NATO-Rusya Mücadelesi: Rusya Suriye’den Çekildi

Rusya Suriye’deki askeri varlığının yarısını ülkeden çekti. Bu hamleyi Rusya’nın ekonomik durumuna bağlayan da oldu, Rusya’nın Suriye’de kaybettiğini ve bataklığa batmadan Suriye’den çekildiğini söyleyende. Aslında en gerçekçi yorum Rusya’nın Suriye’de rejime verdiği desteğin yeterli olduğu ve ekonomik sıkıntılarla birlikte bataklığa batmadan ülkeden çekildiği yorumu. Esad güçlerinin bir çok bölgeyi ele geçirmesi de bunu gösteriyor. Peki şimdi ne olacak?

Rus dış politikasının Putin dönemine baktığımızda dikkat çeken bir iki nokta var. Bunlar Doğu Avrupa ülkeleri ve Rusya’nın buralardaki etkinlik kaybı. Rusya, Ukrayna ve Gürcistan’a müdahale etmeden önce Batı’ya dedi ki, buralar benim bölgem, ne Avrupa Birliği ne de NATO buralara gelmeyin. Ancak Avrupa Birliği’de NATO’da bu iki ülke hükümetleriyle anlaşmalarda bulundu ve ülkelerin politikaları Batı’ya kaymaya başlıyordu. 2008 Gürcistan-Rusya Savaşı çıkmadan önce hükümete uyarılarda bulunan Rusya, kendini dinletemedi ve bu ülkeye fiilen saldırıda bulundu. Aynı şekilde Ukrayna’da ki gelişmelerde buna paralel gerçekleşti ve 2014’te Ukrayna’da savaş başladı. Savaş sonrasında Kırım Rusya tarafından işgal edilip, ilhak edildi. Kısa ön bilgiyle anlatılan bu iki olayın temelinde ise Batı-Rusya çekişmesi söz konusuydu. Çünkü Ukrayna ve Gürcistan’da hükümetler Batı’yla çok sıkı işbirliklerine girmeye başlamıştı.

Evet. Asıl sorumuza gelecek olursak, şimdi ne olacak?

Rusya nato savaşı
Rusya Devlet Başkanı Putin, Rusya’nın iki farklı bölgede askeri varlığını finanse edebilecek kabiliyette bir ülke olmadığını biliyor. Bunun içinde 2008 Gürcistan’a, 2014’te Ukrayna’ya, 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’nda Esad rejiminin büyük güç kayıplarından sonra da 2015 Eylül’de Suriye’ye müdahalede bulundu. Bu üç müdahale yine ABD güdümündeki Batı ile Rusya mücadelesinin birer sonuçlarıydı. Rusya çekildi ve şimdi gözü Ukrayna’daki gelişmelerle birlikte Avrupa’ya dikti. Çünkü eski Sovyet ülkelerinin çoğu Avrupa Birliği’ne dahil edildi yada Avrupa Birliği’yle yakın işbirliği içerisinde. Rusya için en tehlikelisi ise bu ülkelerin NATO’ya üye olması ki, çoğu Rusya’nın kırmızı çizgisi. Aralık 2015’te NATO’nun Karadağ’a davette bulunmasına karşılık Rus yetkililer, “karşılık vermek zorunda kalacağız” açıklamasında bulunmuştu. Dün yani 15 Mart’ta ise Rusya’nın kırmızı çizgi olarak açıkladığı ‘Polonya’nın NATO üyeliği’,  Polonya Savunma Bakanı’nın Temmuz 2016’de NATO’ya tam üye olacaklarını açıklaması sonrasında dikkatleri bu yöne ve Rusya’nın tepkilerine çevirdi. Çok ayrıntıya girmeden sorumuza tekrar dönüp yazıyı topralayalım.

‘Şimdi ne olacak?’

Anlaşıldığı üzere Rusya, Batı ile Avrupa’da ki çekişmesine geri dönecek. Bu dönüşte ise Rusya’nın Karadağ ve Bosna Hersek’teki Sırp ayrılıkçılarını destekleyerek ya da Makedonya ve Kosova’daki etnik çatışmaları kışkırtarak Balkanları istikrarsızlığa sürükleyeceği düşünülüyor. Bildiğiniz gibi Rusya’nın bu ülkelerde gerek Ortodoksluk bakımından gerekse siyasi bakımından eli güçlü. Bu ülkelerdeki hükümetler Batı yanlısı politikalar izlese de, halk arasında ‘karışıklık’ çıkarabilecek güçte olan Rusya’nın, bu ülkelere yoğunlaşacağı ve etkinlik arayışını Ukrayna gibi askeri yönlerden deneyebileceği tahminleri ağır basıyor. Putin Rusya’sının ne yapacağı tam olarak kestirilemese de, başta Almanya Şansölyesi Merkel ve diğer AB liderlerini zor günlerin beklediğini söylemekte yarar var.

Diplomatik ve Askeri Gelişmeler [7-12 Mart]

Bu başlıkta 7 Mart ile 12 Mart arası dünyada gerçekleşen önemli askeri ve diplomatik haberler, madde madde tarihlere göre ayrılarak aktarılmaya çalışılmıştır.

7 Mart 2016 (PAZARTESİ)
– AB ile Türkiye’nin mülteci planı konusunda anlaşamadıkları açıkladı.
– ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkili, 14 Mart’a ertelenen Cenevre Görüşmelerine PYD’nin katılmayacağını açıkladı.
– Rusya petrol üretimini azaltıp fiyatları yükseltmeye çalışırken, İran günlük üretimi 500 bin varilden 1 milyona, şimdi de 2 milyona çıkardı.

Vladimir Putin Üzgün

8 Mart 2016 (SALI)
– Yemen’de ki ayrılıkçı Şii Husiler, Suriye’de büyükelçilik açtı.
– Afganistan’da Taliban, ‘ABD ülkeden çıksın’ dedi. ABD’den ise hem bölgeye asker gönderme hem de Taliban’ı masaya çağırma açıklaması geldi.
– İsrail Başbakanı Netanyahu, Körfez ülkelerinde Hizbullah’ın terörist ilan edilmesine “Harika gelişme” dedi.
– Gürcistan, orduda bulunan Müslüman askerler için bir mescid açtı ve iki tane daha açılacağını duyurdu.
– Rusya şuan, Kuzey’deki kutup bölgesinde son 25 yılın en büyük nükleer tatbikatını gerçekleştirdiğini açıkladı.

fuze

9 Mart 2016 (ÇARŞAMBA)
– İran, Türkiye’nin güvenli bir ülke olmadığını söyleyerek, Türkiye’yi ziyaret edecek İran vatandaşlarını uyardı.
– İsrailli ekonomist Hever, “Filistin’e yapılan uluslararası yardımların yüzde 78’i İsrail’in kasasına gidiyor” dedi.
– 57 Avrupa Parlamentosu üyesi, aralarında Rusya lideri Putin’in de bulunduğu 29 kişi için, ‘AB ülkelerine alınmasın’ çağrısında bulundu.
– Sudan, Budistlerce katliam ve ihlâllere uğrayan Müslüman Arakanlıların, ülkeye girmelerine izin vereceğini açıkladı.
– ABD, İran’a uyguladığı petrol yaptırımını ‘ABD için tehdit oluşturuyor’ gerekçesiyle 1 yıl daha uzattı.
– Litvanya Savunma Bakanı, “Rusya’nın saldırgan politikalarına karşı, ülkemizde Türk askerini görmekten memnuniyet duyarız” dedi.
– ABD Hava Kuvvetleri’nden Tuğgeneral Holmes, “Rusya’nın S-400 füze savunma sistemleri karşısında savunmasızız” dedi.
– Türkiye’nin ve Pakistan’ın kara kuvvetleri ve özel kuvvetleri, 14 Mart’ta ortak askeri tatbikat yapacak.

