Kaşgar’dan Gvadar’a: Pakistan-Çin Ekonomik Koridoru

2

İpekyolu Ekonomik Kuşağı girişimi kapsamında oluşturulan Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru 3 bin kilometreden daha fazla uzunluğa sahip. Çin’in bu proje için yapacağı yatırım bedeli ise 46 milyar dolar.

Çin Pakistan ekonomik koridoru
Çin Pakistan Ekonomik Koridoru | Kaynak: Sputnik

Çin-Pakistan Ekonomik Koridoru ve Gvadar’daki liman ile Çin’in Sincan-Uygur bölgesi Fars Körfezi çıkışına bağlanmış, denize çıkışı olmayan Çin’in geri kalmış bölgelerinin ve diğer Orta Asya devletlerinin ticari kanallarını geliştirilmesi amaçlanmıştır. Gwadar Limanı’nı ayrıcalıklı kılan ise günde 13 milyon varil petrolün geçtiği Hürmüz Boğazı’na olan yakınlığıdır.

Konuyu yakından merak edenler yazarlarımızdan Abdulkerim Arslan’ın Çin-Pakistan Koridoru ve Gözden Kaçan ‘Gwadar’ adındaki yazısını okuyabilirsiniz.

Irak Savaş Haritası (2017)

Irak’ta Taraflar
Irak Hükümeti  – Şii Haşdi Şabi örgütü ve yerel Sünni milisler -kırmızı-
IKBY (Kürt Bölgesi) – Peşmerge -yeşil-
IŞİD – Örgüte biat eden yerel milis güçler ve aşiretler -siyah-
* PKK çatısındaki YPG, YBŞ ve YPJ gibi gruplar Şengal başta olmak üzere bazı merkezleri peşmergeyle birlikte kontrol ediyor.

16 Haziran 2017: Suriye ve Irak son durum haritası tek fotoğrafta şöyle;

9 Mayıs 2017: Musul’un Operasyonu ve savaş bölgesindeki değişimler ile ilgili ‘Musul son durum haritası‘ sayfasına bakabilirsiniz.

Irak son durum haritası – 09 Mayıs 2017

23 Nisan 2017:

Irak son durum haritası (23 Nisan 2017)

7 Mart 2017:

8 Ocak 2017:

8 Ocak 2017 Irak son durum haritası

17 Aralık 2016:

Irak son durum haritası (17 Aralık 2016)

 

Irak Son Durum Haritası | 16 Ağustos 2016
Irak Son Durum Haritası | 16 Ağustos 2016

Irak’ta genel itibariyle IŞİD’e karşı savaş hız kesmeden devam ediyor. Irak’ta Felluce, Tikrit, Şengal derken IŞİD birçok bölgeden temizlendi ve Irak savaş haritası olarak yayınlanan haritada güncellenmiş oldu. Şuan Irak’ın en büyük ikinci kenti Musul’da varlığını devam ettiren IŞİD’e bu bölgede daha çok peşmerge güçleri operasyon düzenliyor. Geçtiğimiz günlerde de birçok köyü IŞİD’in elinden geri alan peşmerge güçleri, ele geçirdiği yerlerden de çıkmayacağını açıkladı.

Felluce’den sonra beklenen Büyük Musul Operasyonu henüz başlamadı ancak ABD -aşağıda da belirtildiği gibi- artık sadece askerleri danışman olarak değil de, bizzat cephede savaşmak için Musul operasyonuna göndereceğini açıkladı.

Musul’un geri alınması amacıyla düzenlenecek olan operasyon öncesi şehrin 70 kilometre güneyindeki Kayyarah‘ın alınması için operasyon düzenlendi. Bugün itibariyle de stratejik açıdan büyük önem taşıyan kasaba Irak güçlerince ele geçirildi.

Kayyarah ve Musul'un güneyi

  • Irak güçlerinin Kayyarah’ı almasıyla IŞİD bu bölgede peşmerge ve Irak ordusunun kuşatması altına girdi. (28 Ağustos)

Irak Son Durum Haritası: (NİSAN – AĞUSTOS DEĞİŞİMİ)

nisan-agustos-2016

  • Irak güçleri büyük toprak parçalarını IŞİD’in elinden almasa da, çok önemli stratejik önemdeki konumları IŞİD’den geri aldı.

Irak ile ilgili son üç aydaki bazı önemli başlıklar:

– Irak Kürt Bölgesi lideri Barzani, “Türkiye ile FETÖ ve IŞİD’le mücadele konusunda anlaşmaya vardık. Bölgede büyük değişimler kapıda.” dedi.

– Irak Kürt Yönetimi (IKBY) meclisinde yer alan 10 siyasi parti, PYD’nin muhalif Kürtleri susturmasına karşı ortak bir bildiri yayımladı.

– ABD bu sefer Musul’u IŞİD’den almak için düzenlenecek büyük operasyonda bizzat savaşmak için Irak’a askeri birlik göndereceğini açıkladı.

– Yaşanan çatışmalardan ötürü 4 milyon kişinin evlerini terk ettiği Irak’ta, 160 bin aile IŞİD’in elinden kurtarılan bölgelere geri döndü.

– Irak’taki Şii lider Mukteda es-Sadr, ülkede aylardır süren protesto gösterilerini durdurma kararı aldı. (30 Tem)

– Şii lider Sadr’ın emrindeki milislerin çoğu ABD ile birlikte operasyon düzenlerken Sadr, Irak’taki Amerikalıları ‘işgalci’ olarak tanımladı.

– Fransa IŞİD’le mücadele kapsamında Eylül ayında uçak gemisini Suriye’ye göndereceğini ve Irak’a da top desteği vereceğini açıkladı.

Eski Şii Irak Başbakanı Maliki ile KYB-Goran ittifakı Irak’ta sorunların çözülmesi için ortak hareket etme kararı aldı.

– IŞİD son 18 ayda Irak ve Suriye’deki topraklarının dörtte birini kaybetti. Aylık geliri de 56 milyon dolara geriledi. [IHS]

– Suudilerin ”Şii Haşdi Şabi dağıtılmalı, operasyonları ordu yönetmeli” açıklamasına Irak yönetimi tepki gösterdi.

– İran, Irak Kürt Bölgesi sınırındaki dağlık alanları İKDP peşmergelerinin varlığından ötürü obüslerle bombaladı.

– Irak’taki Türkmenler, Kerkük kentinin özel bir statüye sahip olmasını istediklerini ve yeni özel bir anayasa düzenlediklerini açıkladılar.

– Irak Müslüman Alimler Heyeti resmi rakamlarla son bir yıl içerisinde Irak’ta 150 bin asker ve sivilin öldüğünü belirtti.

– Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, “Felluce merkezde kontrol sağlandı ve operasyon bitti. Şimdi de Musul’u IŞİD’den kurtaracağız” dedi.

Kaynak: StratejikOrtak.com

Fransız İhtilali Örneğiyle; Rejim Sorunları ve Türkiye

6

Bir çoğumuz meşhur Fransız İhtilali’ni bilir. Kral ve kraliçenin devrildiği, İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin yayınlandığı, hümanizm ve milliyetçilik akımlarının tüm dünyaya yayıldığı ve halkların özgürlüğe kavuştuğu bir dönem. Peki ondan sonra ne oldu? Cumhuriyet rejimi hemen geldi mi? Mutlakiyet tarihe karıştı mı? İnsan hakları hemen benimsendi mi? Demokrasi kültürü hemen yerleşti mi? Aslında bu soruların cevabı günümüz Türkiye’sini çok yakından ilgilendiriyor. Yeni bir rejimin geleneksel toplumlarda tam anlamıyla oturması imkansızdır. O halde Fransız İhtilali’nden sonra neler olmuş gelin hep beraber bakalım.

1789 ihtilalinden iki yıl sonra “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi” yayınlandı. Daha sonra kralın yetkilerini kısıtlayan bir halk meclisi kuruldu. Görüldüğü üzere uygulamaya koyulan rejim cumhuriyet değil, meşrutiyet oldu. Bizim I.Meşrutiyet(1876) örneğinde olduğu gibi. Fakat daha sonra Fransa Kralı XVI. Louis’e diğer Avrupa hanedanlarından destek gelince bu bir tehdit olarak algılandı ve 1792 yılında Cumhuriyet rejimi ilan edildi. Nihayet kral ve kraliçeyi bekleyen acı son gerçekleşti. Kral XVI.Louis ve Kraliçe Marie Antoinette, Jakoben Devrimcileri tarafından 1793 yılında dokuz ay arayla idam edildi. Cumhuriyet ilan edilmişti ama yönetim baskıcı ve acımasızdı. 1793 ve 1794 yılları arasında yaklaşık 40.000 kişi giyotinle idam edildi. Bu döneme terör dönemi denmektedir. Bir dizi çalkantıdan sonra 1795 yılında Direktuvar yönetimi ilan edildi. Yani ülke Beşyüzler ve İhtiyarlar Meclisi tarafından seçilen beş kişinin yönetimine bırakıldı. Yine istenen olmadı. 1799 yılında Konsüllük İdaresi kuruldu. Zamanla tüm yetkiler birinci konsüle yani meşhur General Napolyon Bonapart’a geçti. Zaten sonra da kendisini imparator ilan etti.(1804). Napolyon kısa zamanda kıta Avrupasına hakim oldu ve büyük başarılar kazandı. 1815 yılında ise Waterloo yenilgisi ile tarih sahnesine gömüldü. Fransa yönetimi kısmen meşruti krallığa döndü. Bu yönetim biçimi de insanları tatmin etmeyince 1830 yılında Temmuz Devrimi gerçekleşti. 1848 yılına kadar anayasal krallık, yani tamamen meşruti yönetim yaşandı. 1848 yılında ise çok özlenen Cumhuriyet rejimine tekrar geçildi. Fakat yine olmadı. 1852 yılında III. Napolyon imparatoruğunu ilan etti. Cumhuriyet rejiminin imdadına 1870 Fransa-Prusya Savaşı yetişti. Savaşta yenilen III.Napolyon tahttan indirildi ve Cumhuriyet rejimine üçüncü kez merhaba denildi. Daha sonra yaşanan iki dünya savaşı Fransa’yı ekonomik olarak çok etkiledi ve bir dizi çalkantılara sebep oldu. II. Dünya Savaşı’ndan sonra dördüncü cumhuriyet dönemi başladı. 1958 yılına gelindiğinde Fransa sömürge topraklarında bir dizi yenilgi ve sorunlar yaşandı. Özellikle Cezayir’in kontrolünü bırakıp bırakmama konusunda ülke neredeyse bir iç savaşın eşiğine geldi. Nihayet etkileri günümüze kadar gelen ve cumhurbaşkanının yetkilerini arttıran bir anayasa oluşturularak beşinci cumhuriyet rejimine geçiş yapıldı.

