselen güç olarak nitelendirilen Çin, ‘‘Thucydides Tuzağı’’na düşmemek uğruna ABD ile politik hamlelerini ince eleyip sık dokumaktadır. İran nükleer sorununu çözmede ABD ile partner olması ve Kuzey Kore nükleer sorununu çözmede ortaklığa istekli olması bu savı destekler niteliktedir. Çin açıkça Rusya’yı destekleyerek karşısına ABD’yi almak istemeyecektir.

Daima pragmatik politikalardan yana olan İran, nüfuz alanında Rusya ile karşılaşması, Rusya ile olan işbirliğini etkilemesi muhtemeldir. Batı ile arasını düzelten İran’ın yalnız kalma gibi bir endişesinin de ortadan kalktığını söylemek yerinde olacaktır. Bu faktör olayların seyrini değiştirmede etkin olacaktır.

Her iki durum karşısında Rusya’nın hamlelerini çok iyi belirlemesi gerekmektedir. Tek bir yanlış hamle domino etkisi yaratacak ve Rusya’yı yalnızlığa itecektir. Domino etkisi yaratacak yanlış hamlelerden biri, Azerbaycan’a karşı açık bir şekilde Ermenistan’ı desteklemek olacaktır.

Ekonomik sıkıntılar yaşayan Rusya’nın orta ölçekli sanayisinin zayıf olması ve azalan petrol ve doğalgaz rezervleri sebebiyle Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile iyi geçinmek zorundadır. Rus politikacıların kendilerine sorması gereken soru, Azerbaycan’a cephe almak Türk Cumhuriyetleri ile ne kadar iyi geçinmeyi teşvik eder?

Türkiye etkin olmak zorunda!

Türkiye’nin etkin olmasını 2 etmene bağlayabiliriz. Bunlar; maddi ve manevi etmenlerdir.

Maddi etmen; Suriye meselesinde dış politikadaki ciddiyetini yitiren Türkiye’nin, itibarını yeniden kazanması için uygun bir fırsat oluşturmaktadır. Bölgenin durumu, İran işbirliğiyle bölgesel güç olma anlamında oldukça iyi fırsatlar barındırmaktadır.

Manevi etmen; Azerbaycan ile mevcut dostluktur. Yıllardır şartsız daima Türkiye’nin yanında olan Azerbaycan halkının, haklı davasında yanında olmak ve desteğini esirgememek Türkiye’nin boynunun borcudur.

Abdullah Özdil

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Panama Belgeleri ve Küresel Yozlaşma

Dünyanın en büyük 4. offshore hukuk firması Panama menşeli Mossack Fonseca’ya ait yaklaşık 11.5 milyon sayfalık dokümanın sızmasıyla, aralarında 12 lider ve 143 politikacının da olduğu binlerce kişinin offshore hesapları ortaya çıktı. Şirkete ait 40 yıllık kayıt altına alınmış veri, toplam 11,5 milyon dosya 2,6 terabaytlık bir yer kapsıyor. Bu da Wikileaks’da ortaya çıkan belgelerin tam olarak bin beşyüz katına denk geliyor. Belgelere göre, şirket, müşterilerinin vergi kaçırmasına ve kara para aklamasına yardımcı oldu.

Kim sızdırdı?
Panamalı hukuk firması Mossack Fonseca sızıntının kaynağını oluşturuyor. Belgelerse Almanya’nın “Süddeutsche Zeitung” gazetesi ve Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun (ICIJ) yürüttüğü ortak çalışma sonrasında gün yüzüne çıkabilmiş. Konsorsiyum, bir yıllık araştırmasının ardından servis ettiği belgelerde ilk olarak 12 dünya lideri ve 143 politikacıya ait offshore hesapları tespit edildi. Tam listenin ise Mayıs ayının başında açıklanacağını duyurdu. Mossack Fonseca tarafında kimden yardım aldıkları ise hala meçhul.
Belgelerde ismi geçen isimlerse dudak uçuklatır türden. Siyasi liderler, sanatçılar, sporcular ve dünyanın her tarafından çeşitli tanınmış simaların yer aldığı belgelere Panama Papers (Panama Belgeleri) ismi verildi.