Turkey pakistan

10 Mart 2016 (PERŞEMBE)
– Afganistan’da eski Pakistan valisinin oğlunu kaçıran IŞİD’e Taliban operasyon düzenledi ve çocuk Pakistan polisine teslim edildi.
– Suudi Arabistan öncülüğünde 20 ülkenin katıldığı, ‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ adlı dünyanın en büyük askeri tatbikatı bugün sona erdi.
– İran Devrim Muhafızları Komutanlarından Tuğgeneral Hasan Ali Şemsabadi’nin Suriye’de öldürüldüğü açıklandı.
– Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas, ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın yeni bir barış girişimi teklifini reddetti.
– Suudi Arabistan Kralı Selman, Mısır’ın darbeci Cumhurbaşkanı Sisi ve Kuveyt Emiri Sabah ile ayrı ayrı görüştü.
– NATO Genel Sekreteri, Türkiye-Suriye sınırındaki güvenlik önlemlerini arttırma kararı aldıklarını açıkladı.
– ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Suriye, Yemen ve bölgesel sorunları görüşmek üzere Suudi Arabistan’a gidiyor.
– ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden, ”İran nükleer anlaşmayı ihlal ederse, İran’a karşı harekata geçeceğiz’ dedi.

ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden
ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden

11 Mart 2016 (CUMA)
– Suriyeli Muhaliflerin oluşturduğu ‘Müzakere Yüksek Komisyonu’ 14 Marttaki Cenevre Görüşmelerine katılacağını açıkladı.
– Rusya, Afganistan’ın 1 milyar dolarlık borcunu sildi ve Afgan hükümeti Rusya ile tekrar ekonomik ilişkileri başlatacağız dedi.
– 10 Martta Azerbaycan sınırına sızmaya çalışan 7’i aşkın Ermeni askerin öldürüldüğü açıklandı.
– AB ile varılan anlaşma gereği, Türkiye’ye verilecek olan 3 milyar Euro’luk yardımın ilk bölümü Türkiye’ye verildi.
– Avrupa Birliği ‘terörle mücadele’ stratejisini açıkladı. Mücadele edilecek örgütler arasında PKK ve liderleri de yer alıyor.
– Dün(10 Mart) Arap Birliği’nin yeni genel sekreteri seçildi. Bugün de Arap Birliği Hizbullah’ı terör örgütü ilan etti.

Arap Birliği

12 Mart 2016 (CUMARTESİ)
– Hamas yönetimi İsrail’in, Gazze’den İsrail’e füze atan IŞİD’e bağlı örgütü kullanarak, ‘saldırmak için bahane üretmeye çalıştığını’ söyledi.
– İsrai’in talebi üzerine, Fransa’nın Eutelsat uydusunda yayın yapan Hamas’ın El-Aksa televizyonu kapatıldı.
– Suriye’de muhalifler ‘Güvenli Bölge’ kapsamındaki bir köyü daha IŞİD’den aldı. Böylece geçen haftayla birlikte IŞİD’in elinden alınan üçüncü köy oldu.
– Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, “Türkiye’ye vize ve insan hakları konusunda taviz verilmemeli” dedi.
– Rusya’nın propaganda sitesi olarak bilinen Sputnik; İsveç, Norveç, Danimarka ve Finlandiya’da yayınlarına son verdi.
– Irak Bölgesel Kürt Yönetimi lideri Mesud Barzani, Irak Meclis Başkanı ve Irak’taki Şii milis gücü olan Haşdi Şabi komutanıyla görüştü.
– Suriye’de muhaliflerin, rejime ait Rus yapımı Mig-21 savaş uçağı düşürdüğü ve pilotun kurtulduğu iddia ediliyor.
– Rusya geçen yıl planlanan 8 gemi, 15 uçak 240 zırhlı araç ve 250’den fazla füzeyi alamayarak, ordu eksiğini tamamlayamadığını bildirdi.

Rusya Tankı

Bir önceki gelişmelerin arşivi için Diplomatik ve Askeri Gelişmeler [1-6 Mart] adlı yazıyı inceleyebilirsiniz.

Kaynak: stratejikortak.com

Kuzeyin Gök Gürültüsü Askeri Tatbikatı [video]

Dünyanın en büyük askeri tatbikatlarından olan ve bölgenin en büyük askeri tatbikatı ‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ tatbikatına Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Ürdün, Bahreyn, Senegal, Sudan, Kuveyt, Maldivler, Fas, Pakistan, Çad, Tunus, Komorlar, Cibuti, Umman Sultanlığı, Katar, Malezya, Mısır, Moritanya, Mauritius, El-Cezire Kalkanı Gücü ve Türk Özel kuvvetleri katıldı.

Resmi olmayan rakamlarla tatbikata 150.000 asker, 20.000 tank, 2540 savaş uçağı ve 460 helikopter katıldı. 20’yi aşkın devletin katıldığı tatbikat 27 Şubat’ta başlamıştı ve 10 Mart 2016 perşembe günü bitti. Tam 13 gün süren tatbikatın İran’ın Şii yayılmacı politikalarına karşı yapıldığı bilinen bir gerçek. Ama tabiki bunu liderler açık açık söylemiyor. İran’ın tekelinde tuttuğu ‘Şii gücü’ne karşı bölge ülkeleri ittifak içinde olmaya çalışıyor. Çünkü tatbikata katılan çoğu ülke (Suudi Arabistan ve Bayreyn gibi ülkeler) Şiileri destekleyen İran’a karşı, birlikte operasyon ve müdahalede bulunma arzuyla bu tatbikatı gerçekleştirdi. Ancak İran’a karşı yapılan bu tatbikat İran’a doğrudan bir müdahale için değil. Asıl amaç Yemen’de ki ayrılıkçı Şii Husiler gibi, Arap ülkelerinde ki Şii yapılanmalara karşı birlik olmak. Birlikte bu tehditlere karşı durmak.

Suudi Arabistan’ın tatbikattan sorumlu komutanı Tuğgeneral Ahmet el-Asiri de tatbikat sonrasında ‘Bu tatbikatın ilerde kendi ülkelerinde ki tehditleri savurmak amaçlı olduğunu’ söylemişti. Tatbikat sonrası Asiri’nin açıklamalarını ‘Bölgenin En Büyük Askeri Tatbikatının Amaçları‘ adlı yazımızdan okuyabilirsiniz.

‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ adlı askeri tatbikattan önce bölgenin en büyük tatbikatı, 11 ülkenin 73.000 askerle katıldığı ‘Operation Bright Star’. Bu tatbikat 2000 yılında Mısır’da yapılmıştı.

