Giriş
Tarih boyunca devletler kendi sınırlarını ve otoritesini korumak için çaba göstermişlerdir. Kendi topraklarını koruyamayan bir devlet otoritesini de kaybedecek ve bir başka otoritenin etkisi altına girecektir. Bu nedenle her devlet kendi güvenliğini ön plana koymuş ve realist kuramın öne sürdüğü üzere “hayatta kalma” mücadelesi vermiştir. İmparatorluklardan ulus devletlere kadar istisnasız bir otoritenin altında toplanan ve kendine isim veren her toplum güvenliğini önemsemiştir. Bu güvenlik ihtiyacı karar vericileri de etkilemiş ve iki tanesi dünya çapında olmak üzere birçok savaş yaşanmıştır. Bu savaşların yarattığı yıkım devletleri daha gerçekçi düşünmeye itmiş ve materyal kaygılara önem vermişlerdir. Soğuk savaş süresince iki kutup arasında tam anlamıyla bir sıcak çatışma yaşanmamış olmasına rağmen iki taraf da materyal kapasitelerini yükseltmeye odaklanmış ve sadece “sayı”larla ilgilenmişlerdir. Kim daha önce yapacak, kim daha iyi yapacak, kim daha çok yapacak gibi sorularla ilgilenen iki kutup, güvenlik alanını çok dar tutmuştur. Bu nedenledir ki güvenlik kavramının içine kimliksel farklılıklar, sosyo-ekonomik eşitsizlikler gibi alçak politika konularını koymamışlardır. Peki devletlerin güvenliği gerçekten de sayılar ile mi ölçülmektedir? Bu durumun sayılar ile ilgisi elbette ki vardır fakat değerlendirilmesi gereken başka etkenlerde mevcuttur. Bunlardan bir tanesi ise “algılamalar”dır.
Uluslararası sistemin anarşik yapısı ile sürekli hareketli olması ve değişiklik göstermesi devletlerin ihtiyaçlarını da günden güne değiştirmektedir. Soğuk savaş sonrasında güvenlik stratejileri askeri merkezli olmaktan çıkmış ve “yeni güvenlik” kavramı oluşmuştur [1]. Çevresel sorunların ortaya çıkması, iç savaşların yaşanması, kolektif kimliklerin önem kazanması, terörizm gibi küreselleşen dünyanın sorunları güvenlik kavramının farklı bir boyutta ele alınmasını zorunlu kılmıştır [2]. Devletler güvenlik konusunda bireyin yaşamını tehdit edecek her türlü unsuru ortadan kaldırma düşüncesini merkeze almışlardır. Soğuk savaştan sonra ortaya çıkan “yeni güvenlik” algısının düşünsel temelini ortaya atan teori ise diğer tartışmalardan sıyrılıp kendine orta zeminde yer edinmeye çalışan “Kopenhag Okulu”dur. Eleştirel inşacılar olarak da bilinen Kopenhag okulunun temsilcileri olan Buzan, Wæver ve De Wilde güvenlik stratejilerinin askeri odaklı olmasından çok birey odaklı olması gerektiğini öne sürmektedir. Fakat, bireyi ilgilendiren her konunun “güvenlikleştirilmesinin” doğru olmadığını savunmaktadırlar. Bu sebeple, her olayın güvenlik tehdidi olmadığını öne süren Kopenhag Okulu bu tehditlerin neden ortaya çıktığını bulmaya çalışmıştır [3].
Kopenhag Okulu ve Güvenlikleştirme
Kopenhag Okulu “dil” e çok önem vermektedir. Devletler tarafından kullanılan dilin yani söylemlerin güvenlik algılarını etkilediğini öne sürerler. Dolayısıyla, bir unsurun güvenlik tehdidi olarak tanımlanması ve söylemlerin bu yönde gelişmesi karar alıcıların güvenlik algılarını etkilemekte; güvenlik stratejileri bu şekilde inşa edilmektedir [4]. Burada bir sorunun gerçek bir güvenlik tehdidi olup olmadığına bakmanın bir anlamı yoktur. Bu noktada, o sorunun karar vericileri etkileyen politik elitlerin veya onlara yakın grupların o sorunu nasıl tanımladığının önemi ortaya çıkmaktadır.
Bu duruma verilebilecek en güzel örnek: ABD Başkanı G.W. Bush’un 11 Eylül saldırısından sonra yaptığı “Şer Ekseni” konuşmasıdır. Yani, bir sorun siyasi temelde güvenlik tehdidi olarak algılanmışsa bu tehdit devletler için gerçek bir tehdit halini almış demektir. Bu noktada eleştirel inşacılar, güvenlik ikileminin öznel veya objektif olmadığını öne sürerler. Güvenlik algılarını açıklamada bu yaklaşımlar yetersiz olmaktadır. Çünkü: güvenlik algıları bir inşa sürecinde oluşmaktadır [5]. Bu noktada Kopenhag Okulu güvenlik stratejilerinin sadece siyasi elitlerin algıları yoluyla değil bu stratejilerden etkilenen topluluk tarafından da onaylanması gerektiğini öne sürmektedir. Toplum tarafından onaylanmayan güvenlik tehditleri siyasi arenada da vücut bulamayacaktır. Bu nedenledir ki, toplumun onayladığı güvenlik tehditleri meşru hale gelmektedir.
