İran Nükleer Programı’na ve Türkiye’ye Etkisine Kısa Bir Bakış

Barış İçin Atom” Programı çerçevesinde İran, 1957 yılında ABD ile Sivil Nükleer İşbirliği Antlaşmasını imzalayarak nükleer programını başlatmış ve ABD’nin İran’ın nükleer programına olan desteği 1979 yılındaki İran Devrim’ine kadar sürmüştür. Bu tarihten sonra başa gelen yeni rejim Batı dünyasının petrol ve doğal gaz zengini bir ülke olan İran’a maliyeti yüksek nükleer politikayı dikte  etmek istediği gerekçesiyle nükleer çalışmaları durdurma kararı almıştır[1]. Ancak 1980 yılında başlayan İran-Irak Savaşı ile nükleer programın önemi anlaşılmış ve çalışmalar gizli olarak yeniden yürütülmeye başlatılmıştır.

1979 Devrimi’nden sonra Batı Bloğunun desteği kesmesiyle İran nükleer işbirliği için yüzünü doğuya çevirmiş ve bu kapsamda Çin, Rusya ve Kuzey Kore ile işbirliği yapmaya başlamıştır.

Çin ile İşbirliği

Reaktör teknolojisi, uranyum zenginleştirmesi, nükleer yakıt üretme ve seyreltilmiş uranyumdan plütonyum çıkarma üzerine araştırma yapmak için Çin’in desteği ile 1984 yılında İsfahan Nükleer Teknoloji Merkezi açılmıştır. 1985 yılında Çin ve İran arasında “barışçıl kullanım” amaçlı gizli bir nükleer işbirliği antlaşması imzalanmıştır. 1990’lı yıllarda yoğunlaşan Çin-İran işbirliğinin önüne teknik yetersizlikler geçmiş ve buna ek olarak ABD’nin baskısını artırmasıyla Çin, İran nükleer programına olan desteğini 1997 yılında kesmiştir.

Çin nükleer silaha  sahip bir İran istememekle birlikte uygulanan uluslararası yaptırımlarında  bir amaç olarak değil barışçıl müzakereler ve diplomatik girişimler için  bir araç olarak kullanılmasını savunmaktadır[2].

Rusya ile İşbirliği

1995 tarihinde Moskova’da imzalanan nükleer işbirliği antlaşması ile Rusya devrim öncesi Almanlar tarafından yapımına başlanan nükleer santrali bitirme ve İranlı öğrencilerin nükleer fizik, nükleer mühendislik gibi dallarda doktora yapmak  üzere Moskova Üniversitesi’nde eğitime kabul edilmesi  üzerinde anlaşmışlardır.

Kuzey Kore ile İşbirliği

Uluslararası sistemde yalnızlaşmış ve ABD öncülüğünde başlatılan Birleşmiş Milletler  yaptırımlarına maruz kalan bu iki ülkenin ilişkileri İran-Irak Savaşı ile başlamış ve ekonomik, savunma sanayii ve nükleer teknoloji vb. bir çok alanda artarak devam etmiştir.[3]

İran Nükleer Programı Karşısında Türkiye’nin Tutumu

Türkiye, İran’ın barışçıl amaçlı nükleer çalışma yapmaya hakkı olduğunu, sorunun diplomatik yollarla çözülmesini ve İsrail’in de nükleer silaha sahip olduğundan yola çıkarak bölgenin nükleer silahlardan arındırılması gerektiğini savunmaktadır.

Ayrıca başta ABD olmak üzere nükleer silaha sahip diğer ülkelerin bu konuda İran’a yaptırım uygulamasının tezat oluşturduğunu söylemektedir.[4]

İran Nükleer Krizinde Türkiye’nin Rolü (Tahran Bildirgesi)

Dönemin Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı Genel Sekreteri Muhammed el Baradey, İran’a zenginleştirdiği uranyumun Türkiye’de bekletilmesini ve Fransa tarafından %20 zenginleştirilmiş uranyum verilmesini teklif etmiştir. Bu teklif kapsamında %20 oranında zenginleştirilen uranyum çubukları Tahran’a teslim edildikten sonra Türkiye’de bekletilen İran’ın zenginleştirdiği uranyum Batı’ya aktarılacaktır. İran bu antlaşmayı Türkiye ve Brezilya’nın arabuluculuğunda Mayıs 2010 Tarihinde imzalayarak Tahran Bildirgesi’ni kabul etmiştir.

ABD, AB ve Dönemin Rusya Devlet Başkanı Medvedev (başta olumlu yaklaşmasına rağmen) Tahran Bildirgesi’ni eleştirmişler ve yetersiz bulmuşlardır. Böylece Türkiye’nin tüm çabalarına rağmen Tahran Bildirgesi’nden bir sonuç alınamamıştır.[5]

Sonuç

İran her ne kadar barışçıl amaçlarla nükleer çalışmalar yaptığını söylese de uzun yıllar bu çalışmaları gizli bir şekilde yürütmesi uluslararası kamuoyunda şüphe ile karşılanmaktadır. Ayrıca İran’ın balistik füze programı da göze alındığında nükleer silah sahibi olmak istediği düşüncesi ağır basmaktadır. İran’ın nükleer silah sahibi olması 1639 Kasr-ı Şirin Antlaşması’ndan itibaren günümüze kadar olan İran-Türkiye arasında ki dengeyi İran lehine bozacaktır. Bu durum, Pakistan, İsrail ve Rusya  Federasyonu’ndan sonra İran’ın bu gücü elde etmesi, Türkiye’nin  bölgesel güç olma mücadelesini kaybetmesine[6] ve diğer bölge ülkeleri ile nükleer silah yarışının başlamasına yol açabilir. İran nükleer krizine diplomasi ile bir çözüme kavuşturulamaması durumunda ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunması doğrudan ve dolaylı yoldan en çok Türkiye’yi etkileyecektir. Tüm bu durumlar göz önüne alındığında Türkiye, bu krizin çözülmesi için aktif bir diplomasi çalışması yürütmekte ayrıca aksi bir duruma karşıda NATO füze kalkanına dahil olarak ve kendi hava savunma sistemlerini geliştirerek güvenlik önlemlerini  almaktadır.

