34 Fotoğrafla Dünyadan Ramazan Manzaraları

0

Ramazan ayı sona erdi ancak Endonezya’dan Gazze’ye, Türkiye’den Mısır’a; dünyanın dört bir yanında yaşanan Ramazan heyecanından görüntüler kameralara yansıdı. Çok farklı ve etkileyici fotoğraflarla Müslümanların Ramazan ayı ve ibadet halleri..

Kahire, Mısır

kuran okuyan adam

Kudüs, Filistin

dünyadan ramazan manzaraları

Kuzey Sumatra, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Delhi, Hindistan

dünyadan ramazan manzaraları

Cakarta, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Peşaver, Pakistan

dünyadan ramazan manzaraları

Şam, Suriye

dünyadan ramazan manzaraları

Kudüs, Filistin

dünyadan ramazan manzaraları

Cakarta, Endonezyadünyadan ramazan manzaraları

Sultanahmet, Türkiye

sultanahmet top atışı

Delhi, Hindistan

dünyadan ramazan manzaraları

Srinagar, Keşmir (Cuma Namazı)

dünyadan ramazan manzaraları

Mekke, Suudi Arabistan

dünyadan ramazan manzaraları

Cakarta, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Central Java, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Gazze, Filistin

dünyadan ramazan manzaraları

Srinagar, Keşmir

dünyadan ramazan manzaraları

Mekke, Suudi Arabistan

dünyadan ramazan manzaraları

Kuzey Sumatra, Endonezya

endonezya çocuklar

Delhi, Hindistan

dünyadan ramazan manzaraları

Kabil, Afganistan

dünyadan ramazan manzaraları

İslamabad, Pakistan

su içen adam

Cakarta, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Cakarta, Endonezya

dünyadan ramazan manzaraları

Mekke, Suudi Arabistan

kabe tavaf

Cakarta, Endonezya (Koreli Kadın ve çocuklar)

dünyadan ramazan manzaraları

Srinagar, Keşmir ‘Hindistan’

dünyadan ramazan manzaraları

Gazze, Filistin

gazze çarşı

Keşmir, ‘Hindistan’

Atina, Yunanistan (Afgan mülteciler)

yunanistan afgan mülteciler

Karaçi, Pakistan

pakistan-iftar

Singapur

singapur-ramazan

Gazze top atışı..

gazze-top-atisi

Lübnan Trablus’da Osmanlıdan kalma Türk esintisi..

trablus-lubnan

Fotoğraf kaynakları:

http://www.ibtimes.com/ramadan-around-world-pictures-muslims-fasting-across-islamic-diaspora-2378609

http://www.straitstimes.com/multimedia/photos/in-pictures-muslims-celebrate-the-end-of-ramadan-around-the-world

http://www.reuters.com/news/picture/month-of-ramadan?articleId=USRTX2J9FO

2014’ten Günümüze IŞİD’in Irak’taki Toprak Kayıpları

Irak’ta 2014 yılında IŞİD’in işgal etmesiyle başlayan çatışmalar günümüze dek devam ediyor. 2015 yılının ilk başlarında IŞİD’e karşı mücadele etmekte aciz kalan Irak Ordusu ve emrindeki Şii Haşdi Şabi güçleri, 2016 yılı itibariyle ABD öncüğündeki koalisyon uçaklarının hava desteğiyle örgüte karşı büyük başarılar elde etti.

Aşağıdaki haritada IŞİD’in Irak’ta ilk günden bu güne kaybettiği topraklar gösterilmiştir.

KIRMIZI: Irak Güçleri  –  SİYAH: IŞİD

MOR: 10 Haziran 2014 – 01 Nisan 2016 arasında IŞİD’den alınan bölgeler

YEŞİL: (Son 3 ay) 01 Nisan 2016 – 01 Temmuz 2016 arasında IŞİD’den alınan bölgeler.

irak-isidharita
Harita: @A7_Mirza

(Irak’ta IŞİD’in Kaybettiği Bölgeler // TAM EKRAN – AYRINTILI HARİTA)

IŞİD’den geri alınan bölgelerin hangi tarihler arasında kimlerin desteğiyle alındığının gösterildiği haritada; Tikrit, Felluce, Ramadi ve Sincar operasyonları dikkat çekiyor. 13 ayrı bölgenin listelendiği görselde, 7 numaralı olarak gösterilen Sincar 10 Kasım-14 Kasım 2015’te Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY), PKK ve YPG tarafından ABD’nin hava desteğiyle IŞİD’den alınmıştı. Bu bölge şuan zıtlaşmalara rağmen IKBY peşmergeleri ile PKK ortak kontrolünde.

13 ayrı bölgede beş bölge dışında tüm operasyonlarda Şii güçlerin yer aldığı ve dört bölgede Irak Kürt Bölgesel Yönetimi peşmergelerinin operasyonlara katıldığı görülürken; bazı operasyonlara ve sonrasında IŞİD’den geri alınan bölgelerde Irak ordusunun varlığının olmadığı anlaşılıyor.

Kaynak: StratejikOrtak.com

IŞİD Kime, Neden Saldırıyor?

Öncelikle şunu belirtmek isterim ki bu yazıda IŞİD’i haklı göstermek ve onu meşrulaştırmak gibi bir niyetim yoktur. Olamaz da zaten. Sadece toplumumuzda çok fazla farklı yorumun yapılmasından ötürü, kafaların karışık olması ve bu beyin fırtınasının yol açtığı anlam karmaşasını sonlandırmayı arzu ediyorum.

Bilindiği gibi artık IŞİD sayesinde dünyanın hemen hemen her yerinde insanlar kendilerini güvende hissetmiyorlar. Haklılar da. Ancak bu tür örgütlerin militanlarının ne tür ortamlardan geçerek buraya geldiğini unutmamak gerekiyor. Bu ortamları anlayabilmemiz durumunda, onlarla hem nasıl mücadele edileceğini anlamak hem de kafa yapılarını anlayabilmek mümkün.

Günümüzde IŞİD militanlarının eskiden ne yaptığı konusunu pek çok kişi kaçırıyor. Sorunun temelinde aslında Saddam Hüseyin yatıyor. Saddam, İran Devrimi sonrasında kendi ülkesinde ki Şiilerin bu devrimden etkilenerek İran da Pehlevi’ye yapılanların Irakta kendisine yapılmasından korkuyordu. Bu yüzden bir an önce İran rejimini yok etmeyi amaçlamıştı ancak kimsenin beklemediği bir şekilde İran muazzam bir direniş gösterdi ve buda savaşın bir asimetrik savaşa dönüşmesine neden oldu. Saddam hem Kürtlere hem de Şiilere oldukça paranoyak ve zalimce davranıyordu. Kimyasal silah kullanması işini de kolaylaştırıyordu. Saddam çevresini de bu tehlikelerden dolayı Sünnilerle doldurmuştu.

Tarih hep şuna tanıklık etmiştir ki;

“Bir dönemin mazlumları, bir süre sonra zalime dönüşürler”.

ABD işgali ile beraber Saddamın devrilmesi, yıllarca zulüm gören Şiilerin artık zulüm etme ve geçmişin acısını çıkarma evresine geçişine sebep oldu. Şunu unutmamak gerek ki, insanlar tanımadığı toplumları bireysel değil toplumsal olarak ele alır. Bu yüzden birilerinin emir kulu olduğunu yada sivil olduğunu düşünemezler. Şuan Irak’ta IŞİD’den alınan topraklarda sürekli Haşdi Şabi milislerinin zulmü gündeme geliyor. Çünkü bu milisler Saddam döneminde biriktirdikleri öfkeyi kusuyorlar. İşte bu yüzden Irak’ta Sünni halk bir koruyucuya ihtiyaç duyuyor. Eskiden Saddam’a sadık olan pek çok asker veya Baas mensubu şimdi tekrar eskisi gibi iktidarı ele geçirmek istiyor ve bunun ancak IŞİD’le mümkün olabileceğini düşünüyorlar.

Suriye de ki durum biraz daha farklı, burada kaynak korku değil öfke. Yıllardır azınlık diktatörlüğü altında ayrımcılık çektiğini hisseden bir kesim şimdi yeter artık diyor. Adeta Irak ve Suriye’de iki komşu Sünni halk ittifak kurup gel beraber Doğuda Haşdi Şabi, Batıda Şebbihalarla savaşalım diyorlar.

Eee medya da boş durmuyor devamlı TV’lerde “Suriye de şöyle zalim biri var, Irak’ta şöyle işkenceler yapılıyor” diye diye insanlar terörize oluyor. Dikkat ettiniz mi bilmem ama IŞİD içerisinde Sünni Arap ülkelerinden sonra en çok bulunan halkların bir ortak özelliği var.

Çeçenler, Uygurlar, Özbekler, Tacikler, Arnavutlar, Boşnaklar…

IŞİD militanlarının Ekim 2014 kaynaklı Suriye'ye geldikleri ülkeler
IŞİD militanlarının Ekim 2014 kaynaklı Suriye’ye gelmeden önceki ülkeleri

Hep daha önceden yada şimdi aynı acıyı çeken halklar empati kuruyor ve örgüt gittikçe büyüyor. Büyüdükçe diğerlerine umut veriyor, umut verdikçe biat artıyor. Biat edenlerin fazla olması en büyük tehlikeyi yaratıyor. Eğer kontrol edemeyecek kadar büyüdüyseniz üst kademedekiler son zamanlarda iyice artan yalnız kurt eylemlerine teşvik ediyorlar. Herkes kendi ülkesinde kendi planını yapsın.

