Nuclear Football: Nükleer Kodların Yer Aldığı Çanta

”Nuclear Football” Amerika Birleşik Devletlerinin nükleer silahlarının tümünün kod ve yerlerinin bilgilerini barındıran siyah çantaya verilen addır. Bu çantada ki bilgiler dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirebilir. Bu nükleer top, meşhur Küba Füze Krizi’nin ardından başkan Kennedy tarafından olası bir Rus nükleer saldırısına karşı çabuk ve etkili bir şekilde cevap verebilmek için geliştirilmiştir. Çantadaki kodlar her gün ordu tarafından değiştirilmekte ve beyaz saraya bildirilmektedir.

nükleer kod çantası

Soğuk Savaş döneminde ABD’nin nükleer politikasının temellerini atan, dönemin Savunma Bakanı Robert McNamara, 40 yıldan beri değişmeyen ABD’nin nükleer savaş kararı alma mekanizmasını şöyle anlatıyor:

”ABD Stratejik Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nın (SAC) başındaki komutan, nereye giderse gitsin, günde 24 saat, yılda 365 gün yanında güvenli bir telefon taşır. Bu telefon bir yandan Colorado’daki Ceyen Dağları’nın derinliklerindeki Kuzey Amerika Savunma Komutanlığı ile, diğer yandan ABD Başkanı ile irtibatlıdır. Nükleer saldırının kodları sürekli olarak Başkan’ın yanıbaşındaki bir subay tarafından ‘nükleer futbol topu’ (nuclear football) adı verilen çanta içinde taşınır. SAC Komutanının görevi, telefonu en geç üçüncü zil sesinde yanıtlamaktır. Telefonun çalması, düşman balistik füzelerinin ateşlendiği anlamına gelir. İhbarın doğru olup olmadığına ve doğruysa Amerika’nın nasıl bir karşılık vermesi gerektiğine karar vermesi için 2-3 dakikası vardır. Önerilerini söyledikten sonra başkanın Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı ile vardığı kararı dinler. Başkan nükleer saldırı kararı verirse nükleer futbol topundan saldırı için gerekli kodlar alınır ve füzelerin fırlatılacağı üslere iletilir. Tüm bunlar sadece 20 dakika içinde gerçekleşmek zorundadır.”

Çin-Tayvan Sorunu Nedir?

3

1895 yılındaki Japonya-Çin Savaşı sonunda Çin’in yenilmesi ile Tayvan Adasının hakimiyeti Japonya’ya geçmiştir. İkinci Dünya Savaşı’nda yenilen Japonya, Tayvan’ı Çin’e iade etmek zorunda kalmıştır. 2. Dünya Savaşı sonrasında Çin’de ki Komünist ve Milliyetçi parti arasındaki iç savaşı 1949’da Komünist Parti yanlıları kazanmıştır. Bu dönemde Çin’de iktidarda olan Milliyetçi Parti, 1949’da gerçekleşen devrim ile iktidarı Komünist Parti’ye devretmek zorunda kalmıştır.

Komünist Parti’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ni ilan etmesiyle Tayvan’a geçen(kaçan) Milliyetçi Parti, adada 1912 yılında kurulmuş olan Çin Cumhuriyeti’nin devam ettiğini ilan etmiştir. Yani Çin’i terk eden Kuomintang mensupları Tayvan’ı kurmuştur. Ancak Pekin Hükümeti, Tayvan’ı kendi yönetimi altındaki bir eyalet olarak görmeye ve o topraklar üzerinde hak iddiasında bulunmaya devam etmiştir. Bu sebeplerden dolayı da Çin- Tayvan ilişkileri gelişememiştir.

Çin Halk Cumhuriyeti: Bizim bildiğimiz Çin ana karası
Çin Cumhuriyeti: Tayvan Adası
tayvan adası

23 milyonu geçkin nüfusun %98’ini Çinliler oluşturmaktadır. Bu Çinliler eski Kıta Çin’den gelen bir gruptan oluşmaktadır.

1960 yılında Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi Başkanı Mao Zedong(194-1976), Tayvan’ın “anavatana” dönmesi halinde, dış politika haricindeki tüm konulardaki yetkinin (güvenlik, iktisadi yapı ve yöneticilerin atanması da dahil) Tayvan yönetimine bırakılabileceğini dile getirmişti.