Batuhan Kahriman

Stratejik Ortak Misafir Yazarı

[vc_toggle title=”Kaynakça ve Dipnotlar”]

Kaynakça ve Dipnotlar

Dipnotlar

[1] Alperen, Ü. (2018). Çin’in İran Nükleer Politikası: Ulusal Çıkar ve “Sorumlu Büyük Güç” Arasında Denge . İran Çalışmaları Dergisi , 2 (2) , 11-35 . DOI: 10.33201/iranian.510584

[2] Alperen, Ü. (2018). Çin’in İran Nükleer Politikası: Ulusal Çıkar ve “Sorumlu Büyük Güç” Arasında Denge . İran Çalışmaları Dergisi , 2 (2) , 11-35 . DOI: 10.33201/iranian.510584

[3] Ünal , B. (2014). İran-Kuzey Kore Savunma Sanayii ve Nükleer Teknoloji İşbirliği . Bilge Strateji , 6 (10) , 115-136 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/bs/issue/3800/50974

[4] Sarı, H. Ü. G. (2014). İran Nükleer Programının Türk Dış Politikasına Etkisi . Güvenlik Stratejileri Dergisi , 10 (20) , 199-228 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/guvenlikstrtj/issue/7523/99142

[5] Kibaroğlu, M. & , (2013). İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye . Bilge Strateji , 5 (9) , 1-8 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/bs/issue/3801/50981

[6] Aydın, D. (2007). İran Nükleer Programının Türkiye’nin Güvenliğine Etkileri . Güvenlik Stratejileri Dergisi , 3 (5) , 105-129 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/guvenlikstrtj/issue/7538/99228

[/vc_toggle]

Kuşatılmış Topraklardan İşbirliğine: Osmanlı ve Yakub Beg’in Tarihi İttifakı

Tarihte birçok devlet ve medeniyete ev sahipliği yapmış Doğu Türkistan, Asya’nın ortasında, batıda Hazar Denizinden, doğuda Altay Dağlarına kadar uzanan “Büyük Türkistan”ın, günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti işgalindeki parçasıdır. Çoğunluğunu günümüzde Uygur ve Kazak Türkleri ile diğer Türk gruplarının oluşturduğu Doğu Türkistan’ın yüzölçümü 1.828.418 km2 ile Türkiye’nin yaklaşık 2.5 katıdır. 751 yılında yapılan Talas savaşından sonra Çin Seddi’nin içlerine kadar geri çekilen Çinliler 752 yılından 1758 yılına kadar Doğu Türkistan ile yakından ilgilenmemiştir[1]. 1644 yılında Mançular, Çin Seddi’ni aşarak Çin’deki Ming hanedanına son verdiler ve 1758 yılından itibaren Doğu Türkistan topraklarını işgal etmeye başladılar[2].


Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Türkistan ile ilk teması, 1514 yılında gerçekleşti. Bu yılda, Safevi İmparatorluğu ile yapılan Çaldıran Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Türkistan bölgesine doğru ilerlemesi başladı. Osmanlı İmparatorluğu, Doğu Türkistan bölgesindeki kabilelerle ittifaklar kurarak bölgede giderek nüfusunu artırdı.

Çaldıran Savaşı’nı Anlatan Bir Minyatür

Ancak, Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Türkistan bölgesindeki nüfuzu, Zungar İmparatorluğ ‘nun yükselişiyle azalmaya başladı. Zungar İmparatorluğu, bölgedeki diğer Türk devletlerini fethederek bölgedeki hakimiyetini artırdı.

Kaşgar Hanlığı Dönemi

Yakub Beg
Yakub Beg

1865 yılında Kaşgar’ı hakimiyet altına alan Yakub Beg kısa sürede Yanhisar, Yarkend, Hoten, Aksu, Kuça, Karaşehir, Kula ve Turfan’ı da Çin işgalinden kurtararak hakimiyet alanını genişletmiş ve Urumçi dışında Doğu Türkistan’ın büyük bir kısmına hakim olmuştur.

“Bedevlet” ( Mesut Hükümdar) ünvanını alan Yakub Beg, Osmanlı Devleti, İngiltere ve Rusya ile  görüşmeler yapmıştır.

Yakub Beg yardım istemek amacıyla 1869 yılında Yakub Han Töre’yi İstanbul’a göndermiştir. Sultan Abdülaziz, Yakub Beg’in ihtiyacı olan silah ve mühimmatların yanında Kaşgar ordusunu eğitmek amacıyla subaylar göndermiştir. Osmanlı heyeti Kaşgar’da 100 pare top atışı ile karşılanmıştır. Böylece Kaşgar Emirliği Osmanlı himayesine girmiş ve Yakub Beg’e Emir ünvanı verilmiştir. Yakub Beg’de Osmanlı halifesi adına hutbe okutmuş ve para bastırmıştır. Yakub Beg’e Emir ünvanının verilmesi münasebetiyle düzenlenen törene İngiltere Sefaretinden katılan heyet Kraliçe namına bir Name takdim etmiştir[3]. Ayrıca Yakub Beg, 1872’de Rus Çarlığı ile bir ticaret anlaşması ve 1874’te Hindistan’daki İngiliz koloni yönetimi ile bir anlaşma imzalamıştır. Böylece Yakub Beg askeri becerisini, diplomasiyle birleştirmeyi başarmış kurduğu devlet dönemin büyük devletleri tarafından resmi olarak tanınmıştır. 1876 yılında tahta çıkan Sultan II. Abdülhamit’de amcası Sultan Abdülaziz’in Doğu Türkistan politikasını devam ettirmiş, yeni padişahın cülusunu kutlamak amacıyla Yakub Beg birçok hediye ile birlikte Yakub Han Töre’yi yeniden İstanbul’a göndermiştir.

Rusya’daki çar yönetimi, Doğu Türkistan’da tam bağımsız bir Müslüman Türk devletinin bulunmasını kendisine tehdit olarak görmüş ve Çin ile işbirliğine giderek Rus işgalinde bulunan İli bölgesinin Rusya’ya bırakılması karşılığında Çin’e askeri teçhizat ve hububat yardımında bulunmuştur[4]. Yakup Beg’in 1877’de ani ölümüyle beraber ülkede iç karışıklıklar ve taht kavgaları çıkmıştır. Bu durumu fırsat bilen  Zo ZUNG Tang komutasındaki 200.000 kişilik Çin ordusu tüm bölgeyi işgal etmeye başlamış[5], Kaşgar Hanlığı’nın ömrü Yakup Beg’in ömründen öteye gidememiştir.

Sonuç

Osmanlı İmparatorluğu’nun Doğu Türkistan bölgesi ile olan ilişkileri genellikle ikili işbirliği ve karşılıklı etkileşimler içeren bir ilişki olmuştur. Ancak, bu ilişki zaman içinde farklı nedenlerden dolayı azalmıştır. Yakub Beg dönemi, Doğu Türkistan’ın bağımsızlık arayışı ve ulusal bilincin oluşumu açısından önemli bir rol oynamıştır.