Kimisi eşcinsellere sinir olup mekan basıyor, 50 kişi ölüyor. Kimi plaja inip önüne geleni tarıyor ve ülkeye turist gelmez oluyor. Bazısı başka partinin mensuplarını dinsiz olarak görüyor, mitingini yada yürüyüşünü bombalıyor. Aynı şekilde Türkiye’de de turistlere saldırılar yapılıyor. Önce Sultanahmet sonra İstiklal şimdi de Atatürk Havalimanı.

Bazen “turistler ülkemize geliyor su gibi içki içiyor çıplak dolaşıyor gençlerimizin ahlakını bozuyorlar” tarzında yorumlar duyarız. İşte bu yorumları yapanlar turistleri hedef alan bu 3 saldırıya sevinenlerdir.

Bu örgütlerle mücadelede kısa vadede yapılması gereken; zafer kazanmalarını engellemek, uzun vadede ise toplumların ekonomi ve özgürlük sorunlarını çözmektir.

Muhammed Ali Çalışkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Avrupa’da Konuşulan Diller Haritası

0

Avrupa’da konuşulan diller ve bunun yerleşimlere göre ülkeler içerisindeki dağılımının gösterildiği görselde, ayrıntılı sayılabilecek şekilde diller haritası yapılmış. Bu haritada küçük detaylar dışında genel hatlarıyla doğruluğunu uluslararası kuruluşların onayladığı söylenebilir.

Türkiye’de Güneydoğu ve Doğu Anadolu’nun bir kısmında çoğunluğun Kürtçe konuştuğu belirtilirken, Avrupa’daki büyük devletler başta olmak üzere Rusya’nın Avrupa’da kalan bir bölümünün detaylı haritalandırıldığı görülmüştür.
avrupa'da konuşulan diller

(Avrupa’da Konuşulan Diller Haritası // TAM EKRAN – AYRINTILI HARİTA)

YPG’nin Münbiç Operasyonu ve Sonrasında Olacaklar

3

Suriye’de ABD hava desteği ile PYD/YPG ilerleyişi hızla devam ediyor. PYD iç savaşın başından bu yana niyetini hiçbir zaman gizlemedi. Suriye’nin kuzeyinde coğrafi ve idari bütünlüğe sahip bir bölge oluşturmak ve bu bölgeye siyasi statü kazandırmak. O dönemde yapılan analizlerde Kuzey Suriye’nin nüfus yapısı nedeniyle bunun çok zor olduğu düşünülüyordu. Kuzey Suriye’de Kürt yoğunluklu nüfus birbirinden kopuk üç küçük cepte yaşıyor ve bu ceplerin arasında kalan bölgelerde Arap ve Türkmen yoğunluklu nüfus yaşamakta. PYD/YPG bazı Kürt yerleşimlerinde kontrolü ele geçirdiği Temmuz 2012 tarihinden sonra stratejik hedeflerinin üç Kürt bölgesi arasında kalan yerler olduğunu ifade etmişti. Bu açıdan öne çıkan iki yerleşim bulunuyordu. Birincisi Cezire-Kobane bağlantısını sağlayacak olan Tel Abyad ve diğeri Afrin-Kobane bütünlüğü için Azaz-Cerablus hattı. IŞİD’in Suriye’de yükselişi PYD/YPG’ye aradığı fırsatı sundu ve ABD desteğini arkasına örgüt Arap yerleşimi olan Tel Abyad’ı 2015 yılının Haziran ayında ele geçirdi. Böylece nihai hedefe giden yolda tek engel olarak Azaz-Cerablus hattı kalmıştı. Ancak Türkiye YPG’nin bu hatta ilerlemesini kırmızı çizgi ilan etti ve örgütün Afrin’den Azaz’a ilerleme çabalarına top atışları ile karşılık verdi.

Haritanın güncelliği 14 Haziran 2016'ya aittir.
Haritanın güncelliği 14 Haziran 2016’ya aittir.

ABD kuzey Suriye’deki mücadeleye sadece IŞİD ile mücadele perspektifinden yaklaşıyor. Kobane’de YPG ile elde ettiği başarı derinleşti ve şu anda sahada ABD Özel Kuvvetleri YPG unsurları ile birlikte IŞİD’e karşı mücadele veriyor. Ancak ABD’nin YPG ilerleyişine salt IŞİD ile mücadele perspektifinden yaklaşması Türkiye’nin hassasiyetlerini göz ardı etmesine neden oluyor. ABD, Türkiye ile Kuzey Suriye’deki hedefi arasında denge kurma çabasında ancak bu arayış içinde Türkiye’nin beklentileri büyük ölçüde göz ardı ediliyor. ABD’nin, Fırat’ın batısını IŞİD’den temizlemek için bulduğu formül ise şu şekilde. İçinde YPG unsurlarının, yerel Arap ve Türkmen grupların yer aldığı ”Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) adı altında bir yapılanma oluşturulması. Yani Azaz – Cerablus hattında YPG değil SDG ilerlemektedir. Ancak sahadan gelen bilgiler SDG’nin çoğunluk unsurunun YPG olduğu ve Arap savaşçıların sayıca az ve YPG komutası altında olduğu yönündedir. Türkmenler ise göstermelik düzeyde temsil edilmekte.

Türkiye’nin, Azaz-Cerablus hattındaki tercihi ise Suriyeli muhaliflerin kontrolü ele geçirmesi. Türkiye’nin bu hat üzerinde desteklediği ve IŞİD’e karşı birlikte hareket eden gruplar Mart 2016 ayı içinde “Havar Kilis Operasyon Odası” altında bir araya gelmiştir. Muhalifler Azaz-Cerablus hattında Nisan ve Mayıs ayında ilerleme kaydetti. Türkiye ve Suriyeli muhalifler, Cerablus’a kadar köy köy ilerleyerek Azaz-Cerablus hattının tamamını kontrol etmeyi hedefliyordu. Muhalifler Nisan 2016 ayı başında Çobanbey’in (Al-Rai) ilerisine geçerek nihai hedef olan Cerablus’a da yaklaşmıştı. Ancak bu kazanımlar kalıcı olmadı ve IŞİD 11 Nisan tarihinde Rakka’dan destek kuvvet alarak Çobanbey’i geri aldı. IŞİD’in Suriyeli muhalifler karşısında ilerleyişi ABD’ye koz vermiş ve ABD SDG/YPG’nin Münbiç’e yönelmesini sağlamıştır.

Münbiç operasyonu Haziran ayı başında başlamıştır ve Temmuz 2016 başı itibarıyla Münbiç merkez ABD hava desteği altında YPG/SDG tarafından kuşatılmış durumdadır. Ancak kuşatma tamamlanmış olmasına rağmen şehir merkezi halen alınamamıştır. Münbiç o bölge içinde El-Bab ile birlikte en büyük ve IŞİD’in en güçlü olduğu yerlerden biridir ve muhtemelen bu nedenle kırsalda hava desteği altında ilerlemek kolay olsa da IŞİD şehir savaşında direnmektedir. Ancak dışarısı ile bağı tamamen kopan IŞİD’in ne kadar dayanabileceği şüphelidir. Operasyonu Münbiç Askeri Konseyi’nin yürüttüğü söylemektedir. Ancak yerel kaynaklara göre Münbiç operasyonuna toplamda 6000 savaşçı katılmakta ve bunun sadece 1.000 kadarını Araplar kalanını da YPG savaşçıları oluşturmaktadır. Rakamlar tartışmalı olsa da komutanın YPG’de olduğu konusunda şüphe yoktur.

Münbiç operasyonuna Türkiye’nin tepkisini azaltmak için dile getirilen iddialardan biri de IŞİD şehirden çıkarıldıktan sonra YPG’nin çekileceği ve kontrolün yerel unsurlara bırakılacağı. Ancak iç savaşından başından bu yana stratejik hedefinin bu bölgeler olduğunu söyleyen ve Münbiç’i almak için savaşan YPG’nin Münbiç’ten çekilmesi imkansıza yakındır. PYD ve YPG zaten Münbiç operasyonu başlamadan çok öncesinde bu bölgedeki idari ve siyasi örgütlenme çalışmalarını başlatmıştı. Münbiç alındıktan sonra tek taraflı ilan ettikleri Federasyona dahil edeceklerini de belirtmişlerdi. PYD Azaz – Cerablus hattına “Şehba kantonu” adı altında bir isim vermiş ve Şehba için kurulan meclis ilk kongresini 28 Ocak’ta Afrin’de gerçekleştirmişti. Bu kongre PYD ve YPG’nin çatı örgütü olan TEV-DEM tarafından organize edilmiş ve sonucunda Şehba Yürütme Kurulu oluşturulmuştu. Azaz – Cerablus hattındaki nüfus yapısı engelini aşmak için de sahadaki gerçekliği yansıtmayan söylemler geliştirilmişti. Buna göre; Şehba bölgesindeki halkın %60’ını Kürt, %20’sini Arap ve %20’sini Türkmenler oluşturmaktaydı. Ayrıca bu bölgede IŞİD öncesinde daha fazla Kürt nüfusun yaşadığı, IŞİD’in zorunlu göçe maruz bıraktığı ve bu bölgeler “özgürleştirilince” Kürtlerin buralara yeniden yerleştirileceği ifade edildi. Dolayısıyla YPG’nin Münbiç’ten çekilmek bir yana geçmiş örneklerde olduğu üzere gücünü konsolide etmek için Azaz-Cerablus hattında demografik değişim çabası içine girmesi beklenebilir.