Aşağıdaki videoda da ‘Kuzeyin Gök Gürültüsü’ adlı tatbikattaki oluşturulan bir klip.

Suriye’de ki Yeni Örgüt: Yeni Suriye Ordusu

2

9 Kasım 2015 yılında, Suriye İhvanı’na bağlı olan Asalet ve Kalkınma Cephesi tarafından kurulan ‘Yeni Suriye Ordusu’, IŞİD’in Suriye yönetimi tarafından kurulduğunu söyleyip sadece IŞİD’e karşı savaşacaklarını açıklamıştı.

Yeni Suriye Ordusu (YSO) kurulduğunda silahlarını yalnızca “Suriye rejimi tarafından kurulan IŞİD’e ve onu destekleyenlere” karşı kullanacağını bildirmişti. Lübnan’da yayımlanan el-Ahbar gazetesi Yeni Suriye Ordusu’nun Türkiye ve ABD tarafından kurulduğunu iddia etse de, örgüt 4 aylık gelişiminde bazı açılardan misyon değişikliklerine gittiği belirtiliyor.

4 Mart 2016 tarihinde Suriye ve Irak sınırında bulunan Tenef Sınır Kapısı’nı ele geçirince gündeme gelen ‘Yeni Suriye Ordusu’, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) içeresinde bulunan Asalet ve Tenmiye Cephesi altında yer alıyordu. Örgütün son yapısında ise Usud eş-Şarkiyye, Şehit Ahmet Abdo güçleri ve rejim ordusundan ayrılan gruplardan oluştuğu söyleniyor. Örgüt şuan Özgür Suriye Ordusu’nun kullandığı bayrağı kullanıyor.

Yeni Suriye Ordusu Bayrağı (New Syrian Army - NSA)
Yeni Suriye Ordusu Bayrağı (New Syrian Army – NSA)

YSO’nun Lider Kadrosu ve Savaşçıların Sayısı 
Yeni Suriye Ordusunu liderliğini yarbay Muhanned Tal’a yapıyor. Tal’a IŞİD Deyr ez-Zor eyaletini ele geçirmeden önce Özgür Suriye bünyesinde ki eylaet askeri konseyi komutanıydı. YSO’nun Liderlerinden Haz’al es-Sarhan da Asalet ve Kalkınma Cephesi altında Ebukemal şehrinde varlık gösteren Allahu Ekber’ Tugayı’nın lideriydi.

Grup bünyesinde Arap aşiretlerden ve eski rejim subaylarından, Ürdün’de veya Ürdün sınırına yakın kurulan kamplarda eğitim alan yaklaşık 1000 kişi yer alıyor. Bu savaşçıların birçoğu IŞİD bölgeyi ele geçirmeden daha önce Suriye’nin doğusunda ÖSO adı altında çeşitli yerli gruplara mensuptu.

Örgütün İlişkileri ve ABD Desteği
IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon ile beraber hareket eden ‘Yeni Suriye Ordusu’, ABD tarafından desteklendiğine dair resmi açıklamalar olmasa da; kullandıkları silahların ABD menşeli olmasından, yerel gazetecilerin ‘YSO koalisyon uçaklarının desteği alıyor’ iddiaları örgüte ABD desteğini gösteriyor denebilir. Ayrıca bazı haber kaynakları grubun Ürdün’de doğrudan CIA tarafından eğitim aldığı iddiasında da bulunuyorlar.

YSO’nun yeni pozisyonu ve ilişkilerine bakıldığı PKK’nın Suriye kolu PYD’nin içerisinde bulunduğu SDG ‘Suriye Demokratik Güçleri’ ile koordineli olarak çalışma potansiyelinin yüksek olduğu ve PYD kaynaklarının YSO operasyonlarına övgülerde bulunması şaşırtıcı olarak gösteriliyor.

Örgütün Hedefleri ve Operasyonları
IŞİD ile mücadeleye öncelik verdiğini sürekli dile getiren YSO, ilk operasyonunu Ürdün üzerinden gerçekleştirdi. Ürdün’e yakın olan ve Irak-Suriye sınırında bulunan Tenef Sınır Kapısı’nı kontrolüne almaya çalışan grup, sınır hattında IŞİD’e karşı bir tampon olarak işlev görecektir.

YSO’nun Tenef’i aldıktan sonra Ebukemal şehrine doğru ilerleyip IŞİD’in Irak ve Suriye arasındaki bağlantısını kesmeyi hedeflediğine yönelik bazı değerlendirmeler var. Ayrıca örgütün lideri Muhanned Tal verdiği bir röportajda, IŞİD’in kontrolünde bulunan Deyr ez-Zor eyaletini de özgürleştirmeyi hedeflediklerini söylüyor. Grup şu an sadece Suriye’nin güney-doğusunda varlık gösteriyor. Yapısı itibariyle Suriye’nin güney doğusundan kuzeye doğru IŞİD’e karşı operasyonlarda bulunacağı ve böylece IŞİD’i hem çöl bölgelerinden, hemde ileri de planlanan Rakka operasyonuna güneyden destek vereceği söyleniyor.

Rakka eyaleti, Deyr ez-Zor eyaleti, Ebukemal şehri, Tenef Sınır Kapısı
Suriye Son Durum haritası üzerinde Rakka eyaleti, Deyr ez-Zor eyaleti, Ebukemal şehri ve Tenef Sınır Kapısı

Örgütün Kontrol Ettiği Toprak Var mı?
IŞİD’e karşı saldırıp Tenef’i iki güne yakın elinde bulunduran Yeni Suriye Ordusu, daha sonra IŞİD’in saldırısını geri püskürtemedi ve Tenef tekrardan IŞİD’in kontrolüne geçti.

Tenef’in Suriye’nin Irak ve Ürdün sınır hattı kesişme bölgesinde özel eğitim komando üssüne sahip olması, kasabanın stratejik bakımdan önemli bir sınır kasabası olduğunu ortaya çıkarıyor.

Yani örgütün şuan Suriye’de kontrol ettiği bir alan yok.

Yeni Suriye Ordusu (YSO)’nun tanıtım videosu:

Kaynak: ydh / suriyegundemi / @ValkryV

Suriye’de Savaşan Gruplar ve Kameraman Yasir [Belgesel]

Suriye iç savaşı 5. yılına girmişken, ülkede savaşan grupların sayısı 100’ü geçti. İlk muhalif grup Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Suriyelilerden oluşan Tevhid Tugayı, El Kaide’nin Suriye’de ki uzantısı El-Nusra Cephesi, ılımlı muhalif gösterilen ki, şu zamanın en büyük Suriyeli muhalif grupları arasındaki Ahrar-u Şam ve IŞİD gibi Suriye’de savaşan grupları filme çekmeye çalışan Irak’lı kameraman Yâsir Cumeyli, Suriye’de 13 gün geçirdi. Yakın arkadaşlarının bütün uyarılarına rağmen savaş bölgelerine girmekten çekinmeyen kameraman Yâsir Cumeyli, son görevini de Suriye’de yapmış oldu ve hayatını kaybetti.

