Suudi Arabistan’ın ağabeyliğindeki Körfez ülkelerinden, Umman ile birlikte daima farklı ve bağımsız bir politika izleyen Katar’la ilgili olarak alınan yaptırım kararlarının bu kadar şiddetli olacağı herhalde tahmin edilememişti.
Katar’ın diğer Körfez İşbirliği Konseyi ülkelerinden farklı politika izlemesi oldukça eskiye dayanmakta. Katar’ın yönetici ailesinin tarihi-siyasi bir entite olarak oluşmaya başladığı yıllardan itibaren daima Suud ve diğer Körfez ülkelerinden farklı bir yol izlediği dikkati çekmektedir. 18. yüzyılın sonlarından itibaren Bahreyn’i yöneten Al Halife ailesinin bölgedeki nüfuzu yaklaşık bir asır sonra Al Sani ailesinin İngilizler tarafından bölge lideri olarak tanımlanmasıyla ciddi bir meydan okuma ile karşılaşmıştır.
Katar Devleti ve bağımsızlık politikası
Katar, bu ülkeyi Arap yarımadasının tabii bir uzantısı olarak gören Suudi Arabistan’ın kurucularının daima takibinde olmuş ve Suudlular Katar’ı nüfuzları altına almak istemişlerdir. Katar yönetici ailesi bundan ancak Osmanlı yönetimi ile işbirliği yaparak kurtulmuş; Osmanlılar da 1916 yılına kadar bu baskılara direnmekle birlikte, ardından bölgeyi İngilizlere terketmiştir. Aynı durum Birleşik Arap Emirlikleri’nin teşekkülü esnasında tekerrür etmiş Katar da bu oluşuma davet edilmiş ancak Katarlılar bu teklifi de kabul etmeyerek bağımsız bir devlet olma yolunu seçmiştir. Aslında Katar’ın diğer Körfez ülkelerinin resmi adlarında kullandığı krallık, emirlik ve sultanlık yerine Kuveyt’le birlikte Devletü Katar (Katar Devleti) ismini kullanması bile bu bağımsız politikanın bir sembolü olarak ifade edilebilir.
Katar’ın bu bağımsız tutumu Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez şeyhlikleri ve emirlikleri arasında adeta bir kader haline gelerek bu son krize kadar da devam etmiştir. Aslında bu kriz Körfez İşbirliği Konseyi üyesi Körfez ülkeleri ve Katar ilişkilerinde periyodik olarak meydana gelen krizlerin son halkası olmakla birlikte, zamanlaması ve şiddeti nedeniyle bir anda Ortadoğu gündeminin en önemli maddesi haline gelmiştir.
Bu periyodik krizler özellikle şimdiki Şeyh Temim’in babası Şeyh Hamad’ın 1995’te iktidara gelmesi ile süreklilik kazanmaya başladı. 1996’da Katar Devleti tarafından bir soft power (yumuşak güç) aracı olarak kurulan ve bölgede liberal ve açıklık yanlısı tutumuyla kısa sürede Arap dünyasının bir numaralı televizyonu haline gelen el-Cezire’nin yayın politikası, Körfez ülkeleri ile Katar arasındaki sorunlu ilişkilerin en önemli sembolü olarak düşünülebilir. Nitekim bölgedeki her kriz el-Cezire televizyonunun bürolarının kapatılmasıyla sonuçlanmıştır.
El-Cezire televizyonunun yanısıra Şeyh Hamad döneminde Katar’ın dış politikası da Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinden farklılık gösterdi. Katar Filistin’de Suud liderliğindeki Körfez’in desteklediği el-Fetih’in aksine Hamas’ı, Mısır’da selefi hareketlere karşı Müslüman Kardeşleri desteklediği gibi Körfez İşbirliği Konseyi’nde Umman’la birlikte daha farklı bir politika izlemiş İran ile de iyi ilişkiler göstermiştir. Körfez İşbirliği Konseyi İran ilişkileri her zaman sorunlu olmakla birlikte Konseyin üyeleri karşılıklı olarak İran’la özellikle ticari ilişkilerini iyi tutmaya özen göstermişlerdir. Körfez ülkeleri içerisinde İran’la en iyi ilişkilere sahip ülke ise ironik bir şekilde Birleşik Arap Emirlikleri’dir.
Arap Baharı süreci
Suudi Arabistan’ın 1995 yılında Körfez İşbirliği Konseyi başkanlığına karşı çıkan Şeyh Hamad’a karşı iki başarısız darbe teşebbüsü olmuş ve bu Suud-Katar ilişkilerini gerginleştirmiştir. 2002 yılında da el-Cezire’nin yayın politikası nedeniyle Suudi Arabistan Katar’daki büyükelçisini geri çekmişti. Katar-Körfez ilişkileri en sorunlu dönemini ise 2011’de Arap Baharı adı verilen sürecin başlamasıyla yaşadı. Özellikle Mısır ve Libya’daki süreçlerde Müslüman Kardeşlerin amansız düşmanı Birleşik Arap Emirlikleri ile ters düştü. Müslüman Kardeşler üyelerinin Katar’ın başkenti Doha’da kendilerine sığınma imkanı bulmaları bu krizin temel sebebini oluşturuyordu.
