Dünyanın En Değerli Şirketi Hakkında Ne Bilmiyorsunuz?

0

Şu anda dünyanın en değerli ve en çok kâr açıklayan şirketi olan Suudi Arabistan’ın devlet petrol şirketi ARAMCO, varil petrolü çıkarma maliyeti 7,5 dolar gibi düşük bir rakam olan adeta “para makinesi”. Dünyadaki her sekiz petrol varilinin birinden sorumlu. Yıllardır dünyanın en değerli şirketi oluyor ve geçen yıl 161 milyar dolar ile rekor kar artışı elde etti. Dünyada şu ana kadar bir yılda petrol satışından en fazla gelir sağlayan şirket konumunda. Büyüklüğünü şöyle anlatayım. Kendisine en yakın büyük petrol şirketi ExxonMobil’in kârının neredeyse üç katını yaptı. Peki bu Suudi şirketi hakkında ne bilmiyorsunuz? Hemen yazayım.

Amerikan Başkanı Roosevelt, ilk olarak 1932’de Bahreyn’e Amerikan petrol şirketi Standart Oil şirketini göndermişti. Burada petrol bulunması Roosevelt’i heyecanlandırmış ve rotayı Suudi Arabistan’a çevirmişti. 1933’te Kral Abdülaziz İbn-i el-Suud ve ABD Başkanı Roosevelt’in anlaşmasıyla Suudi topraklarındaki petrol hakları ABD’ye geçti. Suudiler Amerikan teknolojisi karşısında, “Siz bulun, çıkarın ve satın. Bize kâr verin” diyordu. California-Arabian Standard Oil (CASOC) adıyla kurulan ilk şirket, ilk petrolü (düşük rezerv de olsa) 1938’de buldu ama devamının geleceği belliydi. 1948 yılında şirketin hissedarları artırıldı ve artık 4 Amerikan şirketi tüm petrole hakimdi. Aylar sonra da ne tesadüftür ki dünyanın en büyük petrol sahası Gavar keşfedildi. ARAMCO; artık günde yarım milyon varil petrol çıkaran dev bir şirketti. Elde edilen kârlarla şirketten hisseler alan Suudi hükümeti, 1980 yılında şirketin tüm hisselerini alarak ARAMCO’yu Amerikan izlerinden sildi… mi acaba?

Konuyla ilgili birçok iddia var. Resmiyette Amerikalıların olmayan şirketin Amerikan himayesinde ilerlediği, hatta şirketteki üst düzey ve orta sınıf Amerikan yetkililerin Suudi Arabistan’ta “Camp” adındaki yerleşim birimlerinde yaşadığı belirtiliyor. Bu yerleşimler gece kulüplerinden oyun salonlarına kadar tıpkı “Küçük ABD” gibi bir yapıda ve güvenliği bile tamamen Amerikan kontrolünde. Bir sonraki yazıda bu bölgeyi de yazacağım. Takipte kalın: @baydno

Denizciler Neden “Çanakkale’den Geçemez?”

0

Özellikle büyük gemilerde her şey not olarak tutulur. Bu notlar da seyir jurnali denen deftere kaydedilir. Yani rüzgarın ve denizin durumundan tutun da saat kaçta nerede olunduğuna, havanın sıcaklığından görüş mesafesine kadar…

Ayrıca geminin sığ sulardan veya önemli su yollarından geçişleri de neredeyse anbean jurnal defterine yazılır. Dünyanın herhangi bir boğazından giren bir gemi, giriş saatini de çıkışını da yazar. Mesela Cebelitarık Boğazı’ndan geçen bir gemi deftere “03.00 Cebelitarık’a girildi.”, “07.00 Cebelitarık geçildi.” şeklinde not düşer. Ancak bir Türk gemisi Çanakkale Boğazı’ndaki seyrini tamamladığında jurnale “09:00 Çanakkale çıkıldı.” yazar ya da “15:00 Şehitler Abidesi 2 milden selamlandı.” şeklinde not düşer, “geçmez”. Türk ticari gemileri düdükle selamlar, askeri gemiler ise bayrakla selam verir. Bu tabi ki yabancı gemilerde olmaz ama Türk gemileri için yazılı olmayan kural, atalarımıza saygı göstergesidir. Çünkü…

Topraklarının neredeyse her yanı düşman saldırısı altında olan Osmanlı, Çanakkale Cephesi’nin kontrolünü 1’inci Ordu’ya emanet etmiş, 3’üncü Kolordu ve birliklerinin koruması altında cephedeki direnişi sürdürüyordu.

Savaşın seyri Osmanlı aleyhine devam ederken düşman kuvvetlerinin 18 Mart’taki büyük saldırısı öncesi Nusret mayın gemisinin ‘hediye mayınları’ ile karşılaşan düşman kuvvetleri, bir bir Çanakkale’nin serin sularına gömülüyordu. Çanakkale’yi denizden geçemeyen İtilaf Devletleri bu sefer de karadan direnişi kırmaya çalıştı ancak öyle bir direnişti ki, Türk ordusunun gözü karalığı tarihe geçecek boyuttaydı. Öyle de oldu.

“ÇANAKKALE GEÇİLMEZ” şuuru ‘hasta adam’a şifa olurken, yeni Türk devletinin de ortak bilincini oluşturmuştu. Denizde ve karadaki zaferler “güneş batmayan imparatorluğun” güneşini batırıp “ÇANAKKALE’NİN GEÇİLMEZ” olduğunu monşerlere gösterdi ve yeni Türk devletinin ışığı oldu.

18 Mart 2023

Putin ve Cinping’in “Yeni Dünya Düzeni” İlanı Nedir?

0

Son yıllarda dünyada çok büyük değişimler var ve gözden kaçıyor gibi. Mesela Çin lideri Cinping ve Rus lider Putin, geçen ayki 40. buluşmalarında, “Yeni Dünya Düzeni” bildirisi yayınladılar. Geçen sene savaş başlamadan 20 gün önce yayınladıkları bildirinin devamıydı bu. Bildiri temelde “çok kutuplu ve ekonomik küreselleşmenin” olduğu bir çağdan bahsediyor. Ve bu çağın temellerini kabaca şu şekilde atıyor: “Hiçbir ülke diğerinden üstün değil, hiçbir yönetim modeli evrensel değil ve hiçbir ülke uluslararası düzeni dikte edemez.”

Çin ve Rusya diyor ki; Batı’nın ülkelere dayattığı sistemler, evrensel kanun gibi dayatılamaz. Bazı demokratik haklar dışında bölgesel ve ulusal yönetim modelleri ile ortak bir uluslararası ilişkiler sistemi oturtulmalı. Yani her ülke kendi içerisinde bağımsız, dışarıda belli bir sistem üzerinden ilişkileri yürütmeli. Aynı Avrupa değerleri, Batı Afrika ülkesi Mali’de de Uzakdoğu Asya ülkesi Sri Lanka’da da Ortadoğu ülkesi Irak’ta da geçerli olamaz. İnsanların ve toplumların gelenekleri ve kültür yapıları var.

İşin bu kısmını anladıysak, diğer konu; dolar hegemonyası. Doların nüfuzunun dayatılmasına karşı milli paralarla ticaret öne çıkmalı.

Beş gün önce Türkiye’ye gelen Rus Dışişleri Bakanı Lavrov, Ukrayna ile ilgili barış müzakerelerinin ancak Amerikan hakimiyetinin olmadığı “yeni bir dünya düzeni” kurulması halinde olabileceğini söyledi. Bu bile, dünyanın iki nükleer gücünün gelecek vizyonunun en iyi örneği. Lavrov, NATO’ya işaret ediyor. Yani yeni sistemdeki askeri değişikliğe. NATO ülkeleri safları sıklaştırırken, Soğuk Savaş döneminin ilerisinde bir ortaklık kuracağını açıklayan iki ülke, “Yeni Dünya Düzeni”ni üç ana başlıkta yorumluyor: Siyaset(rejimler ve ulus. sistem), ekonomi (dolar hegemonyası) ve askeri (NATO ve değişen nüfuz alanları).

En basit haliyle Rusya ve Çin’in yaptığı, Batı odaklı “küreselcilere” bir meydan okuma. Cinping’in “100 yıldır olmayan bir değişim geliyor. Ve bu değişimi birlikte gerçekleştiriyoruz.” açıklaması da işin özeti.

Doların gücünün kırılması ve 3. Dünya Savaşı iddiasını iki ayrı yazıda kaleme alacağım.

12 Nisan 2023

Türk SİHA’larından Mazlum Abdi’ye Saldırı ve Düşen Helikopter

0

İki hafta önce Irak’ın kuzeyinde iki helikopter düşmüş, helikopterlerin içerisinde PKK ve Suriye’deki PKK (SDG) elebaşlarının olduğu ortaya çıkmıştı. Hatta SDG’nin başındaki Mazlum Abdi adlı teröristin yeğeni, SDG’nin ‘özel kuvvetler (YAT) genel komutanı’ Şervan Kobani de bu ölenler arasındaydı. Hepimiz bu helikopterler kimin diye sorgularken, helikopterlerin ABD’nin Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ndeki (IKBY) Süleymaniye bölgesini kontrol eden Talabani ailesi ve onların partisi KYB’ye ait olduğu belirlendi. Suriye’den Kandil’e kara yoluyla gidip, Türkiye’nin SİHA saldırılarına karşı korunmanın formülünü bu helikopterlerde bulan PKK elebaşları, düşen iki helikopter sonrası hüzün yaşamıştı. Neyse, bu önceki yazının konusu. Şimdi güncellenen gelişmeleri aktarayım.

Dün sabah çok büyük bir olay yaşandı. Irak’ın kuzeyindeki Süleymaniye Uluslararası Havalimanı’nda bir patlama meydana geldiği bildirildi. Olayın ardından 3 Nisan’da Süleymaniye’ye uçan uçaklara hava sahasını kapatan Türkiye akla geldi. WSj’nin doğruladığı haberde, Türk SİHA’larının Suriye’deki PKK elebaşı Mazlum Abdi’nin olduğu konvoyu vurduğu bildirildi. Hiçbir can kaybının olmadığını ise Amerikan Albay Joe Buccino açıkladı. Çünkü Mazlum Abdi’nin yanından hiç ayrılmayan, koruyan ve danışmanlık yapan üç Amerikan askeri de vardı. Şaka değil, gerçek.

Türkiye’nin bu saldırıyı planlaması müthiş bir istihbarat başarısı ama anlaşılan o ki Mazlum Abdi adlı teröriste canlı kalkan olan ABD’ye rağmen konvoyu vurmasında amaç öldürmek değildi. Ayrıca bu ilk de değildi. Kasım ayında İstanbul Taksim’deki bomba saldırısı sonrasında da Türk ordusu, Suriye’nin kuzeyindeki SDG hedeflerini vurmuş, ABD’li danışmanlarla SDG elebaşı Abdi’nin toplantısı sonrası konvoyu vurulmuştu. Fakat bu saldırıda da Abdi de ABD’li danışmanlar da ölmemişti. Sadece Abdi’nin yakın korumaları ölmüştü. Her şeyi izlediğini ve her adımı bildiğini belli eden Türkiye, ABD’ye çok güzel bir mesaj verdi.

19 Mart’ta da Irak’ın kuzeyinde düşen helikopterleri kaleme almıştım. Onu da aşağıda paylaşacağım.

Irak’ta Düşen İki “Gizemli Helikopter”

İki gün önce Fransız menşeili iki helikopter Irak’ın Duhok bölgesinde düştü. İlk olarak bir helikopter denmişti ancak bunun iki olduğu, Suriye’deki PKK’nın kolu SDG tarafından açıklandı. Açıklama niye SDG’den geliyor derseniz; ne ABD ne de Fransa bu helikopterlerin kime ait olduğunu, ölenlerin kim olduğunu açıkla(ya)madı. Çünkü ortada çok büyük bir kriz var.