Aslında görüntüler 2013 yılında Cumeyli’nin Suriye ziyaretini kapsıyor. On üç gününü Suriye’de geçiren Yasir, 13. günün sonunda halen sebebi ve katilleri bilinmeyen bir şekilde öldürüldü. Belgesel iki sene önceye ait ama Suriye’de savaşan gruplar ve yaşadıkları hakkında size daha detaylı bilgiler verecektir. Görüntüler IŞİD ile El Nusra daha yeni ayrılmış, IŞİD kontrol ettiği bölgeleri daha tam olarak dünyaya kapatmamışken çekilmiş.

(Belgesel 45 dakika ve Al Jazeera’ya ait)

6 Başlıkta Türkiye-AB Görüşmelerinin Sonucu

0

Avrupa Birliği’yle Türkiye, Avrupa’ya olan Suriyeli mülteci akınına dur demek için anlaşmaya çalışıyor. Türkiye ile Avrupa Birliği’nin bugünkü 7 Mart 2016 Zirvesinin sonuçlarını kısaca belirtmekte fayda var. AB ne istiyor, Türkiye ne talep ediyor? Başlıkları vermeden önce Türkiye ile AB arasında mülteci sorunu konusunda anlaşma sağlanamadığını belirtelim.

Avrupa Birliği (AB) ne istiyor?

AB liderleri, Türkiye ile anlaşıp mülteci akınını durdurmak ve mültecilerin Türkiye’de kalmasını sağlamak, aradan sızanları NATO gemileriyle engellemek, Yunanistan’da bulunan mültecilerin barınak sorununun giderilmesi için fon ayırmak gibi sorunlar müzakere konusu oldu.

Türkiye daha önce ki anlaşmalara ek olarak yeni taleplerde bulundu.

Türkiye’nin AB’den istediği üç talep:

3 milyar eurodan daha fazla AB fonu, AB üyelik sürecinin hızlandırılması ve vizelerin kaldırılması sürecinin öne çekilmesi.

AB ise Türkiye’nin bu üç talebenine karşı taslakla cevap verdi ve;

Türkiye’ye haziran sonunda vize muafiyeti ve 2018’e kadar 3 milyar euro daha önerdi. Ek olarak da Yunan adalarından Türkiye’ye gönderilen her Suriyeli mülteci karşılığında Avrupa Birliği 1 Suriyeli mülteci kabul edecek.

Avrupa Birliği’nin maddi desteği ne kadar olacak?

Yunanistan’a 3 yıl için 700 milyon euro, Türkiye’ye 2018’e dek 3+3 milyar euro.

Avrupa’da ne kadar mülteci var?

2015’te AB’ye giden mülteci sayısı: 1.250.000 kişi

2016’da AB’ye giden mülteci ve göçmen sayısı 129.455 kişi

En fazla mülteci barındıran ülkeler:

Şuan Türkiye’de 2.7 milyon, Avrupa Birliği ülkelerinde 1.2 milyon, Lübnan’da 1 milyon, Ürdün’de 600 bin, Irak’ta 245 bin ve Mısır’da ise 118 bin mülteci var. [AFP]

Burası Önemli!

Daha öncede söylediğim gibi, Suriyelilerin Türkiye’de kalması ilerde sıkıntıları beraberinde getireceği gibi, şuan için halkta bir problem yaratmıyor. Ancak haberlerde geçen ayrıntıyı kaçırmayalım.

”Türkiye ayrıca AB’nin iltica başvurusunu reddettiği Suriyeli olmayan göçmenleri de kabul edecek. ”

Türkiye sadece Avrupa’ya alınmayan Suriyelileri değil, AB’nin iltica başvurusunu reddettiği Suriyeli olmayan göçmenleri de kabul edecek. Yani bu Kuzey Afrika’dan; Libya, Tunus, Mısır, Cezayir ve Orta Afrika ülkelerinden denizle Avrupa’ya geçmeye çalışanlarından çoğunun Türkiye’ye yollanabileceği anlamını taşıyor. Bu durum ise Türkiye’de ki dengeler açısından büyük tehlike. Çünkü ileri ki günlerde tahminen Suriye ve Irak sonrasında IŞİD’in en nüfuz kazandığı ülke olan Libya’ya operasyon yapılacak ve bundan ötürü Avrupa’ya büyük bir mülteci akını bekleniyor. Anlaşmanın detayları nedir, ne değildir resmi olarak açıklanmadı ama haberler arasında saklanan bu ayrıntıyı gözden kaçırmamak gerekiyor.

multeci-krizi

Bir önceki Türkiye-AB görüşmelerinde Türkiye’nin AB ile Anlaştığı Önemli 3 Madde

Kaynak: stratejikortak.com / Al Jazeera / AFP

Cumhurbaşkanı’nın Batı Afrika Ziyareti ve İlkler

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı Afrika ziyareti ve ziyaret edeceği ülkelerle ekonomik ilişkilere dair bilgi edinebileceğiniz ‘Ufuk TEPEBAŞ’ imzalı bu yazı, gündemi takip edenler için faydalı olacaktır.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Afrika Ziyareti

Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat – 3 Mart tarihleri arasında Fildişi Sahili, Gana, Nijerya ve Gine’ye resmi ziyaretlerde bulundu. Fildişi Sahili ve Gine ziyaretleri, Cumhurbaşkanlığı düzeyinde Türkiye tarafından gerçekleştirilecek ilk ziyaretler olarak kayıtlara geçecek.

Bahsi geçen dört ülkenin de Afrika’nın batısında yer alması ve Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) üyesi olması, Türkiye’nin 15 ülkeyi bünyesinde barındıran ECOWAS ile bugüne kadar sınırlı kalmış ilişkilerine ivme kazandırabilmesi adına bir fırsat oluşturacaktır. Zira ECOWAS, Afrika ile siyasi, ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirmeyi arzulayan ülkeler açısından en cazip bölgesel ekonomik topluluklardan birisi olarak kabul görmektedir.

Ziyaret programındaki Fildişi Sahili, Gana ve Nijerya’yı süregelen çeşitli sorunlarına karşın, kalkınma potansiyeli yüksek Afrika ülkeleri olarak nitelendirmek mümkündür. Bilhassa gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin bu üç ülkeye yönelik politikaları, bu tespiti doğrulamaktadır. Gine ise siyasi istikrarsızlık ve güvenlik sorunlarından ötürü diğerlerine nazaran daha geri planda kalmaktadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk durağı konumundaki Fildişi Sahili, kalkınma sürecinin kavşağında yer almaktadır. Zira Alassane Outtara’nın yakın geçmişteki seçimlerden zaferle ayrılarak güven tazelemesi üzerine gözler, kalkınmanın önünü açacak gerekli reformlara çevrilmiştir. Yabancı yatırımların yönelmeye başladığı ülkede özellikle başkent Abidjan’ın altyapı yatırımları ile yükselen bir marka haline geldiği görülmektedir. Ayrıca 2001 yılındaki iç savaş nedeniyle Abidjan’daki merkezini Tunus’a taşımak zorunda kalan Afrika Kalkınma Bankası’nın geçen yıl yeniden ülkeye dönmesi, Fildişi Sahili açısından önemli bir artı olmuştur. Türkiye ile Fildişi Sahili arasındaki ticaret hacmi, geçtiğimiz yıl 390 milyon dolar olarak gerçekleşmiştir.