Yakub Beg’in mücadelesi, bölge halkının bağımsızlık ve özgürlük arayışı için bir ilham kaynağı olmuştur. Ve Uygur Türkleri günümüzde de bağımsızlık mücadelesini sürdürmektedir.

1877 yılındaki Çin-Mançu istilasından sonra Çin bu bölgeye ‘’yeni sınır’’ anlamına gelen ‘’Xinjiang’’ adını vermiştir. 1 Ekim 1955 tarihinde kurulan “Şin Jiang Uygur Otonom Bölgesi” adıyla da bugünkü idari statüsü kazandırılmıştır[6].

Batuhan Kahriman

Stratejik Ortak Misafir Yazarı

[vc_toggle title=”Kaynakça ve Dipnotlar”]

Kaynakça ve Dipnotlar

Kaynakça

Gömeç, S. (1998). DOGU TÜRKİSTAN’DA YAKUB HAN DÖNEMİ VE OSMANLI DEVLETİ İLE İLİşKİLERİ . OTAM Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi , 9 (09) , 149-153 . DOI: 10.1501/OTAM_0000000266

Akalan, A. O. (2021). OSMANLI DEVLETİ İLE KAŞGAR EMİRİ YAKUP BEG ARASINDAKİ İLİŞKİLER . Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi , 9 (29) , 354-366 . DOI: 10.33692/avrasyad.1037257

Vecihi Sefa Fuat Heki̇moğlu, Aytkul Mahayeva, Gulzada Çargınova (2019). 19. Yüzyılın Son Çeyreğinde Doğu Türkistan’daki Milli Mücadelede Kazak ve Kırgızların Rolü. Belleten, 83(), 229-260. doi:10.37879/belleten.2019.229

Yavuz, N. (2003). XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kaşgar Emirliğiyle Osmanlı Devleti Arasındaki İlişkiler ve Ali Kazım İbrahim Efendi nin Layihası . Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi , 23 (2)

MUALLÂ UYDU YÜCEL, “YÂKUB BEG”, TDV İslâm Ansiklopedisi, https://islamansiklopedisi.org.tr/yakub-beg (02.02.2023).

Demirağ, Y. (2014). 1755-1949 YILLARI ARASINDA DOĞU TÜRKİSTAN . Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi , (3) , 229-245 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/uygur/issue/30035/324318

Karaca, R. K. (2007). Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu . Gazi Akademik Bakış , 1 (1) , 219-245 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/gav/issue/6530/86594

Dipnotlar

[1] Buğra, Muhammed, Emin, 1998, Şarki Türkistan Tarihi, İstanbul

[2] Akalan, A. O. (2021). OSMANLI DEVLETİ İLE KAŞGAR EMİRİ YAKUP BEG ARASINDAKİ İLİŞKİLER . Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi , 9 (29) , 354-366 . DOI: 10.33692/avrasyad.1037257

[3] Yavuz, N. (2003). XIX. Yüzyılın İkinci Yarısında Kaşgar Emirliğiyle Osmanlı Devleti Arasındaki İlişkiler ve Ali Kazım İbrahim Efendi nin Layihası . Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi Dergisi , 23 (2) , . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/gefad/issue/6762/90965

[4] Akalan, A. O. (2021). OSMANLI DEVLETİ İLE KAŞGAR EMİRİ YAKUP BEG ARASINDAKİ İLİŞKİLER . Avrasya Uluslararası Araştırmalar Dergisi , 9 (29) , 354-366 . DOI: 10.33692/avrasyad.1037257

[5] Karaca, R. K. (2007). Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu . Gazi Akademik Bakış , 1 (1) , 219-245 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/gav/issue/6530/86594

[6] Demirağ, Y. (2014). 1755-1949 YILLARI ARASINDA DOĞU TÜRKİSTAN . Uluslararası Uygur Araştırmaları Dergisi , (3) , 229-245 . Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/uygur/issue/30035/324318

[/vc_toggle]

Vizyonsuz AB

4

Günümüzde Avrupa Birliği’nin (AB) vizyonsuzluğu enerji, güvenlik, yaşlı nüfus, ırkçı hareketler, lider eksikliği, göç, Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) bağımlılık, çifte standartları, rasyonel düşünememe ve çözüm üretememe gibi pek çok nedenle izah edilebilir. Ayrıca Uzakdoğu, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde sömürge faaliyetlerinin zorlaşması AB’yi etki alanını daraltarak iç çöküşe doğru sürüklemektedir.

Deyim yerindeyse kendine güvenen, iddialı, son asırların öncü medeniyeti lider bir Avrupa yerine korkak, güvensiz, zararına da olsa ABD tarafından güdülen bağımlı bir Avrupa’nın dünyaya ve kendisine ne katkısı olacak doğrusu merak ediyorum. ABD’nin maksadı AB’yi Rusya, Çin ve Türkiye ile düşman hale getirerek tamamen kendine bağlamaktır.

Yani kendisine üretim dahil hiçbir yönden rakip olamayacak vizyonsuz tam kontrol altında bir AB istemektedir. Buna karşın AB enerji, güvenlik ve jeopolitik konumu itibariyle Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu halde, terör yandaşlığını ve Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi‘ne verdiği desteği Ankara ile olan ilişkilerinde tıkaç olarak kullanmayı tercih etmektedir.

Halbuki dünyanın yeni güvenlik mimarisinin şekillenmesinde, turizmde, küresel ticarette ve kurulacak enerji hatları dikkate alındığında AB’nin Türkiye’den daha çok menfaatlerinin kesiştiği, stratejik ortaklık ve dostluk kurabileceği başka bir ülke yoktur.

Aksi takdirde söz konusu birlik Ukrayna savaşıyla olduğu gibi enerji temininde de yüksek maliyetleri yüklenerek vatandaşlarının refah ve huzurunu kaçıracaktır. Bu durum AB’nin yeni problemlerle karşılaşacağı anlamına gelmektedir.

ANNAN PLANI

Birleşmiş Milletler’de (BM) Annan Planı doğrultusunda müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs’ta yapılan referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü bahsi geçen planı reddederken Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla plana “evet” demiştir.

BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı Rum kesiminin sergilediği uzlaşmaz ve şımarık tutum nedeniyle geçersiz hale gelmiştir. Güya bu tutumundan dolayı Kıbrıs Türklerini takdir eden AB ve BM yetkililerinin demeçleri sonrası, AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Lüksemburg’da gerçekleştirdiği toplantıda, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona erdirilmesine kararlı olunduğu ifade edilmiş ve bu amaçla Komisyon kapsamlı tedbirler almaya davet edilmişti.