Öncelikle helikopterlerin, ABD tarafından Irak’ın kuzeyindeki Talabanilere ait olduğunun kesinleştiğini söyleyeyim. Ölenler de SDG’nin (PKK) üst düzey yöneticileri, ele başları. Biri de SDG’nin başındaki Mazlum Kobani adlı teröristin yeğeni, SDG’nin ‘özel kuvvetler (YAT) genel komutanı’ Şervan Kobani.

Üç ay önce ABD, Talabanilerle SDG liderleri arasında bir anlaşma imzalattı. Dedi ki SDG’nin üst düzey yöneticileri, bu helikopterlerle Irak’ın kuzeyindeki Kandil’e ve Süleymaniye’ye gidebilsin. Anlaşmayı kabul eden Talabani’nin oğlu KYB Başkanı Bafel Talabani zaten tam bir Türkiye karşıtı, ağır Amerikancı biri. Bu anlaşma sonrası medyaya Şervan Kobani ile Talabani’nin helikopterde olduğu fotoğraflar da yansımıştı. İki gün önce de iki helikopterin düştüğü ancak helikopterlerin kimliğinin açıklanmaması dikkat çekmişti. Düşen bir helikopterde ölenlerin sözde YAT Genel Komutanı Şervan Kobani ile 8 üst düzey terörist olduğu açıklandı. Helikopterler, Suriye’den Duhok’a, Duhok’tan da Süleymaniye/Kandil hattına gidiyordu. Türkiye, 2017’de üç MİT görevlisinin Süleymaniye’de kaçırılmasının ardından buradaki uçuşlara hava sahasını kapattı ve kontrol ediyordu. Helikopterler de alçak uçuş yaparak Türk radarından kaçıyordu. Hava koşulları nedeniyle de düştü.

İkinci helikopterde kimler varsa artık isimler açıklanmıyor bile. Muhtemelen de Kandil’den alınan üst düzey PKK yöneticileri. Yani ABD’ye göre de PKK yöneticileri, SDG kılıfı olmayanlardan. Kriz çok büyüyebilir diye söylenmiyor.

Örgüt üyeleri, bu helikopterlerle Türkiye’nin neredeyse her gün her saat düzenlediği SİHA operasyonlarından kaçıyordu. İkinci helikopterde ölen üst düzey PKK’lıların kim olduğunu, önümüzdeki süreçte öğreniriz.

(19 Mart 2023’te yayınlandı)

Karadağ’da Muhalefetin Zaferi ve Türkiye Benzetmesi

0

Karadağ’da 32 yıldır ülkeyi yöneten Milo Djukanovic, ilk turda kazanmasına rağmen ikinci turda kaybederek cumhurbaşkanlığı seçimlerinde muhalefete yenildi. Avrupa yanlısı Djukanovic, ilk turda yüzde 35, ona en yakın muhalefet adayı Milatovic ise yüzde 28 oy aldı. En yakın üçüncü lider Rus yanlısı Mandic ise yüzde 19’da kaldı. İlk turdaki bu tablo, seçimi Djukanovic ve Milatovic‘le ikinci tura taşıdı.

Yapılan ikinci turdaki seçimlerde Rus yanlısı Mandic, muhalif Milatovic’i desteklediğini açıkladı. 37 yaşındaki eski ekonomi bakanı Milatovic, diğer irili ufaklı oy alan adaylarla birlikte ilk turdaki yüzde 28 olan oy oranını, ikinci turda yüzde 60’a çıkararak zafere ulaştı. Rakibi Djukanovic ise yüzde 35 olan oy oranını yüzde 40’a çıkarabildi. Yani 32 yıllık Djukanovic iktidarı tarih sayfalarının arasına karıştı.

Ara not: Bizim medyada yazılanın aksine Milatovic, Moskova’nın adamı değil. Rus ve Avrupa yanlısı iki adayın karşısında en dengeli olan, her iki taraf ile iyi ilişkiler sürdürmek isteyen hatta Batı’ya daha yakın bir isim

Tıpkı Fransa’daki olay gibi. Hatırlarsınız, Macron ilk turda % 27, aşırı sağcı Le Pen ise % 23 oy almıştı. İkinci tura kalan seçimlerde ise Macron, Le Pen karşısında % 58 ile tekrar Cumhurbaşkanı olmuştu. Bu seçim Türkiye ile kıyaslanınca bu kadar uzatmak istedim. Aslında CB seçimlerinde adaylar yarışıyor ancak meclisteki milletvekilliği sayısı da çok çok önemli. Halk mecliste parti olarak istediğini, seçimlerde duruma göre “o anki istediğine, vicdanına, mecbur kaldığına” oy veriyor. Oranlardan benzetmeler çıkabilir ancak Türkiye’deki yarış bambaşka.

Rusya, eski “kırmızı çizgisi” Karadağ’ın NATO üyeliği sonrası Balkanlar’da yönettiği gizli ancak tahmin edilmesi zor olmayan çalışmalarla, bölgedeki siyasi partileri fonlamaya başladı. Geçen yıl Eylül ayında Amerikan medyasında da haber olmuştu. Zaten Djukanovic ilk olarak yerel seçimlerle sarsılmıştı. Bazı ülkelerde adaylar, doğrudan ülke ve taraflar tarafından fonlanıyor, destekleniyor. Türkiye’de bu durum, Balkanlar gibi kırmızı çizgilerle olmuyor tabi. Daha soft, içten içe, algılarla.

Post-Sovyet Yönetsel Dönüşüme Giden Süreçte Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka Politikası

Post-Sovyet Yönetsel Dönüşüme Giden Süreçte Gorbaçov’un Glasnost ve Perestroyka Politikası

1. Mihail Gorbaçov Öncesi Dönem

Sovyet sistemlerinde iktidar, toplum ve kültür kavramlarının şekillendirdiği alanların her biri kendi dinamikleri doğrultusunda ve senkronize olamayan bir biçimde gelişmiştir. 1917-1985 yılları arasında ülke sekiz lider tarafından yönetilmiştir. 1917’den 1985’e kadar liderlerin iktidar, toplum ve kültür bileşenleri üzerinden oluşturdukları politikalar senkronize bir yapı oluşturamamıştır. Tüm bu bileşenlerin 1985’e kadar liderlere karşı meydan okumaması, kendi dinamiklerinde koruma kalkanı oluşturulmasından kaynaklanmıştır. İktidara meydan okunamamasının sebepleri; komünist partinin her türlü çoğulculuğa karşı gelerek öncü rol üstlenmesi, toplumsal mülkiyet üzerinde sıkı bir parti denetiminin olması, bütün yetkilerin hatta eğitim, enformasyon tekellerinin ve sansürün parti merkezinde toplandığı katı politikaların uygulanması gibi etkenler olmuştur (Akış ve Okyay, 1995 :54).

Leonid Brejnev

Stalin’in ölümünün ardından 1964 yılına gelindiğinde 1982 yılına kadar görev yapmak üzere Leonid Brejnev liderliğe getirilmiştir. Brejnev’in siyasal istikrarı sağlama, askeri öncelikleri gerçekleştirme söylevleri, neo-stalinizm olarak adlandırılan (özellikle eğitim ve bilim alanında) politikaları geliştirme üzere heveslenmesine yol açmıştır. Buna rağmen, parti içinde bir türlü uzlaşmaya varamayan yaşlı parti üyelerinin eski sıkıntıları yeniden gün yüzüne çıkarması, Sovyetler Birliği’ndeki yenilenme ve yapılanma süreçlerinin ileriki dönemlere ertelenmesine sebebiyet vermiştir. Brejnev’in ölümünün ardından 1984 yılına kadar liderliği Yuri Andropov üstlenmiştir. Andropov’un liderliği döneminde parti içinde kendisini belli eden Gorbaçov, Andropov yönetiminde liderlik özelliklerini geliştirme fırsatı bulmuştur.

1984 yılında Andropov’un ölümünün ardından 1985 yılındaki seçimlere kadar geçici olarak Konstantin Çernenko liderliğe getirilmiştir. 1985’te yapılan oylamada muhafazakâr kanadı çok az bir farkla geride bırakan Mihail Gorbaçov, Sovyetler Birliği’nin genç, dinamik ve reformist yeni lideri olmuştur (Daniels, 2003 :252-253).

2. Mihail Gorbaçov Dönemi

1985 yılına gelindiğinde Sovyetler Birliği, reformist lider Gorbaçov önderliğinde iç ve dış politikalarda eski yönetim anlayışı, politikaları terk edilerek yeni ve köklü değişikliklerin yaşandığı dönemin kapılarını aralamıştır. İç politikalara yönelik reform çalışmaları genel olarak Glasnost (açıklık) ve Perestroyka (yeniden yapılanma) Politikaları üzerinden şekillenmiştir. Ayrıca iç politikanın şekillenmesinde Sovyetlerin diğer milletler karşısındaki ekonomik, siyasal, yönetsel konumu göz önünde bulundurulmuştur (Sander, 1994 :425).

Mihail Gorbaçov

Sovyetler Birliği iç politikalarındaki reform çalışmaları ile ordunun kalite ve rekabet anlamında dünya standartlarından geride kalması üzerine teknolojik ve enformasyon ağırlıklı olarak revizyonist faaliyetler gerçekleştirilmek istenmiştir. Silah teknolojileri alanında geri kalınması, Sovyetler Birliği’nin ve özellikle de Gorbaçov’un silahsızlanma yanlısı politikalar geliştirmesine sebebiyet vermiştir (Dağı, 2002 :92).

Teknolojik geri kalmışlık, temel tüketim maddelerinin kalitesini, genel olarak üretim alanında gerçekleştirilen etkinlikleri ve kaliteyi düşürmüştür. Ayrıca yönetsel alandaki yeniden yapılanma hareketlerinin ekonomik temelde desteklenmesi gerektiğini göstermiştir (Akış ve Okyay, 1995 :73). Sovyetlerdeki reformist hareketler ilk adımlarını, Gorbaçov’a Andropov’dan miras kalan toplumsal ve mikro düzeydeki yolsuzluk ve alkolizmle mücadele politikaları çerçevesinde atmıştır (Sander, 1994 :425). Toplumsal değişim hareketlerinin ilk adımlarının atılması, ileriki süreçte yönetsel alanda parti katılığının kırılmasına ve âdem-i merkeziyetçi örgütlenmelerin gelişimine zemin hazırlamıştır.

Gorbaçov liderliğinde değerlendirilen ve zamanla yayılım gösteren reform çalışmaları, iç politikada değişim meydana getirirken dış politikada da değişimi mecbur kılmıştır. Sovyetlerin “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” politikası Gorbaçov önderliğinde geliştirilen reform hareketleri ile etnik, dini ve dilsel ayrılıkların belirginleştiği, milliyetçilik fikirlerinin yayıldığı, bağımsızlık ve özerklik düşüncelerin ortaya çıktığı, parti çatısı altındaki katı yönetim ve hiyerarşinin yerini farklılık ve sınıf siyasetine bıraktığı gibi gerekçeler dış politikada değişim için zorunluluk oluşturan etkenlerden olmuştur (Sander, 1994 :406).

2.1. Glasnost (Açıklık) Politikası

1987 yılına gelindiğinde 27. Komünist Parti Kongresi’nde Gorbaçov, gerçekleştireceği reformların temel noktalarını teşkil etmek adına Glasnost Politikası’nı açıklamıştır. Kongrede köklü değişiklikleri gerçekleştirebilmek adına değişimin temel çerçevesi belirlenmiştir. Ayrıca silahsızlanma politikasının temellendirilmesi ile savunma harcamalarından kısılan maliyetlerin reform çalışmalarına aktarılması planlanmıştır (Sander, 1994 :425).