1971’’e kadar Birleşmiş Milletler’de Tayvan Adası yani Çin Cumhuriyeti siyasal otorite olarak tanınıyordu. 1971’de’ki ABD politikalarının değişmesi sonucu bu durumda değişmiş ve 1971’de BM Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımıştır. 

Tayvan’da ki halkın kökeni Çinlilerden oluşsa da bağımsızlık hareketleri hep sürmüştür ve Çin’in bu hareketlere karşı tutumu çok sert olmuştur. Çin’in Tayvan’ın bağımsızlığı konusundaki sert politikasının son örneklerinden biri de 14 Mart 2005’’te Çin Ulusal Halk Kongresi tarafından kabul edilen ve Tayvan’ın bağımsızlığına tamamen karşı çıkan Anti-secession Law’dır.

Tayvan bazı Üçüncü Dünya ülkeleri (El Salvador, Dominik Cumhuriyeti, Kosta Rica, Paraguay …) tarafından tanınmasına rağmen büyük devletler tarafından tanınmamaktadır.

2003 senesinden bu yana Tayvan’’ın ihracatında bir numara Kıta Çin’dir. Şimdiki kalkınma devam ettiği sürece Tayvan’ı besleyen en büyük ekonomik güç Çin Halk Cumhuriyeti olacaktır. İki taraf arasındaki ticaret hacminin boyutu 100 Milyar $ gibi büyük bir rakamdır.

Çin’in bölgedeki barışçıl faaliyetleri içerisinde Tayvan ile görüşeceği belirtildi. Tayvan Hükümet Sözcüsü Charles Çın, Tayvan lideri Ma Ying-jeou ile Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in 7 Kasım 2015 cumartesi günü Singapur’da bir araya geleceğini açıkladı. Ama bu görüşmelerde ortak açıklama yapılmayacağını ve anlaşma imzalanmayacağı da söylendi.

Çin-Tayvan Sorunu Nedir

Tayvan ve Çin liderleri arasında 1949’daki iç savaştan bu yana görüşme yapılmaması, bu görüşmelerin ne denli önemli olduğu göstermekte.

1990’lardan itibaren yakınlaşmaya başlayan iki ülkenin yakınlaşmasının da sürmesi bekleniyor.

Özetle, 1949 devrimiyle Çin anakarasında ve Tayvan adasında ortaya çıkan iki siyasal otoritenin varlığı ve izlediği politikalar günümüz Tayvan sorununun kökenini oluşturmaktadır. Bu sorunda üçüncü ülke olan ABD’nin politikalarının büyük etkisi söz konusudur.

Çin ile Tayvan ilişkilerinin kronolojik tarihi ve görüşmeler ile ilgili ayrıntılı bilgi görseli (Resmi büyütmek için üzerine tıklamanız yeterli)

çin tayvan ilişkileri
Görsel: Al Jazeera

Çin Tayvan Sorunundaki Üçüncü Ülke: ABD’nin Tayvan Politikası

Başlangıçta Tayvan’ı tanımayan ABD’’nin Komünist tehdide karşı, özellikle Kore Savaşı’ndan sonra Ada’yı desteklemesine yol açmıştır. Nitekim 1954 yılında ABD ve Çin Cumhuriyeti(Tayvan) arasında bir savunma antlaşması (US-ROC Mutual Defense Treaty) imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre, ABD, Tayvan’ın herhangi bir dış güç tarafından saldırıya maruz kalması durumunda, bu ülkenin güvenliğini sağlayacağını taahhüt etmiştir.
Ancak Soğuk Savaş konjonktürünün değişmeye başlaması, Rusya-Çin ilişkilerinin bozulmaya başlaması ile Batı, Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkileri düzeltmek için girişimlerde bulunma kararı almış, bunun sonucunda da 1971’’e kadar Çin’i temsil eden siyasal otorite olarak Tayvan’ı tanıyan BM, bu tarihte Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanımıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nin BM’de koltuk sahibi olmasından sekiz yıl sonra bir bildiriyle o zamana kadar Çin Cumhuriyeti’ni tanıyan ABD, bu konudaki tavrını değiştirmiş ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni (yani bizim bildiğimiz Tayland’ı) Çin’in tamamını temsil eden meşru otorite olarak tanımıştır.
1996’da ki krizde Doğu Asya’daki en önemli askeri müttefiklerinden biri olarak gördüğü Tayvan’ı, Çin tehdidine karşı Pasifik donanmasıyla koruyan ABD’’nin Tayvan politikası 11 Eylül 2001’den itibaren değişmiştir. Küresel terörizme karşı işbirliği politikası nedeniyle Çin ile ilişkilerini iyi tutmak isteyen ABD, “Tek Çin” prensibini ve Ada’nın Çin’le barışçıl yollardan yeniden birleşmesini desteklediğini ifade etmiştir.
ABD Tayvan ile askeri anlaşmalara devam ediyor ama kesinlikle Çin Halk Cumhuriyeti’nin bir parçası olarak gördüğünü ve tanınmayacağını belirtiyor.