Buna mukabil GKRY’nin bu tutumunun cezalandırılması beklenirken; ayrıca AB’ye göre böylesi içeride problemli yerlerin birliğe alınmaması gerekli iken GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ye tam üye yapılarak mükafatlandırılmıştır. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri ise “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.

AB’nin meseleye hakkaniyetsiz yaklaşımı Doğu Akdeniz’den daha hızlı, daha kolay ve az maliyetle temin edebileceği enerjiye ulaşımını zora sokmuştur. Ne yazık ki AB Türkiye söz konusu olduğunda rasyonel düşünememekte; menfaatlarini dahi rasyonel bakış açısıyla değerlendirememektedir.

EKONOMİK DURUM

Şu anki konjonktürde Avrupa Birliği’nin birçok soruyla yüzleşmesi gerekmektedir. Örneğin AB Yunanistan gibi borçlu ülkelerin kamburuyla ne kadar daha yürüyebilecektir? Mevzu bahis birliğin üretim merkezi Almanya enerjiden dolayı dara düştüğünde ve üretim merkezleri birer birer kapandığında bunun faturası kime kesilmiş olacaktır? Fakat öyle görünüyor ki AB içerisinde ağırlığı olan Almanya ve Fransa gibi ülkeler mevcut durumdan hoşnut olmayıp kendi kararlarıyla bu durumu aşmak istedikleri taktirde bir iç problemle karşılaşacaktır.

Nitekim Almanya’da Reichsbürger hareketiyle faşizmin canlanması ya da Fransa sokaklarının ABD’nin Suriye’deki kara birliği konumunda olan teröristler vasıtasıyla karışması gibi. Bu iki ülkedeki fitili ateşleyen ırkçı düşünceler tesadüf mü? Bu fitilleri ateşleyebilecek güç acaba kim? AB ülkeleri bir şekilde hangi güç tarafından terbiye edilmeye çalışılıyor? Almanya ve Fransa’da meydana gelen bu hareketlerin söz konusu devletlerin hangi girişim ve tavırlarından sonra vuku bulduğunun incelenmesi gerekmektedir.

TERÖR MESELESİ

AB’nin son dönemde önemli hatalarından bir diğeri de ABD’nin Suriye’deki kara birliği olan terör örgütünden bahsederken “Kürtler“ ifadesini kullanmasıdır. Kürtler terörist değildir ve bu Kürtlere apaçık hakarettir. Söz konusu birlik bu tutumuyla terör faaliyetleriyle herhangi bir irtibatı olmayan Kürtlere zarar vermektedir. Terör grupları ve bunların mensup olduğu etnik gruplar karıştırılmamalıdır.

Diğer yandan AB terör örgütü listesine hem PKK ve DHKP-C’yi almakta hem de bunları besleyip kollamaktadır. Dolayısıyla bu ikircikli politikası bugün İsveç’in de tecrübe ettiği gibi AB’nin saygınlığına zarar vermektedir. Bugün NATO üyesi olduğu halde Türkiye’nin güvenliğini önemsemeyen devletlerin yarın bir gün güvenlikleri tehdit altında kaldığında Türkiye de önemsemeyecektir.

Bu bağlamda Fransa’da 15 Temmuz 1983 tarihinde Orly Havalimanı’nda gerçekleşen Ermeni ASALA terör örgütünün saldırısını hatırlamaları faydalı olacaktır. Bahsi geçen terör saldırısından sonra AB ülkelerinin ASALA’ya tavırları büyük ölçüde değişmişti.

UKRAYNA

Tüm bunların yanı sıra AB’nin ABD-Rusya çekişmesi ve NATO’nun genişleme stratejisi gerekçesi nedeniyle katlanmak zorunda kaldığı sıkıntıları ve yüz yüze geldiği nükleer güç tehdidine doğru sürüklenmeyi çaresiz ve tedirgin bir şekilde izlemesi ibret vericidir.

AB bu ve bunun gibi tehditler -küresel gıda krizi- karşısında bu kadar aciz mi kalacaktı? Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ve Rus istihbarat başkanlarını bir araya getirerek nükleer tehdidi azaltma yönündeki olumlu çabalarını ve Rusya ile Ukrayna arasındaki İstanbul’daki tahıl koridoru anlaşması ve uygulamasını takdir edip desteklemek Avrupa’nın menfaati gereğidir.

Sonuç olarak;

AB dünya üzerinde barışı temin etme kabiliyetini kaybetmektedir. Aksine silahlanmak için daha çok kaynak ayırmaya başlamıştır. Uluslararası alanda barış ve gelişme hususlarında önderlik etmek yerine tarihte düştüğü pozisyona doğru yol almakta; böylece dünya nüfusunun ekseriyetini barındıran Asya ülkeleri ile ilişkileri tıkanmaktadır.

Bu kapsamda maalesef AB sömürgecilik ve Dünya Savaşlarında olduğu gibi geçmişindeki utanç tablolarından ders almamakta; Akdeniz ve Ege’de kıyıya vuran Aylan bebekleri unutarak Yunanistan’a sessiz kalan göç politikası izlemekte ve yeni utanç tabloları çizmektedir. Ümit ederim ki Avrupa Birliği bu kış üşüdükten sonra kendileri ve insanlık adına yeniden daha sağlıklı çözümler üretebilir. Özellikle, Avrupa’da hayatlarını idame ettiren onca insanı varken Türkiye Avrupa’nın zararını isteyecek ve yüzyıllar öncesine takılarak hareket edecek bir ülke değildir.

Dolayısıyla AB’nin Türkiye’yi fuzuli yere hedef almayı bırakması ve kendi menfaatlerini hiçe sayan politikalar gütmemesi lehine olacaktır. Önümüzdeki süreçte Batılı ülkeler ya yeniden ileriyi görecek büyük liderlere ve realist büyük projelere ihtiyaç duyacak ya da AB’nin yeteneksiz-vizyonsuz parlamentosuyla bu halini devam ettirecektir.

“Savaşın Sebebi”: Küresel Eşcinsellik Meselesi

0

Uganda’da Devlet Başkanı Yoweri Museveni, eşcinselliğe idam cezasının getirildiği tasarıyı imzaladı. Artık ülkede “ağırlaştırılmış eşcinsellik suçunu işleyen bir kişi”, mahkumiyeti halinde ölüm cezasına çarptırılabilecek. Ayrıca medyada çok yer almasa da tasarıda 18 yaş altındaki biriyle ilişki yaşayan kişiler de idam edilecek. Bu arada Uganda’da (Britanya sömürge yasası gereği) eşcinsel ilişki, zaten ömür boyu hapis cezası sebebiydi.