Kopenhag Okuluna göre, devletler meşru bir zemin bulamadan hareket edemeyecekleri için bu bahsedilen inşa süreçleri üç aşamada gerçekleşmektedir. Bunlar; siyaset dışı (non- politicized), siyasi (politicized) ve güvenlikleştirilmiş (securitized) olarak karşımıza çıkmaktadır. Güvenlikleştirme bu üç aşamanın en radikal olanıdır ve siyaset üstü hamleler gerektirmektedir. Güvenlikleştirme konusunda karşılaşılan unsur onu etkileyecek aktörler için bir hayatta kalma meselesi olarak sunulur. Bu meselede hayatta kalmak için silah kullanımına başvurma, hak ve özgürlükleri kısıtlama gibi aşırı önlemleri meşrulaştıran bir güvenlik algısı inşa edilir. Bu yolla devlet veya otorite kendine siyaset-üstü bir alan yaratarak yaptığı eylemleri meşru kılan bir zemin inşa etmektedir [6].
Güvenlikleştirme yapan aktörlerin devlet olduğu zamanlarda rutin işleyişler sekteye uğramaktadır. Kopenhag Okulu, her durumu tehdit olarak algılayacak genişlikte bir güvenlik algısı oluşmasını eleştirmektedir. Bunun için beş temel güvenlik alanı olduğunu öne sürmektedir. Bunlar; askeri, siyasi, ekonomik, çevresel ve toplumsal güvenlik olarak karşımıza çıkmaktadır [7]. Bu alanlar bireylerin hayatının her alanını kapsıyor gibi görünse de Kopenhag Okulu söylem yoluyla inşa edilmeyen bir tehdidin gerçek olmayacağını öne sürmektedir. Ayrıca Kopenhag Okulu, güvenlikleştirmenin olağanüstü bir durum yaratmasından dolayı rutin işleyişin bozulmasına karşı çıkar ve olayların güvenlik-dışı hale getirilerek, demokratik süreçleri aksatmayacak bir şekilde tartışılması gerektiğini öne sürer. Güvenlik kavramının inşa edildiğini iddia eden Kopenhag Okulu, küreselleşen dünyanın getirdiği sorunları da ele almak gerektiğini ve niyet algılamalarının düşünsel boyutu etkileyerek devletler sistemini şekillendirdiğini öne sürerek Uluslararası İlişkiler disiplinine farklı bir bakış açısı kazandırmıştır.
Sonuç Yerine
Tüm zamanlar boyunca kendi güvenliklerini önemsemiş olan devletler soğuk savaşın sona ermesiyle birlikte güvenliklerine önem vermeye devam etmiştir. Fakat, iki kutuptan birinin düşmesiyle küreselleşen dünyada var olan sorunlar güvenlik kapsamına dahil edilerek yeni bir güvenlik algısı inşa edilmiştir. Bu yeni güvenlik algısının temelinde “dil” yatmaktadır. Kullanılan dil pratiğinin devletler sistemine etkisi günümüz uluslararası ilişkilerinde yadsınamaz şekilde görülmektedir. İyi ve kötünün, dost ve düşmanın söylemler üzerinden inşa edildiği günümüz dünyasında devletler güvenlik algılarını gerçek bir temelden çok düşünsel bir temele dayandırmaktadır. Söylemler üzerinden gelişen güvenlik stratejilerinin topluma bir hayat memat meselesi gibi gösterilmesiyle ortaya çıkan anti-demokratik işleyişler devlete meşruluk kazandırmakta ve yetkilerini genişletmektedir. Bu nedenle, güvenlik algılarının çok iyi yönetilmesi ve her konunun güvenlikleştirme kapsamına sokulmaması gerekmektedir. Bu algılar iyi yönetilemezse ve manipülasyonlara açık olursa iç ve dış politikada devletlerin istikrarlı bir barış sürdürmesi mümkün gözükmemektedir. Günümüzde, ABD gibi hegemon güçlerin söylemleri ve yarattığı algılar uluslararası sistemi etkilemekte ve dünyayı kutuplaştırmaya devam etmektedir. Her ne kadar çok kutuplu bir dünyada yaşıyor olsak da bunun gibi algılamalar her an devletlerin dost ve düşman olarak birbirlerini tanımlamalarına ve saldırgan tutum izlemelerine neden olabilecektir. Günümüzde “algı yönetimi” çok önemli bir hale gelmiştir. Unutmayalım ki, bir sorun ancak sorun olarak algılanırsa sorun haline gelir.
[irp posts=”27943″ name=”Barışı ve Güvenliği Koruma: Uluslararası Güvenlik”]
KAYNAK
1- Bilgin, Pınar (2010). “Güvenlik Çalışmalarında Yeni Açılımlar: Yeni Güvenlik Çalışmaları”, Stratejik Araştırmalar, Cilt, 8, No. 14, ss. 30-53.
2- Buzan, Barry, Ole Wæver ve Jaap de Wilde (1998). Security: A New Framework for Analysis. Boulder, Londra: Lynne Rienner Publishers.
3- Ole, Wæver (1995). “Securitization and Desecuritization”, Ronnie Lipschutz (der.), On Security. Columbia: Columbia University Press, ss.46-86.
4- Akgül-Açıkmeşe, Sinem, (2011). “Algı mı, Söylem mi? Kopenhag Okulu ve Yeni Klasik Gerçekçilikte Güvenlik Tehditleri”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 8, Sayı 30, ss. 43-73.
5- McDonald, Matt (2008). “Securitization and the Construction of Security”, European Journal of International Relations, Cilt 14 (4), ss. 563-587.
6-7 Buzan, Barry, Ole Wæver ve Jaap de Wilde (1998). Security: A New Framework for Analysis. Boulder, Londra: Lynne Rienner Publishers.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.