2001 – 2010 dönemindeki atılımları sayesinde dünyanın en hızlı büyüyen ilk on ekonomisi arasında yer alan Gana da gözde yatırım merkezlerinden birisi olmakla birlikte ulusal para birimi cedinin değer kaybı, yüksek enflasyon ve faiz oranları, petrol, altın ve kakao fiyatlarındaki düşüş nedeniyle son iki yıldır sıkıntılı bir süreçten geçmektedir. Buna karşın, Akra Hükümeti’nin yeni bir havayolu inşa etme hedefi, Tema Limanı’nın genişletilmesi projesi ve enerji üretimi konusunda Dünya Bankası tarafından sağlanan büyük çaplı finansal destekler, Gana’nın Afrika genelinde göz ardı edilemeyecek bir ülke olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir. Türkiye’nin Gana ile ticari ilişkileri, tıpkı Fildişi Sahili örneğinde olduğu gibi sınırlı sayılabilecek bir düzeydedir. Nitekim 2015 yılında Gana ile ticaret hacmimiz 400 milyon dolar düzeyinde kalmıştır. Buna karşın, gerek Gana gerekse Fildişi Sahili, Türkiye’nin Afrika’daki yeni ekonomik partnerleri olabilecek potansiyele sahip ülkelerdir.

Son yıllarda yakalamış olduğu yüksek büyüme oranları ve 170 milyonu aşan nüfusu sayesinde Afrika’nın en büyük ekonomisi konumuna erişen Nijerya ise yeni Devlet Başkanı Buhari’nin önderliğinde mevcut sorunlarını asgari düzeye indirgemeyi ve ekonomisini dönüştürmeyi hedeflemektedir. Kötü yönetim, yolsuzlukların yaygınlığı ve terörizm tehdidine karşın Nijerya, Afrika’da en fazla yatırım çeken ülkelerin başında gelmekte ve yabancı yatırımcılar tarafından fırsat / risk matrisinde “yüksek risk – yüksek mükafat” aralığında gösterilmektedir. Türkiye’nin Nijerya ile ticaret hacmi 2014 yılında 2,4 milyar doları aşsa da geçtiğimiz yıl 1,1 milyar dolara kadar gerilemiştir.

2003 yılından itibaren belirgin atılımları sayesinde Afrika’nın stratejik ortağı haline gelen Türkiye, son yıllarda karşılıklı olarak açılan Büyükelçiliklere ve ticaret müşavirliklerine ilaveten THY ve TİKA gibi aktörlerinin başarılı girişimlerine karşın, Afrika’da irtifa kaybetmiş, ayrıca Afrika’nın diğer stratejik ortaklarının buralardaki atılımlarına karşı gerekli reaksiyonu gösterememiştir. Nitekim Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, Başbakanlığı döneminde, Afrika ile 2015 yılı sonunda 50 milyar dolarlık ticaret hacmini hedeflediklerini ve bu hedefe ulaşılması konusunda kararlı olunduğunu vurgulasa da söz konusu ticaret hacmi 19,4 milyar dolara gerilemiştir.

Dolayısıyla, söz konusu dört ülkeye yapılacak ziyaretlerden karşılıklı kazanımlar elde edilmesi, Afrika ile ziyaret trafiğinin sürdürülmesi, somut anlaşmalarla ekonomik ve ticari ilişkilerin canlandırılması ve 2019 yılında icra edilmesi planlanan 3. Ortaklık Zirvesi’ne mental açıdan iyi hazırlanılması, Türkiye – Afrika ilişkilerinin yeniden ivme kazanmasına vesile olacaktır.

‘NATO Rusya Savaşı Avrupa’da Başlayacak’

Rusya’nın uluslararası sistemde aktif rol oynamaya başladığı 2008 yılından beri, NATO ve ABD’de tıpkı Soğuk Savaş dönemine benzer şekilde Rusya tehdit olarak görülmeye başlandı. Avrupalı ve Amerikalı uzmanların gözünde NATO ülkesi Türkiye ile arasında kriz yaşayan Rusya savaşabilir öngörüleri yayılmaya başladı.

nato rusya savaşı

Aslında Rus uçağının Türkiye’nin hava sahasını ihlal ettiğinde düşürülmesi dikkatleri Türkiye’ye çekmişse de, NATO ve Avrupa için tehdit oluşturan Rusya’nın asıl nüfuz alanı Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinde ki gelişmeler gözardı edilmemelidir. Neden derseniz de, 2015 yılında Rusya Avrupa’daki pek çok ülkenin hava sahasını en az 150 defa ihlal ettiği NATO tarafından açıklanmıştı. Son olarak da İsveç Genelkurmay Başkanı Byden “İsveç, Rusya’nın siyasi hedeflere ulaşmak için askeri gücünü kullanma niyetini ve bölgede kuvvetlerini artırdığı bir ortamda yaşıyor. Diğer yandan NATO da varlığını artırıyor. Baltık Denizi bölgesinde NATO ile Rusya orduları arasında çatışma çıkabilir” dedi.

Rusya’yı Türkiye gibi ülkelerin durduramayacağını, Rusya gibi küresel bir gücü ancak bir küresel güç olan ABD’nin durdurabileceğini tahmin etmek zor olmamalı. Ancak Rusya gibi bir ülkeye savaş açmak hem dünya için hem de savaş açanlar için felaket olacağından, ABD ve NATO askeri bakımından temkinli davranmak zorunda kalıyor. Olması gereken de tabi ki budur. Ancak Rusya’ya Gürcistan işgalinden Suriye’de ki operasyonlarına kadar karşı söylemlerde bulunmaktan bile çekinen ‘büyük güçler’, Rusya’yı askeri olarak değil de ekonomi yoluyla vurmayı amaçlamaktadır.

2. Dünya Savaşı başlamadan önce Hitler’in yayılmacılığını yatıştırma politikasıyla geçiştiren ve sonradan büyük felaketle karşılaşan Avrupa, geçtiğimiz aylarda Rusya’ya yaptırımların süresini de uzatmıştı. Önümüzdeki seneler aslında Suriye’ye göre şekillenecek diye düşünüyorum. Suriye’ye Rusya’nın müdahalesi tüm gelişmeleri sıfırlarken, Avrupa ve ABD’yi de korkuttu. Çünkü Rusya Suriye’den sonra, Karadağ ve Sırbistan gibi ülkeleri Avrupa Birliği çatısı altına almaya çalışan Avrupa ile haşır neşir olacak. Kasımdaki ABD başkanlık seçimleri sistemde bariz değişiklikler olmassa, ABD’nin ve Avrupa’nın Rusya politikasını önemli ölçüde etkileyecektir diye düşünüyorum.

Türkiye’nin Musul Planı ve IŞİD’i ‘Gizlice’ Vurması

Telegraph’ın iddiasına göre Irak’ın Başika şehrinde bulunan 1000’den fazla Türk askeri, IŞİD’e karşı gizli bir mücadele veriyor.

İngiliz Telegraph gazetesi, Irak’ın kuzeyinde ve IŞİD’in elindeki Musul kentine 20 km uzaklıkta bulunan Başika kampında konuşlanan Türk askerlerinin örgüte karşı gizli bir mücadele yürüttüğünü iddia etti.