Şimdi konuya gelelim. Bilmeyenler için Uganda, Hristiyan bir ülke. Seçimle gelen Devlet Başkanı Museveni de 20 yıldan fazla süredir ülkeyi yönetiyor. Kendisi Afrikalı liderlere “dünyayı eşcinsellikten kurtarma” çağrısı yapan, eşcinselliği “yozlaşma ve çöküş” olarak gören biri. Bu durumu da “Batılı ülkelerin dayatması” olarak yorumluyor. Arkasında da Trump’ı destekleyen Evanjelik Hıristiyanlar var. Museveni yasayı 2014’te yine yasa meclisten geçirmişti ancak Anayasa Mahkemesi iptal etmişti. O zaman küresel vakıflar başta olmak üzere ABD ve bazı Avrupa ülkeleri ambargo uyguladı. ABD Başkanı Biden 9 yol önce yapılan gibi yine yaptırım uygulayacaklarını açıkladı. Ama Uganda yönetimi boyun eğmeyeceklerini açıklıyor.

Eşcinsellik meselesi, çocuk yaşta cinsiyet değişikliği ve benzer konular iki grup arasında kültür savaşına dönmüş halde. Dünyada Hristiyan ya da Müslüman fark etmez, sağcı/radikal/gelenekselci olarak tanımlanan ülke liderleri bu meseleyi; “küreselci” olarak tanımlanan, başını ABD ve AB üyelerinin çektiği ülkelerin ‘dayatmaları’ olarak görüyor ve mücadele etmeye çalışıyor. Dünyada milliyetçilerin ve sağ hükümetlerin güçlenmesiyle bu mücadele daha da gün yüzüne çıkacak. Rusya, Macaristan ve Çin bunların en bilinenleri. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim, Çin ve Rusya gibi ülkelerin ‘dolara karşı mücadelesi’, Batı’nın kültür dayatmasına yönelik de var. Rusya’da cinsiyet değiştirme ameliyatları ve eşcinsel propagandanın yasaklanması en yakın örnekler. Savaş sürecek.Takipte kalın: @baydno

(Tamamen şahsi görüşüm ama bence Erdoğan’ın balkon konuşmasında “LGBT’ciler” diyerek ithamlarda bulunması ve konuyu gündemde tutması, “Küreselcilere” de açık bir mesaj.)

(2 Haziran 2023)

Esad 12 Yıl Sonra Arap Birliği’nde: Neler Değişti?

0

Arap ülkeleri, 12 yıl sonra Esad’ı birliğe çağırdı. Suriye’nin üyeliği 16 Kasım 2011’de askıya alınmış, yetmemiş ülkenin temsil hakkı 24 Mart 2013 itibariyle muhalif güçlere verilmişti. Zaman geçti, bölge değişti. Şu an ortada muhalifler yok, muhaliflere destek veren Arap liderleri yok. 12 yıldır İran ve Rusya’nın desteğiyle ayakta kalan Esad var.

Mısır ve Suudi Arabistan, zirvede Suriye krizinin çözümünü Arapların bulması gerektiğini belirterek “Arap milliyetçiliğini” ön plana çıkarken, Esad da tam ortama uygun açıklamalarda bulundu: “Çok başlık var ki, söze yer yok, zirveler yetmiyor bunlara. Arapların reddettiği Siyonist varlığın direnişçi Filistin halkına karşı işlediği suçlarla başlamıyor, sapkın bir ‘Müslüman Kardeşlik’ havasıyla aşılanmış yayılmacı Osmanlı fikri tehlikesiyle bitmiyor…”

Aslında Esad, hem BAE, Mısır, Suud ve Bahreyn gibi ülkelerdeki ortak tehlike olan Müslüman Kardeşler’e vurgu yaparak “düşmanımız bir” diyor hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı eleştiriyor. Ama artık bölgeli dinamikler değişiyor.

Mesela Arap liderler arasında ilk adımı Ürdün Kralı Abdullah, “Suriye’yi tecrit etmek ve Arap Birliği’nden uzaklaştırmak İran’a daha fazla alan açtı” diyerek açmıştı. Haklıydı da. Esad zaten İran’a yakındı ama şu an muhtaç hale geldi. Bu evrede İran “Şii Hilali”ni çok güzel çizdi. Bir ucu Bahreyn’de, diğeri Lübnan. Hilal’in ortasındaki Irak ve Suriye zaten İran’a teslim. Lübnan’da Hizbullah, Bahreyn’de (yönetimde olmasa da) Şii dini lider… Trump, Obama’yı “Irak’ı İran’a teslim ettin” diyerek eleştirirken, o da Esad konusunda radikalliğini sürdürerek Yemen’i de Suriye’yi de İran’a bırakmıştı.

Aslıdan 2016 yılında Halep’in alınmasıyla Esad iç savaşta üstünlük elde ederek psikolojik savaşı kazanmıştı ancak Arap Birliği’ne davet edilmesi, diplomaside de bunun yansıması olarak dünyaya ilan edilmiş oldu. Sadece Türk dış politikası değil, bölgedeki dinamikler ve aktörler değişiyor. Mesela İran ile ilişkisi olmayan Suudi Arabistan, 7 yılın ardından Çin’in arabulucuğunda tekrar ilişkilerini başlattı. Ayrıca Yemen’de İran’a yakın silahlı güç Husiler ile görüştü. Ortadoğu değişiyor. Peki Türkiye ne yapıyor?

(24 Mayıs 2023)

Seçim Sonrası Türk Dış Politikasını Ne Bekliyor?

0

Yeni dönemde Suriye lideri ile görüşmelerin adının konmasını bekliyorum. Esad’ın ön şartı Türk askerinin çekilmesi ama bunun olması zor. En azından periyodik bir süreç ve mültecilerin geri dönmesiyle bağlantılı olabilir. Türkiye’nin benim tabirimle ‘ön cephe taktiği’ ile terörle sınırın ötesinde mücadele stratejisi, Esad’ı da YPG konusunda hizaya çekebilir. Tek taraflı adımlar atılamaz. İki taraflı ‘taviz’ verilmelidir.