Çernobil faciasına ait bir görsel

1986’daki Çernobil faciası sonrası baskılar karşısında Sovyetlerin gerçekleri açıklama noktasında kendini sorumlu hissetmesi, Glasnost Politikası üzerine gerçekleştirilen reformların hızını artırmıştır. Gorbaçov parti içi muhalefete karşı çıkarak Sovyet gizlilik alışkanlığına tezat oluşturan Glasnost Politikası ile sansürü gevşetirken, tarih ve ideoloji tartışmaya açılmış ve halk soluk almaya başlamıştır (Daniels, 2003 :258).

Ancak medyanın sıkı denetimi ve sansürün gevşetilmesi diğer alanlardaki reformlara göre sınırlı kalmıştır. Medya üzerinden yayımlanan ve tartışmaya açılan eleştirilerin çoğu geçmişe veya gündelik yaşama ilişkin olmuştur. Yani Glasnost Politikası’nın medya ayağına dış politika üzerinde tartışma yaratmayacak düzeyde sınırlılıklar getirilmiştir (Akış ve Okyay, 1995 :69). Gorbaçov dış politika üzerinde eleştirileri sınırlayarak, Sovyetler Birliği’ndeki hakimiyetini koruyup hem reform çalışmalarını kontrol altında tutacağını hem de birliğin dağılmasının önüne geçebileceğini düşünmüştür.

2.2. Gorbaçov’un Silahsızlanma Politikası

Ronald Reagan- Eski Amerika Birleşik Devletleri Başkanı

1983’te Reagan’ın atom bombalı savaş başlıklarının önünü daha yeryüzüne inmeden uzayda kesebilecekleri üzerine geliştirdiği silahlanma programına konseyi ikna etmesi ile yıldız savaşları başlamıştır. ABD’nin yıldız savaşları araştırmalarında başarılarının sınırlı kalışı ve Sovyetlerin ABD ile yarışamayacağını anlaması, silahsızlanma politikasını geliştirmesine yol açmıştır (McNeill, 2008 :744). 2-3 Aralık 1989’da Bush ve Gorbaçov, Malta açıklarında görüşme gerçekleştirmiştir. Malta Doruğu sonucunda Avrupa’da kalıcı barış ve iş birliği gerçekleştirilmiştir. Avrupa’nın ortasındaki demir perde alçaltılmış ve daha esnek, silahsız ve iş birliğine dayalı dünyanın temeli atılmıştır (Sander, 1994 :425-426).

2.3.Perestroyka (Yeniden Yapılanma)

Sovyetler Birliği Komünist Partisinin halk temsilcilerinden oluşan kısmı, 1988 yılında 40 yıllık bir aradan sonra ilk konferansını gerçekleştirmiştir. Konferans Glasnost Politikası’nın da etkisi ile eleştiriye açık bir ortamda, saydam gerçeklikler üzerinden yapılmıştır (Armaoğlu, 1992 :113).  Konferansta alınan kararlarla parlamentoda Komünist Parti içindeki muhalefeti baskılamak için demokratik ilkeleri de esas alarak yeni bir güç oluşturulmak istenmiştir. Demokratik ilkelerin etrafında oluşturulan yapılar üzerindeki denetim, güçler ayrılığı sistemine dayandırılarak gerçekleştirilmeye çalışılmıştır (Sander, 1994 :425).

Perestroyka üzerine yapılan planlar arasından gerçekleştirilen ilk faaliyet, “Sosyalist Teşebbüs Kanunu’nu” çıkartmak olmuştur. Kanun çerçevesinde teşebbüslere ve yöneticilere, rasyonel ve verimli bir işletme sağlamak ve kaliteli üretimi gerçekleştirerek, dünya pazarında yer edinilebilecek seviyeye ulaşma adına geniş yetki ve ayrıcalıklar tanınmıştır (Uçarol, 2015 :1107).

Yeniden Yapılanma Politikası ile Sovyetlerdeki yönetsel dönüşüm hareketleri Yüksek Sovyet’te de etkisini göstermiştir. Yeniden yapılanma adına Gorbaçov, tek adaylı seçim sisteminden çok adaylı seçim sistemine geçiş yaparak seçim sistemini değiştirmiştir. Gorbaçov gerçekleştirdiği yapılanma programları ile iktidarını parti egemenliğinden sağlamak yerine, halka dayandırma arzusunu ispatlamıştır.

Yüksek Sovyet içinde yer alan danışma organı niteliğindeki Halk Kongresi, yetkilerinin genişlemeye başlaması sonucunda Anayasa değişikliği niteliğinde kararlar almaya başlamıştır. Halk Kongresi’nin de desteği ile yetkileri genişleyen Gorbaçov, 1988’de iktidarı halka dayalı bir devlet başkanı olmuştur. Halk Kongresi’nin almış olduğu Anayasa niteliğindeki kararlara uygun olarak Yüksek Sovyet de bin beş yüzü halk tarafından seçilen temsilciler aracılığı ile yedi yüz ellisi kamu kuruluşları tarafından seçilen toplam iki bin iki yüz elli kişilik Halk Temsilcileri Kongresi kurulmasını kabul etmiştir. Kongre ilk toplantısını 1989 yılının Mayıs ve Haziran aylarında gerçekleştirmiştir. Yüksek Sovyet’te doğrudan halkı temsil eden bir kongre meydana getirilmiştir (Armaoğlu, 1992 :114).

Sonuç 

Sovyetlerin son dönemlerinde dünya hakimiyetini yitirmesi ve kendi içinde de sistemin çarklarının durma noktasına gelmesi, Sovyetleri de dönüşüm furyasına dahil olmak zorunda bırakmıştır. Dünyada gerçekleşen dönüşüme ayak uydurabilmek ve son dönemdeki ekonomik, toplumsal, siyasal olumsuzluklardan kurtulabilmek adına Sovyetler Birliği Komünist katılığını kırarak dönüşüm politikaları geliştirmeye başlamıştır. Özellikle 1985’te Gorbaçov’un iktidara gelişi ile yönetsel anlamdaki dönüşüm faaliyetleri hız kazanmıştır. Gorbaçov uygulamaya ve geliştirmeye çalıştığı Glasnost ve Perestroyka Politikaları ile Sovyetler Birliği’ni kötü gidişattan kurtarıp dünyanın gelişmiş medeniyetleri seviyesine çıkarabileceğini düşünmüştür.

Katı komünist gelenekten beslenen Sovyetler Birliği’ndeki dönüşüm, dünyanın geri kalanında olduğu gibi ve Gorbaçov’un planladığı doğrultuda gitmemiştir. Komünist Parti içindeki muhafazakâr kanat, dünya genelindeki muhafazakâr kanatta meydana gelen dönüşümlerden etkilenmemek için direnmiştir. Nitekim dünyada muhafazakâr kanat yumuşak dönüşüm hamleleri ile yeni sisteme evrilirken, Sovyetler Birliği yeni politikalar karşısındaki muhalefeti ortadan kaldırabilmek adına muhafazakâr kanadın devrimsel nitelikte bir yok oluşa sahne olmasını istemektedir. Sonuç olarak, Gorbaçov’un çabaları ile tüm bu yönetsel dönüşümlere rağmen Sovyetler Birliği dağılmaktan kurtulamamıştır.

Stratejik Ortak Misafir Yazarı

Burak Yıldırım

[vc_toggle title=”SSCB’de Gorbaçov İktidarı ve Politikaları”]
https://stratejikortak.com/2016/06/sscbde-gorbacov-iktidari.html
[/vc_toggle]

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

KAYNAKÇA

Akış, C. Okyay, S. (1995); Gorbaçov’un Rusyası, Yapı Kredi Yay., İstanbul.

Armaoğlu, F. (1992). 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1990 Cilt II: 1980-1990, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., Ankara.

Dağı, Z. (2002); Rusya’nın Dönüşümü; Kimlik, Milliyetçilik ve Dış Politika, Boyut Yay., İstanbul.

Daniels, R.V. (2003); “SovyetlerBirliği VE Doğu Avrupa’da Anti Komunist Devrimler: 1989-1991”, Batı’da Devrimci Gelenek: 1560-1991 (çev. K. İnal), Dost Kitapevi Yay., Ankara.

McNeill, W. H. (2008); Dünya Tarihi (çev. A.Şeril), 13. Baskı, İmge Kitapevi Yay., Ankara.

Sander, O. (1994); Siyasi tarih (1918-1994), 4. Baskı, İmge Kitapevi Yay., Ankara.

Uçarol, R. (2015); Siyasi Tarih (1789-2014), 10.Baskı, Der Yay., İstanbul.

[/vc_toggle]

Gambot Diplomasi ve Türkiye

Gambot Diplomasi ve Türkiye

Gambot Diplomasi Nedir

Türkçemize Gambot/ganbot şeklinde geçen İngilizce “Gunboat” kelimesi silahlı gemi anlamına gelmektedir. Gambot diplomasiyi James Cable, “uluslararası uzlaşmazlık olması durumunda savaş olmasındansa deniz gücünün, bölgesel ya da yetkisel alanda diğer ulusu uyarmak adına kullanılması” olarak tanımlamaktadır.[1]

Gray’e göre donanmanın karada meydana gelen olayları değiştirebilme yeteneği deniz kuvvetlerinin stratejik yönünü teşkil etmektedir. “Ganbot diplomasi” olarak da ifade edilen bu yöntemle diğer ülke karasularına yakın konuşlanan donanma ile caydırıcılık sağlanmakta ve bu faaliyet siyasi alanda denge görevi görmektedir.[2]

Gambot Diplomasi yöntem olarak iki farklı şekilde uygulanmaktadır. İlki “bayrak gösterme” denilen yöntemdir. Bu yöntemde deniz gücünün hedefteki devlete sürekli olarak gösterilmesiyle uygulanır. Yöntemin amacı hedef devlette panik ve korku oluşturmaktır. İkinci yöntem ise denizden yardım, tatbikat ziyaretleri ve iyi niyet ziyaretleriyle yapılan “Deniz Nüfuz ve Etki Politikaları” olarak isimlendirilir. Bu yöntem bir ülkeye sadece savaş gemisi satmak ya da hibe etmek değildir, hedef ülkeye nüfuz etmek ve istenilen ilişkilerin kurulmasını sağlamaktır.

Türkiye’nin Gambot Diplomasi Uygulamaları

 

Birleşmiş Milletler’e üye olan 193 ülkeden 150 tanesi kıyı devletidir. Dış temsilcilik sayısı bakımından Türkiye dünyada en fazla temsilciliği bulunan 5. ülkedir. Türkiye öncülük ettiği Karadeniz Deniz Görev Grubu, Daimi Deniz Görev Grupları, Denizde Denetim Harekatı ve Hint Okyanusunda görev yapan çok uluslu kuvvetler bünyesinde yer alan görev gruplarında bulunmakta ve sadece çevre denizlerde değil Atlantik, Pasifik ve Hint Okyanusunda da Türk bayrağını dalgalandırmaktadır.[3]

Türk Deniz Kuvvetleri’nin envanterinde suüstü, sualtı ve uçar unsurlar olmak üzere 12 denizaltı, 16 fırkateyn, 9 Korvet, 18 hücumbot, 16 karakol botu, 11 mayın avlama gemisi, 32 çıkarma gemisi ve aracı, 33 yardımcı sınıf gemi, 14 uçak, 43 helikopter ve 10 insansız hava aracı yer almaktadır. (Not: Bu bilgiler Türk Deniz Kuvvetlerinin kendi sitesinden alınmıştır.)

Karadeniz vapuru cumhuriyetin kuruluşundan 3 yıl sonra 12 Haziran 1926’da genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak amacıyla yola çıkmış 86 günde 10 bin deniz mili yol kat ederek 12 ülkede 16 şehir ziyaret edilmiş ve 5 Eylül 1926 tarihinde yurda geri dönmüştür. Bu tanıtım faaliyeti önemli bir ganbot diplomasi örneğidir.