Bütün bu tarihi gerçeklere bakarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz. 1923 yılında kurduğumuz Cumhuriyet rejimi bebeklik döneminde olduğu için yönetimsel olarak bazı sapmalar yaşaması çok normal. Koskoca Fransa İhtilali’nden 60-70 yıl sonra bile imparatorluklar ve krallıklar dönemi yaşanabiliyorsa, bizim de bu duruma düşme ihtimalimiz hiç yok değil. Tarihsel geri dönüş bu şekilde mümkün olmasa bile Neo-Osmanlıcılık politikası ile bu gerçekliğe saplanabiliriz. Şu an uygulanan politikalara baktığımızda bunu rahatlıkla görebiliriz. Sanki Osmanlı Devleti devam ediyormuş gibi bir hava yaratılıyor. Milli bayramlarımızı bir kenara ayırırsak, Osmanlı dönemine ait olan Kut’ul-Amare Zaferi’nin yeni yeni kutlanmaya başlanması bunun bir emaresi sayılabilir. Çanakkale Zaferi’nin 30 Ağustos Zafer Bayramı’ndan daha şaşalı kutlanması, İstanbul’un Fethi’nin çok büyük kutlamalarla gerçekleşmesi, yeni yapılan okullara daha çok Osmanlı döneminden kalan isimler verilmesi, yapılan köprülere padişah isimleri verilmesi (Osmangazi,Yavuz Sultan Selim Köprüsü) ve hatta Başkanlık rejimi tartışmaları hep eski rejimden kalan bir özlemin dışavurumu oldular.

Tarihsel gerçekliğe bakarak günümüz politikalarının nedenlerini anlayabiliriz. Bugün yaşanan yönetimsel ve rejimsel sancılar, tarihi sürecin kalıntılarıdır. Bu süreçte toplum içinde gelgitler olacak, sosyal bir takım olaylar yaşanacaktır. Tarihsel gerçekliğe geri döndüğümüzde Fransa’nın beşinci cumhuriyet dönemi örneğinde gördüğümüz üzere şu tespiti yapabiliriz. Bir toplumda yaşanan küçük rejimsel sapmalar ne olursa olsun yine kendi yoluna döner. Toplumlar en iyi yönetim şekline doğru sürekli bir evrim geçirir. 15 Temmuz Darbe Girişimi sonrası Atatürk’ün söylediği “Türkiye cumhuriyeti şeyhler, dervişler ve müritler memleketi olamaz” sözünün ne kadar geçerli olduğu, cumhuriyet ve demokrasinin ne kadar kıymetli olduğu bir kez daha anlaşıldı. İlerleyen süreçlerde yine rejimsel sapmalar yaşayabiliriz ama aynı yere geleceğimizden hiç şüphem yoktur. Çünkü tarihi gerçeklik bunu ispat etmiştir.

Onur Altuntaş

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Suriye’de Rejime Kim, Neden Destek Veriyor?

Suriye’de ki iç savaş başladığında, tarafların pozisyonu daha çok diktatörlüğe karşı demokrasi gibi gözüküyordu. Hatta Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) grupların da Aleviler bile bulunabiliyordu. Ancak bu görünüm pek uzun sürmedi. Sonradan yılların biriktirdiği öfke ile rejim karşıtı grupların hemen hemen hepsi cihatçılarla doldu taştı ve sonrasında ÖSO dışında pek çok cihatçı örgüt oluştu. Bunların bazıları şimdilerde ÖSO’dan çok daha güçlü konumlara geldiler.
Bu öfkenin sebebini daha önce “Savaş Öncesinde Suriye’de İnsan Hakları nasıldı?” isimli yazımda anlatmıştım. Ancak rejimin yanında bazen mecburiyetten bazende gönüllü olarak duran halklarda var. Peki bunların gerekçeleri nedir? Bir de bunu anlamamız gerekiyor.

1-) Aleviler

Arap Alevi’si dediğimiz Nusayri halkı savaş öncesi Suriye’nin %12’sini oluşturuyor. Alevi halkı genel itibari ile rejimin yanında duruyor ancak sebepler kişiden kişiye değişiyor. Bu konu hakkında yapılan araştırmalar ve röportajlar toplumun genel olarak Esad ailesine bir alternatif göremediği için onu desteklediğini gösteriyor. Aslında onlarda rejimin inanılmaz yolsuzluklar içinde olduğunu ve alevi halkının rejim için kurban edildiğinin farkındalar. Fakat Esad giderse kim gelecek, IŞİD veya El-Nusra mı? Ve gelenlerin Alevilere yönelik tutumu ne olacak? İşte bu soru savaşta alevi halkı için kilit soru.

Radikalleşmiş örgütlerin iktidarı ele geçirmesi durumunda, hem savaş öncesi durumun hemde savaşın getirdiği öfkenin sonucu olarak alevi halkı üzerine soykırım veya baskı oluşması ihtimali Alevileri korkutuyor. Bu durum Alevilerin tutumunu belirliyor. Yani onların Esad’ı destekleme sebebi karşılarında sadece iki seçenek olması. Ya Baasçılar ya da şeriatçılar.

Demokrasi vaadi de işe yaramıyor. Çünkü Irak’ta yaşananları görüyoruz. Saddam’ın düşmesi ile beraber Irak’ta ilk demokratik seçimde iktidara Şii çoğunluk geldi ve Sünniler ikinci plana düştükleri gibi Şii intikamcılara daha kolay hedef oldular. Buda Suriye’de yapılabilecek ilk seçimde Sünni çoğunluğun iktidara gelip intikam girişimine başlayacağı hissini verdirtiyor. Bu yüzden demokrasiyi sağlayabilecek bir ortamda Suriye de yok ne yazık ki!

Rejimi gönülden destekleyenler ise ya baas ideolojisine kapılanlar ya da rejimin sayesinde kamuda istihdam ayrıcalığını yaşamış ve rejimin çökmesi sonucu kamu ayrıcalıklarını kaybedecek kesimler oluyor.

2-) Dürziler

Dürzilik inancının mensupları, savaş öncesi Suriye nüfusunun %4’ü gibi ufak bir kesimi oluşturuyorlar. Ancak genel nüfusa oranları az da olsa savaşın güney cephesinde önemli bir aktör olarak yer alıyorlar. Dürziler alevi halkı gibi ayrıcalıklara sahip değiller, yani rejimle duygusal bir bağları yok. Aksine Esad karşıtı dini liderlerin suikastlara kurban gitmesi onları sinirlendiriyor. Ama aleviler için geçerli olan korku Dürziler içinde geçerli. Cihatçı gruplar Dürzi halkını genel olarak sosyalist görüşlere sahip olmasından ötürü sevmiyor. Zaten Lübnan iç savaşı(1975-1990) sırasında Dürziler Sovyet desteği alabilmek için sosyalist bir örgütlenme yoluna gitmişlerdi. Aslında Sosyalist olmasalar bile Dürzi olmaları sevilmemek için yeterli. Eğer Baas rejimi düşerse bu Dürziler içinde bir soykırım veya baskı ihtimali anlamına geliyor. Bu yüzden sevseler de sevmeseler de kendilerini rejimin yanında kalmak zorunda hissediyorlar.

suriye-karikaturr
Suriye’de her iki tarafın ateşi de halkı vuruyor!

3-) Hristiyanlar

Savaş öncesi Suriye nüfusunun %10’u Hristiyanlardan meydana geliyor. Bunların 5’te 1’i Ermeni(1. dünya savaşı sırasında tehcir edilenler), kalanı da genel olarak Araplardan oluşuyor. Bir kısımda da Süryaniler bulunuyor.

Ermenilerin ve Süryanilerin desteği yaşadıkları alanın kime ait olduğuna göre değişiyor. Eğer yaşadıkları bölge rejim kontrolünde ise rejimin yanında, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) kontrolünde ise SDG’nin yanında.(SDG: PYD’nin de içinde bulunduğu oluşum) Zaten onları çıkarınca geriye cihatçı örgütler kalıyor. Daha önce “Suriye’de Esad Ailesinin İktidara Geliş Hikayesi” adlı yazımda, Hafız Esad’ın taraftarlarını arttırmak için Dürzilere ve Hristiyanlara “benimle bir olun, sizi Sünnilerden koruyacağım” dediğini aktarmıştım. İşte bu söz Arap Hristiyanların tıpkı Dürziler gibi Baas partisini, cihatçılara karşı bir sigorta olarak görmesine sebep oluyor. Ancak Dürziler gibi sinirli bir şekilde değil, daha istekli bir biçimde.

4-) Şiiler

Suriye’de %2 oranında Şii azınlık mensup. Bunlar genelde Lübnan sınırlarında yaşıyorlar ve çoğunluğu Şiiliğin İsmailiye koluna mensuplar ama az sayıda Caferi olanları da var. Normalde Caferilere göre Zeydiye ve İsmailiye batıldır ama Sünniler ve Yahudilere karşı bölünmemek için yinede birbirlerini destekliyorlar.

İran da bu yüzden Lübnan merkezli Hizbullah örgütünü destekliyor ve Hizbullah, İsrail’in Güney Lübnan’dan çekilmesini sağlamış bir örgüt.

İsrail’e karşı bu başarılarına rağmen körfez ülkeleri tarafından terörist görülmeleri üzücü. Onların bu mücadelesi Esad rejiminden de aldıkları destek sayesinde sürüyor. İran’da önemli ölçüde Suriye üzerinden bu desteği veriyor ama eğer Esad iktidardan düşerse Hizbullah bu desteği alamayacak. İşte bu yüzden Hizbullah Suriye de 2013’ten beridir rejimin yanında savaşıyor.

Suriye deki Şii halkta Hizbullah’ın bu tavrı nedeniyle rejimin yanında duruyor.

5-) Filistinliler

Filistinliler iç savaş öncesinde Suriye de yarım milyon kadardı. Savaşla birlikte onlarda bölündüler. FDKC, FHKC, El-Fetih, Kara Eylül, El-Aksa ŞT ve FKÖ gibi Marksist grupların etkisi altında ki Filistinliler rejimin yanında durdular. Çünkü İsrail ile mücadelelerinde en önemli destekçileri Baas partisi idi. Filistinlilerde sol hareketlerin çok güçlü olmasına şaşırmayın, bunun sebeplerini “Yahudilerin Stalin’e Yaşattığı Hayal Kırıklığı” isimli yazımda tam olmasa da belirtmeye çalışmıştım. Ancak Hamas ve El-Cihad gibi grupların etkisindeki Filistinliler ise cihatçı örgütlerin yanında saf tuttular. Ancak onların duruşu diğerlerinin ki gibi destek görmelerinden değil gönüllü olmalarından kaynaklanıyor. Filistinli mültecilerin çoğunun Marksist örgütlerin etkisi altında olması sebebi ile toplumun genelinin Baas partisinin yanında olduğu görülüyor. Çünkü Filistin halkı da Esad rejiminin düşmesi halinde İsrail’in güçleneceğini biliyorlar.

filistin suriye

Son olarak, Suriye de rejimin Sünni halkın da büyük bir kısmından destek gördüğünü unutmayalım. Bu desteklerin de sebebi değişiklik arz ediyor.

1-) Laiklik

Sünni toplumun bir kısmı laikliğe verdiği önemden dolayı, muhaliflerin cihatçı tavrından rahatsızlık duyuyor.

2-) Baasçılık

Baas Partisi’nin İdeolojisi ve Tarihi” adlı yazımda bu ideolojiden bahsetmiştim. Bu ideoloji Sünnilerde pek rağbet görmüyor ancak taraftarı yokta değil.

3-) Bıkkınlık

Pek çok kişi savaşın artık bitmesini arzuluyor. Esad rejimi her şeye rağmen hala tarafların en güçlüsü yani savaşı bitirmeye en yakın olan onlar. Bu yüzden savaşın getirdiği idari ve ekonomik sorunlardan bıkanlar muhalifleri bile destekleseler bu işin ancak Esad ile bitebileceğini biliyorlar.

Özet olarak şöyle bir tespite varmak mümkün. İnsanlar genel olarak rejime bir alternatif göremedikleri için Esad’ı destekliyorlar. Yani;

“Esad’ın bu savaşta en büyük destekçisi düşmanları.”