Panama Belgelerindeki liderler ve ünlüler
Panama belgelerinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, İngiltere Başbakanı David Cameron’ın babası, İzlanda Başbakanı Sigmundur Davíd Gunnlaugsson ve eşi, Pakistan Başbakanı Nawaz Şerif’in çocukları, Malezya Başbakanı Necib Rizak’ın oğlu, Ukrayna Devlet Başkanı Petro Poroşenko, Arjantin Devlet Başkanı Mauricio Macri, Beşşar Esad, dünyanın en ünlü futbolcularından olan Lionel Messi ve babası, 8 yıl futboldan men cezası alan UEFA Başkanı Michel Platini ve daha birçok isim yer alıyor.

Panama Belgeleri Liderleri

Forbes’ın milyarderler listesinde bulunan 29 kişinin ismi de yine belgelerde yer alıyor. Öte yandan haklarında yakalama kararı çıkarılmış kişilere ve uyuşturucu baronlarına da bu belgelerde rastlamak mümkün. Dokümanlarda İngiltere’deki Lordlar Kamarası’ndan altı lordun, iktidardaki Muhafazakar Parti’den üç eski vekilin, yine İngiltere’deki siyasi partilere bağış yapan çok sayıda kişinin isimlerinin de geçtiği öne sürüldü. Listede Türkiye’den de isimlerin olduğu iddia edildi fakat bunların varlığını öğrenebilmek için Mayıs’a kadar beklemek gerekiyor. Zira Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu’nun (ICIJ) Mayıs ayında tüm listeyi açıklaması bekleniyor. İlk gelen dalganın Amerika’yla hiçbir bağının olmaması ise kafalarda soru işaretlerine neden oldu.

Panama Belgelerine ilk tepkiler:
Panama’nın Devlet Başkanı Juan Carlos Varela, ülkesindeki offshore şirketleriyle ilgili bilgilerin sızdırılmasının ardından açılacak tüm soruşturmalar için “güçlü bir şekilde” işbirliği yapacaklarını açıkladı. Varela, son gelişmelerin hükümetin ülkenin finans endüstrisindeki yasa dışı eylemlere “sıfır hoşgörü” politikasına gölge düşürmemesi gerektiğini vurguladı.

AFP’nin haberine göre; Kremlin Sözcüsü Dimitri Peskov, gazetecilere yaptığı açıklamada, Panama Belgeleri üzerinde çalışan araştırmacı gazetecilerin eski ABD’li yetkililer ve istihbarat servisi ajanları olduğunu öne sürdü. “Biz bu sözde gazeteciler topluluğunu biliyoruz” diyen Peskov, “Gerçek meslekleri gazetecilik olmayan birçok gazeteci var: ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan birçok yetili, CIA ve başkaca gizli servislerden ajanlar…” ifadelerini kullandı. Sızdırılan belgelerin Rusya lideri Putin’i hedef aldığını savunan Peskov, “Ana hedef; Putin, Rusya, ülkemiz, istikrarımız ve gelecek seçimler” diyerek, belgelerde Rusya lideri ile ilgili yeni ya da somut bir şey olmadığını öne sürdü.

Avustralya Vergi Müdürlüğü (ATO), dünya genelinde çok sayıda önemli ismi etkileyen Panamalı hukuk firması Mossack Fonseca’dan sızan belgelerle ilgili yaptığı açıklamada, belgelerde ismi geçen 800 Avustralyalı vergi mükellefinin incelemeye alındığını belirtti.

İzlanda Başbakanı Sigmundur David Gunnlangsson’ın gazetecilerle yaptığı toplantıda kendisine vergi kaçakçılığı ve eşinin mal varlığının sorulması üzerine “Suç işlemişim gibi bir havanın oluşturulmasına izin vermeyeceğim” demiş ve toplantıyı terk etmişti. Sigmundur, yaptığı açıklamada ise istifa etmeyeceğini açıkladı.
Fransa’da ve İspanya’da yargı mercileri, Panama belgelerinin sızdırılmasının ardından olaya ilişkin soruşturma başlattı.