1997 yılında Kosova Krizi kapsamında Arnavutluk’tan Türk vatandaşları gemi gönderilerek tahliye edilmiş, 2006’da Lübnan, 2011’de Libya’da iç savaş sebebiyle can güvenliği tehlikede olan Türk vatandaşları yine gemilerle tahliye edilmiştir.[4]

Türk Deniz Kuvvetleri 2014 yılında Türk dış politikasını desteklemek amacıyla Barbaros Türk Deniz Görev Grubu’nu oluşturmuştur ve 1866 yılından sonra ilk kez Ümit Burnunu geçerek 29 Afrika ülkesinde liman ziyaretinde bulunmuştur.

Barbaros Türk Deniz Görev Grubu

1890 yılında batan Ertuğrul gemisinin anısına 2015 yılında Uzakdoğu seyahatine çıkan Türk Deniz Kuvvetleri’ne ait TCG Gediz fırkateyni  Japonya’nın Kushimoto kasabasına anma ziyaretinde bulunmuştur. Türkiye bu görevler ile kıtalararası gücünü gösterdiği önemli bir ganbot diplomasi faaliyeti göstermiştir.

2020 yılında Libya’daki Ulusal Mutabakat Hükümeti ile darbeci Hafter güçleri arasında yaşanan çatışmalarda Türkiye, UMH ile yapılan deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması kapsamındaki çıkarlarını korumak ve Birleşmiş Milletler’in tanıdığı Libya’nın resmi hükümeti olan UMH’ne destek vermek amacıyla Libya açıklarında dört savaş gemisi[5] görevlendirmiştir. Bunun yanında Türk Deniz Kuvvetleri Doğu Akdeniz’de faaliyet gösteren sismik araştırma gemilerimiz ile sondaj gemilerimize refakat görevi icra etmiş deniz yetki alanlarımıza girmeye çalışan yabancı petrol araştırma gemilerini engellemiştir.[6]

Milli Savunma Bakanlığı Akdeniz’deki harekat ve eğitim faaliyetleri çerçevesinde TCG GİRESUN fırkateynimizin Mart-Eylül 2020 tarihleri arasında limana uğramaksızın kesintisiz 182 gün seyir icra ettiğini duyurmuştur.[7] Bu durum önemli bir güç ve bayrak gösterisidir.

Ürettiği platformlarla Deniz Kuvvetlerimizin gücüne güç katan Türk tersaneleri, tasarım ve üretim konusunda edindikleri tecrübeler ile önemli ihracatlara imza atmaktadır. 2010 yılından bu yana Türk şirketler, Türkmenistan Donanması ve Türkmenistan Sahil Güvenlik güçlerine 10 adet Tuzla Sınıfı Devriye Botu, 2 adet çıkarma gemisi, 6 adet hücum bot, 5 adet arama/kurtarma gemisi, 1 adet hidrografik gemisi ve 1 adet yolcu gemisi olmak üzere toplamda 25 adet gemi teslim etmiştir[8]. Katar’a 2 adet silahlı eğitim gemisi[9], 4 adet çıkarma gemisi[10] ve Katar sahil güvenliği için 9 adet gemi satışı yapılmıştır[11]. Hindistan donanması için 45 bin tonluk 5 filo destek tankeri üretimini kapsayan 2.3 milyar dolar değerindeki iş birliği ihalesini askeri gemi üreten bir grup özel tersanenin kurduğu TAIS şirketi kazanmıştır[12]. Ayrıca Türkiye,  Pakistan’a 4 adet, Ukrayna’ya 4 dört adet MİLGEM Ada sınıfı korvet ihracatı için anlaşma yapmıştır[13]. Bunlara ek olarak Deniz Kurdu ve Mavi Vatan tatbikatları ile Türk Deniz Kuvvetleri harekat kabiliyetlerini tüm dünyaya göstermektedir.

Sonuç

Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, Türkiye’nin dış politika hedefleri ve çıkarları doğrultusunda elindeki imkan ve kabiliyetler ölçüsünde çevre denizler dışında okyanuslarda da bayrak göstermektedir. Türk Savunma Sanayinin üretmiş olduğu MİLGEM projesi kapsamında üretilen Ada sınıfı korvetler, LST sınıfında dünyanın en büyük tank çıkarma gemileri, LCT sınıfında dünyanın en hızlı çıkarma gemileri, Tuzla sınıfı karakol gemileri, Lojistik destek gemileri, TCG UFUK istihbarat, eğitim ve test gemisi, TCG ALEMDAR denizaltı kurtarma gemisi deniz kuvvetlerinin imkan ve kabiliyetlerini arttırmıştır.

Yakın zamanda teslim edilmesi beklenen LHD sınıfı TCG ANADOLU ve İstif sınıfı fırkateynler bu kabiliyetleri dahada artıracak, gelecek yıllarda üretilmesi planlanan MİLDEN (milli denizaltı) ve hava savunma muhripleri deniz kuvvetlerine önemli katkı sağlayacaktır. Türk Deniz Kuvvetleri’nin genişleyen harekât yarıçapı ve buna koşut olarak da çevre denizlerin ötesinde görev yapabilecek tipte ve yetenekte platformların hizmete alınması ihtiyacını artıracaktır. Dolayısıyla Türk Deniz Kuvvetleri’nin uçak gemisi tedarikini gündemine alması doğru bir hareket tarzıdır.  Uçak gemileri günümüzde açık deniz harekâtlarının olmazsa olmazıdır.[14]

Stratejik Ortak Misafir Yazarı

Batuhan Kahriman

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

KAYNAKÇA 

Can, Kamer Berk (2020). “Gambot Diplomasi.” Türk Denizcilik ve Global Stratejiler Merkezi. Erişim Adresi: https://turkdegs.org/icerik/gambot-diplomasi

Alan, Aygül “Propaganda Aracı Olarak Ganbot Diplomasi.” https://www.academia.edu/23225319/PROPAGANDA_ARACI_OLARAK_GANBOT_D%C4%B0PLOMAS%C4%B0

[1] Gunboat Diplomacy: Political Applications of Limited Naval Force. New York: Praeger.

[2] Gencer, Özgür (2014). “Geçmişten Geleceğe Türk Deniz Kuvvetleri.” Deniz Kuvvetleri Dergisi.Ocak 618: 14-19.

[3] Silahlı Kuvvetler Dergisi (2010) “XXI. Yüzyılda Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki Gelişim ve Projeler.” Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. Sayı 405:5-23.

[4] Silahlı Kuvvetler Dergisi (2010) “XXI. Yüzyılda Deniz Kuvvetleri Komutanlığındaki Gelişim ve Projeler.” Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları. Sayı 405:5-23.

[5] Sezer, Kıymet (2020). “Donanma Libya’da.” Yenişafak. Erişim Adresi: https://www.yenisafak.com/gundem/donanma-libyada-3523079

[6] Doğu Akdeniz’de ‘gaz dalaşı’: Türkiye İtalyan gemisini durdurdu (21 Şubat 2018). CNNTURK. Erişim Adresi: https://www.cnnturk.com/video/dunya/dogu-akdenizde-gaz-dalasi-turkiye-italyan-gemisini-durdurdu

[7] TCG Giresun Fırkateyni 182 günlük görevi başarıyla tamamladı (22 Aralık 2020). TRT Haber. Erişim Adresi: https://www.trthaber.com/m/haber/gundem/tcg-giresun-firkateyni-182-gunluk-gorevi-basariyla-tamamladi-540276.html

[8] Biter, Kenan (2021). “Türk şirketlerden göğsümüzü kabartan başarı: Türkmenistan’da gövde gösterisi yaptılar.” Yenişafak. Erişim Adresi: https://www.yenisafak.com/ekonomi/turk-gemi-insa-ve-savunma-sanayisinden-buyuk-basari-turkmenistan-donanmasina-guc-katiyorlar-3705040

[9] Katar’a ihraç edilen Silahlı Eğitim Gemisi denize indirildi (8 Ekim 2020). Savunmasanayist.com Erişim Adresi: https://www.savunmasanayist.com/adik-katar-silahli-egitim-gemisi/

[10] Tahan, Yunus Berat (2022). “Anadolu Shipyard üretimi çıkarma gemileri, Katar’a doğru yola çıktı.” Defenceturk.net Erişim Adresi: https://www.defenceturk.net/anadolu-shipyard-uretimi-cikarma-gemileri-katara-dogru-yola-cikti

[11] Çalık, Alper (2018). “ARES Tersanesi’nden Katar’a 200 Milyon Dolarlık İhracat.” Savunmahaber.com Erişim Adresi: https://www.savunmahaber.com/ares-tersanesinden-katara-200-milyon-dolarlik-ihracat/

[12] Çelik, Arda (2021). “TAIS’ten Hindistan’a 2.3 milyar $ ihracat.” Savunmasanayist.com Erişim Adresi: https://www.savunmasanayist.com/tais-hindistan-2-3-milyar-ihracat/

[13] Öncel, Rıfat (2021). “Türkiye’nin Savunma Sanayii İhracatı.” Kriterdergi. Sayı 60. Erişim Adresi: https://kriterdergi.com/dis-politika/turkiyenin-savunma-sanayii-ihracati

[14] Özgen, Cenk (2018). “Türk Deniz Kuvvetleri Açısından Uçak Gemisi Tedarikinin İncelenmesi.” Savunma Bilimleri Dergisi.Kasım 2018, Cilt 17, Sayı 2. Erişim Adresi: https://www.google.com/url?sa=t&source=web&rct=j&url=https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/565331&ved=2ahUKEwjBu679m_75AhWRSPEDHTHCCZMQFnoECAYQAQ&usg=AOvVaw0KJBaFOYzvNgT2v8zSwtVT

[/vc_toggle]

Hamza Yusuf: İskoçya’da Bir Müslüman Nasıl Başbakan Oldu?

0

ABD ve İngiltere’nin Irak işgaline karşı gelen SNP partisi lideri eski İskoçya Başbakanı Alex Salmond, o dönem öyle bir muhalefet etti ki 2007 seçimlerini kazandı ve partisi o günden bu yana İskoçya’da iktidar. O dönemlerde partiye giren, dedesi Pakistan’dan göçen ailenin 18 yaşındaki çocuğu Hamza Yusuf, Salmond’un işgale karşı duruşunu desteklediği için SNP’ye üye oldu. O genç, aradan geçen 19 yılın ardından üç gün önce SNP içerisindeki yarışı kazanarak İskoçya Başbakanı oldu.

Genç Başbakan, dedelerini sömüren İngiltere’de, bu sefer de İngiltere’den ayrılıp İskoçya’yı bağımsız bir ülke haline getirmek için çabalayacak. Yusuf, milletvekili olarak siyaset arenasına ilk adımını attığında, milliyetçi bir parti olan SNP’nin ilk beyaz olmayan milletvekili olmuştu. Teni de dini de aykırıydı. Ancak o partisine de ülkesine de bağlıydı. Bu topraklarda doğmuştu.

Milletvekilliği sonrası çevresi sayesinde kısa sürede 4 ayrı bakanlıkta bakan oldu. Yusuf’un parti liderliği için yarıştığı iki adaydan farkı sadece teni ve dini değildi. Karşısında cinsiyet değişikliğinin önünün açılmasını istemeyip istifa eden eski Bakan Ash Reagan ve koyu Katolik Ekonomi Bakanı Kate Forbes vardı. Yusuf’un karşısındaki iki isim de kadındı ve eşcinsel evlilik ve cinsiyet değişikliği konularında daha katı düşüncelere sahipti. Ancak Hamza Yusuf, Müslüman olmasına rağmen bu konularda daha ‘liberaldi’ ve destekliyordu.

Yusuf, eşcinsel evliliği destekliyor, trans hakları konusunda eski lider Sturgeon’ın reformlarının arkasında duruyor ve kürtaj konusunda sessiz kalmayı sürdürüyordu. Bu konuları İslam’ın reddettiği sorusuna Yusuf, “Dini inancım ülke yönetimindeki işlerimde referansım değil.” diyerek cevap veriyordu. Çok rahat, çok profesyonel…

Yusuf’un, İngiltere’den ayrılma konusunda referandum düzenleyeceğini açıklaması da önemli tabi ama bana komik gelen şey, şu anda İngiltere’de Hint, İskoçya’da Pakistan kökenli başbakanların olması. İkisinin eski İngiliz ‘sömürge milleti’ olmasının yanında, Pakistanlı liderin Hintli lidere karşı bağımsızlık arayışına girecek olması.