Muhammed Ali Çalışkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Dünyanın Beklediği Kritik Viraj: ABD Seçimleri

Son günlerde Suriye’de beklenmeyen gelişmeler yaşandı. Türkiye, Rusya ile anlaşarak, ABD’nin kendi iç seçim endeksli problemini görerek Suriye’ye girdi ve bu büyük bir fırsattı. Türk Silahlı Kuvvetleri, Özgür Suriye Ordusu’na destek vererek Cerablus’a kısa sürede başarılı bir operasyon gerçekleştirdi.

Ancak herkes ABD’nin operasyona verdiği tepkiler dolayısıyla şaşırmış vaziyette. ABD operasyona neden destek verdi? Bu zamana kadar büyütüp, her türlü desteği verdiği PKK/PYD’yi birden sattı mı? Cerablus’un muhaliflerin eline geçmesine destek veriyor mu? Koridordan vaz mı geçti? Velhasıl sorular şu aşamada bitecek gibi gözükmüyor. Elimden geldiğince bu soruları cevaplamaya çalışacağım.

Öncelikle ABD’nin başına çöreklenmiş Küreselciler, PKK/PYD devletçiğinden (Kürt Koridoru) vazgeçmez. ABD seçimine endeksli geçici bir plan uyguluyorlar ve projeleri şimdilik yarım kaldı. Hatırlıyorsanız Trump, Obama ve Clinton hakkında IŞİD suçlamalarında bulunmuştu. Hatta bir önceki yazımda da bu konuya değinmiştim.

ABD, Cerablus operasyonuna destek verdi çünkü Hillary Clinton’ı IŞİD’i bitirmiş bir partinin adayı olarak seçime sokmayı planlıyorlar. Trump, IŞİD üzerinden Demokrat Partiyi/H.Clinton’ı ciddi sıkıntıya soktu. Demokratlar ise seçim öncesi IŞİD’e darbe vurarak suçlamaları boşa çıkarmayı ve oy kapmayı planlıyorlar.

Rusya “Türk Akımı” peşinde ve Suriye’de PKK/PYD devletçiği istemiyor. İran ise PKK/PYD devletçiği projesinin kendisine sıçrayacağını biliyor. Ülkelerin bu tutumları ister istemez uzlaşı zeminine neden oldu. Türkiye-Rusya-İran Suriye’de bir proje üzerinde anlaştılar: Suriye’nin toprak bütünlüğü korunacak, PKK/PYD devletine geçit yok.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin Suriye’deki durumu da merak konusu. Bir çok kişinin TSK ile PYD’nin karşı karşıya geleceği yönünde endişesi var. Fakat PYD, Suriye’de ABD izin vermeden Türk ordusuna saldıramaz. Seçime kadar ABD, PYD ile Türkiye’nin çatışmasını asla istemez. ÖSO ile PYD arasında ufak çatışmalar çıkabilir ama büyümez, ABD buna izin vermez. Aynı zamanda ABD, Suriye’de IŞİD’i zayıflatmak istiyor, şimdilik IŞİD’in Suriye’deki misyonunu yerine getirdiğini düşünüyor. IŞİD’e Libya/Suudi Arabistan gibi farklı ülkelerde rol verecek. IŞİD küresel çapta daha çok öne çıkacak saldırılar yapabilir.

Suriye’de, ABD seçimine endeksli; Küreselci/Siyonist/Evanjelist – İngiliz/Alman taraflar arasında dışa yansımayan ayrı bir mücadele var. Bu konu çok geniş perspektifte değerlendirildiği zaman anlaşılabilir. Fakat mücadelenin kıyasıya geçtiğini herkes anlamıştır, kısa bir süre önce Suriye’de hepsi birbirini kilitlemişti.  Fırtına ABD seçiminden sonra kopacak. Bir önceki yazımın son cümlesinde dediğim gibi PKK/PYD bölgede tost olacak.

Kısa kısa diğer önemli gelişmeleri değerlendirecek olursak,

Almanya-Fransa-İtalya “Avrupa Savunması” için bir araya geldi. Avrupa ordusu yeniden konuşuldu ama bir şey çıkmadı/çıkmaz. Aslında Çipras-Akdeniz toplantısı yapıp ‘yine batıyoruz’ diyecekti. Üçü toplandı, Çipras’da olayı TV’den izledi.

-Hollande: Seçmen desteği kalmadı
-Renzi: Uçurumun kıyısında, şans yardım etmezse İtalyaExit olacak
-Merkel: Şimdilik idare ediyor

Bu arada Almanya, halkına “olası terör saldırıları için 10 günlük yiyecek ve 5 günlük su stoklayın” dedi. Bu durum en son 2. Dünya savaşında yaşanmıştı. Ayrıca Rus ordusu, savaş hazırlığının denetlenmesi için ani tatbikata başladı. Bu enteresan gelişmelerin sebebini önümüzdeki zamanlarda anlayacağız.

Burada çok çok önemli bir konudan bahsedeceğim. Rotschild hanedanının lideri Jacop geçen hafta tüm paralarını altına çevirdiğini açıkladı. Ciddi bir sinyal niteliğindeki bu gelişmeye dikkat etmek gerekir. Rotschild hanedanının 1944’te temelini attığı, 1991’den sonra da yerleştirdiği “ekonomilerin dolarizasyonu” stratejisini terk etmesi nelere gebe olacak hep birlikte ABD seçiminden sonra göreceğiz.

Almanlar’da harıl harıl altın ve gümüş topluyor. ABD seçimi sonrası FED/Dolar’da ciddi sıkıntılar yaşanacak. Kısaca yaptıklarının bedelini ağır ödeyecekler. Son olarak ABD seçimine kadar Türkiye saldırılarla baş başa bırakılmaya devam edilecektir. Dikkatli ve soğukkanlı olmakta fayda var.

Furkan Bayat

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

15 Temmuz: Öncesi, Kendisi ve Sonrası

15 Temmuz gecesini belki de en iyi anlatan fotoğraflardan biri: Bir yerde hainlik, bir yerde iman!.

tankin-altina-yatan-adam

Türk halkı 15 Temmuz gecesi cumhuriyet tarihinin en alçakça ve korkakça darbe girişimiyle yüz yüze geldi. TSK’nın komuta kademesi dışında gerçekleşen ve ordunun içine sızmış Fetullahçı Terör Örgütü(FETÖ) mensubu vatan hainleri ülkemize kâbus dolu bir gece yaşattılar. Halkımız 15 Temmuz gecesi kanıyla, canıyla mücadele etti ve yetiştirdiği hâlis vatan evlâtlarının kısa sürede yazdığı asırlık destan neticesinde aydınlık sabahlara uyanmak için ‘darbeye karşı bir darbe’ gerçekleştirdi. Tarihin sırmalı sayfalarından birinin altına imzasını attı.

“Peki bugünlere nasıl geldik? 15 Temmuz’u neden yaşadık? Bir daha yaşamamak için neler yapmalıyız?” gibi sorular dikkatle ve rikkatle irdelenip en uç noktasına kadar araştırılmalı ve en önemlisi de bu sorulara cevap bulunmalıdır. ‘Bir musibet bin nasihatten yeğdir.’ sözünün hikmet-i sırrınca önemli olan şey olaylara karşı heyecanlı, hamasî tutum sergilemek değil kıssadan hisse almaktır. Millet olarak Cumhuriyet tarihinin en uzun gecesini yaşadık. Cismen olmasa bile rûhen sabaha ulaşamayabilirdik zira necip Türk milleti öldüğünde değil esarete düştüğünde-ve belki de hiç bitmeyecek olan-istiklâl mücadelesini kaybettiğinde ölür.

Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş olan birlik-beraberlik ve ‘bir olma, iri olma, diri olma, hep birlikte Türkiye olma’ ruhu milletimizi uçurumun kenarından aldı ve inşallah göklere çıkaracak. Çünkü biz biliyoruz ki “bizi öldürmeyen şey daha da güçlü yapacak”, öldüğümüzde de bir ölüp bin dirileceğiz, inşallah!.

15temmuz-kopru

En kanlı saldırılardan birine sahne olan eski adıyla ‘Boğaziçi’ yeni adıyla ’15 Temmuz Demokrasi ve Şehitler Köprüsü’.

Biz öldük ama onlar da kazanamadılar. (Aliya İzzetbegoviç)

15 Temmuz’a Nasıl Geldik?

FETÖ Paralel İhanet Çetesi(PİÇ) aslında 30-40 yıllık sürecin ve sızmanın bir neticesidir. Milli varlığımızı tehdit eden en büyük düşmanlarımızdan biri olan FETÖ, benimsemiş olduğu Masonik düzen ve takiyyeci tutum neticesinde hedefe oturttukları tüm kurumlara sızmış ve onları ele geçirmiş, yerine göre silâhsız, yerine göre silâhlı bir terör örgütüdür. Bu örgüt ortaya çıktığı ilk dönemde dindar kesimin kamusal alandan dışlanmış ve sosyal hayatta soyutlanmış olması sebebiyle hedef kitlenin iltifatını kolayca arkasına almayı başardı. Türk halkının çoğunlukla dindar ve Sünni-Sağcı olduğunu göz önüne aldığımızda neredeyse tüm insanlara hitap edebilecek yelpazeye sahip bir cemaat olarak lanse edildi. Tarihteki tüm terör örgütleri en azından doğacak bir ortam bulabilmek için belli başlı mağduriyetlerin ardına sığınma gereği hisseder. Yoksa kendine taraftar toplayamaz ve mevcudiyetini devam ettiremez. Ülkemizden örnek verecek olursak PKK’nın ortaya çıkmak için ‘ezilen, zulme uğrayan Kürtleri’ kendine kalkan olarak kullandığını ve bir bahane olarak ortaya sürdüğünü söyleyebiliriz. Eğer Kürtler üzerinde sistematik bir baskı yapılmamış olsaydı belki de PKK diye bir örgüt ortaya çıkmayacaktı. Dersim bombalanmamış olsaydı belki de DHKP-C ortaya çıkmayacaktı(DHKP-C militanlarının %85-90’ı Alevi kökenlidir). Aynı bu örgütlerin ortaya çıkması gibi FETÖ’de Sünni kesimin kamusal alandan uzak tutulması, katsayı zulmü(her ne kadar imam-hatiplere karşı çıksa da), başörtüsü yasağı(her ne kadar füruat dense de), dindar memurların fişlenmesi gibi uygulamaların bir neticesi olarak kendine zemin ve taraftar buldu. Denklem basit: Mağdur yoksa, terör de yok. Tüm terör örgütleri mağdur insanların üzerinden prim yapar. Tüm terör eylemleri ekstremisttir ve merkezde kendine yer bulamayan insanlar kenara, ekstrem noktalara kayarlar.

FETÖ’nün ortaya çıkması da böyle oldu. Ortaya çıktığı dönemde dindar insanların, hak ettikleri halde ellerinden alınan kadrolara gelebileceklerini vadetti ve zaten mağdur olan insanlara bir umut ışığı olarak gözüktü. Bir terör örgütü için mutlak ihtiyaç olan ‘mağdur edilmiş insan’ kaynağını Milli Görüş çizgisi dışında kalan gelenekçi kimlik Müslümanlarından almaya başladı. En azından başlangıç için gerekli olan ihtiyacını böylece sağlamış oldu. 2000’li yılların başından itibaren Türkiye’yi her ne kadar sağcı bir parti olan Ak Parti yönetse de bu kez de ‘eski günler geri gelir’ korkutmacasıyla yoluna devam etti. Ak Parti bir seçimle gidebilir ama biz kalıcıyız mesajı verildi, dolayısıyla kurulma sebebi olan ‘mütedeyyin kesimin mağduriyetleri’ artık mevcut olmamasına rağmen bundan sonra olabilme ihtimali üzerinden propagandaya devam edildi. Örgüt bir kere kurulmuştu ve tıkır tıkır işliyordu. İşleyen sistemi artık gerek yok diye durdurmaya ne gerek vardı? Sistem herkese bir şey veriyordu, kimseyi atlamıyordu. Öğrenciye sınav sorusu, memur adayına kadro, esnafa iş, işadamına reklam ve destek, komedyene biletli seyirci, emekli futbolcuya vekillik, ev hanımına sosyal hayat, işçiye çocuğunun geleceği… velhasıl herkese bir şey vadediyordu ve en önemlisi de toplumda karşılık bulmuştu.