guvenli-bolge-yerlesim-yerleri
Sarı: SDG çatısındaki YPG – Yeşil: Muhalifler – Kırmızı: Esad Rejimi

YPG’nin Münbiç ele geçirmesi durumunda bir sonraki hedefi El-Bab yerleşimi olabilir. El-Bab Münbiç ile beraber bölgenin iki büyük yerleşiminden biri. Münbiç sonrasında El-Bab yolu açılacaktır. Böylece PYD/YPG Azaz’ın güneyinden Afrin ile Kobane arasında bağlantı kurmaya çalışacaktır. Azaz’ın Türkiye tepkisi nedeniyle ilk aşamada arada cep şeklinde kalması düşünülebilir. IŞİD, Münbiç sonrasında Azaz-Cerablus hattında zayıflayacak ve güçlerini El-Bab’a kaydırmak durumunda kalacaktır. Bu da Suriyeli muhaliflerin Türkiye-Suriye sınır hattında ilerlemesine imkan sağlayabilir. Bunun ilk işaretleri gelmektedir. 21 Haziran tarihinde Suriyeli muhalifler Azaz – Cerablus koridorunda ilerlemeye başlamış ve en son Çobanbey’i ele geçirmiştir. Muhalifler YPG/SDG’den önce Cerablus’a ulaşmak isteyecektir. Ancak ABD’nin hava desteği konusunda isteksiz olması nedeniyle bu beklenti gerçekleşmeyebilir. Bu durumda ABD Münbiç’te olduğu gibi bir sonraki aşamada YPG/SDG’yi Cerablus’a doğru itebilir. Bu noktada Türkiye’nin nasıl tepki vereceği önemli. Rusya krizi sonrasında Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki gelişmeleri etkileme gücü sınırlanmıştı. Ancak Türkiye-Rusya yakınlaşması Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki imkan ve kapasitesini artırabilir.

Oytun Orhan (ORSAM)

Güncellenen Azez Haritası: ‘Güvenli Bölge’

Suriye iç savaşıyla neredeyse ülkenin her yerinde sürekli bir hareketlenme yaşanmakta. Savaşın en çok Türkiye’yi ilgilendiren kısmı da Kuzey Halep olarak bilinen Azez-Cerablus hattı. Azez’in doğusundan Cerablus’a kadar olan bu bölgede Türkiye’nin ‘Güvenli Bölge’ kurma planı var ve bu planı çoğu lider reddetse de, Türkiye’nin elinde somut bazı gerçekler olursa masa da bunu kendi lehine kullanacaktır. Bu hatta ise Türkiye destekli muhalifler ile IŞİD arasındaki çatışmalar sonucu sürekli el değiştiren yerleşim yerleri göze çarpıyor. Bizde Suriye’yi yakından takip eden kaynaklardan edindiğimiz sürekli güncellenen Azez haritası ile de, başlık altında bu gelişmeleri aktarmaya çalışacağız.

SURİYE GÜVENLİ BÖLGE HARİTASI (2017)

03 Temmuz 2016:

azez-haritasi-2016

17 Haziran 2016:

17haziran-azez-haritasi

08 Haziran 2016:

  • IŞİD YPG’nin Menbiç saldırısından ötürü 15 köyden çekildi ve muhalifler Mare kuşatmasından kurtuldu. ABD ve Türkiye destekli muhaliflerin bu bölgede saldırıya geçtiği söyleniyor. Halep’in kuzeyi Azez’in doğusunda yaklaşık son durum..
azez-harita-haziran2016
Harita: @ValkryV (08.06.2016)

27 Mayıs 2016:

  • IŞİD muhaliflerin elinden iki köyle birlikte Azez-Mare yolunu ele geçirdi. Azez’den sonra diğer büyük stratejik Mare kasabası IŞİD ve YPG kuşatması altına girdi.
Kaynak: AJ (27.05.2016)
Kaynak: Al Jazeera (27.05.2016)

17 Mayıs 2016:

  • Muhalifler IŞİD’in elinden El Bil köyünü ele geçirdi.
Harita: @ValkryV
Harita: @ValkryV

06 Mayıs 2016:

  • IŞİD Qarah Kubri’yi ele geçirdi.

mayis2016-azez

02 Mayıs 2016:

  • IŞİD muhaliflerin elindeki İkte, Dudyan ve Tel Şair’i ele geçirdi.

azez-2mayis

6 Mart ile 2 Mayıs arasında muhalifler ile IŞİD arasında sürekli el değiştiren köyler ve bunun GİF ile gösterilmiş hali. (AZEZ HARİTA #gif) Sol alt tarafta tarihler yazıyor. (4 saniyede bir harita değişiyor)

27 Nisan 2016:

  • IŞİD Türkiye sınırına yakın beş köyü ele geçirdi. Bu köyler arasında Azez Merkeze’e 6.5 km uzaklıktaki Yehmul’da var. Son harita şöyle:

 

22 Nisan 2016:

(22.04.2016 - @ValkryV)
(22.04.2016 – @ValkryV)

21 Nisan 2016:

  • Muhalifler IŞİD’in elinden 4 köyü geri aldı.
Azez ve çevresi - Kuzey Halep (Harita: @miladvisor / 21.04.2016)
Azez ve çevresi – Kuzey Halep (Harita: @miladvisor)

15 NİSAN 2016:

  • Muhalifler bazı köyleri tekrar ele geçirdi.
Türkiye Suriye Sınırında 'Güvenli Bölge' alanında son durum (15.04.2016 - @ValkryV)
Türkiye Suriye Sınırında ‘Güvenli Bölge’ alanında son durum (15.04.2016 – @ValkryV)

12 NİSAN 2016:

  • Muhalifler IŞİD’den ele geçirdiği bir çok bölgeyi IŞİD’e geri ‘kaptırdı’. Kaybedilen alanlar (AYRINTILI):
Azez'in Doğusu Muhaliflerin Tekrar IŞİD'e kaybettiği alanlar (12 Nisan 2016)
Azez’in Doğusu Muhaliflerin Tekrar IŞİD’e kaybettiği alanlar (12 Nisan 2016)

10 Nisan ile 12 Nisan 2016 arasındaki harita farklı (ÖNCE-SONRA):

  • Muhaliflerin IŞİD’e karşı kazanıp, daha sonra kaybettiği alanlar
IŞİD Muhaliflerin Kazanıp Kaybettiği Alanlar (@ValkryV)
IŞİD Muhaliflerin Kazanıp Kaybettiği Alanlar (10 Nisan-12 Nisan 2016 / @ValkryV)

10 Nisan 2016: 

azez-son-durum-haritasi
KUZEY HALEP Azez’de Son Durum (10.04.2016)

9 Nisan 2016:

Azez'in doğusu, Türkiye-Suriye sınırı: Muhalifler (09 Nisan 2016)
Azez’in doğusu, Türkiye-Suriye sınırı: Muhalifler (09 Nisan 2016) (Ayrıntılı Harita)

6 Nisan 2016:

Azez'in Doğusu (06 Nisan 2016)

20 Mart 2016:

  • Mavi alan muhaliflerin IŞİD’den geri aldığı yerleşim yerleri
Azez'in doğusunda muhaliflerin IŞİD'den aldığı yerleşim yerleri
Azez’in doğusunda muhaliflerin IŞİD’den aldığı yerleşim yerleri (20 Mart 2016)

8-9 Temmuz NATO Varşova Zirvesi’nden Beklentiler

8-9 Temmuz tarihlerinde Varşova’da yapacakları zirvede, NATO üyesi ülkelerin devlet başkanlarının önemli konuları tartışmak için çok yoğun bir gündemi olacak. Varşova’da yapılacak zirveyi daha da önemli hale getiren güncel gelişmelerin ışığında bakmak gerekir. İngiltere’nin AB’den ayrılması konusu ve Dmitri Medvedev’in “Yeni bir Soğuk Savaş Dönemine Geri Dönüyoruz” açıklamaları mevcut olan Ukrayna ve Suriye konularındaki gerginliğin Polonya ve diğer Baltık Ülkelerinin Rusya konusundaki endişelere bırakması, Varşova Zirve’sinin oldukça hareketli geçeceğinin göstergesidir.

Zirve de gündeme gelmesi beklenen Nato’nun 4-5 Eylül 2014 yaptığı Galler zirvesinde aldığı kararların güncellenmesinin yanı sıra aşağıdaki başlıklar önem arz etmektedir.

– Toplu savunma sisteminin güçlendirilmesi
– Nato’nun ekonomik güç paylaşımının yeniden belirlenmesi
– Rusya ile Ukrayna arasındaki çatışma
– Afganistan’da durum güncellenmesi
– Suriye ve Irak’taki gelişmeler
– Libya’daki son gelişmeler
– Doğu Avrupa’da daha güçlü bir ASKERİ GÜÇ oluşturulması.