Terör Örgütlerinin İdeolojik Ve Örgütsel Yapısı–4: FARC (Kolombiya)

Terör Örgütlerinin İdeolojik Ve Örgütsel Yapısı–4: FARC (Kolombiya)

Tarihsel Arka Plan ve FARC’ın Kuruluşu

19. yüzyılda Kolombiya’da sekiz iç savaş yaşanmış, 1838-1842 yılları arasındaki iç savaş ülke geneline yayılmıştır. 1849 yılında Kolombiya, kiliseye yakın olan toprak sahipleri ile ticaretle uğraşanlar arasında siyasi temelde ikiye bölünmüş ve Liberal Parti (Partido Liberal-PL) ile Muhafazakar Parti (Partido Conservador-PC) kurulmuştur. İki parti uzun yıllar boyunca Kolombiya siyasetini yönetmiştir. Liberal Parti, federal sistemi, serbest ticareti ve laikliği savunurken, Muhafazakar Parti ise üniter yönetim yapısını, korumacı ekonomiyi ve dini değerlerin kamudaki yerinin korumasını savunmuştur. Din hassasiyetler, çatışmanın ana nedenlerinden biri olmuş ve iktidara geçen Liberal Parti’nin 1861 yılında kilise topraklarına el koymasıyla şiddet daha da artmıştır. Zira bu süreçte kilisenin ülkedeki toprakların üçte birine sahip olduğu düşünülmekteydi. İki tarafın da elit kesimlerinin olması ve varlığı göz ardı edilen kırsaldaki yoksul halk, FARC’ın Kolombiya tarihinde iz bırakacak şekilde ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

 

FARC terör örgütü 1964 yılında Kolombiya Komünist Partisi’nin askeri kanadı olarak örgütün 45 yıl boyunca liderliğini yapan ve 2008 yılında hayatına kaybeden Manuel Marulanda ve yakın arkadaşı Jacobo Areras tarafından kurulmuştur. Örgütün tam adı Fuerzas Armados Revolucionarias de Colombia (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri)’dır.

Söz konusu dönemde iki Kolombiya’dan bahsetmek mümkündür. İlk Kolombiya, gelişmemiş, dağlık ve ormanlık bölgelerde bulunan, toprak yolları ve dağınık halde olan köylerdir. Zira FARC’ın dağlık bölgelerde etkinlik göstermesi örgütün bildirilerinde kullandığı sloganı da belirlemiştir. “Kolombiya Dağlarından” sloganı, örgütün bulunduğu konumu da gizlemiştir. Öte yandan bölgenin geri kalmışlığına dikkat çektiği ve varlığını sürdürdüğü bölge üzerinden psikolojik üstünlük elde etmeye çalıştığı da söylenebilir.

İkinci Kolombiya ise; daha çok toprak elitlerinin yaşadığı daha gelişmiş bölgelerdir. Kolombiya ise bu süreçte zayıf bir devletti ve İspanyol ile Portekizli sömürgecilerden kötü işleyen bir yönetim yapısı miras kalmıştı. Böyle bir ortamda FARC, 1970’li ve 1980’li yıllarda kendi okullarını, yargı sistemini, sağlık hizmetlerini ve tarım ekonomisini kurmuştur.

Ancak söz konusu yapı hem bir yönetimin kabul edebileceği durum değildi hem de Kolombiya’da güç, toprağın kontrolüyle ilişkilendirilmekteydi. Bu nedenle FARC’ın her geçen gün büyümesi, Kolombiya devletini rahatsız etmiştir. FARC terör örgütü örgütsel anlamda 1964 yılında kurulsa da tarihsel kökenleri 1920’li yıllarda Kolombiya’daki kırsal kesimin toprak reformunun gerçekleştirilmesi ve iç sömürü koşullarının lağvedilmesi gibi toplumsal taleplere dayanmaktadır. 1950’li yıllara geldiğimizde Kolombiya’da liberaller diye adlandırılan sol cephe ve milliyetçi-muhafazakar cephenin neden olduğu kutuplaşma nedeniyle süregelen iç karışıklık ve çatışma ortamı ordunun yönetime el koymasıyla sonuçlansa da ülkedeki kaos ortamı devam etmiş, siyasi istikrar sağlanamamıştır.

1957 senesinde iç çatışma ortamının devam etmesi ve askerin yönetime yeniden el koyacağı endişesiyle sivil siyasetin temsilcileri muhafazakarlar ve liberaller biraraya gelmiş ve 15 yıl için geçerli olacak Milliyetçi Cephe (National Fround) paktını imzalamışlardır. Bu anlaşmayla oluşturulan koalisyon, gücü kendi aralarında paylaşsa da siyaseten kendilerinden olmayan grupları dışlayarak yeni bir krizin oluşmasına sebep olmuşlardır. Bu bağlamda Milliyetçi Cephe yönetimine en büyük tepkiyi gösteren gruplardan biri çiftçiler olmuştur. Yönetimin kendilerine uyguladığı baskılar sonucu çiftçiler yerlerinden edilmiş ve bölgelerini terk etmişlerdir. Bunun üzerine bağımsızlık hareketine girişen çiftçiler, kendilerine ait silahlı savunma birlikleri oluşturarak kamu arazilerinde koloniler halinde örgütlenerek silahlı mücadeleye girişmişlerdir. FARC işte bu çiftçi silahlı birliklerin silahlı eylemleri sonucunda ortaya çıkmış bir terör örgütüdür.

FARC, kurulduğu 1960-1970 yılları arasında üç örgüt daha varlık göstermekteydi. Bunlar, ELN, 19 Nisan Hareketi (Movimiento 19 de Abril-M-19) ve Halk Kurtuluş Ordusu’ydu (Ejercito Popular de Liberacion-EPL). 1990 yılında M-19 ve EPL silah bırakırken, FARC ve ELN varlıklarını sürdürmeye devam etmişlerdir. Zamanla FARC, Kolombiya’daki en büyük, en çok militana sahip, en donanımlı ve eğitimli örgütüne dönüşmüştür.

FARC’ın İdeolojik Yapısı

Terör örgütlerini ele aldığımız yazı dizimizin önceki bölümlerinde sol tandanslı örgütlerin genel itibariyle Marksist-Leninist ideolojiyi esas alan ideolojik yapıları olduğunu görmüştük. FARC terör örgütü de aynı şekilde Marksist-Leninist ideolojiyi esas almaktadır. Marksist-Leninist ideolojiye dayanan FARC terör örgütünün ideolojik dayanaklarından Marksizm’e kısaca değinirsek; 1840’larda Marx ve Engels’in felsefi, ekonomik ve sosyo-politik görüş yöntemini içeren doktrindir. Marksist-Leninist terör, silahlı halk savaşı neticesinde mevcut düzeni yıkıp Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda sınıfsız ve sömürüsüz bir düzen kurmayı amaç edinen örgütlerin gerçekleştirdikleri terör eylemleridir. Bu tür terör eylemlerinde amaç, ülkeyi bölmek değil, mevcut düzeni değiştirmektir.

Marksizm, bu ideolojiyi Rusya koşullarına göre ilk kez uygulayan Lenin’in adı ile birlikte anılır. Maoist örgütlerin de kendilerini Marksist-Leninist olarak tanımlamalarının nedeni Marksizm’in ilk defa Lenin tarafından Rusya’da uygulanmasıdır. Örgütler, ideoloji olarak Marx’ı, ideolojinin uygulanmasında da Lenin’i örnek aldıklarını vurgulamak için Marksist-Leninist adını kullanmaktadır.

Marksizm-Leninizm’i temsil eden bir afiş

Marksizm Rusya’da gerçekleşen 1917 Ekim devrimi ile birlikte dünya tarihinde kanlı bir şekilde yerini almış, etki alanı içinde kalan her yere bu özelliğini taşımıştır. Marksizm’in, insanları mevcut sisteme karsı başkaldırmaya yöneltmesi, özünde şiddet ruhu taşıması terör ile özdeşleştirilmesi sonucunu doğurmuştur. Bu nedenle Marksizm, terörizm ile birlikte anılmıştır.

Marksist-Leninist ideolojik temelli mücadele; ister yumuşak metotlarla, ister darbe ve kanlı ihtilallerle, çizmeden yukarı veya tepeden inmeci yollarla değerlendirilsin, mevcut anayasal düzenin ve rejimini tamamen değiştirilmesi amacını taşır. Bu amaca ulaşmanın yolu, tonu farklı olmasına rağmen, yine terörden ve eylemden geçmektedir.

FARC’ın Örgütsel Gelişimi ve Ekonomik Yapısı

FARC terör örgütünün gelirinin büyük bölümünü uyuşturucu ticaretinden edindikleri bilinmektedir. 80’lere kadar örgüt, uyuşturucu ticareti yapan şebekelerden vergi adı altında haraç alırken, 90’lardan sonra bizzat kendisi illegal uyuşturucu kartelleriyle iş yapmaya başlamıştır. Örgütün silahlı gücü, uyuşturucu kartellerinin ticareti ve sevkiyatında kolaylık sağlamıştır.

2009 yılında yayınlanan bazı belgelerde FARC terör örgütünün gelirinin çoğunu uyuşturucudan elde ettiği ve gelirinin yıllık 700 milyon Dolar’ı bulduğu vurgulanmıştır.

FARC terör örgütünün gelişimi ve büyümesinin nedenlerini iç ve dış dış etmenler olarak ikiye ayırabiliriz.

İç etmenlere baktığımızda Kolombiya’daki uyuşturucu kartellerinin uyuşturucunun üretimi ve pazara sunulması için kırsal alanlara ihtiyaç duyması ve kırsal kesimlerde söz sahibi olan FARC gibi örgütlerle ilişki kurmaya muhtaç olmasıdır. İkincisi FARC terör örgütünün ayakta kalabilmesi için gerekli maddi kaynağın uyuşturucudan kolaylıkla sağlanmasıdır. Üçüncüsü ise Kolombiya hükümetlerinin ülkenin kırsal bölgelerinde çoğu çiftçi olan kesime karşı uyguladığı yetersiz ve yanlış politikalar sebebiyle halkın FARC gibi örgütlere sempati duyması ve kırsal kesimin çoğunun desteklemesidir.

Nitekim FARC terör örgütünün siyasi uzantısı olarak Vatansever Birliği (Union Patriotica-UP) adlı siyasi parti kurulmuş ve 1986 seçimlerinde Kolombiya parlamentosuna girmişlerdir. Bu durumdan rahatsız olan bazı illegal gruplar ve uyuşturucu kartellerinin parti üyelerine saldırıları nedeniyle 3 bine yakın parti üyesi öldürülmüş ve partinin siyasi faaliyeti başarıya ulaşamamıştır.

Dünyadaki terör örgütleri incelendiğinde hemen hemen hiçbir örgütün dış kaynaklardan beslenmeden varlığını sürdürebildiği söylenemez. Dolayısıyla FARC gibi bir örgütün sadece iç etmenler nedeniyle varlığını devam ettirdiğini iddia etmek mantık dışıdır. FARC’ın büyümesinde Kolombiya’nın komşu ülkeleri Brezilya, Peru, Venezuella ve Ekvator gibi ülkelerin örtülü destekleri söz konusudur. Nitekim Venezuella 2008 yılında yaptığı açıklamayla FARC’ı terör örgütü olarak görmediklerini açıklamış ve FARC’ı “savaşçı örgüt” olarak tanımlamışlardır.