80’li yılların ortalarından itibaren en kritik sınav sorularını çalan bir yapıdan bahsediyoruz. Sınav sorusu çalmak bile başlı başına bir sistem, güç ve eleman gerektiriyor. Başlangıçta o noktaya nasıl geldiler bilmiyoruz. Kimden, nasıl destek aldıkları tam bir muamma ama kesin olan bir şey var ki o da FETÖ’nün başından beri dış istihbarat servislerinin kadrajında olmasıdır. Dış istihbarat servisleri açısından gelecek vadeden bir örgüt pozisyonunda olmuştur, zaten bunun bir neticesi olarak da Fetullah Gülen Amerika’ya götürülmüştür, maksat örgüt liderinin komuta merkezinde olmasıdır.

Diğer terör örgütleri gibi dikey hiyerarşinin yanında yatay hiyerarşiye de sahiptir. Her meslek grubu, her bölge, kız-erkek, yurtiçi-yurtdışı, okullar, dershaneler, kurumlar v.s birbirinden bağımsız yönetilir ve bir hücre diğerini tanımaz. Bu sarmal yapıya ilave olarak FETÖ mensuplarının yaptığı Oscar’lık takiye ve aldıkları ilave tedbirler-sürekli isim değiştirilmesi, toplantılara telefon sokulmaması, şifreli konuşmalar gibi- neticesinde en uç noktalara kadar sızmayı ve orada tutunmayı başardılar. Deşifre olmamak için yeri geldi alkol aldılar, yeri geldi namaza gitmediler. Tüm bu takiye, tedbir ve gizlilik düşmana yapılır gibi aşkla-şevkle devam ettirildi çünkü oluşturulan algı bu doğrultudaydı: ‘Eğer bizi tanırlarsa atarlar, Müslümanlar kaybeder.’ Kendileri gibi Müslüman olduğunu iddia eden hiçbir cemaate ve/ya yapıya bu şizofrenik düşünce yapılarından ötürü meyletmediler ve bu cemaatleri kendilerine de yaklaştırmadılar; ya onlar da kendileri gibi takiye yapıyorsa?!

Bu noktadan sonra kendilerini tek yol olarak görmeye başladılar. İçeri ve dışarı arasındaki hatlar kesin olarak çizilmişti. Cemaat mensubu bir elemanı başka bir cemaatin sıradan bir sohbetinde bile göremezdiniz. Çünkü onlar boş işler peşinde koşuyorlardı, oysa FETÖ ‘hizmet’ ediyordu!. Bu gelişmelere ilaveten dini de kendilerine benzetmeye başladılar. Bu konuda en büyük projeleri ‘dinlerarası diyalog’ süreciydi. FETÖ uluslararası yapıya sahip bir örgüt olduğu için mensup oldukları İslâm dinini de kendilerine benzetme ihtiyacı hissettiler. Sonuçta Amerika’da okul açacaksanız cihattan, emperyalizmden, Siyonizm’den bahsetmemeniz gerekir; al takke, ver külâh. Bu sürecin sonunda kendi halkı dışında diğer tüm milletleri kucaklayan, kendinden olmayan Müslüman’ı değil de Hristiyan’ı, Yahudi’yi ‘hoş gören’ bir örgüt haline geldi. Bunun en büyük kanıtı olarak devlet kademelerinde hakkı yenen, başarılı ama FETÖ’cü olmayan nitelikli insanları gösterebiliriz. Onlar, FETÖ’nün Türkçe Olimpiyatları’nda şarkı-türkü söylettiği tüm çocuklardan daha iyi Türkçe konuşuyordu, Müslümandılar, bu vatanın evlâdıydılar, nitelikliydiler, başarılıydılar ama FETÖ’cü değildiler ve geri çekilmeye zorlandılar, baskılara maruz kaldılar. Hikâye çok; son sınıfta pilotluğu bırakan mı dersiniz, iftira atılıp intihara sürüklenen namuslu kızlar mı dersiniz, hayalleri çalınan başarılı öğrenciler mi dersiniz, eğitimini yarıda bırakıp geçim sıkıntısına düşen gençler mi dersiniz? Hangi birini sayalım? Hangi birinin hakkını-hukukunu hesap edelim? Bu tip mağduriyetlerin yabancı ülkelerdeki okullarında yapıldığını duyamazsınız çünkü ‘hizmet’ denilen şey Türkiye’ye değil, Amerika’ya ve İsrail’e hizmetten ibaretti.

Velhâsıl, FETÖ maddi-manevi tüm kurumları eline geçirmeye azmetmiş, dış mihrakların önünü açtığı, Türk halkının teveccühüyle büyümüş bir terör örgütüdür. Ellerinde silâh yok sanırsınız ancak şanlı Türk ordusuna sızıp, 79 milyonun vergileriyle alınmış silâhlarla sizi vururlar, F-16’larla Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni, Özel Harekât Daire Başkanlığı’nı, Ankara Emniyeti’ni bombalarlar, Cumhurbaşkanı’na suikast düzenlerler. Ellerinde Türk bayrağı olan sivil vatandaşları tanklarla ezerler. Yani kendi işleri yolunda gitsin diye her türlü zalimliği, kahpeliği yaparlar. Dünyada bu şekilde çalışan bir başka terör örgütü daha yoktur. Tabir-i caizse dünya terör tarihinde yeni bir sayfa açtılar. Bir Türk atasözünün de dediği gibi: ‘Yanlış hesap Bağdat’tan döner.’ 40 yıllık bir planlamanın sonucu olan sözde ‘hizmet’ hareketi Türk halkının basiretini ve cesaretini hesap edemedi, tam anlamıyla baltayı taşa vurdu.

15temmuzda-kopru

Asker, yönetime el koyduğunu ilan ediyor ve kritik noktaları ele geçirmeye başlıyor.

15 Temmuz

15 Temmuz gecesi saat 10 sularında basın-yayın organlarında ve sosyal medyada bir askeri hareketlilik ve uçakların alçak uçuş yapması ile ilgili haberler yapılmaya başladı. İlk şoku atlattıktan sonra bunun bir darbe girişimi olduğu anlaşıldı ve aslında her şey bundan sonra başladı. Takip eden saatlerde darbecilerin TRT’den eski stil darbe bildirisini okutma girişimiyle birlikte bunun emir-komuta zinciri dışında bir girişim olduğu kendini belli etti. Zira Hulusi Akar ve diğer kuvvet komutanları ortada yoktu. Nitekim derdest edilip zorla alıkonuldukları da çok geçmeden ortaya çıktı.

Gece yarısında Erdoğan’ın Facetime üzerinden CNN Türk yayınına bağlanarak halkı sokaklara davet etmesiyle birlikte ‘darbeye karşı darbenin’ fitili ateşlenmiş oldu ve halkımız Başkomutan Erdoğan’ın talimatıyla meydanlara, havalimanlarına, resmi kurum ve kuruluşlara, parti binalarına, velhasıl, askerin ele geçirmeye çalıştığı tüm noktalara akın etti. Necip Türk milleti canını hiçe sayarak tekbirler eşliğinde tanklara iman dolu göğsünü siper etti. Yaklaşık 10 saat gibi bir sürede 250 şehit, 2000 küsur gaziyle 2. Kurtuluş Savaşı kazanılmış oldu. Erdoğan daha sonra 15 Temmuz gecesi bu şanlı direnişe ve dirilişe imza atan halkı ‘İmanlı Çılgın Türkler’ olarak nitelendirdi. Böylece ‘Vatan sevgisi imandandır.’ Hadis-i Şerif’i bir kez daha tescillenmiş oldu. Sonuç olarak Aliya İzzetbegoviç’in sözleriyle ifade edecek olursak ‘Biz öldük ama onlar da kazanamadı.’

İmandır o cevher ki, ilâhi ne büyüktür!

İmansız olan paslı yürek sînede yüktür!.

15 Temmuz gecesi bu vatanın, bu milletin gerçek evlâtlarınındı sahne! Kimi gözünü kırpmadan generali alnından vurdu, kimi tankların altına koydu vücudunu, kimi tarladaki hasadını yaktı uçakları kör etmek için, kimi kamyonuyla tanka çarptı.. Şu söylediğim şeyleri bundan iki ay önce bi’yerde okusaydık inanmazdık ama bizim inanmakta güçlük çektiğimiz şeyleri bu millet bir gecede birbirinden habersiz bi’şekilde yaptı; halkın üzerine ateş eden helikopter pilotuna parmak salladı, çatıya çıkıp alçak uçuş yapan F-16’nın üzerine atlamaya çalıştı, tank kapağını kaynak makinesiyle keserek açtı, elbiseleriyle tankların egzostunu kapatarak içindekileri dışarı çıkmaya zorladı v.s. Anlatacak o kadar çok olay var ki!. Tabii hainlik bu derece olunca vatanperverlik de misliyle artıyor. Bu milletin atı da iti de bitmez. Onların generalleri vardı ama bizim bir Astsubay’ımız tüm hepsine bedeldi. Çünkü haram lokma yememiş, halis vatan evlâdıydı. Astsubay Ömer Halisdemir darbe akşamı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nı ele geçirmeye çalışan darbeci General Semih Terzi’yi, komutanı Zekâi Aksakallı Paşa’nın emriyle hiç tereddütsüz çekip vurdu ve kendisi de orada 30 kurşunla şehit edildi. Zekâi Paşa telefonda emri verirken bu işin sonunda şehadetin olduğunu ve Ömer Halisdemir ile helalleştiğini söylüyor. Burada çok mühim bir nokta daha var ki o da Zekai Aksakallı Paşa’nın Ömer Halisdemir’in ailesine taziye ziyareti gerçekleştirmiş olmasıdır. Şehadet emri veren komutan, emriyle gözünü bile kırpmadan şehadete koşan askerin babasının evine gidiyor ve aslanlar gibi karşılanıyor. Ne bir sitem var, ne de bir kızgınlık; öyle ya Zekai Paşa’nın emriyle aslan oğlu şehid oldu. Vakarla duruyor adam çünkü artık bir şehid babası. Bin yıllık Türk-İslâm toprağının en nadide şehidlerinden birinin babası olmuş, bir Ulubatlı, bir Seyit Onbaşı ayarında aslan oğlu. Bunu materyalist zihinler anlayabilir mi? Batı zihniyeti bunu anlamlandırabilir mi? Ömer Astsubay’ın iman dolu göğsü olmasa feda eder miydi canını bu vatan için? Sonuç olarak aldığı şehadet emrini göz kırpmadan yerine getiren bir vatan evlâdından söz ediyoruz, bunu ‘İmanlı Çılgın Türkler’den başka yapabilecek kuvvete ve iradeye sahip bir millet daha var mıdır? Bu nasıl bir vatan sevgisi, bu nasıl bir imandır? Dünya hayatındaki tüm nimetlerden vatan, millet ve din uğruna vazgeçebilmek… 15 Temmuz akşamı bu milleti uçurumun kenarından kurtaran zihniyet işte budur!. Sonuç olarak darbeci hain Semih Terzi’nin cenaze namazı bile kılınmazken, Ömer Halisdemir’in ismi doğan bebeklere veriliyor. Bir insan çocuğuna birinin ismini neden verir? Onu örnek alsın, büyüdüğünde onun gibi olsun, ismiyle müsemma olsun diye. İşte bu sebepten bu analar, babalar çocuklarına aziz şehidimizin, Ömer Halisdemir’imizin ismini veriyor; yani bu insanlar şehit yetiştiriyor. Besleyip, büyüttüğü yavrusunu vatan, millet uğruna şehit olarak adıyor. Bu İbrahimî duruşu, bu ruhu anlayabilir miyiz? Yeni doğmuş çocuğa bir şehidin adını vermek… Yaşayanın değil, şehit olanın ismi veriliyor. O çocuklar Ömer Halisdemir olarak yetişecek ve inşAllah onun ruhuyla büyüyüp ismiyle müsemma olacak!  Hep diyoruz ya ‘Bir ölür, bin diriliz!’ diye, bu sözü şehitlerimizden daha iyi anlatacak başka bir örnek var mı? Ömer Halisdemir darbeci hainlerin leşini iki kurşunla yere serdi ama hainler onu otuz kurşunla ölümsüz yaptı. Cennette buluşuruz inşAllah..

