Türkiye’ye Savaş Uçağı Verilmezse Neler Olacak?

ABD’nin Türkiye’yi F-35 projesinden çıkarıp, bu yetmezmiş gibi bir de yeni model F-16 satışı gerçekleştirmek istememesi ve mevcut filodaki uçakları modernize etme konusunda uzak durması, Türk Hava Kuvvetleri’nin mevcut durumu ile ilgili çeşitli sorunları gün yüzüne çıkarıyor.

Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler’in Eurofighter savaş uçakları ile ilgili çalışma olduğunu, Almanya’nın ‘vetosu’ kalkarsa 40 tane Eurofighter uçağı almayı planladıklarını söyledi. Aslında Türkiye’nin Eurofighter Typhoon savaş uçaklarına olan ilgisi ilk olarak Güler’in açıklamasıyla medyaya yansımış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyaretinde yaptığı, “Şansölye Eurofighter konusuna hiç girmedi. Yani ‘veririz vermeyiz’ noktasında yorum yapmadı. Biz zaten cevabımızı açık bir şekilde verdik. Bu uçakları bize verirlerse verirler, vermezlerse çalacağımız kapı mı yok? Çok.” yorumuyla devam etmişti. F-35 projesinden çıkarılan Türkiye, ABD’nin yeni nesil F-16 satışı ve modernizasyonu konusuna uzak durmasıyla arayışını artırdı. Çünkü Türk Hava Kuvvetleri envanterindeki savaş uçakları 40’a yakın F-4 ve 250 kadar F-16’dan oluşuyor. Bu savaş uçakları da bilindiği gibi ABD menşeili. Peki ABD’nin Türkiye’ye karşı süren hasmane tutumu, Türk Hava Kuvvetleri’ni nasıl etkileyecek? Bu yazıda hem bu sorunun cevabını, hem de Türk Hava Kuvvetleri’nin gelecek dönemdeki stratejisini ele alacağım.

Öncelikle ABD’nin satmadığı yeni model F-16 Block 70 savaş uçağını ve uçaklardaki modernizasyonunu basit haliyle anlatacağım. Tek yazıda tüm meseleyi anlayacaksınız.

Hava Kuvvetleri’ndeki Savaş Uçakları Ne Durumda?

1970’li yıllarda ilk kez 40 uçakla Türkiye’nin envanterine giren F-4’ler, uzun bir süre boyunca Türk Hava Kuvvetleri’nin ana muharip gücünü oluşturdu. Ta ki 1987’de F-16’ların Türk Hava Kuvvetleri envanterine girmesine kadar.

Türk Hava Kuvvetleri envanterindeki savaş uçakları 30’a yakın F-4 ve 250 kadar F-16’dan oluşuyor. F-16’lar ise farklı modelleriyle envanterde bulunuyor. İlk olarak F-16’nın Blok 30 modelini envantere dahil eden Türkiye, yıllar geçtikçe daha gelişmiş modellerle muharip gücünü yeni nesil teknolojilerle modernize etti. Şu anda Hava Kuvvetleri’ndeki en gelişmiş varyasyon F-16 Blok 50+’lar. F-16’nın en üst seviye teknolojiye sahip modelleri ise Blok70/72’ler, bilinen adıyla F-16 Viper. Türkiye de işte bu modellere ulaşmak, elindeki F-16 savaş uçaklarını en üst seviyeye çıkarmak istiyor.

Çünkü gelişmiş F-16’lar 4 ve 4+ nesilden oluşabiliyor. Hızları büyük oranda artırılan modeller, her türlü hava koşulunda takip yeteneğiyle donatıldı. Ayrıca en üst model F-16’lar, F-35’lerle aynı radara sahip ve bu nedenle 4+ nesil kategorisinde değerlendirilebiliyor. Fakat F-35’lerin radarlarının görünmezlik ve sensör kabiliyeti, onları 5. nesil içerisine dahil ediyor. Haberlerde duyduğumuz modernizasyon olayını anlamışsınızdır umarım. Şimdi gelelim Türkiye’nin sorununa.