2008 yılında Venezuella ile yaşanan sınır anlaşmazlığı ve diplomatik kriz ile birlikte iki ülke arasındaki ilişkiler kopma noktasına gelmiş ve Kolombiya eski devlet başkanı Uribe “Kolombiya’daki terörist faaliyetlere etki eden büyük faktör Venezuella’dır.” demiştir. Öte yandan FARC’ın bir diğer komşu ülke Brezilya’nın en büyük uyuşturucu karteli Da Costa ile ilişkisinin ortaya çıkması ve kartelin FARC’a 3 milyon mermi ve 10 bin silah verdiklerinin belgelenmesi, dış etmenlerin FARC’a olan katkısını gözler önüne sermiştir.

FARC’ın Terör Eylemleri

FARC terör örgütü kurulduğu günden bu yana pek çok silahlı eylem gerçekleştirmiştir. Yalnızca 1990-1997 yılları arasında 4600’den fazla polis ve asker FARC’ın saldırıları sonucu hayatını kaybetmiştir. Bu eylemler arasında en çok ses getirenlerden biri 4 Eylül 1996 tarihinde FARC’ın Guavare askeri üssüne yapmış olduğu saldırı sonucu 130 Kolombiya askerinin hayatını kaybetmiş olmasıdır.

Bir başka ses getiren eylem ise 2004 yılında koka bitkisi yetiştiren 34 çiftçinin el ve ayakları bağlanarak öldürülmesidir. Sivillere yönelik işkence, rehin alma, suikast dahil pek çok eylem gerçekleştiren FARC’ın illegal eylemleri BM İnsan Hakları Yüksek Konseyi raporunda da yer almıştır. 2000 yılına gelindiğinde FARC’ın hakimiyeti altında 60 kırsal bölge bulunuyordu, 15 bin militanı vardı ve belediyelerin %40’ı kontrolü altındaydı.

FARC’ın kurulduğu günden bu yana gerçekleştirdiği eylemlerde %80’ini sivillerin oluşturduğu en az 220.000 insanın hayatını kaybettiği, 27.000 insanın kaçırıldığı, 25.000 insanın kaybolduğu ve milyonlarca insanın zorla yerinden edildiği belirtilmektedir.

FARC ve Kolombiya Arasındaki Barış Süreci

FARC terör örgütü ve Kolombiya Devleti arasında 1960’lı yıllardan günümüze dek 1983-1985, 1990-1992, 1998-2000, 2012 yıllarında barış görüşmeleri gerçekleştirilmiş fakat iç çatışma ortamı, diğer illegal grupların çeşitli engelleme girişimleri, Kolombiya ordusunun terör örgütüyle barışa yanaşmaması gibi sebepler nedeniyle bu görüşmeler nihayete ermemiştir.

2016 yılında Kolombiya hükümeti FARC ile barış görüşmeleri kapsamında anlaşmış ve referanduma gidilmiştir. Katılımın düşük olduğu referandumda az bir farkla %50.2 oy oranıyla “hayır” çıkmıştır. Sonucun hayır çıkmasında FARC’a verilen geniş imtiyazlar, siyasete girmelerine imkan tanınması ile ülkedeki uyuşturucu kartelleri, milliyetçiler ve ordu dahil birçok grubun örgütle barışa sıcak bakmamasıdır. Buna rağmen barış görüşmelerini devam ettiren Kolombiya hükümeti 1 Aralık 2016’da yürürlüğe giren anlaşmayla FARC ile çatışmayı sonlandırmıştır. Kolombiya Devlet Başkanı Santos, FARC ile barış görüşmelerindeki yoğun çabası nedeniyle 2016 Nobel Barış Ödülü’nü kazanmıştır.

Barış anlaşmasının imzalanmasının ardından FARC üyelerinin büyük çoğunluğu hızlı bir şekilde silah bırakmış ve örgüt silahlı mücadeleye son vererek kurduğu siyasi parti ile bir siyasi hareket haline gelmiştir. Bu süreç hızlı bir şekilde gerçekleşirken anlaşmanın uygulanmasına da başlanmıştır. Barış anlaşmasının maddelerinin nasıl ve ne kadar sürede uygulanacağı anlaşma metninde yer alacak şekilde karara bağlanmıştır. Buna göre anlaşma maddelerinin tamamen uygulanmasının 15 yıla kadar yayılması öngörülmüştür.

[vc_toggle title=”Kolombiya Haritası”]

https://stratejikortak.com/tag/kolombiya-haritasi

[/vc_toggle]

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

KAYNAKÇA

Acar, Ü., ve Ö. Urhal, Devlet, Güvenlik, İstihbarat-Terörizm, Ankara, Adalet Yayınevi, 2007

Arslan, M., “Küreselleşme Bağlamında Organize Suçta Yaşanan Değişim ve Ülke İstikrarına Etkisi” Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2015

Bal, İ., ve S. Özeren, “Uzakdoğu’dan Yeni Kıtaya Terörle Mücadele”, Uluslararası Stratejik Araştırmalar Kurumu, 2009

Çınar, Y., ve Y. Avcı, “Kolombiya sorunu: Taraflar, sebepler, çözüm süreci ve öneriler” İstanbul, BİLGESAM, 2017, ss. 227-54.

Erkal, E., Etniklik ve Terör, İstanbul Üniversitesi Yayınları, 2001

Gedik, Ömer, “50 Yıllık İç Savaştan Barış Görüşmelerine Giden Mücadele: FARC ve Kolombiya Örneği” Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2017

Kaya, Emrah, “Terörle Mücadelede Müzakere Yöntemi: ETA-FARC-LTTE-PKK” Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2022

“Terör Kıskacında Kolombiya-FARC Örneği”, Uluslararası Terörizm ve Sınıraşan Suçlar Merkezi, 2013

Torlak, S., “Kilit Ülke: Kolombiya”, 2008

[/vc_toggle]

İran’dan SİHA’lı Azerbaycan Tehdidi ve Son Gelişmeler

0

İran’ın tehditleri İranlılar, daha önce ABD ve İsrail’e yönelik yaptığı tehdit animasyon videolarını bu kez de Azerbaycan’a karşı yaptı. Animasyonda İran-Azerbaycan sınırındaki Aras Nehri’ne doğru uçan bir vahşi kuş, saniyeler içinde İran’ın insansız hava aracı Şahid-136 kamikaze uçağına dönüşüyor. Arka fonda ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın okuduğu bir şiir ve video sonunda “Aliyev ve destekçilerine mesajımız açık: Bir gün geleceğiz” mesajı…

İran, yıllardır Azerbaycan-Ermenistan geriliminde Erivan’ın yanında olmuş, ikili siyasi ve ekonomik ilişkileri hep üst seviyelerde tutmuş bir komşu ülke. Türkler dışında iç dinamikleri de kurgulara uyar.

2020’de Karabağ Zaferi sonrası İran sınırının 130 kilometrelik bölümü Ermenistan’dan Azerbaycan’a geçti. Bu, İran’ın tüm hudut güvenliğini ve güvenlik sistemlerini değiştirdi. O hattın güvenliği yükseltilmeli, Azerbaycan ordusunun Zengezur’daki koridor planı çökertilmeliydi. Zaten Türkiye’nin insansız hava aracı Bayraktar TB-2’nin zaferde başrol oynaması ve Türk askerinin kalıcı olması tehdit oluştururken; bir de Azerbaycan’ı her daim destekleyen ve istihbarat faaliyetleri açısından İran’ı tehdit eden İsrail faktörü masadaki planları silbaştan düzenlemek zorunda bıraktırdı. Azerbaycan’daki her yükseliş, İran’da yaşayan 30 milyon Türk’ü heyecanlandırıyor ve İran’ı geriyor.

Yıllarca Ermenistan işgalindeki sınırda tatbikat yapmayan İran, birdenbire Azerbaycan sınırında gövde gösterisi ve tatbikatlar düzenlemeye başladı. İran tanklarının Azerbaycan sınırına getirilmesine cevap ise Türk ve Azerbaycan ordularının İran sınırında ortak askeri tatbikat yapmasıyla verildi. Tahran’daki öfke kendilerince artarken, İran basını Türkiye’nin İran-Ermenistan bağlantısını kesmeyi amaçladığını yazdı. Yani ciddi manada ortalık gergin ama bizde çok gündem olmuyor…

Ermenistan Başbakanı Paşinyan ise dün sürpriz bir şekilde “Ermenistan ve Azerbaycan arasında bir barış anlaşması olacak ve bu anlaşma en üst düzeyde kabul edilecek” açıklamasında bulundu. Zengezur’da bir “ticari yol” (koridor) kesin gibi. Şayet barış anlaşması olursa, bundan en zararlı taraf İran çıkacak, buna eminim.

İsrail’deki Yargı Reformu Ne anlama Geliyor?

0

Radikal görüşleriyle bilinen İsrail Başbakanı Netanyahu… İsrail Yüksek Mahkemesi’nin yapısını değiştirerek mahkeme üyelerinin temsilini hükümete bağımlı hale getiren yeni yargı reformunu masaya taşıdı. Yargıç atamalarını bağımsız komisyonlardan alarak kendi kontrolünde gerçekleştirebilecek bir altyapı sunmayı planladı. En dikkat çeken maddelerden biri ise hükümetin, “mahkemenin iptal ettiği kanunları meclisteki basit çoğunlukla tekrar geçerli kılabilme” yetkisiydi. Yani mahkeme, hükümetin çıkardığı kanunu hukuksuz bulur ve iptal ederse, hükümet mecliste oy çoğunluğuyla kabul edecek ve değişiklikler kanunlaşabilecekti.

Ayrıca mahkeme, yasaların gerekçelerini inceleyemeyecek, sorgulama işlemi yapamayacak. Bakanların tarafsız olarak atanan hukuk müşavirleri yerine bakanların kendi istediği “keyfi danışmanı” olacaktı. Yani siyasileşecek. Böyle devam ediyor.

Bir kadının İsrail’deki gösterilerde “Türkiye’ye benzemek istemiyoruz.” şeklindeki pankartını görünce aklıma direkt 2010 yılında FETÖ desteğiyle değiştirilen anayasa referandumu geldi.

Aslında Netanyahu’nun planladığı yargı reformu Türkiye’deki değişikliğin yarısı kadar (Türkiye’deki çok daha kötü) bir gelişmeydi ama halk çok kızgındı. İsrail’de sıkça yaşanan protestolarda bu sefer farklı olan, istihbaratçı ve yedek askerlerin bile yasa değişiklik teklifine karşı çıkmasıydı. Askerlerin eğitimlere katılmadığı iddia edilince, Netanyahu koşarak sınır karakolunda boy göstermişti. En son da yargı düzenlemesini eleştirdiği için Savunma Bakanı Yoav Gallant’ı görevden alan Netanyahu, sokakları daha da alevlendirdi.

Öğrenciler gösterilere katılsın diye üniversitelere ara verildi, Netanyahu’nun evi sarıldı, Netanyahu karargaha sığındı. Ülke genelinde ordu da emniyet de kontrolün kaybedildiğini açıklamıştı. Aslında İsrail’in eski başbakanı Naftali Bennett’in, “İsrail, Yom Kippur Savaşı’ndan beri en büyük tehlike altında.” derken ne demek istediği çok belliydi. 13 haftadır devam eden protestolar bugün itibariyle Netanyahu tarafından -iptal değil- askıya alındı. Ama hararet uzun bir süre devam edecek gibi görünüyor.