ABD’nin Kaybettiği İlk Savaş

ABD’nin dünya sahnesindeki kaybettiği ilk belki de son savaş olan Vietnam Savaşı’nda; Amerikalılar 60 bine yakın askerini, Kuzey ve Güney Vietnam ise bir buçuk milyona yakın insanını kaybetti. ABD ayrıca savaş süresinde, çoğunluğu uçaksavar savunmasıyla düşürülen 10 bine yakın hava aracını kaybetti. Savaş boyunca Amerikan savaş uçakları Vietnam, Kamboçya ve Laos’da, 113,716 yere toplam 6,727,084 ton bomba attı. Bu sayının anlamını şöyle söyleyeyim: İkinci Dünya Savaşı sırasında müttefik ülkelerin Avrupa ülkelerine yağdırdığı toplam bomba miktarı 2,700,00 ton.

abd vietnam savaşı

Vietnam Savaşı 1955 yılından 1975 yılına kadar sürmüştür. 1963’te 23.300 olan ABD askerinin sayısı, 1969’da 542.000’e çıkmıştır. Bu sayı ise şuanki Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplam personel sayısıyla aynıdır.

ABD açısından büyük bir hezimetle sonuçlanan bu savaşta adlarından söz ettiren Vietkonglar, Vietnam’ın arazisini ve gerilla taktikleriyle ABD ordusuna geçit vermemiştir ve bu ABD’nin kaybettiği ilk savaş olarak gösterilmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu Sömürgeci Bir Devlet Mi?

Osmanlı İmparatorluğu ve bir çok başka devletin uyguladığı ‘toprakları fethedip, geliştirerek kendine katma yöntemi’ olarak gösterilir. Bu yöntemde mevcut bölgenin zenginliği devamlı hale gelirdi ve oradan vergi alınır, devletin kendi vatandaşları oraya yerleştirilirdi.

osmanlı sömürgeciliği

Bizim bildiğimiz manada sömürgecilikte ise; ham madde, insan gücü ve diğer kaynaklar üretim için sömüren ülkelere getirilmekteydi. Böylece sömürülen ülkeler fakirliğe maruz bırakılıyordu ve sömürgeci ülkeler tarafından pazar haline getiriliyordu.
Sanayi Devrimi öncesinde ki imparatorlukların bir ülkeyi kendi topraklarına katması yani ‘fetih politikası’, dünya tarihinde sömürgecilik faaliyeti olarak gösterilmemektedir. Kavramlar uluslararası sistemde ve tarihçiler açısından çok önemlidir. (soykırım-katliam farkı gibi) Sanayi Devrimi öncesinde nakliyenin zor oluşu üretimin yerinde yapılmasına sebep olmuştur. Bundan dolayı da Osmanlı sömürgeci bir devlet olarak gösterilmemiştir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ‘sömürgeci’ olarak gösterilmemesinin en temel sebebi ise sömürgecilik sisteminin henüz ortaya çıkmayışı ve Osmanlının Sanayi Devriminin olduğu dönemde sömürgecilik yapacak gücünün bulunmamasıdır.
Yani özetle teorik ve kavramlar açısından Osmanlı İmparatorluğu ‘sömürgeci’ devletler arasında yer almamıştır. Ama kavramsal olarak düşünmeyip lügatların dışına çıkınca tarih sahnesinde yer alan tüm devletler ‘sömürgeci’ olarak gösterilebilir.