Varşova Zirvesi’nde en hararetli tartışma ABD dışında diğer üye ülkelerin ve üye yapılacak aday ülkelerin NATO’nun ekonomik ve askeri yük paylaşımı konusunda olacaktır. Yaklaşan ABD seçimlerinde adayların ikisinin de NATO’ya ekonomik katkılarını sınırlandıracağı hatta keseceğini vaat etmesi sadece kendi seçmenlerine dönük bir yatırımdan çok sıkıntılı bir süreçte olan AB’ye de bir gözdağı niteliğinde okunması gerekir. Türkiye’nin katkısının Almanya’dan fazla olması ilginçtir. ABD sıkıntılı süreçlerde karar alma konusunda isteksiz davranan daha basit ifade ile “taşın altına elini koymayan” Fransa ve Almanya‘dan daha adil bir paylaşım beklemektedir. İngiltere ile daima uyumlu bir ekonomik ve askeri geçmişe sahip olması İngiltere’nin AB ve NATO politikalarında etkili olmuştur. Ayrıca Fransa’da yaşanan terör olaylarından sonra bile Almanya ve Fransa’nın terör örgütleri konusunda iki yüzlü davranmasını ve terör örgütlerinin finansal kaynaklara erişimini engelleme konusunda isteksiz davranmasını ABD siyaseti görmezden gelemez.

Avrupa’daki terör olaylarının dışında mülteci konusunda başlangıç itibari ile isteksiz davranan AB ülkeleri, tehlike kapıya dayandığında hareket kabiliyetlerinin sınırlandığı fark etmişlerdir. Bu zirvede “Yük Paylaşımı” konusunda ABD’yi ikna etmeleri çok zor görünmektedir. Finansal açıdan sıkıntılı bir süreçte olan NATO’nun AB üyeleri alınacak yeni bir askeri yatırım konusunda kendi kamuoyunu ikna etmekte çok zorluk çekecektir. 2013 yılından beri AB ülkelerinin çoğunda yükselişe geçen Aşırı Sağ Partiler bu ülkelerin bu yeni NATO kararları almasına engel teşkil edecek diğer bir husustur.

İkinci önemli gündem maddesi ise Rusya’ya uygulanan yaptırımlar ve Rusya’nın Ukrayna, Gürcistan ve Suriye üzerindeki faaliyetleri olacaktır. Bu konu NATO için tam bir açmaza dönüşmüştür. Rusya’ya yaptırımların Avrupa ülkeleri tarafından isteksiz uygulanması, hatta her fırsatta delmek için farklı yöntemler geliştirmesi, ABD tarafından yakından takip edilmekte ve zirvede ABD’nin masaya getireceği en önemli argüman olacaktır. Diğer bir konu da Baltık Denizinde yaşanan Rusya’nın bölgedeki mevcudiyetini artırmasına yönelik bölge ülkelerinin yaşadığı rahatsızlıktır. Polonya’da güçlü bir askeri üs kurulması ve NATO’nun Baltık denizi etrafında askeri varlığını artırması Rusya’ya karşı bir caydırıcı güç olması istenmektedir.

Baltık Denizi Haritası ve Baltık Ülkeleri
Baltık Denizi Haritası ve Baltık Ülkeleri

Sonuç olarak ABD seçimlerinden önce yapılacak bu zirveden çok bağlayıcı kararların çıkması beklenmemelidir. İngiltere’nin AB’den ayrılmasının ardından NATO içerisinde alacağı tutumu David Cameron’un yerine geçmesi muhtemel olan Osmanlı Torunu olan Boris Johnson belirleyecek. Zirveye ev sahipliği yapan Polonya’nın gündeme getirmesi muhtemel Mülteci Sorunu meseleside farklı bir boyutla zirveye taşınacaktır.

Gelelim Türkiye açısından bu zirvenin taşıdığı anlama; NATO’nun 5.maddesinin uygulanması konusunda ülkelerin konu Türkiye olunca gösterdiği isteksizlik ve terör konusunda yaşadığı sıkıntılara rağmen Avrupa Ülkelerinin terör örgütü PKK konusunda sahiplenir tavırları kabul edilemez bir hal almıştır. Türkiye’nin politikası NATO’dan ayrılmak yerine NATO’nun dağılacağını görüp beklemek üzere belirlendiği görülmektedir. Son dönemde AB ile arasında soruna neden olan Vize Serbestliği anlaşmasında da kalıcı adım atamaması zirve de gündeme gelecek, mülteci akını konusunda çaresizlik içindeki AB ülkelerine karşı elini güçlendirecektir. Türkiye-Rusya arasındaki uçak düşürme krizinde AB’nin aldığı tavrı Türkiye unutmamıştır. Sıkıntılı bir süreç içinde olan AB’nin lokomotif ülkesi olan Almanya’nın, zirvede en çok terleyecek olması aşikardır.

Ahmet İşitez

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Üçüncü Dünya İhtilalinin Babası: Sultan Galiyev

Mirseyid Sultan Galiyev, Marksist ve sol fraksiyonlar açısından 20.yy‘ın başat isimlerindendir. Hayatını Rusların boyundurluğu altında bulunan Türkleri ve Müslümanları Rus Şovenizm’inin pençesinden kurtararak sosyalist ve komünist bir devlet çatısı altında birleştirmeye adamıştır. Sultan Galiyev ulusal Komünizm’in fikir babası ve kurucusudur, kimilerinin ise ifade ettiği gibi “Üçüncü Dünya İhtilalinin Babası”.

Sultangaliyev, öğretmen olan Mirseyid Haydar Galiyev’in 12 çocuğundan biri olarak 13 Temmuz 1892 tarihinde, Başkurdistan’da dünyaya geldi. İlk eğitimini doğduğu köyde alan Sultangaliyev 1907’den itibaren Kazan’da Tatar Pedagoji Enstitüsü’nde eğitimine devam etmiştir. Daha öncesinde Rusya’da 1905 Devrimi olmuştur ancak 1905 devrimi Rusya Türk toplumunu hazırlıksız yakalamıştır. Bu sebeple, toplumsal ve siyasal bazda herhangi bir katılım olmadığı gibi Sultan Galiyev’de bu harekette yoktur. Ancak daha önce “Devrimci Islahat Şakirtleri” içinde daha aktif görevler üstlenerek, milliyetçi ve ihtilalci militanlarla ilişkilerini güçlendirir. Bu ilişki onun ilk sol kanat İslam reformistleriyle ciddi diyaloğunun başladığı yıllardır(Cihangir. Acaloğlu.2006.9) 1912 yazında ise Sultan Galiyev Moskova’da Yaz Pedagoji kurslarına gitti. Tatar köylerinde öğretmenlik yaptı. Bir süre Ufa’da belediye kütüphanesinde çalışan Sultangaliyev, sonraları Ufa, Kazan, Bakü gibi çeşitli şehirlerde gazetecilik yaptı. 1915’te yeniden öğretmenliğe dönen Sultan Galiyev, Bakü’de “Kız Pedagoji Enstitüsü”nde öğretmenliğin yanı sıra, politik hareketlerin Azerbaycan’da önde gelen isimlerinden Mehmet Emin Resulzade ve Milli Musavatçılarla ilişkiye geçer(Cihangir. Acaloğlu.2006.9) Sultan Galiyev 1917 Şubat Devrimi sırasında Bakü’deydi. Yine bu dönemde pek çok yabancı eseri Tatar Türkçesine çevirdi. Çeşitli edebi çalışmalara bulundu. Bu edebi çalışmaların pek çoğu zamanın gazetelerinde yayımlanmıştır. Ekim devriminin öncesi ve sonrasında Bolşeviklerin safında yer alan Sultan Galiyev, Bolşevik partide önemli mevkilerde görev almıştır. Devrim sonrası iç savaş hızla yayılmakta, Avrupalı emperyalistler tarafından büyük maddi destek alan Beyaz kuvvetler olarak bilinen Çar taraftarı Amiral Kolçak, Denikin, Vrangel kuvvetleri, Kızılordu birliklerine ağır kayıplar verdirmekteydi. Bu esnada Türk ve Müslüman Müttefik kuvvetlerin örgütlenmesi gerekmekteydi. Bunun için, Türk ve Müslüman Halkların politik faaliyetleri arasında oldukça itibarlı bir entelektüel ve eylem adamı olan Sultan Galiyev, Devrim Konseyi’nin dikkatini çekmekte gecikmedi. Kafkasya’dan Moskova’ya çağrılan Sultan Galiyev, önce “Müslüman Sosyalist Komite” (MUSKOM) sekreterliğine (Başkanı Molla Nur Vahidof) ardından sırasıyla “Devrim Konseyi” üyeliğine (NARKOMNATS), Stalin’in yürüttüğü “Uluslar Komiserliği” 2. Başkanlığına “Müslüman Uluslar Komiserliği” Birinci başkanlığına ve “Müslüman Kızıl Ordusu”nun Genel Kurmay Başkanlığına getirilir(Cihangir. Acaloğlu.2006.11).