Kuzey Irak’ta onlarca karakola sahip olan Türkiye, PKK ile mücadelesini sürdürecek, IKBY ile ilişkilerini özellikle PKK’ya karşı kullanacak. Seçimden bir hafta önce Türkiye ve IKBY arasında Derecik-Zet sınır kapısı açılmıştı. Bağdat yönetimi ile de planlanan sınır kapısının açılması elzem. Ancak Bağdat ile adı konmamış gerginlik devam ediyor ve İran olduğu sürece bu devam edecek gibi duruyor.

İran… Söylenecek çok sözün olduğu ancak artık konuşmaktan bıktığım komşu ülke. Arap ülkeleri ile ilişkileri düzeltme arayışındaki İran, Suriye ve Irak’ta karşımızda olmayı sürdürecek. İlişkilerin stabil seyirden öteye geçmeyeceğini düşünüyorum.

KKTC yani Doğu Akdeniz. KKTC’de her şey yolunda ancak 2019’da Libya ile yaptığımız anlaşmanın sınırlarına daha bir kez gemi göndermedik, 2021’den bu yana Doğu Akdeniz’de Yunanistan’ın iddia ettiği Sevilla Haritası’nda hiç faaliyet yürütmedik. Yani Avrupa ile arka plandaki anlaşmalar çıkarımıza değil. Tıpkı Geri Kabul Anlaşması gibi. Avrupa ile anlaşma bahanesiyle Yunanistan’a boyun eğmek en büyük vakit kaybı. Mavi Vatan doktrin olmalı.

Erdoğan’ın zaferinin en sevinenlerinden biri de Azerbaycan lideri Aliyev oldu. Çünkü önümüzdeki süreçte Türkiye’nin ‘garantörlüğü’ ve Paşinyan’ın gerçekçi yeni adımlarıyla Zengezur Koridoru açılacak, Karabağ’daki Türk varlığı daha güçlü hale gelecek. Maalesef Türkiye olmazsa Fransa da Rusya da, en çok da İran, Azerbaycan’a çok pres yaparlar. Aliyev de bunu biliyor.

Seçim sonrası Erdoğan’ı arayan ilk ülke liderlerinden biri de Gürcistan’dı. Rusya tarafından toprakları işgal edilen Gürcistan, Batı’ya yakınlaşmasını Türkiye’nin desteğiyle sürdürüyor ama Ermenistan ile iyi ilişkiler ve kapıların açılması, en çok Gürcüleri zor durumda bırakacak.

(31 Mayıs 2023)

İngiltere’de ‘Değişmeyen Devlet Politikası’: Çin Karşıtlığı

0

İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, Çin’i “küresel güvenlik ve refah açısından çağın en büyük sorunu” olarak tanımladı. İngiltere’de bildiğiniz gibi son 4 yılda 4 başbakan değişti. Johnson’a faşist, Hint kökenli yeni Başbakan Sunak’a ise ‘ılımlı’ dendi. Ama hepsi Rusya ve Çin karşıtıydı. Hiçbiri bu konuda taviz vermedi. Hatta Hint kökenli olduğu için Sunak için “göçmen politikası sert olmaz” deniyordu ama göçmenlere karşı yeni yasa çıkardı ve uluslararası baskıya rağmen yakalanan göçmenleri Ruanda’ya göndermeyi sürdürdü.

İngilizler öyle bir istihbarat yapılanmasına sahiplerdi ki Rusya’nın Ukrayna’ya saldıracağını 5 ay önce söyleyip bölgeye sevkiyatı artırdı. Savaş başlamadan önce yayınladıkları haritada, Rusya’nın Ukrayna’ya hangi bölgelerden gireceğini nokta atışı yaptı. Yazmıştım onu da.

İngiltere “Atlantik stratejisini” yürüten dünyanın en köklü ülkelerinden. AB ile olan güvenlik anlaşmalarında hep bağımsız, daha “ada odaklı” oldu. Son yıllarda ise ABD ile ittifak kurarak -Fransa’yı bile karşısına alarak- Avustralya ile nükleer denizaltı anlaşmasını imzaladı. Avrupa ‘ılıklaştıkça’ İngiltere ‘radikalleşti’. Geleceği okuyan, Batı’nın hegemonyasını Doğu’ya kaptırmamak için hep direndi. Rusya ve Çin ikilisine karşı ABD’den daha gerçekçi mücadele ediyor. Bu stratejiyi de devam ettireceği aşikar. Çünkü İngilizlerde devlet politikası isimlerle değişmiyor. Devlet disiplini de budur zaten.

Küçük de bir not ekleyeyim. İngiltere, diğer Avrupa ülkeleri ve ABD’ye göre Türkiye ile ortak çıkarları daha önemseyen bir ülke. 2022 rakamlarına göre Almanya, ABD ve Irak’ın ardından en fazla ihracat yaptığımız 4. ülke. Yine geçen sene rekor silah satışı yapan İngiltere’nin en fazla silah sattığı üçüncü ülke ise Türkiye. ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik planlarında PKK’nın yeri olmasa ve Türkiye ile ikili ilişkileri daha fazla önemsese, İngiltere’nin Türkiye’ye yakınlığı Katar seviyesine gelir. Çünkü bu topraklar çok kıymetli. Bölgede Türkiye gibi savaş tecrübesine sahip olan ordu, her zaman yanında görmek istenilecek bir güvence. Nüfus, ekonomik büyüklük ve tarihsel güç ise Türkiye’yi vazgeçilmez kılan diğer başlıklar.

(23 Mayıs 2023)

Kısaca “Sır Küpü” Hakan Fidan Kimdir?

0

Türkiye tarihinin en genç MİT Başkanı olan Hakan Fidan, göreve geldiğinde dönemin İsrail lideri Barak tarafından “kaygı verici” olarak nitelendirilmişti. 1968 doğumlu olan Fidan, 18 yaşında astsubay olarak TSK’da göreve başlamış, 15 yıllık ordu görevinde NATO ağırlıklı alanlarda faaliyet yürütmüştü. 2001 yılında TSK’dan istifa edip devletin Avrupa istihbarat ağında yer aldı. 2003’te TİKA’nın başkanlığına getirildi. Biliyorsunuz ki TİKA, Türkiye’nin soft power istihbarat ağı olarak bilinir. Dünyanın dört bir yanında yardımlar yapar, Türk devletini tanıtır. Kaba örnekle Afrika’nın ücra bir köşesinde bir çeşme açarken, oranın kabile reisi de Türkiye çıkarları için yönlendirilir. Erdoğan’ın güvenini bu dönemde kazanan Fidan, 2007’de dış politika ve uluslararası güvenlikten sorumlu Başbakanlık Müsteşar yardımcısı görevine atanır. Master ve doktora tezlerinde Türk istihbaratını, ABD ve İngiliz istihbaratı ile kıyaslayan Fidan, Türk dış politikasının güçlü olmasının Türk istihbaratının güçlü olmasıyla sağlanacağını düşünür. Kısa bir MİT müsteşar yardımcılığı görevinin ardından 2010’da MİT Müsteşarı olarak göreve başlar. Hem bu pozisyona getirilen ikinci sivil hem de en genç MİT Başkanı olarak tarihe geçer.