Türkiye’nin Savaş Uçakları Konusunda Stratejisi

F-35 projesine ilk adımı 1999’da atan ve projenin dokuz ortağından biri olan Türkiye, 100 adet savaş uçağı alacağını taahhüt etmişti. İlk olarak 2018’de dört F-35 uçağının mülkiyeti Türkiye’ye verilmiş, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemlerini satın almasını bahane eden ABD, 2021’de Türkiye’yi resmen projeden çıkarmıştı. Bu projeden çıkarılmadan önce Türkiye’nin Hava Kuvvetleri’ne yönelik planlaması şu şekildeydi;

  • Birçok ülkenin envanterden çıkardığı F-4 savaş uçaklarını rafa kaldırmak.
  • Yeni model F-16 Block 70 savaş uçağı satın almak.
  • Envanterdeki F-16’ları modernize etmek.
  • Yeni F-35’lerle hava kuvvetlerinde en üst nesil savaş uçaklarına sahip olmak.

Ancak F-35 projesinden çıkarılınca 5. nesil savaş uçağı arayışına giren Türkiye, bu arayış konusunda ciddi adım atamadan, ABD’nin F-16 konusunda da sessiz kalmasıyla tamamen ‘ters köşe’ oldu. Belki de F-35 programından çıkarılmaktan daha kötü bir durum yaşandı.

Çünkü yeni model F-16’ların kullanım ömrü 2060’lı yıllara kadar çıkartıldı. Yani bu süre zarfında Türkiye 5. ve 6. nesil savaş uçakları konusunda çalışmalar yürütebilirdi. ABD hem yeni uçak satmıyor hem de mevcut uçaklara modernizasyon desteği vermiyor. Bunun üzerine Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Ziya Cemal Kadıoğlu 2023 yılı Ekim ayında Pakistan’da Çin yapımı J-10 savaş uçağını incelemişti. Eski Birleşik Krallık Savunma Bakanı Ben Wallace ise Eurofighter savaş uçaklarının satışı konusunda sık sık Türkiye’ye gelmişti. Türkiye’nin şu anda yeni uçak almak istemesinin en büyük nedeni, mevcut F-16’ların modernizasyonunu yapamaması ve teknolojide geri kalma korkusu. Yani Türkiye, milli savaş uçakları HÜRJET ve KAAN’ın envantere girmesine kadarki süreçte ara formül arayışında.

Yeni uçak alımından ziyade mevcut savaş uçaklarının modernizasyonunun daha önemli olduğunu vurgulayan Emekli Hava Pilot Tümgeneral Beyazıt Karataş, “Türkiye’nin Yunanistan veya başka ülkeyle silahlanma yarışına girmesine gerek yok. İlave uçağa da ihtiyaç yok. Ama modernizasyona gelince; olması uygun olur. Uçakların modernizasyonu kitleri ABD’den satın alınsa da Türkiye’de yapılacak. Modernizasyon her zaman bir ihtiyaç ama ilave uçak olsa da olur, olmasa da olur. Mevcut sayı, yeni uçak almayı gerektirmiyor” yorumunu yapıyor.

Türkiye şu anda F-16’nın en eski modeli Block 30’ları “ÖZGÜR” projesiyle modernize edebiliyor. Geliştirilen milli teknolojilerle Block40 ve Block50’lere de “ÖZGÜR-2” projesiyle modernize etmek için imzalar atıldı. Tabi ki bu proje de uzun bir zaman diliminde tamamlanacak.

Türk Havacılık ve Uzay Sanayii AŞ (TUSAŞ) CEO’su Temel Kotil’e göre her şey planlandığı gibi giderse her yıl ortalama 24 uçak üretilecek ve 5. nesil savaş uçaklarının Türk Hava Kuvvetleri’ndeki mevcut filonun yerini alması 2040’ı bulacak.

Kısa Vadede Riskli Olan Süreç Türkiye’yi ‘Ev Sahibi’ Yapabilir

Özetle ABD’nin Türkiye’ye hem savaş uçağı vermemesi hem de modernizasyon konusunda adım atmaması kısa ve orta vadede Türkiye’yi büyük bir zorluğun içerisinde bırakacak. Bu süreçte olası bir savaş durumu oluşması halinde sürdürülebilirlik açısından Hava Kuvvetlerimizin eksik bir operasyonel kabiliyet gösterebileceği düşünülebilir. Bu durum da büyük risk taşımaktadır.