Bu arada 2013’te Katar’daki iktidar değişikliği Körfez ülkeleri içinde umutla karşılandıysa da Şeyh Temim babasının politikalarını devam ettirmekte kararlı gibiydi. Bunun üzerine Riyad’a çağrılarak Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin istekleri doğrultusunda bir güvenlik anlaşması imzalamaya mecbur bırakılmıştı. Aslında 2014’te bu anlaşma şartlarının Katar tarafından yerine getirilmediği iddiasıyla Körfez ülkelerinin elçileri çekilmişti Doha’dan. 2014 krizinin nedeni yine Müslüman Kardeşler üyelerinin Doha’da kendilerine yer bulmalarıydı. Bu kriz de Kuveyt şeyhi Sabah el-Ahmed’in devreye girmesi ve Müslüman Kardeşler üyelerinin ülkeden gönderilmesiyle çözülmüştü.
Son yaşadığımız kriz ise yine bu yıl mart başında Suudi Arabistan, Bahreyn ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin Katar’la ilgili bölgesel güvenliği tehdit ve Müslüman Kardeşlerle işbirliği gibi iddialarıyla başladı. Körfez ülkelerinin, Müslüman Kardeşler üyelerini topraklarında barındırmaması, el-Cezire’nin yayın politikasını değiştirmesi ve Müslüman Kardeşler’e yakın kanallara ve din adamlarına destek vermemesi gibi istekleri vardı Katar’dan. Nisan ortalarında Katar kabul etmişti bu istekleri. Ancak ne olduysa ABD başkanının ziyaretinin sonrasında oldu. Ziyaretin hemen ardından Katar Şeyhi Hamad’ın aslında var olmayan İran lehine bir açıklaması sızdırılarak işaret fişeği atılmış oldu. Katar bunun bir siber saldırı sonucu yapıldığını ve gerçek olmadığını resmi olarak ilan ettiyse de Körfez basını bunu gerçek kabul ederek olayın üstüne gitti ve nihayetinde kriz şu anda geldiği zirve noktasına ulaştı.
Kriz büyük planın parçası
Yukarıda verilen kronoloji aslında çok şey ifade ediyor. Öteden beri İslam ve Arap dünyasının liderliği hususunda önemli iddialar taşıyan Suudi Arabistan özellikle Körfez’de kendisinden bağımsız bir politika izleyen Katar’a bölgede patronun kim olduğunu ve artık ne tarafta duracağı hususunda bir karar vermesinin gerektiği mesajını verdi. İran’a karşı safları sıklaştırmak isteyen Suud ve Körfez ülkeleri bölgede çatlak ses istemediklerini çok sert bir şekilde ifade ettiler. Zamanlama ise her zaman olduğu gibi manidar. Zira Trump’ın son ziyaretinde yapılan anlaşmalarla İran’a karşı arkasını sağlama alan Suudi Arabistan bölgedeki liderliğine kayıtsız şartsız itaat bekliyor.
Olaylara mikro ölçekte bakıldığında Körfez içi bir hizalama problemi olarak görünse de krizin özellikle Trump’ın ziyareti sonrasına denk gelmesi ve Ortadoğu’daki genel durumun nezaketi göz önüne alındığında makro bir planın parçası olduğu açık. Zira Trump’ın İran karşıtı bir politikaya yönelmesi ve İran’ı çevreleme politikası izlemesi, bölgede DEAŞ gibi terörist örgütlerle mücadeleyi öncelemesi büyük planda Körfez ülkelerin tümünün İran karşıtı cephede yekpare bir hâle gelmesini amaçlıyor. Bu aynı zamanda İran tehdidi karşısında zengin Körfez ülkelerine daha çok silah satışı anlamına geliyor. Seçim öncesinde ABD vatandaşlarına daha çok zenginlik vadeden ve içeride de çok zor durumda olan işadamı zihniyetine sahip Trump için de önemli bir fırsat bu. Zengin Körfez ülkelerini İran nüfuzunun yayılmasına karşı korumanın da bir bedeli olmalı herhalde. Tabii bir de radikal terörist örgütlere maddi yardım hususunda bir günah keçisine ihtiyaç duyulmakta terörist PYD’ye silah verenlar tarafından.
Bu durum Katar gibi son yıllarda bağımsız bir politika izlemeye çalışan ve PYD/YPG terör örgütünün DEAŞ’a karşı kullanılması hususunda ABD ile ters düşen Türkiye’yi de komşusu ve iyi ilişkiler kurmaya çalıştığı İran karşıtı kampta yer almaya zorlamaya yönelik bir hamle olarak da algılanabilir. Nitekim İran Dışişleri Bakanı Zarif’in dün Türkiye’ye yaptığı ziyaret de Katar kriziyle yakından bağlantılı. Tabii burada Suriye’de İran’ın müttefiki olan Rusya’nın İran’ın yanında yer alıp almayacağı önemli bir soru işareti olarak belirsizliğini koruyor. Zira bu durum hem bölgesel hem de küresel bir savaşa sebep olabilir.
Kaynak: AA
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.