Gazetenin kaynak gösterdiği Peşmerge Komutanı Behram Yasin, Türk kara kuvvetlerinin IŞİD’i bombaladığını söyledi. Yasin, “ABD daha fazlasını yapsaydı, Türklerin gelmesine gerek kalmazdı” ifadesini kullandı.

Görgü tanıkları da Türk tanklarının Başika etrafında dolaştığını ve militanları vurduğunu anlattı ve iki yeşil kamuflaj tankının fotoğrafını gösterdi. Tankların, Türk ordusunun kullandığı M60T’ler (Sabra) olduğu belirtildi.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Atlantik Konseyi’nden Aaron Stein, Ankara’nın Irak’taki varlığının, Bağdat ve Diyala’da artan İran etkisinin önünü kesebileceğini savundu. Türkiye’nin Irak’taki etki alanını genişletmek için Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ile işbirliği peşinde olduğunu söyleyen Stein, “Türkiye’nin eylemleri, Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak istediğini gösteriyor” dedi.

Aslında direk haber paylaşımı yapmıyoruz. Ancak haberde de göreceğiniz üzre Türkiye’nin Musul planı, bölgeyi takip edenler tarafından bilinen bir gerçek. Hatta Türkiye’de de çok konuşulan Irak Başika’da ki askeri üs(Türk askerlerinin bulunduğu üs), Şii Irak Yönetimi ve İran’ı da bundan dolayı rahatsız ediyordu. Bunu Irak hükümeti de, İranlı yetkililerde röportaj ve açıklamalarında dile getirmişlerdi. Irak ordusu’da geçtiğimiz günlerde Türkiye’nin eğittiği 5.000’i aşkın milisle, Musul’u IŞİD’den kurtarmak için yakın zamanda operasyona başlayacağını açıklamıştı.

Yazıyı bitirmeden son söz söylemek gerekirse, Musul’un IŞİD’den temizlenmesi, IŞİD’in Irak’tan temizlenmesi anlamına gelmektedir. Musul, Irak’ın ikinci büyük şehri ve IŞİD’in Suriye’de Rakka, Irak’ta Musul’da ki varlığı, örgütün ayakta kalmasını sağlamaktadır.

İran ve Hizbullah Şimdi de Yemen’de

Yemen’de yaklaşık iki yıldır çatışmalar devam ediyor. Geçen sene Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun ülkeye müdahalesiyle daha da karmaşık bir hal alan Yemen’de ki savaş, İran destekli Şii Husiler’in Yemen resmi hükümetine karşı saldırılarıyla devam ediyor. Dünya gözünü Suriye’den çektiği an Yemen’e çevireceği kesin. Yemen’de ki gelişmeleri yakın takip etmeye çalışsak da, komşumuz Suriye’de ki gibi ayrıntılı Yemen gündemini takip edemiyoruz. Yemen’den gelen son haberlerde Yemen hükümeti Lübnan’daki Hizbullah örgütünün ülkede süren şavaşa doğrudan müdahil olduğunu açıkladı.

Hizbullah militanları yemen'de
Hizbullah militanları Yemen’de

Yemen hükümet sözcüsü Racih Badi, ‘Hizbullah’ın Yemen’de Husilere taktiksel eğitim verdiği ve sahada görünmeye başladığı somut delillerle ortaya çıktı.’ dedi.

İran ve desteklediği Şii grupların, Suriye’den sonra sıranın Yemen’e geleceğini dile getirmesi ve hatta Rusya’nın bu ülkeye de müdahale edeceği söylentilerinin ortaya çıkması sonrasında, Hizbullah’ın Yemen’de olması bazı parçaların birleşmesini sağlıyor. Yemen’den sonra önümüzde ki senelerde, Sünni Arap Devletlerinde ki Şiilerin ayaklanma ve silahlanma çabaları İran desteğiyle daha da artacak gibi.

Daha önce İran Devrim Muhafızları Komutanı, ‘İran’la ortak hedefler doğrultusunda 5 ülkede 200 bine yakın silahlı gencin hazır olduğunu ve bu gençlerin Suriye, Irak, Afganistan, Pakistan ve Yemen’de hazır bir şekilde beklediğini’ açıklamıştı. Aslında bu açıklama, Suudi Arabistan öncülüğündeki ‘Teröre karşı İslam İttifakı’nında İran’ın Şii yayılmacılığına ve Şii örgütlerin kendi ülkelerinde ki yükselişine karşı birleştiğini doğrular nitelikte.

Sonuç olarak son yıllarda gözle görünen Suudi Arabistan ve İran arasındaki Şii-Sünni gerilimi, bölge için tehlikeli sonuçlar doğuracaktır ve bu tehlikenin git gide artması tüm dünya için sorun oluşturacaktır.

1947 Birinci Keşmir Savaşı

1

Hindistan ile Pakistan arasındaki Keşmir sorunu, bu iki ülkeyi dört kez karşı karşıya getirmiştir. Halen çözülemeyen Keşmir meselesi yüzünden Hindistan ile Pakistan arasında çıkan ilk savaş 1947 yılında olmuştur. Bu savaş Birleşmiş Milletler (BM)’nin devreye girmesiyle çözülmeye çalışılmış, ancak Keşmir halkına sunulan self determinasyon yani kendi kaderini tayin etme hakkı Hindistan tarafından reddedilmiştir. Yazıda Hindistan ile Pakistan arasındaki ilk savaş ve buna BM’nin dahil olması anlatılmıştır.

1947 Birinci Keşmir Savaşı ve BM’nin Olaya Dahil Olması 

II. Dünya Savaşının bitimiyle oluşan iki bloklu yapı ve gelişen olaylar Hindistan ve Pakistan bağımsızlığıyla ortaya çıkan Keşmir sorununa dünyanın yabancı kalmasına sebep oldu. Keşmir’de ki bu sorun tabi ki de sadece uluslararası yapıdan kaynaklı değildi. Temel sebep ayrılmanın temellerini oluşturan dini nedenlerden ibaret demekte fayda var.

keşmir savaşı

Bununla beraber, her iki blok da bu devlet arasındaki soruna gayet temkinli yaklaşarak bu devletlerin karşı bloğa kaymalarını önlemeye çalışmışlar ve doğal olarak bu da sorunun bir türlü çözülemeyerek sürüncemede kalmasına yol açmıştır.

Hindistan ve Pakistan’ın bağımsız birer devlet olduklarını açıkladıklarından bir ay sonra Keşmir’de Müslüman köylüler Hintli toprak ağalarına karşı ayaklanmışlardır. Keşmir’i yöneten Maharaja’nın Cemmu-Keşmr’de kontrolü kaybetmeye başlaması üzerine Hindistan Başbakanı Nehru olayları yatıştırabileceğini düşünürerek hapisteki Keşmir Arslanı olarak bilinen Şeyh Abdullah’ı serbest bıraktı. Abdullah temsilcisini hapisten çıkar çıkmaz Pakistan’a gönderdiyse de bir sonuç alınamadı ve Azad Keşmir’de Maharaja yönetimi kontrolü kaybetmiş ve 24 Ekim 1947’de ilk Azad Keşmir hükümeti kurulmuştu. Tüm bunlar olurken Maharaja Hari Singh, Keşmir eyaletini Hindistan’la resmen birleştirme isteğiyle Hindistan Genel Valiisi olarak Yeni Delhi’de bulunan Lord Mountbatten’e başvurur ve yardım isterken Şeyh Abdullah da Nehru ile görüşmüş ve bazı şartlar çerçevesinde Cemmu-Keşmir’in Hindistan’a katılmasına razı olmuştu. Bu doğrultuda Maharaja ile Hindistan arasında birleşmeyi amaçlayan bir anlaşma imzalandı ve Abdullah 1947 Ekiminde eyaletin sıkı yönetim başkanlığına, 1948 Martında da başbakanlığa getirilmiştir.