15temmuz-karikatur

Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,

Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez!.-M.Akif ERSOY

15 Temmuz Sonrası

15 Temmuz’dan önce terörün sazını DAEŞ çalıyordu, sonrasında ise PKK eline aldı. Dünyada en çok terör örgütüyle(PKK-DAEŞ-FETÖ-DHKP/C)top yekûn mücadele eden tek ülke olan Türkiye, yeni terör saldırılarına gebe olan günlere uyandı. Önce bomba yüklü kamyonlar emniyet noktalarında patlatıldı, ardından Gaziantep’te bir sokak düğününde 12-14 yaşlarında bir canlı bomba saldırısıyla 54 vatandaşımız şehid edildi. 15 Temmuz’dan sonraki 40 günlük süreçte 400’e yakın asker, polis ve sivil şehidimiz var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en kanlı ve haince saldırıları ile karşı karşıyayız. Tabir-i caizse Türkiye’nin kafasını bile kaldırmasını istemiyorlar. Sadece kendi ‘içine’ baksın, etliye-sütlüye karışmasın, olduğu yerde uslu uslu otursun istiyorlar. Çünkü Türkiye masaya oturursa oyunlarının bozulmasından korkuyorlar. Başkomutanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın da dile getirdiği gibi Suriye’de, Irak’ta, Ortadoğu’da velhasıl dünyanın her neresinde olursa olsun oynanan tüm oyunları bozacağız çünkü bunlar Türkiye’den bağımsız planlar değildirler. Öncelikli hedef Türkiye’nin bölgedeki etkinliğini kırmak ve Türkiye’yi kendi ‘içine’ yöneltmek; uluslararası etkinlikte bir ülkeden, kendi topraklarındaki hareketlilikleri bile kontrol edemeyen bir ülkeye düşmüş görüntüsünü dünyaya servis etmek. Dikkatler dışarıdan içeriye çevrildikten sonra ise Arz-ı Mevud planının sıralaması değişmeyen hamlesi ‘Böl-Parçala-Yut’un gelmesi planlanıyor. Çünkü Türkiye sadece Türkiye değildir. Türkiye’nin sınırları Edirne’den başlayıp Kars’ta bitmez. Türkiye’nin sınırları Batı’da Bosna’dan başlar, Doğu’da Doğu Türkistan’a gider, Kuzey’de Kırım’dan Güney’de Yemen’e dek uzar. Bizim fiziki coğrafyamız başkadır, ‘gönül coğrafyamız’ başkadır. Türkiye’yi ele geçirmek için önce Bosna’yı, Azerbaycan’ı, Kudüs’ü, Mekke’yi ele geçirmelisiniz. Dünya mazlumlarının gözü, kulağı Türkiye’de derken mübalağa yapmıyoruz. Sadece gözü, kulağı değil eli-ayağı, bizatihi kendisi de Türkiye’de. 3 milyon Suriyeli misafirimiz var; ‘Şu savaş bitse de Hama’ya, Halep’e, Humus’a gidip Türkiye’de misafir ettiğimiz insanlara iade-i ziyaret yapsak..’ diye düşünen bi’tek ben miyim? Bizim böyle tatil planlarımız var. Çünkü Çanakkale’de yatan yüzlerce Suriyeli var, bunun da farkındayız.

Hodri meydan diyoruz, acımadı ki, tüm silahlarınızla, tüm ajanlarınızla, tüm gücünüzle gelin! Gelin ki biz de gücümüzü test edebilelim, yedekleri değil as kadroları sahaya sürelim. Semih Terzi ortaya çıkmadan Ömer Halisdemir de ortaya çıkmayacak! Sizin generaliniz gelsin, bizim Ömer Astsubay’ımız size yetsin! Sizin zırhlılarınız, bizim Seyit Onbaşı’mız ateşlesin! Siz devasa surlar dikin, biz de Ulubatlı Hasan olup bayrağı burca dikelim! Atın iyisine ‘doru’, yiğidin iyisine ‘deli’ derler. Biz deli miyiz? Elhamdülillah zırdeliyiz!. Var mısınız?!

https://www.google.com.tr/search?q=15+temmuz+bo%C4%9Fazi%C3%A7i+k%C3%B6pr%C3%BCs%C3%BC&safe=strict&espv=2&biw=1366&bih=667&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwio-f-0otvOAhWLuBQKHbAkCd4Q_AUICCgD#imgrc=ufHJTRt8Eq94bM%3A

Her şeyin başladığı yer olan 15 Temmuz Demokrasi ve Şehitler Köprüsü’nde şehitler yad edildi.

yenikapi-rekoru

15 Temmuz Ruhu, milyonların katıldığı Yenikapı mitingiyle taçlandırıldı. Dosta güven, düşmana korku verildi, tam anlamıyla ‘şov’ yapıldı.

Dikkatlerden Kaçmaması Gerekenler:

Devlete: Mademki bir musibet bin nasihatten yeğdir, o zaman işimize bakalım, bundan sonraki sürece odaklanalım. Bu tarz olayları yaşamamak için neler yapılması gerektiğini düşünelim, çözüm odaklı çalışalım. Devlet kademelerine yerleştirilecek olan personeli amca-dayı ve/ya cemaat torpiliyle, kayırmasıyla değil ‘ehliyet, liyakat ve sadakat’ derecesine göre seçelim. Biz diyorum çünkü bu devlet bizim. Bir insanın yağmur yağınca evimizi sel basar mı diye endişelenmesi gibi endişeleniyoruz devletimiz ve milletimiz için. Ortada bir hata varsa bunda bizim de payımız var, tıpkı zaferlerde olduğu gibi. Devletimizin yaptığı iyi şeylerin bizi sevindirmesi gibi yapılan yanlışlar da bizi üzüyor, kahrediyor. 1000 yıllık devlet geleneği olan necip Türk milleti bu zor zamanlardan da alnının akıyla çıkmasını bilecektir ama düşmanın kahpeliğini de göz önünde bulundurarak doğru adımları atmalıyız.

Millete:

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…

Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi!.

omer-halisdemir

Senin gibi bir vatan evlâdıyla aynı çağda yaşadığım için Allah’a hamd ediyorum.

Orduya: Türklerin ‘ordu-millet’ olduğunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Türkiye’nin 80 milyonluk bir orduya sahip olduğunu unutmayın. Bu milletin vergileriyle alınmış silahların namlusunu düşmana doğrultursanız sizi başımızın tacı ederiz, öldüğünüzde şehid, yaralandığınızda gazi olursunuz, malınız-canınız bize emanet olur, gözümüz gibi bakarız ama yok eğer o namluları millete çevirirseniz meşruiyetinizi kaybedersiniz, bununla da kalmaz canınızdan olursunuz. Mesele açık; ya Ömer Halisdemir ya da Semih Terzi olursunuz, ortası yok. Omuzlarınızda büyük bir yük var, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ‘Peygamber Ocağı’ dediysek bi’sebebi var; ya hakkını verin ya da makamı meşgul edip o şanlı üniformayı lekelemeyin.

Cemaatlere: Türkiye, %95’i Müslüman olan bir ülkedir. Dolayısıyla insanların çeşitli dini eğilimleri olması normaldir ve bu eğilimlerin bir sonucu olarak birbirinden farklı ve hatta birbirine düşman cemaatler olabilir. Ancak söz konusu bu cemaatlerin devlet içinde kadrolaşmaya, emniyet ve istihbarat teşkilatlarını ele geçirmeye varan yayılmacı ve tekfirci tutumlarına bir son vermeleri gerekmektedir. Dikkatinizi düşmana yöneltmeli ve enerjinizi din düşmanlarıyla mücadele ederken kullanmalısınız. Her insanın bir siyasi görüşü olduğu gibi cemaatlerin de siyasi yönelimleri olabilir ancak bu yönelimler siyaseti şekillendirerek kendi cemaatinin önünü açma niyeti taşımamalıdır. Yusuf Kaplan’ın da dediği gibi 15 Temmuz sonrası süreçte cemaatlerin kötülenmesine, laikliğin pompalanmasına asla göz yumamayız. Seküler düşünceli insanların, kimlik Müslümanlarının ve her sıkıntının çözümünü laiklikte arayan Kemalist zihniyetin biz demiştik tarzı söylemleri buna en güzel örnektir. Ayrıca onların cemaatlerle değil dinle problemlerinin olduğunu bilmeyen kaldı mı? Cemaatlerin olmadığı bir Türkiye hayal dahi edilemez. Biz fethettiğimiz her yere tekke-zaviye kültürünü götürmüş bir milletiz, bu topraklardan tekkeleri, cemaatleri söküp atmak bu çınarın kökünü sökmek anlamına gelir. Ancak dediğimiz gibi cemaatlerin de hareketlerini kontrol etmeleri gerekiyor. Kısacası itidali tutturmuş cemaatler Türkiye’nin milli-manevi gücünü arttırırken, FETÖ gibi radikal ve yayılmacı cemaatler örgüt halini alıyor ve devletimize, milletimize zarar veriyor.