Şimdi ne olacak?
Panama Belgelerinin ilk dalgası uzun bir süre gündemdeki yerini koruyacakmış gibi gözüküyor, zaten Mayıs ayında da asıl dalganın gelmesi bekleniyor. Belgeler, görünen o ki ismi geçen liderleri dış politikadan ziyade iç politikada zorlayacak. Zira Poroşenko ve Putin gibi kanlı-bıçaklı olan liderler bile money laundering (kara para aklama) işinde aynı safta yer alabiliyorlar ama önemli olan liderlerin kendi halklarının bahsi geçen offshore hesapları ve büyük miktarda gerçekleşen vergi kaçakçılığını nasıl değerlendireceği. Başta Rusya olmak üzere belgelere resmi yollardan yalanlamalar gelmeye başladı bile. Bazı ülkelerse olayı yargı aşamasına taşıdılar ancak söz konusu davaların güvenilirliği şimdiden şüphe altında. Şahsen birkaç kuklanın yem edileceğini soruşturma ve davaların asla asıl isimlere ulaşamayacağı kanaatindeyim-belki 1-2 istisna olabilir. Ülkelerin vatandaşlarında ise ‘Biz şimdi kime güvenelim?’ algısı oluşmuş durumda. Desteklediği devlet başkanı kendi ülkesinden vergi kaçırıyor, en sevdiği sporcu kara para aklıyor, albümünü satın aldığı şarkıcı aslında bir vergi kaçakçısı v.s.

Belgeler belirli bir coğrafyayı ya da belirli bir ülkeyi değil tüm dünyayı ilgilendiriyor. Uganda’da bir şirket petrol sahasından 400 milyon dolar vergi kaçırmak için Mossack Fonseca’yı aracı olarak kullanmış. Hastanelerine yeterli tıbbi cihazları bile alamayan bu yoksul Afrika ülkesi yıllarca hukuk mücadelesi vermesine rağmen, bu parayı geri alamamış. Yıllarca sivilleri bombalayan Suriye Hava Kuvvetleri’ne ve Hava kuvvetleri ile iş yapan firmalara yaptırımlar devreye sokulmuştu. Ancak sızan belgeler bu yaptırımların ‘basit kâğıt’ işlemleriyle Mossack Fonseca üzerinden bypass edildiğini gösteriyor. Üstelik bu firmalar arasında Suriye’de rejime sert eleştiriler getiren İngiltere’den şirketler de bulunuyor. Endonezya, Güney Afrika ve Suriye gibi ülkelerin fakir insanlarının sırtından milyarlarca dolar haksız kazanç elde eden şirketler adeta şeytanla yarışmış!

Bir işçi çocuğu olarak tüm bu yaşananlardan sonra Balzac’ın güncelliğini hiç yitirmediği o sözü geldi aklıma: “Adalet büyük sineklerin delip geçtiği, küçük sineklerin ise takılıp kaldığı bir örümcek ağıdır.”

Mücahid Keskinoğlu

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

http://www.aljazeera.com/indepth/opinion/2016/04/panama-papers-care-160404093556156.html
 http://www.aljazeera.com.tr/haber/panama-belgeleriyle-sizan-dramlar
http://www.aljazeera.com.tr/haber/gizli-hesaplar-ortaya-cikti
http://www.yenisafak.com/dunya/panama-belgeleri-ulkeleri-ve-liderleri-yerinden-oynatti-2444736
http://tr.euronews.com/2016/04/04/panama-belgeleri-vergi-kaciranlar-arasinda-yok-yok/
http://tr.euronews.com/2016/04/04/panama-belgeleri-buz-daginin-gorunen-kismi
http://www.yenisafak.com/dunya/panama-baskanindan-panama-belgeleri-aciklamasi-2444841
http://www.yenisafak.com/dunya/panama-belgeleri-avustralyayi-harekete-gecirdi-2444895
http://tr.euronews.com/2016/04/04/izlanda-basbakani-gunnlaugsson-istifa-etmeyecegim/
http://tr.euronews.com/2016/04/04/kremlin-panama-belgeleri-nin-ana-hedefi-putin/

Irak ve Suriye Ortak İnteraktif Harita

5

Suriye’de iç savaşın başlamasının ardından IŞİD’in ortaya çıkışı tüm dünyayı yakından ilgilendirmeye başladı. Bir çok Arap ülkesindeki örgütlerin biat ettiği IŞİD son 14 ay içinde, Suriye ve Irak’ta hakim oldukları toprakların yüzde 22’sini kaybetti. Ama hâlâ Suriye’de ve Irak’ta büyük bir toprak parçasını kontrol ediyor. Irak ve Suriye’deki bu karmaşık durum ve iç savaş, bazı bölgelerin sürekli farklı taraflarca el değiştirdiği, tabiri caizse anlık olarak takip edilebilecek bir hâle büründü.

Sitede Irak ve Suriye’de ki son durum haritalarını vermeye çalışıyoruz ancak, IŞİD’den dolayı bu iki ülkenin tek bir haritadan takip edilmesi gelişmeleri daha iyi analiz edebilmemiz açısından faydalı olacaktır. Anlık güncellenen interaktif harita üzerindeki değişiklikler, kaynak belirtilerek yenilenmektedir. Küçük köylerden büyük yerleşim yerlerine kadar sürekli güncellenen bu haritayı tam ekran yapmak için haritanın altındaki ‘Tam Ekran’ yazısına tıklayabilirsiniz.