2012’de Erdoğan ameliyat olurken, FETÖ’cü savcılar Fidan’ı ifadeye çağırmış o ise Erdoğan’a ulaşarak ifadeye gitmemiştir (Bunun filmi de vardı). Başbakan’ın talimatı sonrası MİT binasına girenler için “vur emri” verilmiştir. Bu olay MİT tarihinde de bir değişimin işareti olmuştur. Olay sonrası MİT Kanunu’nun 26. maddesinde değişiklikler yapılarak “MİT görevlileri hakkında soruşturma yapılması” Başbakanın iznine bağlanmıştır. 2014’te MİT kanunlarında değişim başlayarak istihbarat adeta “dokunulmaz” hale gelmiş ve 9 yılda “dış operasyonlardaki alan hakimiyeti” teşkilatın gücünü artırmıştır.

Dün yeni kabinede Hakan Fidan, İnönü’nün ardından 101 yıl sonra Türkiye’de asker kökenli ikinci Dışişleri Bakanı oldu. Dünden beri KV editleri izlesek de yeni dönem dış politikada çok şaşırtıcı farklar olacağını düşünmüyorum. Sadece artık masanın karşı tarafında oturan kişilerin muhatabı, daha çok bilgiye sahip olan bir bakan olacak.

Pakistan’da Son Durum: Imran Han’ın Akıbeti Ne Olacak?

0

Çin ile yakın ilişkilere sahip olan eski Pakistan Başbakanı Imran Han, ABD’nin dayattığı “Rusya’ya yaptırım” kararını hayata geçirmemişti. Sürekli ABD’nin işgallerini eleştirirdi. Bu nedenle birçok kişi kendisinin Batı’nın hedefinde olduğunu dile getirirdi. Geçen sene de mecliste hızlı bir adım atılarak güven oylaması yapıldı ve görevden düşürüldü. Kendisi bu kararı tanıdı ancak erken seçim ilan edilmediği için destekçileri aylarca sokakta gösteriler düzenledi. 8 Mayıs’ta da eski bir yolsuzluk davası nedeniyle Yargıtay’a gittiği sırada apar topar gözaltına alındı. Kısa sürede çıkarılsa da olaylar dinmedi. Sokaklar tekrar dolup taştı.

İçerideyken Pakhtunkhwa eyaletinde kan donduran bir olay yaşandı. Han’ın serbest bırakılmasını isteyen kalabalık içerisinde bir molla kürsüye çıkarak Imran Han’ı “peygamber” olarak tanımladı. Pakistan gibi bir ülkede bu ifadenin sonu belliydi. Mikrofonu kapatılan molla, çevresindekiler tarafından zapt edildi ve oracıkta ‘kesilerek’ öldürüldü. Şaşırtsa da bu oldu. Her ne kadar çevredekiler de Han destekçisi olsa da Pakistan gibi bir ülkede böyle bir ifade susulup geçilecek bir şey değildi.

Pakistan’da hâlâ kriz devam ediyor. Pakistan öyle bir ülke ki bağımsız olduğu 1947’den beri ilk defa 2013’te seçimle el değiştirmişti. 66 yıl boyunca hükümetler, bir sonraki seçimi görememişti. Ya liderler öldürüldü ya darbe oldu ya da sürgüne gönderildi. Han ise ordunun bu kadar güçlü olduğu bir ülkede, alenen orduyu suçlayabiliyor. Bu gerçekten cesaret ister. Ama bu gücünü de halktan alıyor. Çünkü askere sempati beseleyen eyaletlerde bile halk Han’ın yanında durarak askerlere tepki göstermeye başladı. Şu an Pakistan ordusu kararsız. Han, önceki Başbakan gibi sürgüne mi gönderilmeli, yoksa suçlamalarla idam mı edilmeli? Yoksa bilinmeyen ellerin suikastine mi kurban gitmeli? Çünkü daha önce farklı lider bu sonları yaşadı. Bölgeyi takip edenler, iç savaş riski nedeniyle Han’ın idam edilmeyeceğini, sürgüne gönderileceğini düşünüyor. Çünkü halk desteği çok yüksek. Olası iç savaştan korkuluyor.

Imran Han’ın akıbetini, görevden düşürülmesinden bu yana ele aldığım gibi takip etmeye devam edeceğim.

(6 Haziran 2023)

Kosova’da En Fazla Yabancı Asker Türkiye’nin

0

Türk askeri Osmanlı’dan bu yana ilk kez 1999’da Kosova’ya gitmişti. O dönemde davul zurnalarla Türk askerini karşılayan Kosovalılar, Sırp katliamlarına karşı NATO askerleri ile yan yana durdu. 24 yıl boyunca Türk askerinin NATO kapsamında konuşlu bulunduğu Kosova, Sırp azınlıkla yaşanan gerginlik sonrası krizle karşı karşıya kaldı. Krizin temeli, Nisan ayındaki yerel seçimleri boykot eden Sırpların, kuzeyde çoğunluğu Sırpların oluşturduğu bölgelerde seçimleri kazanan Arnavutlar’ın göreve başlamasıyla patlak verdi. Kamu binalarına girmeye çalışan Arnavut’lara karşı Rus yanlısı “Z” amblemli Sırpların müdahalesi, bölgedeki NATO birliklerinin olaya dahil olmasına neden oldu. 30 NATO askerinin yaralandığı olaylar dinse de 500 Türk komandosu daha Kosova’ya gönderildi. Böylece KFOR kapsamında 4 bine yakın NATO askerinin bulunduğu ülkedeki Türk askerinin sayısı 850’ye çıktı. Yani Kosova’da Türk askerinin sayısı, İtalya (715) ve ABD’yi (561) de geçti.