2008 Osetya Savaşı Neden Çıktı?

SSCB dağıldıktan sonra Eduard Şevardnadze 1995’ten 2003 Gül Devrimine kadar Gürcistan Cumhurbaşkanlığı görevini üstlenmiştir. 2003 yılında ki seçimlerde hile yapıldığı gerekçesiyle dünyanın ‘Gül Devrimi’ olarak bildiği muhaliflerin kırmızı güllerle parlamento binasına girmesi sonucu görevinden istifa etmiştir. İlk seçimlerde Batı güdümlü politikalar izleyen Mihail Saakaşvili cumhurbaşkanı olmuştur. Olaylarda aslında bundan sonra başlamıştır. 2006 yılında ikinci kez Osetler bağımsızlık referandumu yapmıştır ve bu referandumda %90 bağımsızlık kararı çıkmıştır. Gürcistan yönetiminde Batı hayranı bir liderin olması Rusya’nın çıkarlarını tehdit ettiğinden dolayı, Rusya Osetlere arka planda desteğini eksik etmemiştir. Güney Osetya Cumhuriyeti’ndeki nüfusun yüzde 90’ının Rus pasaportu olduğunu bilmek de bunu doğruluyor aslında.

rusya gürcistan savaşı

Komşumuz Gürcistan’da ki bu Osetlerin bağımsızlık ve Rusya ile birleşme talepleri, iki taraf arasında sık sık sıcak çatışmaya dönüşüyordu.

Tarih 8 Ağustos 2008’i gösterdiğinde Gürcü birlikleri bağımsızlık ilan edilen Güney Osetya’ya operasyon düzenlemiştir ve binlerce sivil ölmüş, 2 Rus savaş uçağı da düşürülmüştür. Bunun üzerine de Rusya güçlü bir birlikle Osetya’ya girmiş ve Gürcistan ile savaşmaya başlamıştır.

5 gün süren savaş sonucunda Avrupalı Devletlerin de araya girmesiyle Rusya ile Gürcistan arasında ateşkes imzalanmıştır. Ateşkesten on gün sonra da Rusya 26 Ağustos’da Güney Osetya ve Abhazya’nın bağımsızlığını tanıyan ilk devlet olmuştur.

2008 Güney Osetya Savaşı’nın temel sebebi, Gürcistan’da ki yönetimin Rusya’nın güdümünden, ABD ve Batı yönüne geçmesi denebilir.

Bu savaşta şöyle de bir ayrıntı söz konusu; çatışma nedeni ile Rusya, Gürcistan’ın elektriğini kesiyor ve Gürcistan Cumhurbaşkanı Mihail Saakaşvili, (o zamanın) başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı arayarak Türkiye’den elektrik istiyor. Türk tarafı öğle saatlerinden itibaren Gürcistan’a elektrik vermeye başlıyor. Elektriğin %50’sini Rusya’dan aldığımız doğalgazdan elde ettiğimizi hatırlayarak, savaşın kısa sürmesine bir kez daha sevinebiliriz.

Güney Osetya’nın konumu ile Gürcistan Başkenti Tiflis’in konumlarına da dikkat ederek, bölgenin önemini kavrayabiliriz.

Kuzey Kore’de Seçimler Nasıl Oluyor?

Kuzey Kore’de Kim Jong-Un son seçimlerde %100 oy aldı.

kuzey kore'de seçim

Ülkedeki seçim Türkiye’de ki gibi değil. Halk oy kullanmayı üzerine herhangi bir işaret koymadan pusulayı uygun sandığa atarak yapıyor. Adayı reddetmek isteyenler de pusulayı diğer sandığa atıyor. Yani Kuzey Kore yaptığı uygulamaya ‘seçim’, dünya ise buna ‘referandumun açık oy kapalı sayım modeli’ diyor.

Seçim sonrasında balkon konuşması adetinin olmadığı Kuzey Kore’de seçim sonuçlarına sevinen Kuzey Kore askerleri:

kuzey kore askerleri

Osmanlı’nın Son Dönemi Ortadoğu

1914’te Ortadoğu’nun Görünümü
Coğrafi Keşiflerin başlamasıyla sömürgecilik dünya tarihinde yerini aldı ve Batı Avrupa ülkeleri Amerika kıtasından Hindistan’a kadar bir çok bölgede sömürge krallıklarını ilan etmeye başladı. Batı Avrupa ülkeleri Kuzey Afrika’da ki Arap devletleri ve Afrika dahil bir çok bölgeyi kendi aralarında bölüşerek sömürgelerine kattı ve zenginleşerek büyüdüler. İran’ın bazı bölgeleri hariç neredeyse tüm bölge Avrupalılar ya da Osmanlılar tarafından yönetiliyordu ve Arap yarımadası Avrupalıları tarafından paylaşılan “nüfuz alanları” haline geldi.