SURİYE’de Taraflar IRAK’ta Taraflar
Esad Rejimi (kırmızı) Irak Ordusu (soluk renkte kırmızı)
Muhalifler (yeşil) Irak Bölgesel Kürt Yönetimi (sarı)
PYD/YPG (turuncu) IŞİD (siyah)
IŞİD (siyah)

Bu haritanın güncel olmadığını düşünüyorsanız, farklı kaynaklar tarafından güncellenen Suriye ve Irak Canlı Savaş Haritasını inceleyebilirsiniz.

 

Azerbaycan Ermenistan Çatışmasının Arkaplanı

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki sınır çatışmaları 1994’te imzalanan ateşkesten beri küçük çaplı da olsa devam etmektedir. Bu çatışmalar geçtiğimiz günlerde Ermenistan’ın saldırısıyla ve Azerbaycan’ın bu ateşe cevap vermesiyle oldukça şiddetlenmiş ve iki taraftan da askeri kayıplar verilmesine neden olmuştur. Azerbaycan askerleri Ermenistan tarafından gelen ateşe karşılık olarak, işgal altındaki bazı bölgelere operasyon düzenlemiş ve bazı köyleri ele geçirmiştir. Ele geçirilen köyler ve operasyon haritasını AA şöyle haritada göstermiştir:

Azerbaycan Ermenistan Çatışması

Avrupa ülkeleriyle birlikte Rusya, Türkiye ve İran’ın da dikkatini çeken Azerbaycan Ermenistan Çatışması, bu ülkelerin açıklama yapmasına neden olmuş ve ardı ardına gelen açıklamalarda itidal çağrısı yapılmıştır. Bugün itibariyle de bu çağrılara yanıt olarak Azerbaycan Cumhurbaşkanı Yardımcısı Hasanov, ateşkes ilan ettiklerini ancak Ermenistan’ın ateş açmaya devam ettiğini açıklamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’da ”Eğer Ermenistan ateşi keserse Azerbaycan da ateşi kesecek, olayın aslı bu” demiştir. Yani Azerbaycan Ermenistan’ın ilk ateşi açmasına rağmen ateşkes ilan ettiğini duyurmuştur. Azerbaycan’ın bu sağduyulu ve soğukkanlı ateşkes çağrısının arkasında tabi ki farklı sebepler yatmaktadır.

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Sorununun temelinde Ermeni ayrılıkçılar ve Ermeni askerlerinin saldırgan tavırlarının yattığı bilinmektedir. Ermenistan’ın hukuksuz işgalini 2001 tarihinde dönemin Ermenistan Savunma Bakanı Serj Sarkisyan’ın Ermenistan parlamentosunda kendi ağzından söylediği sözlerle teyit etmek zor olmayacaktır:

“İşgal ettiğimiz topraklar var. Bunda utanılacak bir şey yok. Güvenliğimiz gereği bu toprakları işgal ettik. Biz bunu 1992 yılı ve öncesinde de söylüyorduk, şimdi de söylüyoruz. Belki üslubum diplomatik değil ama gerçek bu.”

Soyvetler Birliği’nin dağılması sonrasında bağımsızlıklarını ilan eden eski Sovyet ülkelerinden Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki Dağlık Karabağ Sorunu yıllar öncesine dayanmaktadır. Bağımsızlık sonrasında Ermenistan ile Azerbaycan arasında tampon bölge olan Dağlık Karabağ Özerk bölgesinin Azerbaycan’a bağlanması kararını alan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bu kararı uygulatamamış ve Ermenistan bu bölgenin Ermenistan ile birleştiğini ilan etmiştir. Dönem şartları itibariyle Ermenistan’ın silah kapasitesinin fazla oluşu Ermeni güçlerinin bölgeyi işgalini kolaylaştırmıştır. İşgal sonrasında Dağlık Karabağ bağımsızlığını ilan etmiş ve Ermenistan’dan yardım alsa da Ermenistan dahil hiçbir ülke tarafından tanınmamaktadır.