Devrim sonrasında süren iç savaşta Kızıl Ordu Beyaz Ordu’ya karşı büyük bir zafer kazanmıştır. Şüphesiz bu zaferin kazanılmasında en önemli rolü Sultan Galiyev ve onun başında bulunduğu Türk ve Müslüman güçler oynamıştır. 1917 Ekim devriminin başlarında “Halkların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı” (Self determinasyon) ilkesi ve Lenin’in Çarlık Rusyası’nın baskısı altında ezilen Türk ve Müslüman Halklara yönelik Bağımsızlık çağrısıyla ortaya çıkan geçici hürriyet ortamı Çarlık rejimi altında yaşayan halklar için özellikle Türkler ve Müslümanlar için yeni bir umut kapısı olmuştur. Devrim sırasında ve sonrasındaki iç savaş yılların da Türk ve Müslümanların bağımsızlık için umutlanmalarını fırsata çeviren Bolşevikler, Türk ve Müslüman Halklar’a Bağımsızlık ve Özgürlük sözü vererek kendi tarafına çekmiştir. Bolşevikler ikdidarını güçlendirdikten sonra Çarlık Rusyası’nda da görülen Rus şovenizm’inin getirdiği milliyetçi duygular neticesinde diğer halkların bağımsızlığına engel olunmuş ve Sovyetler Birliği kurulmuştur. 1920’de Devrimin ilk yıllarında vad edilen sözlere dayanarak Sultan Galiyev ve arkadaşları tarafından “Komünist Parti Merkez Komitesi”ne bir kez daha sunulan “İdil–Ural Sosyalist Cumhuriyeti”nin Bolşevikler tarafından reddedilmesi ve tüm bu olayların neticesinde Sultan Galiyev ile Bolşeviklerin yol arkadaşlığı bitmiş ve muhalefet dönemi başlamıştır. Muhalefete geçtiği döneme ait olmak üzere 21 Aralık 1921’de Sultan Galiyev “Milletlerin Hayatı” dergisine yazdığı bir makalede durumu, “Rusların Doğu halkları üzerinde yürüttüğü zulüm ve baskı politikasını, Ruslar’ın milletler meselesi üzerinde Rus komünist yöneticilerinin partizan ve taraflı tutumlarıyla ortaya çıkan uzlaşmaz tavırlarını” sert bir dille eleştirir(Cihangir. Acaloğlu.2006.15.16). Devrim sonrası konumunu iyice güçlendiren Moskova yönetimi, Sultan Galiyev ve Galiyevci harekete karşı saldırıya geçmiştir. Lenin’in yokluğunda Stalin’in kişisel girişimleri sonrası 12. Parti kongresinde Sultan Galiyev arkadaşlarına ve komiteye yazdığı mektuplar, milli meseleye ilişkin yaptığı konuşma ve yazışmalar suç unsuru gösterilerek tutuklanır ve daha sonra serbest bırakılır. Sultan Galiyev 1928’de ikinci defa tutuklanışında, onu eski bir kent-soylu, Pan-Türkist, karşı devrimci ve burjuva milliyetçiliği suçlamaları gerekçe olarak gösterilir. Moskova’da yargılandıktan sonra, on sene zorunlu çalışma kampı cezasına çarptırılarak, cezasını çekmek üzere Beyaz deniz kıyısında Solovki Gulagına (çalışma kampı) gönderilmesine karar verilse de, daha sonra cezası, Moskova’da hapishanede kurşuna dizilerek infaz edilir (Cihangir. Acaloğlu.2006.17.).

SULTAN GALİYEV VE İDEOLOJİSİ: GALİYEVİZM

Sultan Galiyev’in düşüncesini şekillendiren en önemli çevresel etkenler ailesi ve dünyaya geldiği ve büyüdüğü ortamdır. Sultan Galiyev’in babası öğretmen olduğu için oldukça farklı yerlerde yaşamıştır. Sultan Galiyev son derece fakir ve yaşamlarını devam ettirmek için mücadele içinde olan bir aile ve çevrede yetişmiştir. Sultan Galiyev’in çocukluk günlerinden başlayarak koyu bir devrimci olduğu döneme kadar tüm yaşamını özetleyen öz geçmişi, kişiliği ile ilgili olarak çok şey anlatmaktadır. Kendisininde sık sık dillendirdiği gibi, çevresinde bulunduğu yetersiz koşullar ve yoksulluk, gelecekte çizeceği yolu belirlemekte başat bir rol oynamış gibi gözükmektedir(Kakınç.2011.61.62). Sultan Galiyev çok genç yaşta ihtilalci fikirlerle tanışmıştır bu ihtilalci eğiliminde yatan en önemli sebep süphesiz çevresindeki yoksulluk ve sefalettir. Galiyev’e göre İnsanların mutsuzluğunun, yoksulluğun, sefaletin, köleliğin ve kötülüğün altında yatan temel sebep insanların kendileri için yaşamalarıdır, insanlar kendileri için değil herkes için yaşamayı öğrendikleri zaman insanlar da barış içinde yaşayacak ve yoksulluk ve sefalet son bulacaktır.

Üçüncü dünya ihtilallerinin öncüsü olarak kabul edilen Sultan Galiyev, sosyalist ve marksist düşünce içerisinde önemli bir yere sahiptir. Galiyev’in bu önemi, dönemin dünya koşullarını ve problemlerini çözümlemede kullandığı kuramının ve dünya sosyalist devrim hareketlerinin (dünya devrimi) gerçekleştirmede benimsediği stratejisinin batılı ve Rus Marksist teorisyenlerde oldukça farklı olmasından kaynaklanmaktadır. Dünyaya sömürülen konumda bulunan bir Doğu toplumundan bakan Sultan Galiyev, diğer Marksist kuramcıların kuramlarının temelinde yatan sınıf çelişkisi ve sınıf savaşımı olgusunu uluslararası alana yayarak, aslında temel savaşın sömüren ve sömürülen uluslar arasında yaşandığını savunmuştur. Sultan Galiyev, diğer Marsist düşünürlerden dünya devrimine giden yolda belirlenecek strateji açısından da farklı düşünüyordu. Batılı ve Rus Marksistler dünya sosyalist devrimine giden yolda Batı’nın gelişmiş bir proletarya’ya sahip ileri derecede kapitalistleşmiş Avrupa ülkelerinde sosyalist devrimi öngörürken, Galiyev sömürge durumundaki doğu ülkelerinde sosyalist devrimin gerçekleşeceğine inanmaktaydı. Gerçekleştirilecek sosyalist devrim sonrası ise Sultan Galiyev, Batılı Marksistlerin ve Lenin’in de sıkça söz ettiği ”proleterya diktatörlüğü”nün aksine emperyalizmin sömürüsünden kurtulmuş halkların oluşturduğu “sömürge ve yarı söürgelerin metropoller üzerindeki diktatörlüğü”nü düşüncesini amaçlamıştır.

Ünlü yazar Attilâ Ilhan’ın belirttiği gibi, tahminlerin tersine, 20. yüzyılın bir sosyalist dünya devrimi yüzyılı değil, ardı ardına ulusal kurtuluş savaşları yüzyılı olması, bu öngörüde bulunan Sultan Galiyev’i haklı çıkarmıştır. 20. yüzyılın son on yılında, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (S.S.C.B.) hegemonyasının her tür sosyalizm üzerinden kalkması ve çok daha önemlisi Doğu Bloğu’nun Yeni Dünya Düzeni (Y.D.D.)’ne eklemlenmesinden sonra, dünyadaki temel çelişki kuzey-güney, ya da bir başka deyişle zalimler-mazlumlar çelişkisi halinde belirginleşmiştir. Bu halde, Sultan Galiyev’in “kan revan içindeki hayalet”inin başta Avrasya’da olmak üzere, mazlum halklar arasında dolaştığını söylemek, pek de yanlış olmayacaktır. Üçüncü dünya devrimlerinin öncüsü olarak nitelendirilen Mirseyid Sultan Galiyev (ki tam adı budur), yaşadığı dönemin sosyalist düşünce atmosferi içerisinde ayrıksı bir yere sahiptir. Sultan Galiyev’in düşüncelerinin bu ayrıksılığı, kimilerince onun sosyalist kişiliği ve düşüncelerini tartışma konusu haline getirmektedir(Erdem.2011.86).

Sultan Galiyev’in düşünceleri, Marksist yazarların eserleri ve tartışmaları üzerinde temellendirilmiş kuramsal düşüncelerin sonucunda değil, onun eylemlerinin ve örgütçü deneyimlerinin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bir eylem adamı olan Sultan Galiyev, kuramsallaştırmaya yönelik olağanüstü bir yeteneğe sahipti ve kuramları gerçekçi ve pratik nitelikleriyle, Bolşeviklerin kuramıyla çelişmekteydi.

Sultan Galiyev’in düşünce dünyasının üç akımdan beslendiğini söylemek olasıdır.

Bunlardan ilki “Usul-i Cedid” adıyla bilinen yenilikçi, aydınlanmacı Cedid hareketi, ikincisi Cedidcilik’ten etkilenerek gelişme şansı bulan Türkçülük ve Turancılık ideolojisi ve üçüncüsü de Marksizm’dir. Galiyev, kendisini tanımlarken, diyalektik materyalizme koşut olarak kullandığı, kendi adlandırmasıyla “enerjetik materyalist” sıfatını kullanmış ve sol düşüncesini Marksist, Leninist veya Bolşevik gibi belirli bir kalıp içerisine oturtmaktan ısrarla kaçınmıştır. (Erdem.2011.87).