I. Dünya Savaşı’ndan bir kaç yıl sonra, mağlup Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalanı da Avrupalılar arasında pay edilecekti. Fransa, İtalya, İspanya ve İngiliz yönetimlerinin cetvelle çizdikleri sorunlu haritalarda o yıllardan bu zamana kadar geldi ve sorunlar hala bu ülkelerin etkileriyle devam eder oldu.

osmanlı ortadoğu

 

ABD’nin Hava Savunma Bölgeleri

0

ABD’nin Avrupa, Ortadoğu ve Pasifik Okyanusu’ndaki füze savunma sistemleri aşağıda ki görselde belirtiliyor. Ancak bunlara rağmen Amerika Birleşik Devletleri Avrupa’ya devasa ‘hava savunma bölgesi’ kurmak istiyor. ABD’nin balistik füzelere karşı hava savunma sistemini kurma planı, Rusya ile ilişkilerinde temel sorunu teşkil ediyor. Şuan ABD topraklarında 2 stratejik hava savunma bölgesine var. Biri Alaska‘da diğeri ise California‘da. Rusya ise sadece bir tane Moskova yakınlarındaki stratejik hava savunma bölgesine sahip.

ABD üçüncü hava savunma bölgesini kurmayı düşünüyor ve bunu Avrupa’ya kurmayı planlıyor. Bu ise ‘küresel’ hava savunma sisteminin kurulması anlamına geliyor ki bu dünyadaki güç dengesini değiştirebilecek bir hamle.

ABD ve Rusya’da ki hava savunma bölgelerini küçük çaplı bölgelerle kıyaslamayın. ABD ve Rusya’nın hava savunma bölgeleri devasa teçhizatlarla donatılmış, fotoğraflarını internette bulamayacağınız cinsten alanlardır.

BRICS Hakkında Bilinmesi Gerekenler

0

Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nden oluşan BRICS, yeni bir kalkınma bankası kurdu. Bu banka ile IMF ve Dünya Bankası’nın benzeri bir uluslararası para fonu ve yardım fonu kurma kararı olarak okunuyor.

Bilindiği gibi BRICS kısaltması; beş önemli ülkenin İngilizce isimlerinin (Brasil, Russia, India, China, South Africa) baş harflerinden oluşan bir grubu ifade ediyor. BRICS ülkeleri dünya ekonomisinin yaklaşık beşte birini oluşturmaktadır. Üye ülkelerin nüfusu dünya nüfusunun yüzde kırkını yani 2,9 milyar insandan oluşuyor. Bu uluslararası grubun üye devletleri dünyadaki maden rezervinin de % 60’ına sahip. Tahıl ürünlerinin yüzde kırkını da bu ülkeler üretmekte ve dünyanın erzak deposu konumundalar.

Bankanın merkezinin Çin’in ekonomi başkenti Şanghay’da olması kararlaştırıldı. Bankanın başkanlığı ise beş yıllık bir süre için Hindistan’a bırakıldı. Her ülke, Maliye Bakanı’nı ya da Merkez Bankası başkanını bu bankaya temsilci olarak gönderecek.

Kuruluşundan altı yıl sonra ortak bir banka kurma gücüne kavuşan BRICS ülkeleri, bir çok konuda da işbirliği içerisinde olacak.

Rusya’nın Kırım’a müdahalesinin üzerine G8 zirvesinin Rusya’da yapılmama kararı, Rusya’yı BRICS’teki konumunu güçlendirmeye sevk etti. Bunun üzerine Ukrayna ve Ortadoğu gibi sorunlu bölgelerde ortak hareket etme kararı alındı. ABD Merkez Bankası’nın (FED) politikalarından olumsuz etkilenen BRICS ülkeleri bu etkiye karşı koymak için kendi finans sistemlerini oluşturmuş oldular. Yine bu banka gelişmekte olan ülkelerin IMF ve Dünya Bankası’na ilişkin şikâyetlerine de alternatif olması bekleniyor.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Temmuz 2015’te ki BRICS ülkeleri BRICS zirvesinin ardından yaptığı açıklamada, BRICS kapsamında yeni finansal bir yapı oluşturulduğunu söyledi. Geniş katılımlı toplantılarda toplam 200 milyar dolar hacimli yeni kalkınma bankası ve ortak döviz rezervi oluşturulması çalışmalarının tamamlandığını belirten Putin, yeni bankanın ulaşım, enerji, altyapı ve endüstriyel gelişim alanlarında kredi sağlayacağını aktardı.