Dağlık Karabağ Haritası

Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki bu sorunun çözülememesinde Rusya’nın etkisi büyüktür. Çünkü Azerbaycan işgal altındaki topraklarından Ermeni güçlerini çıkaracak ekonomik ve askeri donanıma sahip olsa da, Ermenistan’a geniş çaplı bir saldırının aynı zamanda Rusya’ya olacağını düşünmektedir. Rus basınında da ”Ermenistan sınırlarının Rusya sınırları olduğu” çoğu zaman ifade edilmiştir. Bu gibi çıkarımların sebebi de Ermenistan’da bulunan Rus askeri üslerin varlığıdır. Rusya Ermenistan’a muazzam derecede askeri yığınak yapmakta ve ülkeye zaman zaman karşılıksız silah yardımlarında bulunmaktadır. Rusya’nın hali hazırdır Ermenistan’da 29 tane askeri karakolu bulunmakta ve bunların 14’ü Türkiye sınırına yakın bölgelerde yer almaktadır. Aynı şekilde Rusya’nın Ermenistan’da askeri üsleri vardır ve iki ülke ortak hava savunma sistemi kurmak için çalışmalarını sürdürmektedir.

Sonuç olarak Azerbaycan’ın bu çatışmaları sürdürme gayesi içinde olmamasının en büyük sebebi Rusya’dır. 22 yıldır süre gelen çatışmalarda ‘neredeyse her zaman’ Ermenistan tarafından provakatif eylemlerde bulunulmuş, ancak Azerbaycan hükümeti bu eylemlere karşı büyük taarruzlardan kaçınmıştır. Azerbaycan’ın savaşın iki ülkeye vereceği zararı düşünmekten ziyade, bu savaşın hangi ülkelere uzanacağını öngörmesi, olası büyük bir savaşın olmamasındaki en büyük gerekçedir. Geçtiğimiz günlerde Azerbaycan, Rusya ve İran Dışişleri Bakanlarının 7 Nisan’da Bakü’de üçlü görüşme yapacağının açıklanması sonrasında yaşanan bu çatışmalar ise oldukça düşündürücüdür. Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’ndeki onca Rus askeri danışmana rağmen çatışma bölgesinde ki bu hararet akıllarda sorular bıraksa da, Azerbaycan’ın ateşkes ilanı sonrasında Ermenistan’ın yanıtı merakla beklenmektedir.

Suriye Son Durum Haritası (Nisan 2016)

Suriye’de Nisan itibariyle ateşkes halen devam etmekte. Esad rejimi, muhalifler, PYD ve IŞİD’in kontrol ettiği bölgeler ve haritaları vermeden önce  Suriye’de son durum hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum.

Suriye’de Mart ayı ateşkes ile geçti ancak çatışmalar devam etti. En büyük değişiklik Rusya’nın askeri varlığını Suriye’den çekme kararı alması.  Geçtiğimiz ay çok konuşulan bu haber Suriye’yi az da olsa rahatlatmış görünüyor. Ancak Rusya şuan askeri varlığının yarısını çektiği, diğer yarısının hala operasyonlara katıldığı ABD öncülüğündeki koalisyon uçaklarının komutanı tarafından teyid edilmişti.

Esad Rejimi

Esad rejimine bağlı güçler Humus’a bağlı Palmira Antik Kentin bulunduğu Palmira’yı yani Tedmur’u IŞİD’den geri aldı. 5 bin yıllık tarihe sahip olan UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Palmira antik kentinin IŞİD’in elinden alınmasıyla, IŞİD’e karşı büyük bir darbe vuruldu ve bunun IŞİD için ‘en büyük kayıp’ olduğu söylendi.

Muhalifler

Muhalifler genel olarak Lazkiye’nin kuzeyinde Türkmen Dağı bahsettiğimiz Hatay sınırındaki bölgede rejim güçlerinin elinden birçok bölgeyi aldığı bildirilmişti. Ama burada sürekli köyler el değiştiriyor diyebiliriz. Halep’in güneyinde ise Ahrar’uş Şam,  İslam Ordusu(Ceyş’ül İslam) ve Şam Cephesi gibi bir çok muhalif grup ortak operasyonile rejim güçlerine operasyon düzenledi. Türkiye-Suriye sınırındaki Azez’de son durum ise çok ilginç. Türkiye’nin hala ‘güvenli bölge’ kurmayı düşündüğü bu bölgede pek konuşulmuyor ama ateşkes sonrasında muhalifler IŞİD’in elinden bir çok köyü ele geçirdi ve hakimiyet alanını Azez’in doğusuna doğru ilerletti.