Sultan Galiyev’in milliyetçilik anlayışının temelinde Çarlık Rusyası’nın Rus olmayan milletlere karşı uyguladığı baskı ve sömürü politikası yatmaktadır. Çarlık yöneticilerini bu tür politikaları uygulamaya iten Rus Şovenizm’i 1900’lü yıllarda Müslüman/Türk milliyetçiliğini doğurmuştur. Çarlık Rusyası’nın uyguladığı baskı zulüm ve asimilasyon faaliyetlerinin neticesinde Türk ve Müslüman halk kendi kimliklerini koruyabilmek için milli duygularla harekete geçmiştir.

Galiyev’in Türk (Tatar) kimliği de tıpkı Müslüman kimliği gibi emperyalizm karşıtlığından kaynaklanmaktadır. Milliyetçiliğin sömürgeci milletlerde “üstün millet”, sömürülen milletlerde “eşitlik” savıyla ortaya çıktığından hareket etmektedir: “Eşit olmayanlar arasında iki isim var. Onların biri ‘Tatar’, ikincisi ‘Müslüman’. Onlar en çok ezilenler, en çok ayak altına alınanlardır.” (MIRSAID, 1998: 105) Böylece, sömürge ülkelerde ortaya çıkan bağımsızlıkçı akımlar, emperyalizm karşıtı eşitlikçi akımlar olarak değerlendirilerek desteklenmektedir.

Galiyev’in önce Idil-Ural devleti, sonrasında da Turan Federal Sosyalist Devleti olarak savunduğu proje, Bolşevik devrimin Doğuya yayılması, gerek Çarlık Rusyası ve gerekse diğer (İran, Afganistan, Çin, Hindistan) Müslüman halkları da Bolşevik devrime kazandıracak ve bu yolla Dünya Devrimi projesinin önünü açacak bir düşünce olarak anlaşılmalıdır. Galiyev’in Turan tasarımı, Türkleri değil, ezilen sömürge halkları (kendi deyişiyle proletaryayı) bir araya toplayacak bir girişimdi. “Sultangaliyevizmi Marksist, Ceditçi, milliyetçi, bağımsızlık hareketi ile ilgili teori olarak kabul etmek gerekir. Sultangaliyevizm’in, ‘Pan-Türkizm’ ve ‘Pan-İslamizm’ ideolojisi olarak kabul edilmesi mümkün değildir” (ENGIN: 93). “Turan Sosyalist Federe Devleti” dünya devrimine giden yolda, devrimin Doğu’ya yayılmasını sağlayacak bir araç olarak değerlendirilmelidir(Tellal.2001.114.115.)

“Sultan Galiyev, Türkçe konuşan coğrafyanın en önemli sol düşünürüdür. Antisömürgeci çıkışlı, geleceğe yönelik bir dünya devrimi kuramı geliştiren tek devrimcidir. Şoven bir milliyetçi, ırkçı ve kökten dinci değildir, emperyalist tortuların en ilerici ideolojileri bile saptırabildiği gerçeğini en açık biçimde anlatan kişidir. Sultan Galiyev’i anlamak; 20. yüzyılı, sol düşünceyi, emperyalizmi, sömürge dünyasını, anti sömürgeciliği ve Türkçe konuşan coğrafyanın sorunlarını anlamaya giden kapının en uygun ve en yetkin anahtarıdır”(Kakınç.2011.).

Sefa Sole

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Yeni Türk Dış Politikası: İsrail ve Rusya ile ‘Barış’

Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesi anlaşmasına iki ülkede muhtaç durumdaydı. Görüşmeler Rus uçağının düşürülmesinden önce başlamıştı. İsrail, Mısır, Güney Kıbrıs ve Yunanistan gibi ülkeler daha öncede sıkça bahsedildiği gibi Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğalgaz keşifleri ve sonrasındaki ittifak derecesindeki anlaşmalarla Türkiye’yi saf dışı bırakmıştı. Çünkü Mısır ve İsrail’le son 6 yıl, Güney Kıbrıs ve Yunanistan ile de malum yılardır ‘düşman’ durumdayız. Sadece İsrail, Doğu Akdeniz’de 2013 yılında 950 milyar metreküplük doğalgaz rezervi bulmuştu. Şuan bu gazı çıkarıyor ve Türkiye’nin yıllık ortalama doğalgaz ihtiyacı 50 milyar metreküp civarı. Yani İsrail’in gaz rezervi Türkiye’nin ihtiyacının 20 katı civarında. Mısır’ın da kendi münhasır ekonomik bölgesinde bulduğu doğal gaz miktarı İsrail’e yakın seviyede ve Kıbrıs adasının güneyinde bulunan rezerv ise 147 milyar metreküp. Doğu Akdeniz’e kıyıdaş olan diğer iki ülkede Suriye ve Lübnan. Bu ülkelerde ilerde buradaki haklarını isteyecek. İşte Rusya’nın Suriye konusundaki desteğinin arkasında rejimi ve sıcak denizlerdeki tek askeri üssünü (Suriye’deki) korumakla birlikte, buradaki keşifler sonucu Suriye’nin payından pay sahibi olmak yatıyor. Aynı şekilde Akdeniz’de bu sayede askeri varlığını arttırıyor. Doğu Akdeniz’de saydığımız ülkelerin hangisiyle düşman değiliz acaba? Peki burada tüm gaz yataklarının birbirlerine girmesi ve işbirliği olmadan paylaşılması zorken, bu gazlar nasıl kullanılacak? İsrail doğalgazın %80’ini dış pazarlara satmayı düşünüyorken bunu nasıl yapacak?

akdeniz-ulkeler-haritasi

Doğalgazı Türkiye pazarı ve Türkiye üzerinden boru hattıyla Avrupa’ya ulaştırılmasını düşünen İsrail’in pek bir alternatifi yok çünkü diğer alternatifler (sıvılaştırma, Kıbrıs) ya çok masraflı olacak ya da güvenlik sıkıntısı oluşturacak. İsrail barışı ile Doğu Akdeniz’deki düşman ittifakının kırılması ve hak iddiasının nesnel bir şekilde yürümesi gerçekleşecek. Böylece dolaylı olarak Avrupa’nın Rus gazına muhtaçlığı hafifleyecek. Tıpkı Azerbaycan ile Türkiye arasındaki TANAP projesinde olduğu gibi.

Normalleşme Suriye ve Irak’taki PKK ve Kürt Devleti varlığını her daim destekleyen İsrail’e karşı Türkiye’nin reel anlamda söz söyleme hakkını doğuracak. Normalleşme yine dolaylı olarak Türkiye-ABD ilişkilerini olumlu anlamda etkileyecek ve bu durum Suriye’deki PYD varlığında Türkiye’ye söz hakkı verecek. Dış politika ve ülke çıkarları açısından daha nice böyle olumlu örneklerle karşılaşmamız muhtemel.

Gazze ne kazanacak?

10 yıldır süren ambargo ve abluka, belki bir on yıl, belki de daha uzun sürecek. Yine öyle olacak ki, daha önceden İsrail’in ablukayı kaldırmayacağını facebook sayfasında söylemiştim. Çünkü bu onların en önemli devlet politikası. İşgal, talan…

Gazze Türkiye’den gelen yardım ve altyapı desteğiyle tünellere daha az muhtaç olacak. Gazze ablukası kalkmayacak, sadece Türkiye için yumuşatılacak.

İsrail’in zalimliğini ve iskan politikalarını dünya görmüyor diye, Gazze’deki zulüm İsrail’e düşman olarak devam edemez. Türkiye halkının işgalci İsrail’i düşman görmesi yanlış değil, olması gereken insani bir durum. Ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin İsrail’i düşman olarak görmesi kime yarar? Filistin’e bu güne kadar ne faydası oldu? Ne faydası olacak?

Düz mantık ile bir örnek vermek istiyorum:

Sorunlu olduğun bir komşunun evinde her gün kavga varsa karışamazsın. Polisi ararsın. Polis görevini yapmazsa, gider konuşursun. Komşuyla aran kötü, neredeyse düşmansınız. O sizi dinler mi? Dinlemez. Ama o komşuyla ilişkilerin iyiyse, komşun ne kadar zalim ve gaddar biri bile olsa zalimliğini azaltabilir, kavgalar yumuşar, belki de bazı konuları bitirebilirsin. İşte bu örnekte komşuların yerine devletleri koyun. Polisin yerine de BM yada uluslararası toplumu koyun. Türk halkı İsrail’i sevmeyecek, lanetleyecek, beddua edecek. Filistin’e de dua edecek. Ama boş boş lanetle Filistinlilere fayda sağlar mı onu da düşünecek?