Toplam sermayesi 100 milyar dolar olan BRICS ülkeleri döviz rezervleri havuzu, üye ülkelerde nakit dolar sıkıntısının oluşması durumunda mali istikrarı sağlamak amacıyla oluşturuldu. Ortak havuza Çin 41 milyar dolar, Brezilya, Hindistan ve Rusya 18’er milyar dolar, Güney Afrika Cumhuriyeti ise 5 milyar dolar katkı sağlayacak.

Rusya ve Çin merkezli bir kutup şekilleniyor. Brezilya ve Hindistan da o tarafa entegre olmaya çalışıyor. Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü ve BRICS yer alırken Türkiye ise bu kutbun dışında kalıyor. Bugünün güncel haberi olarak da İran’ın BRICS ülkeleri tarafından kurulan Yeni Kalkınma Bankası’na katılacağı açıklandı. Yeni dünya düzenindeki ABD hegemonyasındaki Batı bloğuna karşı oluşacak karşı bloğu, Suriye’de az çok fark ettik ki İran’ın bu son açıklaması da bunu teyit etti diyebiliriz.

Rusya Suriye’de Kime Saldırıyor?

0

Rusya Suriye’de Esad’ın kontrol ettiği alanı genişleterek ‘Esad’ı Koruma’ operasyonlarına devam ediyor. Rusya ABD gibi IŞİD’e karşı savaşıyoruz diye dünya medyasında meşruluk kazandığını hepimiz biliyoruz artık. Bazı Rus devlet adamları da ‘ÖSO terörist değildir’ dese de, Rusya’nın ÖSO ve diğer muhalif alanlara saldırılarına şahit olabiliyoruz. Rus ajansı Sputniknews’den alınan görselde de görüldüğü gibi Rus hava saldırıları, IŞİD’den çok diğer muhalif gruplarının hakimiyet alanındaki bölgelere saldırıyor. Reuters’ın haberine göre ise, Rusya Suriye’de ki hava saldırılarında vurduğu hedeflerin %80’inin IŞİD mevzileri olmadığı yönünde.

rusya suriye operasyonları

Rusya ve ABD’nin ayrı ayrı hava saldırıları incelendiğinde bu saldırıların ya Esad’a yada PKK’nın Suriye kolu PYD’ye fayda sağladığını da, bir sene önce ile kıyaslayınca anlayabiliyoruz. Maalesef ki yine Suriye halkı çaresiz, yine Suriye halkı mazlum olmaktan öteye geçemiyor, geçemeyecek gibi.

(Görsel: 23 Ekim’e kadarki Rusya Saldırılarını içeriyor)

Türkiye Doğalgazda Rusya’ya Muhtaç Mı?

0

Rusya Ortadoğu’da ki etkinliğini arttırdıkça Türkiye için tehdit oluşturmaya başlıyor demektir. Aynı şekilde Rusya Kırım’ı ilhak ederek Karadeniz’de ki askeri varlığını arttırmaya da başladı. Bunların yanında Suriye’de askeri üstlerini koruyan Rusya, Akdeniz’de de Rum-Mısır ilişkileriyle Türkiye’nin dikkatini çekmeye başladı. Rusya’nın hava sahamızı ihlalleri sonrasında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ‘Rus doğalgazına alternatiflerimiz var ve en çok doğalgazı Rusya’dan biz alıyoruz’ söylemlerinde bulunmuştu. Acaba bu doğru mu? Doğalgaz konusunda Rusya’ya muhtaç mıyız?

Rusya’nın toplam ihracat gelirinin %14’ünü doğalgaz satışları karşılıyor. Türkiye ise doğalgaz ithalatının %54’ünü Rusya’dan yapıyor. Rusya doğalgaz ihracatının %39’unu Almanya’ya, %27’isini Türkiye’ye yapıyor. Türkiye bu doğalgaz tüketiminin %48’lik en büyük kısmını ise elektrik üretiminde dönüşüm amaçlı kullanılıyor. (Doğa harikası bu topraklarda ki güneş ve rüzgarlara rağmen, maalesef ki daha güneş enerjisini ve rüzgar santrallerini fazlalaştırıp elektrikteki payını arttıramadık.)