Gezicilere: Gezi Ayaklanması devam ederken bi’kere bile meydanlara çıkmadım çünkü o zaman biz de sokaklara çıksaydık iç savaş çıkacaktı. Başkomutan Erdoğan’ın da dediği gibi %50 olarak evde tırnaklarımızı yiyerek gelişmeleri seyrettik. O zaman evinde tırnak yiyen adamların sokaklara çıktığında uçaklara nasıl parmak salladığını gördünüz değil mi? Görmediyseniz bi’daha bakın, gördüyseniz ayağınızı denk alın. 15 Temmuz olayları başladığından beri bi’ Gezicinin gözüyle olaylara bakmaya çalıştım ve şoka girdim. Düşünsene sen aylarca ortalığı yakıp yıkmışsın, her türlü vandallığı, ilkelliği sergilemişsin ama devlet başkanı seni ‘3-5 çapulcu’ olarak nitelendiriyor, ka’le bile almıyor, yurtdışına resmi ziyarete gidiyor falan filân.. ‘Bu nedir be kardeşim? Biz de insanız!’ diyesi geliyor insanın. Bu olaylardan çok ders alması lâzım bu Gezicilerin. Şunu şunu yapsaydık acaba darbe olur muydu açısından değil, bu halkla nasıl bütünleşiriz, kendimizi nasıl adam yerine koydururuz diye düşünmeleri lâzım. Çünkü sen ne kadar egzantrik şeyler denersen karşı tarafta o kadar olağandışı oluyor. Bak FETÖ başkentte F-16 uçurdu, millet az daha üzerine atlayacaktı. Bunlar hep ibretlik olaylar işte. Gezicilerin bu ‘yüksekten atma, alçaktan uçma’ hadiselerinden alacağı çok ders var. Uzun lâfın kısası bu halktan olmayan herkesten olabilir. Bu kaide her türlü radikal, elitist, terörist zihniyet için geçerlidir.

gezi-vandal

Vandallıkta(Vandallık veya akım olarak Vandalizm, bilerek ve isteyerek, kişiye ya da kamuya ait bir mala, araca ya da ürüne zarar verme eylemidir.) sınır tanımayan Gezici zihniyet 15 Temmuz’dan ibret almalıdır.

Not: Bu yazı yazılırken Türk Silahlı Kuvvetleri liderliğinde ve Özgür Suriye Ordusu desteğinde Cerablus’a Fırat Kalkanı Operasyonu başlatılmış ve 12 saat sonunda şehirde %100 hâkimiyet sağlanmıştır. Oyunlarını bozacağız demiştik, inşallah devamı da gelir. Sefer bizim, zafer Allah’ındır!.

Mücahid Keskinoğlu

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Irak Etnik Haritası

27

Komşu ülke Irak’ta etnik yapı Araplar, Kürtler, Türkmenler, Keldaniler, Ermeniler ve Asurlular’dan oluşur. Tabi ki bunları çoğaltabiliriz ancak büyük kısmını bu etnik kimlikler oluşturuyor. Haritada Araplar Şii ve Sünni olarak ayrılırken; Kürtler Şii, Sünni ve Yezidi ayrımı yapılmadan bir olarak gösterilmiş, Türkmenler de tıpkı Kürtler gibi Şii ve Sünni ayrımı yapılmadan resmedilmiştir. (https://cliniclesalpes.com/)

Irak’ta nüfusun %21’ini Kürtler oluştururken, en büyük çoğunluğu Şii Araplar oluşturmaktadır.

2000 yıl kaynaklı Irak Etnik Haritası
2000 yıl kaynaklı Irak Etnik Haritası

HARİTAYI BÜYÜTMEK İÇİN ÜZERİNE TIKLAYIN

Hangi Ülkenin Bayrağı Daha Eski?

0

200’ü aşkın ülkenin yer aldığı dünyada, her ülkenin kendine ait bayrağı yer almaktadır. Bu bayraklar devletlerin köklü olmasına göre çok eski tarihlerden günümüze gelmiş de olabilir, geçtiğimiz sene değişmiş de olabilir. Arap Baharı sonrası devrik liderlerin yıkılmasından sonra Irak ve Libya’nın bayraklarını değiştirdiğini yakinen biliriz. Peki dünyada hangi ülkenin bayrağı daha eski hiç düşündünüz mü?

1800 yılından 2015 yılına kadar hangi ülkenin bayrağının ne zaman tasarlandığı, renklerle anlatılmış. Sizlere kolaylık olsun diye de aşağıya dünya siyasi haritasını ve dünyadaki ülkelerin bayraklarının olduğu görselleri ekledik. (Haritaların çözünürlükleri yüksek olduğu için yavaş açılıyor olabilir.)

bayrak tarihi

Dünyada Siyasi Haritası
dunya-siyasi-haritasi

Dünyadaki Ülkelerinin Bayrakları
dunyada-ulkelerin-bayraklari

AB Türkiye’yi Neden Tam Üye Yapmıyor?

0

Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan üyelik müzakereleri 1963 Ankara Antlaşması ile başlamış ancak 53 yıl olmasına rağmen Müzakerelerden Türkiye bir türlü istenen sonucu elde edememiştir. AB, üyelik müzakerelerine bizden çok sonra başlamış ülkeler birer birer alınırken Türkiye neden kapıda bekletilmekte? Elbette bunun söylenen söylenmeyen birçok sebebi var. Herkesin söylediği, dile getirdiği sebep Avrupa ile olan tarihsel rekabetimiz ve kültürel, dinsel farklılıklarımızın buna sebebiyet verdiği düşüncesi. Bu düşünce yanlış değil bilakis çok doğru bir söylem. Ancak birde madalyonun diğer yüzü var. AB’nin açıkça dile getirmediği endişelerini bu yazımızda değineceğiz.

AB’nin Türkiye’nin tam üyeliği konusunda endişe duyduğu konuların başında Türkiye’nin kalabalık nüfusa sahip olmasıdır. Belki aklınıza söyle bir soru gelebilir: “27 ülke ele alındığında 503 milyon 679 bin (1 ocak 2012 itibariyle) kişiye ulaşan bir nüfusa sahip olan AB, neden 78 milyonluk bir Türkiye’den endişe etsin?”. Başta AB Parlamentosu olmak üzere, bazı karar organlarında ülkelerin nüfusları ölçüsünde temsil edilmeleri, tam üye olması halinde Almanya’dan sonra ikinci büyük nüfusa sahip olacak olan Türkiye’nin bazı kararlarda Almanya kadar söz sahibi olmasına yol açabilecek. Bu nokta, yetkililerin son yıllarda Türkiye’ye karşı çıkmalarının ve “imtiyazlı üyelik” gibi aslında hiçbir konuda imtiyaz tanımayan bir tam üyelik formülünü sadece Türkiye için önermelerinin en önemli nedeni. Avrupa Parlamentosu’nda Almanya’dan sonra en fazla parlamentere sahip bir Türkiye tüm kararlarda kendini etkili hisseden bir Almanya için kabul edilemez bir durumdur. Elbette sadece Almanya için değil, Almanya’dan sonra ikinci kalabalık nüfusa sahip olan Fransa için de kabul edilemez bir durumdur. Çünkü, Türkiye’nin tam üyeliği halinde ikinci büyük nüfusa sahip olan Fransa, nüfus bakımından ve parlamentoda temsil bakımından üçüncü sıraya gerileyecektir.

AB’nin Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmemesinin bir başka önemli nedeni, AB bütçesi içinde en önemli gelir kalemlerinden biri olan özkaynaklar-GSMH payı olarak bilinen kaleme Türkiye’nin yapacağı katkının sınırlı olmasıdır. AB bütçesinin önemli gelir kalemlerinden biri, üye ülkelerin GSMH’lalarının belirli bir oranını AB bütçesine aktarmaları sonucunda ortaya çıkmakta ve özkaynaklar-GSMH payı olarak bilinmektedir. Şimdilik bu kalem kanalıyla en yüksek katkıyı Almanya yapmakta ve AB’nin finansörü olarak adlandırılmaktadır. Almanya, daha önce belirttiğimiz gibi Avrupa Parlamentosu’nda en fazla temsil edilen ülke olması nedeniyle, parasal olarak en fazla katkı sağlamasına pek itiraz etmemektedir. Türkiye’nin GSMH’sının Almanya’nın GSMH rakamından düşük olması, Türkiye’nin tam üyeliği ile ilgili itirazları daha da artırmaktadır. Çünkü Türkiye, bir taraftan Avrupa Parlamentosu’nda Almanya’nın sahip olduğu sayıya yakın sayıda parlamenter ile temsil edilecek, diğer taraftan AB bütçesine Almanya kadar katkı sağlamayacaktır.

Kişi başına gelir rakamı, Euro bazında ele alındığında en düşük değere (7500 Euro) Türkiye sahip olmaktadır. AB ortalamasını 100 kabul ettiğimizde, Türkiye ancak AB ortalamasının yarısı büyüklüğünde bir kişi başına gelire sahip bulunmaktadır. Burada ortaya koyduğumuz engeller değerlendirildiğinde, Türkiye’nin AB’ne hiçbir zaman tam üye olamayacağı şeklinde bir sonuç çıkartılabilir. Ya da madalyonun sadece tek yüzünün okunduğu dile getirilebilir. ‘Türkiye’nin hiç olumlu bir yanı yok mu?’ sorusu akla gelebilir. Elbette, Türkiye pek çok olumlu kabul edilebilecek özelliğe sahip bir ülke. Genç ve dinamik nüfusu, jeopolitik önemi, 2000’li yıllarda gösterdiği ekonomik performansı olumlu yönlerinden sadece bir kaçıdır. Türkiye, bu özellikleriyle ve en önemlisi gümrük birliği ilişkisiyle AB’nin asla gözden çıkartamayacağı bir adaydır. Ancak, tam üyelik bu şartlar altında yakın bir tarihte mümkün görünmüyor. Şu anda AB, ya çok küçük bir ülkeyi ya da Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın katıldığı (1995) dördüncü genişleme aşamasında olduğu gibi AB standartlarının üzerinde ortalamalara ulaşmış bir ülkeyi kabul edebilir. Peki o zaman ne yapmalı? Türkiye eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet-içişleri vb. pek çok konuda AB standartlarını yakalamaya çalışmalıdır. AB normlarını evrensel dünya normları olarak kabul etmelidir. Her alanda, gelişmiş ekonomiler düzeyine ulaşmalıdır. Eğer Türkiye her alanda istenen gelişme düzeyini yakalarsa, AB üyeliği olsa da olur, olmasa da.

Abdulbaki Yaman

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

”Fırat Kalkanı” Harekâtı ve Cerablus’ta Son Durum

Muhalifler, Cerablus’un tamamen ele geçirildiğini duyurdu. Merkezden fotoğraflar paylaşılıyor. IŞİD’lilerin çoğunun Cerablus’tan çekildiği ve birçok örgüt üyesinin teslim olduğu bildirildi.

fırat kalkanı operasyonu harita

6 Başlıkta ”Fırat Kalkanı” Harekatı

1.) Cerablus nerede/Cerablus Haritası

Halep bağlı olarak yaklaşık 20 bin nüfusa sahip olduğu belirtilen Cerablus, Suriye’nin kuzeyinde Gaziantep Karkamış’ın karşısında, Türkiye-Suriye sınır kapısınında yer aldığı merkez, Fırat’ın batısında Menbiç’in kuzeyinde yer alıyor.

2.) Cerablus’ta Son Durum Haritası

Cerablus Son Durum Haritası
Cerablus Son Durum Haritası | Mor alanlar Türkiye’nin desteklediği ÖSO’nun IŞİD’den aldığı bölgeler

Fırat Kalkanı Cerablus Harekatı (Saati saatine ayrıntılı harita)

Cerablus Son Durum Haritası
Cerablus Son Durum Haritası

Güncel Cerablus Haritası

3.) Cerablus’un Önemi

IŞİD’in dünya ile bağlantısını sağlayan son önemli bölge olan Cerablus, Türkiye sınırında IŞİD’in kontrol ettiği de son şehir özelliğinde. Türkiye buraya operasyon düzenleyerek PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin burayı ele geçirmesinin önüne geçmiş ve böylece sınırdaki en önemli şehrin kontrolünü YPG’ye bırakmamış olacak. Bilindiği gibi Türkiye-Suriye sınırında IŞİD kontrolündeki bölgede yer alan Cerablus, Al Bab ve Menbiç üçgeninden Menbiç geçtiğimiz günlerde SDG çatısındaki YPG’nin kontrolüne geçmişti.