Rusya ile Düzeltilmeye Çalışılan İlişkiler

Rus uçağının düşürülmesinden bugüne Rusya ile ilişkiler ‘düşman’ boyutunda ilerledi. Bir süper gücün haklı da olsan uçağını düşürmek, uluslararası toplumda bu ülkenin itibarını zedeleme anlamını taşır. 2008 Gürcistan’daki savaşta bile, savaş halinde olunmasına rağmen, Rus uçağının Gürcistan tarafından düşürülmesi büyük bir olay olmuşken, barış halinde bir askeri uçağın düşürülmesi ne anlam ifade eder siz düşünün? (Rus uçağı düştükten sonra konuyu yasal olarak hakkımız olmasına rağmen savunmadık/savunamadık)

Rusya’nın üç talebi: “Özür, Sorumluların cezalandırılması ve Tazminat”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin’e gönderdiği mektupta ‘özür/üzüntü/’ şeklinde bir açıklama yaptığı kesinleşti. Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, ‘özür’ değil ‘üzüntü duyduk, kusura bakmayın’ dedik diyor. Rus medyası ve Rus yetkililer ‘özür’ diyor. Bu gelişmelerde iki ülke halkını tatmin etmesi için yapılan açıklamalara benziyor. Ayrıca Erdoğan Putin’e bu mektubu göndermeden önce, belli ki görüşülmüş ve bazı konularda iki tarafın da tatmin edilmesi düşünülmüş.

SONUÇ

Başbakan Yıldırım Rusya ve İsrail’le barış yolunu seçerken, düşman ülke kalmayacak açıklamasında bulunmuştu. Aslında bu açıklama herkesin dile getirdiği gibi diğer ‘düşman’ ülkelerle de ilişkilerin düzeltilebileceğini bizlere gösteriyor. (Mısır, Suriye vb.) Türkiye dış politikasındaki bu manevrayla birlikte hem ‘düşman’ ülke sayısını azaltma, hemde başarısı tescillenen ancak kısa süren ”Komşularla Sıfır Sorun Politikası”na tekrar dönüş yapma sinyalleri veriyor.

Türkiye’nin Arap Baharı sonrasında ambiyane tabiriyle ‘asarım-keserim’ ve duygusal işleyen dış politikası, sil baştan bir politikayla realist temellere dayanarak yenileniyor. Tabi ki bu durum bizlere hükümetin dış politikasının neredeyse baştan aşağıya çöktüğünü gösteriyor. Hükümet radikal ve fevri verilen kararla işleyen dış politikanın ceremesini ülke olarak bizlere çektirse de, bu yanlıştan dönüyor. Dış politikanın iyi gitmediğini ise en somut örnek olarak da Erdoğan’ın bu mektubu bizlere gösteriyor. Anlayamadığım nokta, çok kötü ve tehlikeli ilerlediği için sürekli eleştirdiğimiz dış politikanın değiştirilmesi, bir nevi düzeltilmeye çalışılması, neden eleştiriliyor? Eleştiriler niye bu kadar beklediniz tepkisi ise doğru. Ama onun dışındaki eleştirileri gerçekçi ve akıllıca bulmuyorum.

Türkiye’nin Rusya ve İsrail politikası, bununla birlikte başka sorunlu olduğumuz ülkelerle olması muhtemel diplomatik görüşmeleri dış politikanın çöktüğünü netleştiriyor. Bu bizlere prestij kaybettiriyor, uluslararası toplumda Türkiye açısından güvensizlik damgasına sebep olabiliyor. Ancak politikanın çökmesi politikanın doğru olduğunu göstermez. Uluslararası ilişkilerde değişen koşullar her daim göz önünde bulundurulacak ki, öyle olduğu bariz ortada.

Biz vatandaşlar olarak duygusal bakarız, gelişmeleri içten yorumlarız. İsrail konusunda da böyle yapıyoruz. Çünkü Filistin davası tüm Müslümanlar olarak bizlerin hassas noktası. Ama uluslararası ilişkileri böyle yorumlamanın pek faydası yok. Dış politikanın dini, dili ve ırkı olmaz. Pragmatist ve ülke çıkarlarını düşünmesi gereken Türk dış politikası sonunda doğru olanı yapıyor. Bu politikalarda değişiklikler olmasaydı Türkiye için daha kötü olacaktı. Hükümetin duygusal dış politikasından kurtulması ve ülkeyi daha kötü durumlara sokmaması dileğiyle..

(Hızlı bir şekilde yazıyı yazıp gönderdiğim için kelime hatalarım olabilir. Sürçü lisan ettiysem affola.)

Filistin Bayrağı’nın Anlamı ve Tarihi

Yeşil, kırmızı, beyaz ve siyah renklerinden oluşan ve geçen sene Birleşmiş Milletler’de göndere çekilen Filistin bayrağının anlamı ve tarihi hakkında 6 dakikalık kısa bir belgesel..

ABD, Suriye’de Neyin Peşinde?

2011 yılında Suriye’de ilk toplumsal hareketlerin başlamasının ardından  ABD, oldukça temkinli bir politika izleyerek ilk başlarda rejime, muhaliflere karşı ılımlı bir tavır sergilemesi yönünde tavsiyelerde bulunmuş, ilerleyen dönemde rejimin değişmesinin gerektiğini açıklamış, daha sonra ılımlı muhalifleri savaşın dengelerini değiştirmeyecek ölçüde rejime karşı desteklemiş ve nihayetinde, PYD’ye lojistik destek verip, IŞİD’e ve İslami muhalefete karşı hava operasyonlarına başlamıştır. Peki ABD’nin yaşanan süreçte bu şekilde vücut bulan Suriye politikasında temel dayanak noktaları ve amacı nedir?

Akgün’e göre; “ABD’nin Suriye ile olan ilişkileri son yarım asırda çoğu zaman gergin bir seyir izlemiştir. Arap-İsrail çatışmalarında ABD’nin her zaman açıktan İsrail’i desteklemesi, Şam’ın ise dış politikasını Tel Aviv karşıtlığına odaklaması Suriye’yi ABD’nin de dolaylı düşmanı haline getirmiştir. Öte yandan Soğuk Savaş dönemindeki doğu-batı kutuplaşmasında da Suriye, Sovyet blokunun Ortadoğu’daki en güçlü müttefiklerinden biri olmuştur. İran devrimi sonrasında ise Suriye İran’ın en sadık ve en yakın Arap müttefiki haline gelmiştir. Uzun süre Lübnan’ı da kendi denetimi altına alan Suriye, ABD tarafından bölgede teröristleri destekleyen bir haydut devlet olarak tanımlanmıştır. Nitekim 2003 yılındaki Irak işgaline karşı çıkan Suriye’yi zamanın ABD Başkanı Bush “şer ekseni” ülkelerinden biri olarak tanımlamış ve açıktan askeri müdahale ile tehdit etmiştir. 2005 yılında Lübnan başbakanı Hariri’nin öldürülmesinden Şam yönetimi sorumlu tutulmuş ve ABD-Suriye diplomatik ilişkileri tamamen kesilmiştir. Bölgede yeni bir Irak görmek istemeyen Türkiye’nin karşı çıkması ve Suriye ile İsrail arasında arabuluculuk yapması gibi diplomatik girişimler sayesinde Suriye ile ABD arasındaki gerginlik yavaş yavaş azalmış ve nihayet 2009 yılında Obama Şam’a yeniden bir büyükelçi atamıştır. Arap Baharı diye adlandırılan ve Ortadoğu’daki yarım asırlık jeopolitik dengeleri derinden sarsan köklü siyasi dönüşüm sürecinde ABD’nin izlediği dış politika ülke içinde olduğu kadar, uluslararası platformlarda da tartışma yaratmaktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana küresel sistemdeki her gelişme karşısında aktif pozisyon alan ve oyun kuruculuk rolünü üstlenen ABD, Arap Baharı karşısında aşırı ihtiyatlı, ön plana çıkmayan, düşük profil sergileyen ve gelişmeleri perde arkasından izleyerek, kritik güvenlik sorunlarını bölgesel güçlere havale eden bir tutum takınmaktadır. Obama yönetimi, ABD’nin küresel liderliğini sürdürebilmesi için Asya-pasifik bölgesini dış politikasının yeni odak noktası olarak belirlemiştir ve Ortadoğu’nun dönüşüm sürecinde Avrupa Birliği ve Türkiye gibi demokratik güçleri daha aktif rol almaya teşvik etmekte, onları sorumluluk ve yük paylaşımında ortak olmaya zorlamaktadır” (Akgün, 2012,  10-13).

ABD, iç savaşın başlaması ile ile birlikte Suriye’de somut bir adım atmayarak, yaklaşık 2,5 yıl soruna diplomatik çözüm yolları aramıştır. Uluslararası alanda Suriye krizini çözüme kavuşturacak bir gelişmenin olmaması ve ABD’nin rejimden daha büyük bir tehtid olarak gördüğü İslami grupların ülkede güçlenmeye başlamasıyla, ABD Eylül 2013 itibariyle “demokrasi yanlısı, ılımlı muhaliflere” silah yardımında bulunmaya başlamıştır. Stratejik silah sayılabilecek bir takım füze sistemlerinin ÖSO’ya verilmesi ve ılımlı muhaliflerin ABD’de tarafından Ürdün’de eğitilmeye başlanması ÖSO’ya ciddi bir kazanım sağlamamış ve İran ve Rusya tarafından -zaten muhaliflere karşı her açıdan üstün olan- rejime yapılan yardımların yanında ABD’nin muhaliflere yardımı çok küçük ölçekte kalmıştır. Fakat ilerleyen dönemde sahada oldukça şaşırtıcı bir şekilde ortaya çıkan ve şehirleri muhaliflerden teker teker almaya başlayıp, bir anda ABD’nin Suriye’deki en önemli düşmanı konumuna gelen IŞİD, ABD’ye rejime karşı sergilediği zayıf tutum dolayısıyla zedelenen imajını kendi üzerinde düzeltme fırsatı vermiş oldu. IŞİD ile birlikte bölgedeki dengeler değişmiş ve PYD/PKK, ABD’nin Suriye’de en önemli stratejik ortağı haline gelmiştir. Rejim ile muhalifler arasında süren savaşa ilgisiz kalan ABD,  IŞİD’i yok etme bahanesiyle PYD’ye alan açmaya başlamıştır. Koalisyon güçlerinin desteği ile PYD, Suriye’nin kuzeyinde stratejik şehirleri ele geçirerek önemli ölçüde toprak kazanmıştır. Burada ilginç olan nokta, yaptığı hava operasyonlarının büyük çoğunluğu her ne kadar diğer muhaliflere karşı olsa da, Rusya’nın IŞİD’in alan hakimiyetini PYD lehine daraltması, bu perspektiften bakıldığında ABD ile aynı hizaya geldiği anlamına gelir.