Hindistan Genel Valisi Lord Mountbatten 26 Ekim 1947’de İngiliz Başbakanı Mr. Climent Attlee’ye bir kopyası Pakistan Başbakanına gönderilen şu telgrafı yolladı: ”Bu olağanüstü halde Keşmir’e yardım hiçbir şekilde devleti (Keşmir’i) Hindistan’a iltihakına tesir etmek maksadını taşımamaktadır. Hindistan tartışmalı her toprak veya devletin iltihakını halkın arzusuna göre kararlaştırmalıdır.” görüşünü kabul etmiştir. Bu suretle Nehru da Keşmir yönetiminde olan Maharajanın(Mihrace) imzaladığı iltihak belgesinin geçici olduğunu beyan etmiştir.

Yine bunlar olurken 27 Ekim’de büyük bir Sih taburu Srinagar’a gönderilmişti. Fakat Müslüman halk bu duruma olumlu bakmadıklarını Hindistan işgal kuvvetlerine karşı çıkarak ortaya koydular. Pakistan Genel Valisi (daha sonraki cumhurbaşkanlığı kurumunun adı) Cinnah, Hindistan’ın Keşmir’e ordu sevkettiğini öğrendiğinde bölgedeki gönüllü mücahitleri desteklemek üzere derhal Pakistan ordusunu harekete geçirdi. Böylece iki ülke arasında çarpışmalar fiili olarak başlamış oluyordu. Savaş Uri-Poonch hattı boyunca yeni sınırın belirlenmesine kadar devam etti. Çarpışmalar sonunda bugün Keşmir’in küçük bir kısmını oluşturan (84 bin kilometre kare) Muzaffarabad ile Azad-Keşmir batıda kalırken, Srinagar da içinde olmak üzere Keşmir’in üçte ikisi (138 bin kilometre kare) doğuda Hindistan’ın denetimine geçmiştir. Hindistan, çarpışmalar sürerken 1 Ocak 1948’de Keşmir sorununu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne götürdü. Sorun Güvenlik Konseyi’nde görüşüldüğü bir sırada Hindistan’ın Keşmir’i işgal hareketi devam etmekteydi. 2 ay gibi bir süre hiç bir karar çıkmaz ve Pakistan böylece oyalanırken Hindistan Keşmir’deki işgalini ve askeri yığınağını arttırmaktaydı. Hindistan, BM’de yapılan görüşmelerde Pakistan’ı işgalci olarak suçlarken, Pakistan da Hindistan’ın Keşmir’deki Müslüman halka karşı soykırıma giriştiğini ileri sürmekte ve Keşmir’de Hindistan yanlısı bir hükümet bulunduğu için BM gözetiminde bir plebisit yapılmasını istemekteydi. BM’de 21 Nisan 1948’de alınan ilk karar sorunun ayrılmaya yol açan toplumsal çatışmanın bir uzantısı olduğu belirtilerek Keşmir halkının self determinasyon hakkını kullanmasına ve bunun için bir plebisit yapılmasına karar verildi. Görüşmeler sırasında ABD ve İngiltere de Pakistan’ı desteklemekteydi. Bu nedenle Hindistan, sorunu BM’ye getirdiğine bir ölçüde pişman olmuştu. Bölgede araaraştırma yapmak üzere bir Komisyon atanması kararlaştırıldı. Komisyon’un 13 Ağustos 1948’de BM’ye sunduğu raporda plebisit yapılabilmesi için her iki tarafın da askerlerini çekmeleri gereğine işaret etmekteydi.

BM 5 Ocak 1949 tarihli karar, Keşmirliler’e şu garantiyi veriyordu: ”Cammu ve Keşmir Devleti’nin Hindsitan veya Pakistan’a bağlanması, halk tarafından Birleşmiş Milletler himayesi altında yönetilecek bir serbest ve tarafsız halk oylaması demokratik metodu ile kararlaştırılacaktır.” İşte bu karar daha önce 23 Aralık 1948’de Hindistan hükümeti ve 25 Aralık 148’de Pakistan hükümeti tarafından kabul edilmişti. Komisyon, 7 Ocak 1949’da Hindistan ve Pakistan hükümetlerinin 1 Ocak 1949 gece yarısından itibaren kuvvetlerine ataşkes emri verdiklerini açıkladı. Bundan sonra komisyon, Hindistan ve Pakistan tarafından kabul edilmiş ve her iki devlet arasında milletlerarası bir anlaşma meydana getirmiş olan kendi kararlarını uygulamak için bütün gayretini sarf etti. Ancak komisyonun halk oylamasını uygulamak için bir hazırlık tedbiri olan askersizleştirmeyi Hindistan reddetti. Birleşmiş Milletler Komisyonu’nun kararlarını uygulayamaması üzerine konu tekrar Güvenlik Konseyi’ne getirildi. Güvenlik Konseyi çeşitli önerilerini iki devletin temsilcilerine iletti.

Hindistan ve Pakistan arasındaki bu savaş 1 Ocak 1949’da ateşkesle sonuçlandı. Keşmir sorununu kendi BM’ye götüren Hindistan ne bölgenin askersizleştirilmesini ne de plebisit kararını kabul etti.

İran’ın Desteklediği 60 Bin Şii Milis Suriye’de

0

Suriye’deki iç savaşın etkileri git gide artarken, ülke dışından gelen savaşların iç savaşın uzamasında en büyük etken olduğu söyleniyor. ‘İthal’ Sünni selefi grupların Suriye’de savaşa dahil olmasının yanında, yine ‘ithal’ Şii milis Suriye’ye gelerek Esad rejiminin saflarında savaşıyor. Esad rejimine Şii milis desteğini sağlayan ise tahmin edeceğiniz gibi İran.

2011 yılından günümüze kadar süren iç savaşta rejime bağlı ordu git gide zayıfladı. Ordu içerisindeki en düşük rütbeden en yüksek rütbeye kadar çokça kan kaybeden Suriye ordusu, İran’ın çeşitli ülkelerden getirdiği Şii milislerle güçlenmeye başladı.