Kosova’daki ABD Gerginliği

En büyük asker payına sahip olan Türkiye, 2008’de bağımsızlığını ilan eden ve nüfusunun yüzde 95’inden fazlasının Arnavut, Türk ve Bosnalı Müslümanlardan oluşan Kosova’yı ilk tanıyan ülkelerden biri olmuştu. Sırbistan, Rusya ve Çin gibi “Doğu bloku” ülkeler tarafından tanınmayan Kosova’nın sadece yüzde 5’i Sırplardan oluşuyor. Son dönemde ABD ve Rusya’nın güç mücadelesi içerisine girdiği ülkede hükümet ABD tarafından desteklenirken, “karar alma sürecinde ABD’ye danışmadığı için” “aforoz” edilmişti. Başbakan Albin Kurti Amerikan desteğini kaybetti ancak dik duruu sayesinde halktan büyük destek aldı ve Mart 2021’de yapılan seçimlerde oyların yüzde 50’sinden fazlasını alarak rekor kırdı. ABD’nin “nazlı ve öngörülemez” kararı sonrası İngiltere, Washington’ı “stratejik tutarsızlık” şeklinde eleştirmişti. Bölgedeki krizi ABD’nin çözmesi daha da zor hale gelirken, İtalya ve Türkiye gibi bölgesel güçlerin rolü daha da önem kazanıyor.

Balkanlar gergin, Balkanlar sinirli, Balkanlar asabidir… Sanırım hem Kosova’nın hem de Sırbistan’ın iyi ve samimi ilişkilere sahip olduğu tek ülke Türkiye olabilir. En fazla asker payı da masadaki ara bulucu rolümüzü güçlendirecektir.

Kısa not: Balkanlar gergin, Balkanlar sinirli, Balkanlar asabidir. Balkanlar Ukrayna savaşına kadar Avrupa’daki son savaşlara sahip olan, İkinci Dünya Savaşı sonrası da kıtadaki ilk savaşların boy gösterdiği topraklardır. Birliğin kötü sınavlar verdiği topraklardır. ABD ve Rusya’nın karşılıklı mücadele içerisine girdiği topraklardır. Aynı zamanda Osmanlı’dan kalma, etnik kimliği ne olursa olsun Müslümanlara “Türk” denilen topraklardır. Balkanlardaki milyonlarca kişinin akrabasının bulunduğu ülke de; hem Kosova’nın hem de Sırbistan’ın iyi ve samimi ilişkilere sahip olduğu tek ülke de Türkiye denebilir. Ata yurdu topraklardaki meseleleri takip etmek, sadece Osmanlı’nın mirası değil; yüz binlerce vatandaşımızın akrabasının ve soydaşlarımızın akıbeti için önem arz etmektedir. Türkiye’nin Balkanlarla ilgili politikasını da yazmıştım, hikayede tekrar atacağım. Yazılarımı düzenli takip ederseniz, olayların öncesi ve sonrasının bütünlüğü daha iyi sağlanabilir.

(8 Haziran 2023)

SSB Başkanı Demir’den ÖZGÜR İçin Açıklamalar!

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanı Sayın Prof.Dr İsmail Demir bugün saat 16.00’da konuk olduğu A Haber canlı yayınında ÖZGÜR Modernizasyonu’na dair demeçlere yer verdi. 

ÖZGÜR Projesinde Block-40 ve 50’Lerde Çalışmalara Başlandı

2023 yılı içerisinde ilk teslimatı planlanan ÖZGÜR Block-30 Modernizasyonu’nun 18 Mayıs 2023 tarihinde ilk teslimatı gerçekleşmişti.

Savunma Sanayii Başkanı Prof.Dr İsmail Demir, modernizasyon ile birlikte büyük ölçekte yerli aviyonik değişimler geçirecek olan F-16 Block-40 ve 50 uçakları için de çalışmalara başlandığını en yakın zamanda onların da envantere ekleneceğini duyurdu.

Akıllı Mühimmat Kullanımı Önemli

ÖZGÜR
ÖZGÜR’den Fırlatılabilecek Füze Tipleri

Bu tip bir modernizasyonda yalnızca aviyonik ve yapısal gelişimin yeterli olmadığını yerli akıllı mühimmat kullanımının da büyük önem arz ettiğini vurgulayan Demir, akıllı mühimmat kullanımında dikkat edilmesi gereken hususun elektronik harp ortamında mühimmatın stabil kullanımı olduğuna değindi.

Halihazırda yerli mühimmatları ateşleyebilen F-16 uçaklarımız, ÖZGÜR Modernizasyonu ile birlikte ATMACA ve GEZGİN gibi yerli seyir füzelerini de ateşleme kapasitesine erişmiş olacak.

AESA Önce AKINCI’ya

ÖZGÜR Projesi kapsamında ASELSAN tarafından geliştirilen milli AESA Burun Radarı kapsamında henüz bir açıklama yapılmamıştı. Sayın Demir, bugün yaptığı açıklamada halihazırda ÖZGÜR Modernizasyonu kapsamında modernize edilecek F-16 Block-30 uçaklarında AESA radarının bulunmadığını ve henüz kullanıma alınmadığını ancak öncelikle AKINCI TİHA’da kullanılacağını ardından Block-30’lar ile birlikte Block-40 ve 50’lere geleceğini paylaştı.

 

Kaynak: Mavi Savunma

TAYFUN İkinci Atışını Yaptı

ROKETSAN tarafından geliştirilen TAYFUN Balistik Füzesi bugün ilk atışında olduğu gibi Rize-Artvin Havalimanında ikinci da atışını başarıyla tamamlandı.

Savunma Sanayii Başkanı Prof.Dr İsmail Demir başarılı atışa ilişkin sosyal medya hesabından;

”TAYFUN füzemizin yeni test atışını başarılı şekilde gerçekleştirdik. Başta Roketsan olmak üzere emeği geçen herkesi tebrik ediyorum” dedi.

TAYFUN Balistik Füzesi’nin ilk atış testinde 561km menzile ulaşıldığı belirtilmişti ancak atışın dik olarak değil de eğimli bir atış olduğu gerçeği göz önüne alındığında TAYFUN’un bu menzilden daha yüksek bir menzile sahip olduğu öngörülmekte.

BORA’dan Daha Büyük ve Daha Etkili

İlk kez Pençe harekatında kullanılan BORA Füzesi’nin kanisterinden daha büyük olduğu dikkatlere çarpan TAYFUN’un menzilinin 300-1000km arasında olacağı tahmin edilmekte. Bu menzil BORA Füzesi için 280+km olarak açıklanmıştı. Bu bağlamda TAYFUN Balistik Füzesi’nin Türk Silahlı Kuvvetleri için daha etkili bir çözüm olacağı bir gerçek.
Kaynak: Mavi Savunma