Elektriğinin %48’sini doğalgazdan üreten Türkiye için Rusya çok ama çok önemli bir ticari ortak. Türkiye doğalgaz ithalatının yarısından fazlasını Rusya’dan yapıyorken, 2. ve 3. İran ve Azerbaycan’dan ise %30’ununu yapıyor. Rusya ile ticareti bitirirsek, Rusya’nın bölgedeki müttefiki İran ne kadar bizim yanımızda olur o da muamma.

Zaten şöyle de bir durum var. Rusya’dan doğalgaz almayı bırakırsak, diğer tüm ülkelerin bize yaptıkları ithalat miktarlarını %100 arttırması durumunda bile Türkiye’nin doğalgaz ihtiyacını karşılamak mümkün görünmüyor.

Sonuç olarak ne Rusya’dan en çok doğalgazı Türkiye alıyor, ne de Rusya’dan başka bir alternatifimiz var. Şimdilik ticari olarak Rusya’ya muhtacız diyebiliriz.

Dünyadaki Suriyeli Mültecilerin Sayısı

0

Suriyeli mülteciler hakkında Almanya Başbakanı ile görüşen Davutoğlu ve Erdoğan’ın, kapıları kapatmak için sunduğu maddeler ülkemizin yararına olacaktır. (Maddeleri ayrıntılı internette bulabilirsiniz.) Avrupa’ya mülteci akınının başlaması, görüldüğü üzere Avrupa’ya korku saldı ve bu konuda Avrupa’nın Türkiye gibi vizyonsuz olduğu ortaya çıktı. Avrupa’nın korkmasının sebebi, ülkelerinin geleceklerini, istihdamını ve ekonomisini düşündükleri kadar; gelen mültecilerin Müslüman oluşlarıyla da alakalı. Müslüman düşmanı haçlılar diye ithamlarda bulunmadan bazı şeyleri söylemekte yarar var.

Açık açık ‘mülteciler Hristiyan olurlarsa kapıları açarız’ söylemlerinde bulunan bazı Avrupalı başkanlar, Avrupa’nın Hristiyan yapısının bozulmamasından yana. Letonya gibi bir ülkenin 50 yıl sonra ‘Müslümanlaşacağı’ gerçeği önlerindeyken, bu büyük mülteci akınına dur demeleri kendi çıkar ve politikalarınca doğru. (insan hakları, BM mülteci yasaları onlara gelince sadece metinden ibarettir)

Bir kez daha fark ettiğimiz gibi Türkiye Avrupa için ne bir Avrupa ülkesi, ne de bir NATO ülkesi olarak kabul ediliyor. Herşey kağıtlarda ve haritalarda olduğu gibi değil. Türkiye AB için, Avrupa topraklarının Güneydoğusunda bir tampon bölge. Avrupa’yı korumak için Türkiye onlar için çok önemli. (Batı medyasında mülteci krizinden sonra ‘Sorunu Erdoğan çözer haberleri’ ve Erdoğan’ın parlatılması da bundan dolayı) Burada dikkat edilmesi gereken nokta, Avrupanın kendi demografik yapısını Türkiye ile anlaşarak korumaya çalışmasıdır.

Avrupa’nın derdi kabaca ‘parasını verelim, mülteciler sizde kalsın’. Türkiye’de bu durumdan kendi çıkarları adına faydalanma peşinde ki çoğu madde de çıkarlarımızı koruyor. Çünkü Türkiye’de ki Suriyeli sorunu halk için çok önemli konular arasında değil. Bunun ise çeşitli sebepleri var tabi ki.

Toparlayacak olursak, hükümet mülteci krizinden yararlanıp Avrupa’ya bazı şartlar sunuyor. Üzerindeki Suriyeli yükünü ekonomik olarak atmaya çalışıyor. Devlet çıkarları için güzel bir hamle fakat, Suriyelilerin ülkemizde başı boş, kamp dışında vs. barınması; hem Suriyeliler için, hem de ilerde Türkiye için büyük sorun teşkil edecektir.

dünyadaki suriyeli mültecilerin sayısı