Rejimin ayakta kalmasında en önemli faktör ise, Lübnan Hizbulah’ının 2013’de Suriye’deki iç savaşa katılması oldu. Ancak sahada sadece İran, Irak ve Lübnan’dan getirilen Şii gruplar yok. Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi’ne göre, Suriye’de yabancı Şii savaşçıların çoğunluğunu Irak ve Lübnanlılar oluşturmakta. Bunun yanında tıpkı IŞİD gibi dünyanın bir çok ülkesinden rejim saflarında savaşan milisler mevcut. Bunlar arasında Suudi Arabistan Şiilerinin kurduğu Hicaz Hizbullahı’na bağlı savaşçılar, Yemen’den Şii Husilerle bağlantılı Zeydiler, Pakistanlı Şiiler, Hindistan’daki Şiiler, Somali ve Fildişi Sahili gibi Afrika ülkelerinde yaşayan Şii nüfus içinden gönüllüler var. Arap olmayanlar arasından en büyük katılımı Şii Afganlar oluşturuyor. Bunun dışında Suriye’deki Şii milisler arasında ABD ve Kanada vatandaşı olan Arap kökenli Şiilerin de varlığı biliniyor. (Resmi olarak savaşan Şii grupları yazının aşağısında görebilirsiniz)

Iraklı Şii milis liderleri verdikleri röportajlarda, “Suriye hükümeti ve İran’ın Suriye’de savaşan Şii milis güçlere silah desteği verdiğini, İran’ın, Irak’tan Şii savaşçı gidişini örgütlediğini” açıkça ifade etmişti.

Ortadoğu’da Şii grupların lider ülkesi olarak gösterilen İran’ın, Suriye ve Ortadoğu’da ki bütün çatışma bölgelerinde ‘yeraltı operasyonlarını’ örgütleyen ismi ise Kasım Süleymani. Suriyeli en büyük muhalif kuruluşu Suriye Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Halid Hoca, Suriye’de Şii milisleri koordine eden ve ismini sıkça duyduğumuz İran’ın Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani için ‘Bizzat Suriye’deki çatışmaları yürütüyor ve saha komutanlarını atıyor.’ demişti.

kasım süleymani
İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun Yurt dışı operasyonlarından sorumlu, doğrudan Ayetullah Hamaney’den emir alan Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani (en sağda)

2016 başından beri İran’ın Suriye’ye asker yollama faaliyeti yeni bir boyut kazandı. İran Devrim Muhafızları ve ona bağlı paralı askerlerin sayısı iki katına çıktı ve toplamda 60 bine ulaştı. Şii savaşçıların Suriye’ye gelmelerinde maddi çıkar elde etme, yani para kazanmanın yanı sıra ideolojik, yani mezhepsel nedenler öne çıkıyor.

İran 2015 yılının son üç ayında ‘Muharrem’ adını verdikleri plan ile Halep’teki muhalifleri Rusya’nın da hava desteği ile yenilgiye uğratmayı amaçlamıştı. İran’ın Suriye’ye yolladığı asker sayısının iki katına çıkmasının sebebi olarak da bu planın başarısızlığa uğraması gösteriliyor.

Şu anda Suriye’deki Devrim Muhafızları’nın kara kuvvetleri ve ona bağlı dış operasyonlar birimi Kudüs Güçleri’nin sayısı 8 bine ulaşmış durumda. Her İran vilayetindeki Devrim Muhafızları birimi, Suriye’ye üç aylık rotasyonla iki tabur asker göndermek zorunda bulunduğu yabancı basına yansıyan gerçekler arasında.

Suriye’de sahadan gelen son bilgilerde Suriye rejim ordusu son on günde Halep’in kuzeyinde gerçekleşen sıcak çatışmaların hiç birine katılmadığı görünüyor. Bütün çatışmalar İran Devrim Muhafızları, Afgan ve Iraklı paralı askerler tarafından yürütülüyor. Halep’te yaşanan çatışmalarda yabancı askerle birlikte, Devrim Muhafızı askerlerinin de öldüğü yada yaralandığı gelen bilgiler arasında. Son günlerde ölen Devrim Muhafızı tabur komutanları arasında 27. Muhammed Resulullah Bölüğü eski komutanı Rıza Ferdane, 14. İmam Hüseyin Bölüğü komutanı Hüseyin Rızai ve Devrim Muhafızları Kohgiluye ve Boyer Ahmed vilayetleri komutanı Settar Orang’da var.

Suriye’de ki çatışmalarda yaralanan İran askerleri Başkent Tahran’ın Baghiyatullah, Nikan ve Lale hastanelerine götürülüp, tedavi altına alınıyor. 7 Şubat’ta Devrim Muhafızları Baghiyatullah Hastanesi müdürü Ali Rıca Celali’nin yaptığı açıklamada, Suriye’de 1504 askerlerinin yaralandığını bunlardan 425’inin İranlı 1079’unun yabancı asker olduğunu belirtmiş ve hastanenin yatak kapasitesi gelen yaralıların hepsine yeterli olmadığı için, Afgan yaralıların başka hastanelere nakledildiğini söylemişti.

Suriye’de savaşan Şii Gruplar
Suriye’de rejim saflarında farklı ülkelerden gelenlerin oluşturduğu 14’ten fazla Şii milis grup savaşıyor.

Bunlar İran Devrim Muhafızları, 7-10 bin arasında ki Lübnan Hizbullah’ı, Suriyeli Şiilerin yanı sıra Doğu Asya’dan, Yemen’den hatta, Afrika’dan gelen gönüllü milislerin oluşturduğu çatı örgütü Ebul Fadıl el-Abbas Tugayı, Iraklıların Suriye’de ilan edilen ilk bağımsız Şii milis grubu Zülfikâr Tugayı, 2013 Haziran’da remen Suriye’de olduğunu açıklayan Irak Hizbullahı, Irak Hizbullah’ından ayrılan ve liderinin Irak ve İran vatandaşlığı bulunan Seyyidu’ş Şüheda Tugayları, 2000 civarında ki savaşçı sayısıyla Bedir örgütü, “Zeynep’in Kefili” anlamına gelen ve Suriye’de savaşmalarının sebebinin Esad rejimini korumak değil, Şii kutsal türbelerini korumak olduğunu savunan Kefil Zeynep Tugayı, Suriye’de savaşan üç grubu olan Hizbullah Nuceba Hareketi, Iraklı Şiilerden oluşan El-Vaat Es-Sadık Birliği, diğer örgütlere göre küçük olan Esedullah Galip Tugayı, lideri Iraklı olan İmam Hüseyin Tugayı, Mayıs 2014’te resmen Suriye’de savaştıklarını açıklayan Iraklı Mehdi ordusu örgütü, sadece Afgan Şiilerden oluşan ‘Fatimiyyun Tugayı’ ve dünyanın dört bir yanından gelen Şiilerin oluşturduğu direk İran yönetiminde ki gruplar.
şii örgütler
Doğrudan İran yönetiminde ki gruplar ise;
Hareket-i Nüceba, Bedir Kuvvetleri, Kataib-i Hizbullah, Asaib-i Ehli’l Hak, İmam Ali Tugayları, Ebu Fazl Taburu ve Horasani Tugayları. Sayıları 20 bine ulaşan Iraklı Şii militanlar, rejime en büyük desteği veren halk denebilir.

Son üç hafta içinde Irak’tan Suriye’ye bu şekilde 3 bin militan aktarıldı. Bu militanların maaş çekleri Irak hükümeti ve Kudüs güçleri tarafından karşılanıyor.

Kaynak:
http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/11/151105_iran_suriye_milis
http://www.timeturk.com/suriye-de-iran-isgali-60-bin-sii-milis-suriye-de/haber-129886
http://www.aljazeera.com.tr/haber/suriyedeki-ithal-sii-savascilar