4.) Operasyona kimler katılıyor?

Muhaliflerden ilk önce 1.500 savaşçının katıldığı söylenmişti ama yerel kaynaklar bu sayının 3.000 olduğunu, bin beş yüz civarındaki savaşçının geçtiğimiz günlerde İdlip, Halep ve Azez’den bölgeye aktarıldığı bildirildi. Cerablus operasyonuna katılan örgütler arasında Feylak’uş Şam, ÖSO 13. Birlik, Sultan Murad Tugayı ve ÖSO’ya bağlı “özel birlik” sayılan Hamza Tugayı, Nureddin Zengi Tugayı ve Rahman Kolorduları yer alıyor.

5.) Cerablus harekatına Türkiye nasıl destek veriyor?

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Müşterek Özel Kuvvetleri’nin yönettiği, Genelkurmay’daki Komuta Harekat Merkezi’nden koordine edilen operasyona 50 ile 100 arası Türk Özel Kuvvetleri(Bordo bereliler vs.)’nin görev yaptığı söyleniyor. Aynı zamanda hudut güvenliğinin arttırıldığı ve Türk Özel Kuvvetleri ile birlikte onlarca tank Suriye sınırı içerisine girdi. Muhaliflere tank desteği sağlayan Türkiye aynı zamanda topçu desteğiyle de muhaliflere alan açıyor. TSK bünyesinde savaş uçakları ve İHA’larda bu operasyonda havadan destek veriyor.

TSK, harekâta katılan birimlerini şöyle açıkladı:

Piyade birlikleri (Mekanize ve havan unsurları dahil)
– Tank ve Topçu Birlikleri (Çok Namlulu Roketatar – ÇNRA)
– Geçit açan, mayın temizleyen istihkam birlikleri 
– Muharebe birlikleri
– Lojistik destek unsurları
– Hava Kuvvetleri’nin hava ve yer destek unsurları (İHA’lar dahil)

6.) Dünyanın bu operasyonuna tepkisi ne oldu?

Çeşitli görüşmeler ve açıklamalar sonunda ABD, Fransa, Almanya, Irak, Suudi Arabistan ve Katar gibi ülkeler Türkiye’nin düzenlediği bu operasyonu desteklediklerini açıkladı. Rusya Şam yönetimi ile işbirliği içinde bu operasyon sürmeli derken, Esad rejimi ‘Tankların Suriye’ye girmesi egemenlik ihlalidir’ dedi. Anlaşılan Türkiye bu operasyon öncesi bölge ülkeleri, ABD ve Rusya ile iletişim halinde bu harekata başladı. Zaten gelen açıklamalar da bu yönde.

ABD öncülüğünde Suriye ve Irak’ta hava operasyonları düzenleyen koalisyon güçlerinin de Türkiye’ye destek vereceği bildirildi.

Türkiye’nin Cerablus Harekatı: Fırat Kalkanı

Türkiye karada muhaliflerin asker desteğiyle birlikte ”Fırat Kalkanı’ adını verdiği operasyonla Türkiye-Suriye sınırındaki IŞİD kontrolündeki Cerablus için operasyona başladı. Geçtiğimiz günlerde böyle bir harekatın başlayacağı konuşulsa da netleşmemiş, Cerablus’a ilerlemeyi düşünen SDG çatısındaki YPG’yi TSK topçu ve hava harekatıyla durdurmuştu. Hatta ABD’li bir yetkili ”Kürtleri Cerablus’a saldırırsanız, destek vermeyeceğiz” dedik ve ardından gelen Türk ordusunun bombardımanı onları durdurdu diye bir açıklama yaptı.

24 Ağustos’ta yani bugün sabah saatlerinde Cerablus’a operasyona başlandığı açıklandı. Hızlı ilerlemenin kaydedildiği ilk günde IŞİD’in kontrolündeki Keklice, Tel Şair, Elvaniye ve Güğüncük köyleri Özgür Suriye Ordusu(ÖSO) tarafından ele geçirildi.

Ancak buradaki önemli noktalardan biri, IŞID bu bölgedeki birçok köyü daha önceden terk etmişti. Tıpkı Menbiç’te olduğu gibi. Yani bu kadar hızlı ilerlemenin olmasının en büyük sebebi de bu. Operasyonun başladığı andan itibaren de IŞİD militanlarının ailelerini Al Bab’a gönderdiği de gelen haberler arasında. Zaten önemli olan Cerablus’ta yaşanacak çatışmalar. Köyleri ele geçirmek Cerablus’u kuşatmaya almak için büyük önem arz ediyor.

Son olarak da IŞİD’in Cerablus’tan çekileceği yada çekildiği (net bilgi yok) gelen bilgiler arasında.

Kaynak: StratejikOrtak.com

Siyonizm ve İsrail’in Kuruluşundaki Terör Örgütleri

2

Anti-Semitizm Orta Çağ boyunca Hristiyanlığın yegane düşünsel ve toplumsal güç olduğu Avrupa’da temel davranış biçimlerinden biri olmuştur. Bunun nedeni bu dinin kuruluş sürecinde o dönem Yahudi ileri gelenlerinin Hz. İsa ve yandaşlarına karşı tutumlarının efsanevi Hristiyan geleneği, seremonisi ve kutsal metni haline gelmiş olmasıdır. Hristiyan Doktrini sürekli olarak Yahudilerin o dönemde yaptıklarının hatırlanmasını ve hatırlatılmasını gerektirmektedir. Bu temel zihniyetin üzerine yeni çağ ve yakın çağdaki sömürgecilik ve emperyalizmin beslediği Batı ırkçılığı da eklendiğinde, özellikle 19. yüzyılın sonlarında Avrupa’da yaygınlaşan Anti-Semitizm bir tepki ideolojisi olarak siyonizmi ortaya çıkarmıştır. Siyonizmin pek çok tanımı yapılabilse de, bu kavramı kısaca dinsel gelenek ve ideallerden beslenen Yahudi ulusçu ideolojisi olarak tarif etmek mümkündür. 19 yüzyıl Avrupası bir ulusçuluk ve uluslar yüzyılıydı. İtalyan ulusçu ideologlarından Mazzini’nin tanımlamasıyla “Her ulusa bir devlet.” temelinde biçimlenen ulusçuluk bu görünümüyle ilerici bir düşünce modeliydi. Fakat emperyalist rekabetin yarattığı kuşkular dışarıda ekonomik, siyasi ve askeri olarak rakip ulusları hedef alırken, pek çok gelişmiş Avrupa ülkesinde Yahudiler bu kuşkucu ulusçu bakışın doğal hedefleri oluyorlardı. Bu şartlar altında da Yahudi aydınlarının bazıları Mazzini’ci geleneği izleyerek Yahudilerinde bir devleti olması gerektiğini savunmaya başladılar. 2000 yılına yakın bir süredir kendilerini sürgün içinde gören Yahudi toplumunda Filistin’e dönerek Hz. Davut’un devletini yeniden kurma, zaten dinsel bir özlem ve görevdi.  Bu doğal dinsel algılama üzerine Mazzini’ci bir ulusal ideal kurmak son derece kolay oldu ve Siyonizm böyle doğdu. Yahudilere yönelik dinsel ve ırkçı yaklaşımlar nedeniyle Siyonizm çok kısa bir süre içinde dünyanın dört bir tarafındaki Yahudiler içinde çok yaygın bir destek buldu.

Siyonizmin bir ideoloji olarak tanımlanmasından sonra bir eylem programına ve bir örgüte dönüşmesi Theodor Herlz’in çabalarıyla olmuştur. Bu zat Avusturya kökenli bir Yahudiydi. 1895 yılında  Siyonizmin ulus devlet modelini ortaya koyduğu Der JudenStaat(Yahudi Devleti) adlı kitabı yayınladı. 27 Ağustos 1897 tarihinde de İsviçre’nin Basel kentinde I. Dünya Siyonist Kongresi Herlz’in çabalarıyla toplandı. Bundan sonraki yıllarda da bu kongreler her yıl düzenli olarak toplanmaya devam etti. 1903’teki 6. Kongrede alınan bir kararla bundan böyle kongrelerin 2 yılda toplanması hükmü getirildi. Bu kongreler sonucunda Filistin’e Yahudi göçünü düzenlemek ve finansal olarak desteklemek amacıyla bazı yan kuruluşlar oluşturuldu.

İsrail kurulana kadar Filistin çevresinde yüksek bedeller karşılığında satın aldıkları evler ve arazilerle binlerce köyler kuran Yahudi halkı gerektiğinde ortalığı karıştırmaktan kan dökmekten hiç çekinmemiştir. Birinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizlerin eline geçen Filistin, 1948 yılına kadar çok şiddetli savunmalar gerçekleştirmiş, Yahudilerin yapmak istediklerini geçte olsa anlamışlar fakat engelleyememişlerdir.

İsrail devleti kurulduktan sonra cumhurbaşkanı ve başbakan olan kişiler de İsrail kurulana kadar ki dönemlerde terörist eylemler yaparak Filistinliler’e kurdukları çeteler aracılığıyla baskı kurma ve sindirme politikası uygulamışlardır. Örneğin İshak RABİN (1922-1995) İsrail’in 5.Başbakanıdır. 1974-1977 ve 1992-1995 süreçlerinde iki kez başbakanlık koltuğuna oturmuştur. İzhak Rabin 1922’de Kudüste doğdu. Babası, ABD’den Filistin’e göç etmiş ve Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz ordusunda Yahudi Lejyonu’nun gönüllü askeri olarak çarpışmıştır. İshak Rabin’in annesi Rosa, yeraltı Siyonist terör örgütü Haganah Çetesi’nin ilk üyelerinden birisidir. İshak Rabin liseyi birincilikle bitirdikten sonra, Siyonistlerin komando kuvvetlerine gönüllü olarak yazılır. Daha sonra,  İsrail Savunma Kuvvetleri adındaki, aslında Filistinli Müslüman Araplara karşı vahşi katliamlar uygulayan bir silahlı terör örgütü olan Haganah Çetesi’nin temeli üzerinde yükselmiş silahlı örgüte girer. Bu örgüt, İsrail devleti resmen kurulup tanındıktan sonra İsrail Ordusu adını alır.

ishak rabin
İshak Rabin

Bu örgütlere değinelim.

1920-1948 Döneminde Filistin’de kanlı terör eylemlerini yapan üç Siyonist Çete şunlardır:

  • Haganah Çetesi(1920-1948)
  • İrgun Çetesi(1931-1948)
  • Stern Çetesi(1937-1948)

Haganah Çetesi

Haganah çetesi, Filistin’deki Yahudiler tarafından 1920 yılında kurulmuş bir yeraltı örgütüdür. Bu örgütün temelleri daha Osmanlı döneminde, 1912 yılının sonunda atılmıştı. Ha-Şomer bölgesinde bulunan Yahudiler, Siyonist Örgüt’ün Yönetim Kuruluna bir rapor göndererek büyük kentlerin ve dağınık yerleşim yerlerinin çevresinde savunma amaçlı milis grupları kurmayı önermişlerdi. Sonradan bu örgüt, Haganah Çetesine dönüşmüştü.

1920’lerde Haganah, sadece gönüllülerden oluşan birkaç yüz kişilik bir örgüttü. 1929’da Filistinli Arapların Yahudilere karşı ayaklanmasıyla, Haganah’ın yapısında şu değişiklikler oldu:

  • Yerleşim yerlerindeki tüm gençleri ve büyük kentlerden gelen binlerce üyeyi içine alan büyük bir örgüte dönüştü.
  • Örgüt elemanlarına geniş bir eğitim-öğretim programı uygulanmaya, askeri eğitim verecek kişilerin yetiştirilmesine başlandı.
  • Cephanelikler kurulup, Avrupa’dan düzenli silah getirilme yolu açıldı.
  • Yeraltı silah üretimine başlandı.