1980’ler Neoliberalizmin Doğuşu: Yeni Sağ Hareketinden Üçüncü Yol Politikasına Siyasal Dönüşüm

1980’ler Neoliberalizmin Doğuşu: Yeni Sağ Hareketinden Üçüncü Yol Politikasına Siyasal Dönüşüm

1. Siyasal Dönüşüme Giden Yol: Neden ABD ve İngiltere Öncü Konumda?

Vietnam Savaşı’na ait bir görsel

1970’li yıllarda ekonomik sistem krizlerinin çıkmasına ve Bretton Woods sisteminin çöküşüne zemin hazırlayan; doların yükselmesi, döviz krizleri, piyasa açıklarının oluşması gibi piyasa başarısızlıkları, ABD’nin dünya üzerinde prestij kaybetmesine neden olmuştur. Ayrıca ABD’nin Vietnam Savaşı üzerine geliştirdiği ekonomik ve toplumsal politikalar; ekonomik kayıplara ve yıpranmalara, toplumsal desteğin azalmasına neden olarak ABD’ye karşı olumsuz imaj sergilenmesine katkıda bulunmuştur (McNeill, 2008 :739).

ABD Vietnam Savaşı’nda, Sovyetleri ve Çin’i bakış açısı farklılıklarından yararlanarak birbirine düşürmüştür. Doğu Bloku’nun, dünya hakimiyeti ideali ile şekillenen Komünist Blok oluşturma politikalarını bu şekilde engellemiştir. Sovyetler Birliği, teknolojik yeniliklerin gerisinde kalması ve bu durumun askeri güçsüzlükleri beraberinde getirmesi sonucu Komünist Blok’un lideri olma uğraşından uzaklaşmış ve varlığını sürdürebilmek için silahsızlanma politikası geliştirmeye çalışmıştır (Sander, 1994 :408).

Çin, Vietnam Savaşı’nı ABD’nin Çin’i kendi kalıbı içinde tutma hamlesi olarak görürken, Sovyetlerin silahsızlanma politikası çerçevesinde “Barış İçinde Bir Arada Yaşama” sloganı ile arabuluculuk hamlesi yapması fikir ayrılıklarını yansıtan tabloyu oluşturmuştur (Sander, 1994 :406). ABD, Vietnam politikaları ile Komünist Blok’a karşı sağlam adım atsa da özellikle kendi toplumunda ve ekonomik sisteminde kayıplar yaşamıştır.

Genel olarak sosyal refah temeline dayalı sosyalist yönetimlerin uyguladığı politikalar son dönemlerde etkinsiz bir yapıya bürünmüştür. İşlevsiz politikalar yerini, piyasa temelli Yeni Sağ Politikalarına bırakmıştır. ABD’nin ve İngiltere’nin yeni politikaların gelişiminde lider olmak istemelerinin altında, prestij kayıplarını ortadan kaldırarak yeniden eski güçlerine kavuşma idealleri yatmaktadır. Özellikle İngiltere dünya sistemleri üzerinde yapılan güç paylaşımında birçok yönden ABD ile ortak hareket etmiştir.  Ancak Bretton Woods sisteminden sonraki süreçte, 1960-1970’li yıllar arasında ABD’ye destek ülke rolünü B. Almanya’ya devretmiştir.

Sonraki süreçte destek ülke rolünü 1980’lere kadar Japonya üstlenmiştir. İngiltere’nin destek ülke rolünü kaybetmesi ve Avrupa Topluluğu içinde de hâkim konumda yer alamaması, prestijinde büyük kayıplar oluşturmuştur. İngiltere artık eski gücüne kavuşup ABD ile tekrar belirleyici güç olma konumuna yükselmek istemektedir (Kuruç, 2017 :19-20).

2. Yeni Sağ Politikaları

1980 yılına gelindiğinde dünya genelindeki sosyalist sol yönetim politikalarının yaşanan ekonomik ve toplumsal krizlere çözüm olamayışı toplumsal, ekonomik ve siyasal alanlarda dönüşümün gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Yeni Sağ Politikaları olarak gelişen yeni sistemler, oluşturdukları yapılardaki yeni verileri kullanarak çözüm önerileri belirlemiştir.

Yeni Sağ’ın sloganı, “Serbest Piyasa, Güçlü Devlet” olmuştur. Yeni Sağ’ın ekonomik ve siyasal kanadı arasındaki politika farklılıkları, zaman zaman uç noktalarda yer alırken zaman zaman tamamlayıcı nitelikte olabileceğini göstermiştir (Çolak, 2016 :355). Ekonomik politika farklılıkları, sosyal devletteki ekonomik bağlılıkları serbestleştirmeyi planlayan yapılanma ve dönüşüm süreçlerinin neo-liberal temelde çözümlenmesi ile giderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca siyasal olarak gelenekçi yapıya sahip bir anlayışla devletin geri çekilmesi ve ailenin daha fazla sorumluluk alması neo-muhafazakâr politikaların sınırları olarak kabul edilmiştir (Çolak, 2016 :354).

Dünya ölçeğinde ABD’nin ve İngiltere’nin öncülüğünü yaptığı Yeni Sağ Politikaları üzerine geliştirilen stratejilerin neo-liberalizm temelinde ekonomik sistemini, 1981-1989 yılları arasında ABD başkanlığı yapan ve “Kovboy” lakabı ile anılan milliyetçi liberal Ronald Reagan şekillendirmiştir. Yeni Sağ Politikaları’nın neo-muhafazakarlık temelinde şekillendirilen siyasal sistemi de 1979-1990 yılları arasında İngiltere Başbakanı olarak görev yapan ve uyguladığı katı politikaları nedeniyle “Demir Leydi” olarak anılan muhafazakâr liberal Margaret Thatcher şekillendirmiştir (Çolak, 2016 :359).

Ronald Reagan

Thatcher’ın iktidarı boyunca politikalarında kullandığı söylevleri incelenerek siyasal düzlemi şekillendiren politikaların anlaşılır kılınması gerekmektedir. Bu kapsamda birkaç örnek aşağıda sıralanmıştır:

  • Thatcher söylevlerinde; toplum diye bir yapının olmadığını ve bireylerin erkekler ve kadınlar olarak, aileler şeklinde ayrıldığını ifade etmiştir (Clarke, 2008 :92).
  • Piyasaların iktisadi temellerin dışında ahlaki bir gücünün olduğunu ve ahlaklı, yetersiz olanları cezalandıran; girişken, çalışkan olanları ödüllendiren yapıda şekilleneceğini belirtmiştir (Clarke, 2008 :93).
  • Son dönemde “vatandaş” kavramının yerini, “girişimci, müşteri, yatırımcı” kavramlarının alması Thatcher politikaları ile belirlenmiştir (Freeman, Topuzkanamış, 2016 :179).

Ekonomik alanda neo-liberal politikaların yaygınlık göstermeye başladığı dönemlerde siyasal açıdan neo-muhafazakâr politikalar gelişme göstermiştir. Bu durum dünyayı sağ eğilimli, liberalizm ve muhafazakarlık temellerinde yenilenen yeni politikalara yönlendirmiştir (Çolak, 2016 :355). Bu dönemde Sovyetler Birliği ile diğer devletler arasında, muhafazakarlık üzerine geliştirilen politikaların tam bir zıtlık gösterdiği gözlemlenmiştir. 1985 ile Gorbaçov liderliğindeki reform hareketlerinin hedeflerine ulaşabilmesi için muhafazakâr politikaların tamamen ortadan kaldırılmasına yönelik stratejiler geliştirilmiştir.

Margaret Thatcher

ABD ve İngiltere öncülüğünde geliştirilen Yeni Sağ Politikaları’nın geniş bir düzlemde hızla yayılması, Yeni Sağ’ın hakimiyet ve etki alanlarının genişlediğini göstermiştir. Geliştirilen politikalar (Çolak, 2016 :354);

  • Ekonomik ve akademik sağlam temeller üzerine kurgulanması,
  • Kurumsal, siyasal ve toplumsal desteğin güçlü bir şekilde oluşturulması,
  • Politikaların medya tarafından benimsenmesi ve yayılması,

gibi etkenler üzerinden hızlı bir şekilde yayılım göstermiştir. Geliştirilen politikaların hızlı bir şekilde yayılmasında yukarıda sıralanan etkenler temelinde oluşturulan yasal ve kurumsal düzenlemelerin etkisi gözlenmiştir. Yeni Sağ Politikaları üzerinden yapılan düzenlemelere örnek olarak, Washington Uzlaşısı gösterilmiştir. Washington Uzlaşısı, Washington’da bulunan IMF, WB ve Amerikan Hazine Bakanlığı’nın neo- liberal iktisat kuramıyla yoksul ülkelere yönelik neo-liberal reçeteler etrafında birbirlerine yaklaşmalarını ifade etmektedir (Saad-Filho, 2008 :191).

Washington Uzlaşısının ABD hakimiyetindeki kurumlar tarafından gerçekleştirilmesi, siyasal anlamda güç kaybı yaratabileceği ve ABD’nin emperyal politikalarına zemin oluşturabileceği gerekçesiyle geri kalmış ve az gelişmiş ülkeler üzerinde baskı oluşturmuştur. Ayrıca geri kalmış ülkeler üzerinde uygulanan uzlaşı şartlarının; devletlerin yoksulluk, işsizlik, gelirle servetin yoğunlaşması gibi toplumsal ve acil sorunlara çözüm üretme politikalarını geri plana attırdığı ve politikalarla baş edebilme güçlerini azalttığı görülmüştür (Saad-Filho, 2008 :195).

3. Neo-liberalizmin Temel İlkeleri

Neo-liberalizmin temellerini, 1970’li yıllarda değişim sancıları üzerinden ekonomik sistemlerin şekillenmesi doğrultusunda 1980’li yıllarda oluşturmaya başlamıştır. Ancak 1980’li yıllar boyunca başta ABD ve İngiltere olmak üzere neo-liberal sistem olumlu etkilerini gösterememiştir. Neo-liberalizmin temellerinin şekillendiği dönemden 1990 yılına gelinceye kadar çok da iyi bir sicile sahip olamamıştır (Harvey, 2007 :33). Daha sonraları başarılı olduğuna ve ilerlediğine yönelik olumlu politikaların ortaya konmasında çeşitli etkenler önemli yer tutmaktadır.

İlk etapta, küresel düzeyde artan fiyat dalgalanmalarıyla belirli bölgelerde elde ettiği başarıların meydana gelen başarısızlıkları gizlediği görülüştür. Ayrıca toplumdaki sınıfsal üst kademeler üzerinde, ABD’de ve İngiltere’de olduğu gibi yöneten elitlerin sınıfsal pozisyonlarını geri vermesi; Çin, Hindistan ve Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi kapitalist sınıfın oluşumu için belirli koşulları meydana getirmesi; neo-liberalizmin üst sınıflar içinde başarıya ulaştığının göstergelerini oluşturmuştur.

Toplumlarda yer alan üst sınıfsal kademelerin kendi başarısını, hakimiyetini ve politik etkilerini arttırmak amacıyla desteklerini artırması, neo-liberalizm temellerinin şekillendiği dönemlerde neo-liberal politikaların olumsuzluklarının görmezden gelinmesine yol açmıştır (Harvey, 2007 :34). Ayrıca Sovyetlerde devlet sosyalizminin çökmesi ve Çin’in pazar ekonomilerine yönelmesi, neo-liberalizmin olumlu politikalar geliştirdiği gerçeğini desteklemiştir (Freeman, Topuzkanamış, 2016 :172-173).  

Neo-liberalizm, Yeni Sağ Politikalarının ekonomik ayağı üzerine geliştirilen oluşumların çerçevesini belirli temeller üzerinden şekillendirmiştir.  Ekonomik anlamda piyasalar, ticaretin ve sanayinin serbestleşmesine dayalı olarak geliştirilmiştir. Sosyal refah devleti anlayışında etkin merkezi devlet düzenlemelerine son verilmiştir. Merkezi yönetimlerin piyasalar üzerindeki hakimiyetinin sona ermesi; örgütlü işgücü üzerinde denetim ve genel çerçeveleri düzenleme görevini üstlendiğini, sosyal harcama ve yatırımların kısılması gerektiğini, devletin faaliyet alanı ve personel olarak küçültülmesi ve buna bağlı bir şekilde kamu işletmelerinin özelleştirilmesi gerektiğini, sonuç olarak finansal hareketlerin enflasyonu artırmak pahasına parasal politikalar üzerinden şekillenerek hızlanması ve yayılması gerektiğini yansıtmıştır (Acar, 2017 :253-254).