IŞİD

IŞİD geçtiğimiz ay büyük bir kazanım elde edemedi. Sadece elindeki topraklar el değiştirdikçe geri almak için saldırılarda bulunuyor. Mart ayında IŞİD Türkiye sınırından geçen yabancı savaşçı sayısının azalması ve bombardımanlar sonucunda çokça kayıplar verdi ve genel olarak örgütün ilerlemesi durdu denebilir.

PKK’nın Suriye kolu PYD

Suriye’deki en büyük güçlerden biri olan PYD ise geçtiğimiz aylarda da olduğu gibi Mart ayında da en çok kazanan taraf oldu. Haseke’nin güneyinde, Deyr ez Zor’un kuzeyinde ABD koalisyon uçaklarının desteğiyle hareket eden örgüt, bir çok yerleşim yerini IŞİD’den alarak kontrol etmeye başladı. PYD’nin Afrin’deki güçleri ile muhalifler arasında Halep’in kuzeyinde de yer yer çatışmaların sürdüğünü söylenebilir.

Kim ne kadarlık toprağı kontrol ediyor? 
IŞİD Suriye’nin %43,388’ini, yani 78,210 km2’lik bir toprağı kontrol ediyor.
Rejim Suriye’nin % 17,631’ini, yani 31,764 km2’lik bir toprağı kontrol ediyor.
PYD Suriye’nin %14,761’ünü, yani 26,617 km2’lik bir toprağı kontrol ediyor.
Muhalifler Suriye’nin % 11,654’ünü, yani 21,015 km2’lik bir toprağı kontrol ediyor.
Suriye’nin %12,5’inin yani 22,530 km2’lik alanın kontrolü kim de belli değil.(Çöl bölgesi)

* 06 Nisan 2016 verileri / Sürekli güncellenmektedir.

– Haritalarda büyük değişimler olmuyor ancak Suriye’deki durumu ayrıntılı takip edenler için sürekli yenilenen haritaları bu başlık altında ekliyoruz.

Sürekli Güncellenen Haritalarla ”Suriye’de Son Durum”

10 NİSAN 2016 – Suriye Son Durum Haritası

Suriye Son Durum Haritası (10 Nisan 2016)
Suriye Son Durum Haritası (10 Nisan 2016)

TAM EKRAN

3 Nisan 2016 – Suriye Son Durum Haritası

Suriye Son Durum Haritası Nisan 2016
Suriye Son Durum Haritası (Nisan 2016)

TAM EKRAN

1 Nisan 2016 – Suriye Son Durum Haritası

 Suriye Son Durum Haritası
Suriye Son Durum Haritası (Nisan 2016)

TAM EKRAN
* Alternatif harita suriyegundemi.com‘dan alınmış, üzerinde küçük oynamalar yapılmıştır.

Rusya’nın Arktika Stratejisi

Arktika, 27 milyon km2’lik alana sahip olan kuzey kutup bölgesine verilen addır. Bu bölgeye 8 ülkenin sınırı vardır ve bu ülkeler ABD, Kanada, Finlandiya, Norveç, İsveç, Danimarka, İzlanda ve Rusya’dır. Bölgedeki doğalgaz ve petrol rezervleri, bölge ülkelerinin dikkatini çekmekte ve bundan ötürü çeşitli sıkıntılar yaşanmaktadır. Arktika bölgesindeki rezervleri Türkiye üzerinden anlatmak gerekirse, Arktika’daki rezervler Türkiye’nin petrol tüketimini yaklaşık 330 yıl, doğalgaz tüketimini ise bin yıl karşılayacak seviyede. Bu bölgede bir nevi yalnız kalan Rusya’nın ise bölge için uyguladığı strateji İbrahim Hasanoğlu tarafından güncel verilerle StratejikOrtak.com için kaleme alınmıştır.