Kısaca, ABD ve Rusya IŞİD’e karşı PYD/PKK’yı desteklemektedir (bk.). ABD yalnızca IŞİD ve El Nusra gibi grupları kendine tehtid olarak görmekte, Rusya ise rejim karşıtı tüm oluşumları hedef almaktadır. Fakat rejim ile PYD’nin ortak hareket etmesi PYD’yi Rusya’nın da müttefiki konumuna getirmiştir. Küresel düzeyde rekabet içinde olan devletlerin, çıkarlarının kesiştiği noktalarda ortak hareket etmekten kaçınmadığı bir uluslararası ilişki gerçeğidir. ABD ve Rusya’nın amaçlarının kesiştiği bir nokta daha vardır. Her iki devlette Suriye’nin kuzeyinde Akdeniz’e açılan bir koridor tesis etmek istemektedir. Amaçlar ve yöntemler bu doğrultuda ortak paydada birleşse de bu iki ezeli rakip arasında çıkacak asıl sorun bu koridoru kimin yöneteceğidir. Ortak düşman (IŞİD) saf dışı edildikten sonra Suriye’de daha çetin bir mücadele yaşanacağı kesindir.

ABD’nin Suriye politikasını belirleyen bir başka faktör ise yaşanacak rejim değişikliğinin ABD’yi nasıl etkileyeceğidir. Halihazırda Esad’ın yönetimde kalması, muhalefetin büyük çoğunluğunu oluşturan ve ABD’yi en büyük düşman olarak gören İslami grupların yönetimi ele geçirmesinden daha mâkul bir durum değil midir?

Şen’e göre; “Suriye’de muhalefet dışında güç kazanan İslami hareketler ve Esad sonrası ülkede ABD ve İsrail’in çıkarlarını koruyacak bir alternatifin bulunmaması, ABD için Suriye krizinde her zaman iki temel çıkmaz olarak kabul edilmiştir. ABD’nin Suriye Ulusal Komisyonunu (SUK) ve SMDK’yı tanıması ve ÖSO’nun ılımlı birliklerine destek vermesi, Suriye’de güçlenen İslami hareketleri dengelemekte başarısız olmuştur. Nitekim ABD tarafından desteklenen iki büyük askeri güç olan Hazm ve SRF Hareketi (Suriye Devrim Cephesi), kısa sürede İslami gruplarca tasfiye edilmiştir. ABD sahada aşırıların birbirini kırması olarak tanımlanan bir politika yürütmekte, IŞİD ile diğer İslami grupların daha fazla kayıp verip zayıflamaları için birbirleri ile savaşmalarına zemin hazırlamakta ve IŞİD’in tamamen zayıflamasını istememektedir. ABD kongresine sunulan IŞİD ile ilgili bir raporda, “IŞİD’in bir anda zayıflamasının El Kaide bağlantılı Nusret Cephesi’ni güçlendirerek istenmeye sonuçlar doğurabileceği dolayısıyla kontrollü bir süreç yürütüldüğü” belirtilmiştir” (Şen, 2016, 484).  Sonuç olarak ABD, Suriye’de sürecin dönemsel şartlarına göre çıkarlarına uygun politika belirlemektedir. Öte yandan ABD’nin, PYD/PKK ile olan yakınlığının Türkiye ilişkilerinin zaman zaman gerilmesine neden olmaktadır.

Kanlı kâr; ABD’li silah şirketlerinin “Arap Baharı ticareti”    

Her savaşta olduğu gibi, Arap Baharı ve Suriye iç savaşının da en kârlı ortaklarından olan küresel silah şirketleri 2010 tarihinden bu yana oldukça yüksek oranlarda büyüme kaydettiler. Tabi ki bu büyümenin Arap Baharı’na denk gelmesi bir tesadüf değildi.

Anadolu Ajansı’nın bir haberine göre;  “Dünyanın bir numaralı silah üreticisi ABD’nin en büyük beş silah ve savunma şirketinin piyasa değeri, Arap Baharı ve Suriye savaşı süresince büyük artış gösterdi. ABD savunma sanayisinin önde gelen firmalarından Lockheed Martin ve Northrop Grumman’ın New York Borsası’nda işlem gören hisseleri, Arap Baharı’nın başladığı Aralık 2010’dan bu yana sırasıyla yüzde 222 ve yüzde 230’a yakın değer kazandı.  Verilere göre, Aralık 2010’da yaklaşık 69 dolardan işlem gören Lockheed Martin hisseleri, dün itibarıyla 222 doları aşarak, tüm zamanların rekorunu kırdı. Şirketin piyasa değeri de hisselerin yüzde 200’ü aşkın değer kazanmasına paralel olarak 24 milyar 700 milyon dolardan 68 milyar 180 milyon dolara yükseldi. Benzer şekilde Northrop Grumman hisseleri, aynı dönemde 57 dolardan 188 dolara kadar yükselirken, şirketin piyasa değer de yüzde 89,5 artışla 34 milyar dolara ulaştı (aa.com.tr).

Kaynak: AA
Kaynak: AA

Mehmet Enes Bağlama

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR


Akgün, B., 2012, Suriye Krizi’nde Bölgesel ve Küresel Aktörler, ABD’nin Suriye Politikası, Stratejik Düşünce Enstitüsü, Ankara.

Şen, A., 2016, Yüzyılın En Uzun Tiyatrosu, Tüm Yönleriyle Suriye Devrimi, Yapı-Bozum Yayınları, İstanbul.

http://aa.com.tr/tr/dunya/suriyedeki-ic-savas-abdli-silah-sirketlerine-yaradi/476609

FARC-Kolombiya Ordusu: ‘50 Yıllık Savaş Sona Erdi’

Yaklaşık 50 yıldır süren Kolombiya ordusuyla FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) arasındaki savaş sona erdi.

Yıllardır süren savaş sona erdi deniyor çünkü hükümetle örgüt ateşkes ve silah bırakma konusunda anlaştı. Örgüt 180 ün içerisinde silah bırakacak. Bu anlaşma aşamalı bir şekilde uygulanacak ve çeşitli gözlemci ve kurumlarla birlikte gidişat takip edilecek. Kolombiya Devlet Başkanı örgüt ile barış nihai barış anlaşmasının 20 Temmuz’da gerçekleşeceğini açıkladı.

50 Yıllık Savaş

Yıllardır süren çatışmalarda 220 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği ve 7 milyona yakın kişinin evlerini terk etmek zorunda kaldığı biliniyor. Hükümet kaynaklarına göre ülkedeki uyuşturucu ticaretinin %60’ını örgütün yönettiği ve ABD’ye yapılan uyuşturucu ticaretinde büyük bir paya sahip olduğu bildirilmişti.

FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri)’ın en güçlü olduğu dönemde 17 bin kişiye yakın, şu an ise 8 bin kadar militanı olduğu düşünülüyor.

Son 8-9 yıldır örgütün bir çok lideri öldürülmüş ve ABD’nin Kolombiya ordusuna verdiği destekle örgüt büyük bir güç kaybı yaşamıştı. Bir yıl önce de tek taraflı ateşkes yapan FARC örgütü, dört yıldır da hükümetle barış görüşmeleri için Küba’nın başkenti Havana’da görüşüyordu.

Karşılıklı açıklamalar şöyleydi:

Hükümet Sözcüsü Marcela Duran, “Başarılı bir şekilde kesin ve karşılıklı ateşkes, silahların bırakılması, güvenlik garantileri ve organize suç örgütlerine karşı mücadelede örgütle anlaştık” dedi.

FARC komutanı Carlos Lozada da Twitter’dan yaptığı açıklamada “Bu korkunç gece sona erip, barış ve ışık yolu açılacak. 23 Haziran’da savaşın sonunu (#thefinaldayofthewar) ilan edeceğiz” dedi.

50 Yıllık Savaştan Görüntüler

farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc örgütü farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc terör örgütü farc terör örgütü farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc kolombiya görüşmeleri farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü farc terör örgütü


http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/06/160622_kolombiya_farc_ateskes_anlasma

http://www.reuters.com/news/picture/colombias-long-war-with-farc?articleId=USRTX2HS9H