Neo-liberalizmin temellerini şekillendiren politikalar, merkezi yönetimin süreç içindeki varlığının tamamen ortadan kaldırılarak değil, yeniden yapılandırılmasına paralel bir düzeyde değiştirilmesi üzerinden şekillendirilmiştir.

4. Üçüncü Yol Politikaları

1980 sonrası küreselleşme hareketlerinin yaygınlık göstermesi, bilgi teknolojilerinin esnek ağ yapıları üzerinden geniş ve hızlı bir yayılım göstermesine, bireyin önem kazandığı iş gücünün artış gösterdiği esnek, çapraz, fason örgütlenmelerin şekillendirilmesine ortam hazırlamıştır. Sosyal devlet anlayışının hâkim kıldığı eşitlik anlayışı, neo-liberal politikalarla değişim göstermiştir. Neo-liberal politikalar, devletin yeniden yapılanması üzerinden liberal fırsat eşitliği ve liyakat sistemi ilkelerinin benimsenmesine uygun bir yapılanma sunmuştur. Tüm bu politikalar gerçekleştirilirken fırsat, sorumluluk ve topluluk kavramlarının şekillendirdiği ana hatlarda yeni politika alanları oluşturulmuştur (Heywood, 2014 :89). Ayrıca sosyal devlet ve neo-liberal politikalar ışığında oluşan üçüncü yol politikaları, iki ekonomik sistem arasında orta yol bulmak maksadıyla geliştirilmiştir.

Üçüncü Yol Politikaları, neo-liberal anlayış çerçevesinde geliştirilmiş politikaların sosyal devlet anlayışı içindeki politikalara karşı tercih edilmesi gerektiğini savunmuştur. Ayrıca sosyal devlet anlayışındaki devletin tam manası ile ortadan kaldırılmaması ve yeniden yapılanma temelinde devletin yeniden konumlandırılması gerektiğini savunmuştur. Üçüncü Yol Politikaları, kısaca sosyal refah devleti ve neo-liberal politikalar arasında denge oluşturacak şekilde yeni politika alanları oluşturmuştur (Acar, 2017 :248).

Tablo 1. Sosyal Demokrasi ve Neo-liberalizmin karşılaştırılması: Üçüncü Yol Politikası

Klasik Sosyal Demokrasi Üçüncü Yol Neo-liberalizm
Haklar Haklar ve Sorumluluklar Sorumluluklar
Eşitlik Eşitli ve Etkinlik Etkinlik
Piyasanın Yetersizliği Piyasa / Devletin Yetersizliği Devletin Yetersizliği
Tam istihdam İstihdam Edilebilirlik Düşük Enflasyon
Devlet Sivil Toplum / Piyasa Piyasa / Sivil toplum
Güvenlik Esneklik Güvensizlik
Hiyerarşi Piyasa
Evrensellik Evrensellik / Seçicilik Seçicilik
Yüksek Ücretler Minimum Ücret / Vergi Düşük Ücret

Kaynak: Hale ve Martel (edt.), 2004:15.

Yukarıdaki tabloda yer aldığı şekliyle sosyal devlet politikaları yerini neo-liberal politikalara bırakırken her iki politikanın da arasında yer alacak şekilde bir orta (üçüncü) yol politikası geliştirilmiştir. Karşılaştırmalar üzerinden yapılacak değerlendirmeler, Üçüncü Yol Politikaları’nın neo-liberal temelde, sosyal devlet temellerine nazaran daha fazla bütünleşik yapılarının olduğu yorumunu getirmiştir.

Gelecek dönemlerde Bill Clinton ve Tony Blair’ın başı çekerek geliştirmeye çalışacakları Üçüncü Yol Politikaları, neo-liberal politikalarla bütünleşik yapıya sahip olsalar da piyasaların tek başına yeterli politika geliştiremeyeceğini ve sosyal devletin yeniden yapılanarak sürece belirli sınırlılıklar üzerinden dahil olmaları gerektiği düşüncesini savunmaktadır (MacGregor, 2008 :237).

Sosyal demokrasi anlayışı içinde devletin hakimiyeti söz konusuyken neo-liberal anlayış, piyasa ve sivil toplum aktörlerinin daha aktif ve ön planda olması gerektiği fikrini savunmaktadır. Üçüncü Yol Politikaları ise devlet, piyasa ve sivil toplum kuruluşları gibi politikaların içinde yer alan aktörlerin de çok düzeyli yönetişim anlayışı çerçevesinde sürece dahil olması gerektiği fikrini savunmaktadır.

Sosyal devlet anlayışı içinde devlet tarafından vatandaşlara hak olarak sunulan hizmetlerin yerine getirilmesi ve sosyal anlamda bir eşitlik anlayışının geliştirilmesi düşüncesi yer alırken, neo-liberal politikalar içinde vatandaşların müşteri olarak görülmeye başlamasıyla bireylere sorumluluk yüklenerek piyasanın etkinliği içinde liberal manada eşitliğin sağlanacağı düşüncesi hâkim olmaktadır. Üçüncü Yol Politikaları, her iki politik sistem içinden hakların ve sorumlulukların devlet ve birey arasında paylaşıldığı, eşitlik anlayışının da etkinlik anlayışıyla orantılı olarak gelişeceği düşüncesinin yer aldığı politikalar oluşturmaktadır.

Sosyal devlet anlayışı içinde yer alan katı, hiyerarşik, dikey örgütlenmeler yerini neo-liberal politikalar çerçevesinde esnek, yatay örgütlenmelere bırakmaktadır. Üçüncü Yol Politikaları ise her iki politika anlayışı çerçevesinde esnek, çapraz, ağsal örgütlenmelere dayalı sistemlerin varlığı üzerine varlığını şekillendirmektedir.

Üçüncü Yol Politikaları’nın gelişimi, Sovyetler Birliği ve özellikle Gorbaçov’un uyguladığı politikalarda da etkisini dönemsel olarak göstermiştir. Gorbaçov’un parti içinden gelen muhalefet karşısında geliştirdiği politikalarda kararsız ve tedirgin adımlar atması, dünya genelindeki piyasaların tamamen kapitalist anlayışa evirilmesine karşın Gorbaçov’un Sovyet ekonomisini sosyalist gelenekten kaynaklı olarak tamamen kapitalist ekonominin hakimiyetine bırakmak istemeyişi üzerinden yansımalarını bulmuştur (Roskin, 2009 :380-395).

Gorbaçov’un piyasa hakimiyetini bırakmak istemeyişi ve kararsız zayıflığı, komünist gelenekten gelmesinden kaynaklı sağ, muhafazakâr yönetimlere evrilmesinin mümkün görülmemesi, ayrıca bir kısım muhalif muhafazakarın çalışmalarını, merkeziyetçi etiket altında orta yolcu reformist bir hareket üzerinden desteklemesi, Sovyetler Birliği’nde üçüncü yol fikirlerinin değerlendirilmesine yol açmıştır (Roskin, 2009 :378).

Sonuç 

1970’lerde gerçekleşen ekonomik krizlerin şekillendirdiği dönüşüm hareketleri 1980’li yıllarda şekillenen yeni sağ temelli siyasal dönüşümleri etkilemiştir. Yeni Sağ Politikaları ekonomik alanda neo-liberal politikalarla şekillenirken siyasal alanda gelenekçi yapıların barındırdığı neo-muhafazakâr politikalarla şekillenerek dünya genelinde yönetsel alanda oluşacak dönüşüm hareketlerinin tetikleyicisi olmuştur.

1980 yılında ABD ve İngiltere liderliğindeki dönüşüm hareketleri ile Yeni Sağ Politikaları evrensel boyutlarda ve hızlı bir şekilde yayılım göstererek pek çok ulus düzeni ve ulusların siyasal, ekonomik, yönetsel sistemleri üzerinde dönüşümler meydana getirmiştir. Özellikle neo-liberalizmin doğuşu ve gelişimi, dönüşüm süreçlerinin yayılımını ve hızını artıran etkin faktör olmuştur. Yeni Sağ Politikaları’nın getirmiş olduğu evrenselleşme ve serbestleşme hareketleri yayılımcı ve hızlı politika dönüşümlerinin en büyük göstergelerini sunmaktadır.

Yeni sağ dolayısıyla neo-liberal politikalardan en çok etkilenen uluslar, soğuk savaş sonrası ikiye bölünen dünyanın Doğu Bloku kısmında yer almaktadır. Soğuk savaşın getirmiş olduğu katı, sistemsel ve uç yönetim anlayışları üzerinde benzer yeniliklerle şekillenerek yeni sistemlerin oluşturulmak istenmesi; katı duvarların yıkılamadığı dönemlerde yönetimleri sistemsel ara çözümler üretmek zorunda bırakmıştır. Bu noktada Üçüncü Yol Politikaları olarak geliştirilen sistem anlayışı, neo-liberalizm ve sosyal refah devleti arasındaki orta yolu ve yumuşak geçiş yapısını sunmaktadır.

Stratejik Ortak Misafir Yazarı 

Burak Yıldırım

[vc_toggle title=”KAYNAK”]

KAYNAKÇA

Acar, E. (2017); “Neoliberalizm ve Sosyal Refah Devleti Ekseninde Üçüncü Yol Yaklaşımı”, Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, Cilt:18, Sayı: 1, s. s. 248-263.

Clarke, S. (2008); “Neoliberal Toplum Kuramı”, Neoliberalizm: Muhtelif Bir Seçki (çev. Ş. Başlı, T. Öncel), Yordam Kitapevi Yay., İstanbul, s. s. 91-105.

Çolak, Ç. D. (2016); “Yeni Sağ’ı Oluşturan Bileşenlerin Birbiri ile Çelişen Kavramları Üzerine Bir Değerlendirme”, The Journal of Academic Social Scienece Studies, Sayı: 44, s. s.351-361.

Freeman M., Topuzkanamış Ş. E.  (2016); “Neoliberal Politikalar ve İnsan Hakları”, Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 17, Sayı: 2, s. s. 165-188.

Hale, S., Leggett, W. ve Martell, L. (2004); The Third Way and Beyond: Criticisms, Futures and Alternatives, Manchester University Press, Manchester.

Harvey, D. (2007); “Neoliberalism as Creative Destruction”, The Annals of the American Academy of Political and Social Science, Sayı: 610, s.s.22-44.

Heywood, A. (2014); Siyaset (çev. B. B. Özipek), 14. Baskı, Adres Yay., Ankara.

Kuruç, B. (2017); “Dünya Ekonomisinde ve Sanayisinde Gelişmeler: Genel Bir Bakış”, s.s. 15-23, <http://arsiv.mmo.org.tr/pdf/10662.pdf>, Erişim Tarihi:  25.02.2018.

MacGregor, S. (2008); “Refah Devleti ve Neoliberalizm”, Neoliberalizm: Muhtelif Bir Seçki (çev. Ş. Başlı, T. Öncel), Yordam Kitapevi Yay., İstanbul, s. s. 236-247.

McNeill, W. H. (2008); Dünya Tarihi (çev. A.Şeril), 13. Baskı, İmge Kitapevi Yay., Ankara.

Roskin, M. G. (2009); Çağdaş Devlet Sistemleri: Siyaset, Coğrafya, Kültür (çev. B. Seçilmişoğlu), Adres Yay., Ankara.

Saad-Filho, A. (2008); “Washington Uzlaşmasından Washington Sonrası Uzlaşmasına: İktisadi Kalkınmaya Dair Neoliberal Gündemler”, Neoliberalizm: Muhtelif Bir Seçki (çev. Ş. Başlı, T. Öncel), Yordam Kitapevi Yay., İstanbul, s.s. 191-201.

Sander, O. (1994); Siyasi tarih (1918-1994), 4. Baskı, İmge Kitapevi Yay., Ankara.

[/vc_toggle]