Kırım Krizi ve ardından Ukrayna’da yaşanan gelişmeler Rusya ile Batı dünyasını Soğuk Savaş’ın ardından ilk kez bu denli ciddi şekilde karşı karşıya getirmiştir. Rusya ile Batı arasında yaşanan bu gerilim, doğal olarak devasa hidrokarbon kaynaklarına sahip Arktika[2] bölgesine de yansımış, ABD, Kanada ve diğer bölge ülkeleri Arktika’da Rusya ile işbirliğini dondurmuştur. Bu gelişmeler karşısında Rusya Güvenlik Konseyi toplantısında konuşan Vladimir  Putin, dünyanın siyasi ve sosyoekonomik yapısının hızla değiştiğini ve bu durumun Arktika dâhil, Rusya’nın ulusal çıkarlarına yeni riskler ve meydan okumalar yarattığı belirtmiştir. Arktika’ya yönelik küresel güçlerin de ilgisinin arttığını vurgulayan Putin, bu koşullar altında Rusya’nın bölgedeki etkinliğini korumak ve rakiplerinden geri kalmamak için yeni önlemler alması gerektiğini belirtmiştir.[3] Putin’in bu açıklamaları Temmuz 2015’te yayınlanan Rusya Federasyonu’nun Denizcilik Doktrini’nin[4] de habercisi niteliğindeydi. Nitekim Arktika’daki enerji kaynaklarının çıkartılmasının ve bölgenin askeri güvenliğinin özel olarak vurgulandığı doktrin, Rusya ile diğer kıyıdaş ülkeler arasındaki jeopolitik rekabetin bir üst aşamaya geçtiğinin de göstergesidir.

Enerji kaynaklarına artan iç talebe rağmen, petrol ve doğalgaz ihracatının arttırılması, Rusya için hayati öneme sahiptir. Ülkenin ihtiyaç duyduğu üretim artışıysa ancak Doğu Sibirya’nın ulaşılması zor bölgelerinde ve Kuzey Buz Denizi’nin şelflerinde yeni hidrokarbon yataklarının işletilmesiyle mümkün olabilir. Küresel ısınmayla birlikte Kuzey Deniz Yolu’nda gemi trafiğinin artması ve devam eden boru hattı projelerinin tamamlanmasıyla birlikte Rus enerji kaynakları için pazar çeşitlendirmesi imkânı doğacaktır ki, Rusya bununla Avrupa pazarına bağımlılığı uzun vadede azaltmayı hedeflemektedir. Fakat Rusya ekonomik faaliyetlerini genişletmek istiyorsa bölgenin askeri güvenliğini üst düzeyde sağlaması gerektiğinin de farkındandır. Çünkü Kuzey Kutup Çevresi, geleneksel jeopolitik bakış açısına göre öncelikle stratejik nükleer denizaltılar (SSBNs) ve deniz tabanlı diğer nükleer silahlar için potansiyel bir üs olarak; ikincisi askeri eğitim ve test için “boş” alan sağlayarak; üçüncüsüyse toprak tabanlı saldırı ve ABD’nin Ulusal Füze Savunma (NMD) sisteminin savunma öğeleriyle dağıtımı için bir alan olarak askeri anlamda yüksek düzeyde stratejik bir alandır.[5] Rus deniz kuvvetlerinin okyanuslara açılması için de geçiş noktası olan bölge, aynı zamanda güvenlik açısından da önemli bir askeri stratejik alandır ve ülkenin en büyük deniz üslerinden olan Murmansk ve Arhangelsk buradadır. Rusya’nın kuzeydeki askeri varlığının anlamı, Rusya askeri yapısının kıtasal karakterinden ve kendisini “deniz güçleri” karşısında kıtasal kamp olarak gören doğal algılayışından ileri gelmektedir. Bu askeri yapıların temel amaçları, kıyı alanını muhtemel deniz ve hava hücumundan korumak ve ihtiyaç anında Kuzey Kutbu’ndan Amerika kıtasına nükleer saldırıyı temin etmektir. Burası aynı zamanda ABD ile Rusya arasındaki en kısa mesafedir ve bu yüzden de Rusya için geliştirilmesi ve ciddiye alınması gereken öncelikli alanlardandır.[6]

Arktika haritası ve Arktika'ya sınırı olan ülkeler
Arktika haritası ve Arktika’ya sınırı olan ülkeler

Rusya hariç Arktika’ya kıyıdaş ülkelerin tamamı- Norveç, Danimarka, Kanada ve ABD- NATO üyesidir ve ittifakın bölgeye yönelik bir politika izleyebileceği ihtimali gündeme gelmekte, bu da doğal olarak Rusya’yı tedirgin etmektedir. Fakat NATO yetkililerinin, ittifakın bir Arktika stratejisinin olmadığı yönünde beyanatları bulunsa da Norveç’in NATO’yu Rusya’nın bölgedeki askeri faaliyetlerine karşı devreye sokma girişimleri olduğu bir gerçektir. ABD’nin askeri ve ekonomik gücü Rusya karşısında çok zayıf kalan diğer kıyıdaş devletlere güven verirken, özellikle ABD ve Rusya karşılıklı olarak bölgede silahlanmayı hızla artırmaktadırlar. Nitekim Rusya 2012 yılı itibariyle Novaya Zemlya (Yeni Toprak) Takımadaları’nda bulunan eski nükleer üssün korunması yönünde önlemleri artırmış, bölgeye hava savunma birimlerinin gönderileceği ve takımada sularında Kuzey Filosu’na ait gemilerin nöbet tutacağını açıklamıştır. Rusya aynı zamanda Yeni Sibirya Adaları’nda 1993’te kapattığı üssünü yeniden açma kararı da almıştır ki, Moskova bununla hem stratejik bölgenin kontrolünü sağlamayı hem de rakiplerine gözdağı vermeyi hedeflemektedir.