1917 Balfour Deklerasyonu ile Siyonistlerin yanında yer alan  İngilizler, 1930’larda bu tutumlarını değiştirmeye başlamışlardı.

İngiliz parlamentosunun 1939 yılında çıkardığı yasa, açık bir anti-siyonist nitelikteydi.

1941’de Haganah’ın ilk donanımlı askeri taburu eyleme hazır duruma geldi. İkinci Dünya savaşı sonunda İngiliz Hükümetinin Siyonist karşıtı tavrını değiştirmeyeceği kesinlikle anlaşılınca, Haganah Filistin’deki  İngiliz Manda yönetimine karşı çıkmaya karar verdi. İngilizlere karşı her alanda direnişler düzenlenmeye başladı. Avrupa’dan ve Kuzey Afrika’dan Filistin’e yasa dışı yollardan yapılan toplu Yahudi göçlerini örgütledi.  1940 yılı sonlarına doğru Haganah terör örgütü 45 bin elemana ulaşmıştı. 1947’nin baharında  bu örgütün başına David Ben Gurion(Devlet başkanı-İlk başbakan) geçti ve Filistin’in yerli halkı Müslüman Araplara karşı düzenlenecek terörist saldırıların hazırlıklarına başladı.

Haganah Çetesi
Haganah Çetesi
Haganah Çetesinin Eylemleri:
  • 30 Kasım 1947 tarihinde Haganah Çetesi, Filistin’de yaşları 17-25 arasında olan tüm Yahudileri örgüte eleman olmaya çağırdı.
  • 21 Aralık 1947 – 31 Mart 1948 tarihleri arasında, Yafa(Tel Aviv)’nın kuzeyinde, deniz kıyısına yakın Arap yerleşim yerlerine saldırılarda bulundu. Buna Siyonist Teröristler, “temizlik operasyonu” dediler.
  • 31 Aralık 1947 tarihinde, Haganah’ın bir tür asker giysileri içindeki teröristleri Hayfa’da Balad El-Şeyh kasabasını basıp 60’dan fazla sivil Filistinli Müslüman’ı katlettiler.
  • 14 Ocak 1948 tarihinde Haganah, Çekoslavakya ile gizli silah satışı anlaşması yaptı. Bu anlaşmaya göre; 24.500 Tüfek, 5000 hafif makineli tüfek ve 54 milyon mermi Filistin’e gönderilecekti. Siparişin tamamı, Mayıs 1948 sonlarına kadar gizlice Filistin’e sokulup Siyonistlerin yönetimindeki Haganah çetesine teslim edilmişti.
  • 18 Şubat 1948 tarihinde Haganah, Filistin’de yaşları 25-35 arasında olanları da örgüte katılmaya, Müslüman Araplara karşı savaşmaya çağırdı.
  • 6 Mart 1948 tarihinde Haganah, Filistin’de toplu ayaklanmayı, toplu saldırıyı ilan etti.
  • 16-17 Nisan 1948 tarihinde Haganah, İngilizlerin boşalttığı Tiberya bölgesine saldırıp ele geçirdi. Bu bölgede yaşayan Müslüman Araplar evlerini, mallarını ve topraklarını bırakıp, canlarını kurtarmak için kaçtılar.
  • 26-30 Nisan 1948 tarihinde Haganah çetesinin paramiliter teröristleri, Doğu Kudüs’te yerleşim yerleri olan Şeyh Cerrah’a saldırdılar. Burada Yaşayan Müslüman Araplar her şeylerini bırakıp kaçtılar.
  • 8-16 Mayıs tarihinde Haganah teröristleri Al-Ramla ile Latrun’u birleştiren yolu ele geçirdiler.
  • 14 Mayıs 1948 tarihinde Haganah, “Çatal Operasyonu” adını verdiği saldırıyı başlattı, Kudüs’ün çevresindeki Müslüman Arapları kentin dışına sürdü.
  • 14 Mayıs 1948 günü Yafa’da saat 16.00’da tüm dünyaya bağımsız İsrail Devletinin kurulmuş olduğu duyuruldu. ABD Başkanı Truman, İsrail devletini tanıdıklarını hemen bildirdi. Halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan ülkelerden, Siyonist İsrail devletini ilk tanıyan, Türkiye oldu.
  • 26 Mayıs 1948 tarihinde, kuruluş aşamasında bulunan İsrail hükümeti, Haganah örgütünü, Yahudi Devletinin düzenli ordusuna dönüştürdü ve buna “Zava Haganah Le-Yisrael”, yani İsrail Savunma Güçleri adını verdi.

İrgun Çetesi

  • 1937-1939 sürecinde Moşe Rosenburg ve David Raizel’in yönetimlerinde Araplara karşı bir dizi saldırılarda bulunuldu. Hayfa’da, 27 Şubat 1939 günü bir Pazar yerine bombalı saldırıda 24 Filistinli Müslümanı öldürdüler, 39’unu da yaraladılar. Yine aynı gün, Kudüs ve Yafa’da bombalı saldırılarda bulundular.
  • Nisan-Ağustos 1938 Filistin’in çeşitli yörelerinde 119 Müslüman Arap bombalanarak öldürüldüler.
  • 22 Temmuz 1946 günü, Kudüste King David Hotel’i bombaladılar. Otel, İngilizlerin askeri karargâhıydı. Saldırıda 91 kişi öldü.
  • 31 Ekim 1946 tarihinde İrgun Çetesi, İngiltere’nin Roma’daki Büyükelçiliği’ni bombaladı.
  • 29 Eylül 1947 günü İrgun Çetesi, Hayfa’daki bir polis karakolunu bombaladı, 4 İngiliz ve 4 Arap polisle 2 sivil Arap öldürüldü.
  • 29 Aralık 1947 tarihinde İrgun Çetesi, Kudüs’te bir kahvehaneye el bombaları fırlatarak 11 Arap ve 2 İngiliz Polisini öldürdüler.

Stern Çetesi

(Lehi =Lohamei Herut Yisrael, “İsrail Özgürlük Savaşçıları”))

Filistin’de İngiliz mandasının kalkmasını, Yahudi göçünün serbest bırakılmasını ve bir Yahudi devleti kurulmasını savunan silahlı Siyonist direniş örgütü.

1940 yılında Irgun örgütünden ayrılan Avraham Stern tarafından kurulmuştur. Yüzü bulmayan üyesiyle o yıllarda Filistin’de kurulan siyonist örgütler arasında en küçüğü olmasına rağmen İngilizlere karşı yürüttüğü eylemler ve suikastlerle tanınmıştır. 28 Mayıs 1948’de İsrail Ordusu’nun kurulmasıyla eylemlerine son vermiştir.

Örgüt İngilizler tarafından kurucusu Avraham Stern‘e atfen Stern Grubu veya Stern Çetesi olarak da adlandırılmıştır. Stern’in en büyük amacı, “Fırat ve Nil arasında bir İbrani Krallığı” kurmaktı. Amacının büyüklüğüne oranla Lehi’nin gücü çok sınırlıydı. Üye sayısı birkaç yüz savaşçıyı geçmiyordu ve silah stoku da çok kısıtlıydı. Hedeflerle gerçek güç arasındaki fark Stern’in savaş metodunu sert ve aşırı eylemler olarak belirlemesine neden oldu.

Avraham Stern
Avraham Stern

Örgüt Filistin’deki havaalanlarına, demiryollarına ve öteki stratejik tesislere saldırılar düzenledi. Filistin dışında da terör eylemleri düzenleyen örgütün iki üyesi, 6 Kasım 1944’te Kahire’de İngiliz hükümetinin Orta Doğu temsilcisi Lord Moyne’u öldürdü. Kasım 1945’te İsrail Savunma Birlikleri kurulunca Stern Çeteside, Haganah ve İrgun gibi bu harekete katıldı. Örgüt bu hareketin içindeyken çeşitli operasyonlar gerçekleştirdi. Bunların en önemlisi Haziran 1946’da gerçekleştirilen ve 11 örgüt üyesinin de öldüğü Hayfa demiryolu şantiyesinin bombalanması eylemiydi.

Son Söz: Bütün bu yazılıp çizilenler neticesinde kesin olarak anlaşılan bir nokta varsa o da terör, İsrail’in devlet sistemidir. Savaş ise genel politikasıdır. Savaşsız ve terörsüz korku salmadan milletlerin egemenliklerine virüs gibi yayılıp var olmaya çalışmayan bir İsrail yok olur. İsrail bunu bugün birçoğumuzun görmediği şekilde ekonomiyle yapıyor. Ülkeye malını o ülke halkının ihtiyacı olanı veya ihtiyacı olduğunu sandığı malları ülke içinde tekelden pazarlayarak finansal gücü elde tutuyor. Bu da savaşlarını sürdürebilmelerini sağlıyor. Peki biz, uyanmak için kaç yüzyıl geçmesini bekliyoruz? Kudüs meselesini, Suriye meselesini Müslümanlara yapılan zulümleri ele alıp ekonomiye üretici olarak girmek için elimizden gelen her şeyi 7’den 70’e hepimizin yapması gerekirken, neden sadece seyirci kalıp rahatı seçiyoruz? Bunların hepsinin cevabını vicdanımıza tekrar sormalıyız. “Gerçekten bunlar olurken ben evimde rahat oturduğumda gördüğüm o küçük cansız bedenler benim canımı da yakıyor mu ?” diye sormalıyız kendimize. Eğer cevabımız “Hayır” ise iyi seyirler, yakında o politika bizi de vurur…

Taner Bekir Karaköse

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR


Devletlerarası ve Hükümetler-Dışı Uluslararası Örgütler, Mehmet HASGÜLER- Mehmet B. ULUDAĞ ,  Ankara, Ekim 2005
https://tr.wikipedia.org/wiki/Lehi
http://dusunensazlik.blogspot.com.tr/2009/03/israil-teror-orgutleri.html
Efendi Teröristler, Yılmaz DİKBAŞ , Mayıs 2009

YPG ile Rejim Ateşkesi ve Haseke’de Son Durum

Haseke’de günlerdir süren rejim ile PKK’nın Suriye uzantısı YPG güçleri arasındaki çatışmalarda ateşkes sağlandı. Ateşkesin ayrıntıları açıklanmazken, YPG’nin rejimin elinden bir çok bölgeyi ele geçirdiği bildirildi. YPG bu çatışmalarda Haseke kent merkezinin güneyindeki Guveyran, batısındaki Nişva ve Zuhur mahallelerinde kontrolü sağlamış, rejime ait postane, cezaevi ve göç idaresi merkez binası gibi kurumların denetimini ele geçirdi. Rejim altı yıldır ilk kez bu çatışmalarda PYD güçlerine karşı hava saldırısı düzenlemişti.

Haseke’de son durum haritası güncel olarak şöyle (Haseke Nerede):

Kuzey Suriye Haritası ve Haseke
Kuzey Suriye Haritası ve Haseke

Yukarıdaki haritada silah simgesinin yer aldığı bölgede yaşanan rejim ile YPG çatışmalarının ayrıntılı ve yakınlaştırılmış haritası ise şöyle:

Kuzey Suriye Haritası ve Haseke
Kuzey Suriye Haritası ve Haseke (23 Ağustos 2016) | Kırmızı: Esad Rejimi / Sarı: YPG