Stratejik kaynaklar üzerinde küresel aktörlerin çıkar çatışmasının söz konusu olması bölgede yeniden “büyük oyun”un ortaya çıkma ihtimalini yükseltmektedir. Jeopolitik önemi artan Arktika’nın çıkar sahibi ülkeler tarafından askeri yatırımların artırıldığı bir bölge haline gelmesiyse Arktika’da kalıcı bir hukuksal rejimin oluşturulmasının karşısındaki en büyük engeldir. Jeopolitik konumla birlikte ekonomik getirinin de yüksek olması dikkate alındığında bölge devletlerinin egemenliklerini dışarıdan bir yapıya devretmeleri mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla gelecekte yaşanabilecek herhangi bir çatışma durumunda uluslararası hukukun zayıf kalmaktan başka bir seçeneği yoktur. Öte yandan güç dengelerinin henüz tam olarak oturmamış olması ve kıyıdaş devletlerin enerji kaynaklarına ulaşmak amacıyla kuzeye doğru sınırlarını genişletme çabası göz önünde bulundurulursa, hâlihazırda serbest olan silahlanmanın hız kazanması ihtimali daha da yükselmektedir. Fakat Ukrayna olaylarından sonra Batının Rusya’ya yönelik uygulamaya başladığı ekonomik yaptırımlar Rusya’nın özellikle uluslararası şirketlerle Arktika’da yaptığı ortak enerji yatırımlarını da ciddi şekilde etkilemekte, Rusya kendine doğulu ortaklar aramaktadır. Yaptırımlar Rusya’nın bölgedeki ekonomik faaliyetlerini zayıflatacak, ekonomik zayıflamaysa doğal olarak askeri yatırımları etkileyecektir. Bu durum Arktika’daki rekabetin yakın zamanda kıyıdaş ülkeler arasında olmaktan çıkarak küresel boyuta ulaşacağının göstermektedir. Nitekim Rus yetkililer Hindistan ve Çin şirketleriyle Arktika’da ortak çalışabileceklerini açıklamıştır.

İbrahim Hasanoğlu

Stratejik Ortak Misafir Yazar

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

[1] Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı, E-posta: ibrasu116@yandex.com.

[2] Bölgedeki kaynaklara yönelik en kapsamlı araştırmayı yapan Amerikan Jeolojik Araştırmalar Dairesi’nin (USGS) 2008 yılında yayınladığı rapora göre, Kanada, Rusya ve Alaska’nın kuzey kıyılarında 400’den fazla petrol ve gaz yatağı bulunmaktadır. Yine bu rapora göre, Arktika Bölgesi’nde 90 milyar varil petrol, 1,669 küp fit (cubic feet) doğal gaz ve 44 milyar varile eşdeğer sıvı gaz (natural gas liquids) bulunmaktadır. USGS Fact Sheet 2008-3049, [http://pubs.usgs.gov/fs/2008/3049/fs2008-3049.pdf].

[3] “Zasedanie Soveta Bezopasnosti po voprosu realizatsii gosudarstvennoy politiki v Arktike”, [http://www.kremlin.ru/transcripts/20845].

[4] Doktrinin tam metni için bkz: [http://kremlin.ru/events/president/news/50060].

[5] L. Heininen, “Küreselleşmenin Etkileri ve Dünya Siyasetinde Kuzey Kutbunun Yeri”, H. Gümrükçü, (Ed.), Küresel Bakışla Kutup Çağı: Çatışmalar, İşbirlikleri ve Ulusal Çıkarlar, Ankara, Siyasal Kitabevi, 2015, s. 42.

[6] A. Dugin, Rus Jeopolitiği Avrasyacı Yaklaşım, çev: V. İmanov, İstanbul, Küre Yayınları, 2010, s. 140.

[/vc_toggle]