Türkiye’nin F-16’lara alternatif ya da filoya katkı sağlamak amacıyla sürdürdüğü yeni savaş uçağı konusundaki diplomasinin nerede son bulacağı merak konusu. Proje mülkiyetinin %33’ü İngiltere, %33’ü Almanya, %21’i İtalya ve %13’ü İspanya olan Eurofighter savaş uçaklarının, Almanya vetosu kalktığında Türk Hava Kuvvetleri’ne dahil edilecek öncelikli savaş uçağı olacağını söylemek mümkün. Ancak ABD ile yürütülen diplomasi trafiği konusunda başarısız olan Türkiye’nin, bu sürecin sonunda “kötü ev sahibi, kiracıyı ev sahibi yapar” atasözündeki gibi yerli ve dışa bağımlı olmadan milli bir filo oluşturacak gibi duruyor.

BAYDNO, bu yazıyı 11 Aralık’ta Bundle’da yayınladı.

Stratejik Ortak Dergisi’nin 4. Sayısı Ön Satışta!

0

Stratejik Ortak’ın yıllık olarak sınırlı sayıda çıkarılan 4. sayı dergisinin ön satışı başladı. Bu yıl derginin yanında 16 Büyük Türk İmparatorluğu’nun bayraklarının yer aldığı poster hediye! Ayrıca ön sipariş süresince dergiyi sipariş veren okuyucularımıza, Stratejik Ortak’ın önceki üç sayısının e-dergi (PDF) versiyonları da ücretsiz okumaya açılıyor.


6 yazı, 5 röportaj ve 8 stratejik bilginin yer aldığı dergimizde, artık Stratejik Ortak klasiği haline gelen o yılda yaşanan önemli haber ve olayların anlatıldığı gelişme arşivi yer alıyor.

Gazeteci yazar Banu Avar ile Türkiye’nin yakın dönem dış politikası, NATO üyeliği ve 2023’te yaşanan olayları, Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı Dmitry Polyanskiy ile Ukrayna Savaşı sonrası Rusya’nın dış politikasını, Filistin’in Macaristan Büyükelçisi Fadi Elhusseini ile Gazze’de son yaşananlar ve Filistin-Türkiye ilişkilerini, emekli Kurmay Albay Ünal Atabay ile mesleki röportaj gerçekleştirdik. Bu yıl ilk kez Mavi Savunma iş birliği ile Türk savunma sanayiisine ait 10 önemli gelişmeyi hazırladık. Öte yandan beş Stratejik Ortak yazarımız ve editörlerimiz analiz ve yazılarıyla dergiye katkı sağladı.

6 yazı, 5 röportaj, 8 stratejik bilgi ve 2023’te yaşanan gelişmeler arşivi!

Stratejik Ortak Dergisi 4. Sayı İçeriği

Yazılar:

  • Dağlık Karabağ: Zafere Giden Yolda – Gamze Kolivar
  • Ukrayna-Rusya Savaşı İle Birlikte Almanya ve Japonya’nın Yeniden Silahlanması – Eren Yiğitoğlu
  • Doğu-Batı Arasındaki Türkiye: Çok Kutuplu Dünyaya Doğru – Muzaffer Çitçi
  • ChatGPT’nin Yükselişi: Beşinci Sanayi Devriminde Yapay Zekanın Rolü – Yunus Emre Şahin
  • Ulus Devletleri Tehdit Eden En Büyük Sorun: Göç – Büşra Kaya

Stratejik Bilgiler

  • Türkiye’nin Bilinmeyen Cevheri Toryum Madeni
  • BRICS ile G7 Ülkelerinin Dünya Ekonomisine Katkısı
  • Türkiye’nin Bypass Edildiği, Batı’nın Çin’e Karşı Ekonomik Koridoru: IMEC
  • Dünya Nüfusunun Güncel Değişimi ve Azalan Nüfus Tehlikesi
  • El Hol Kampı: Türkiye’nin Yanı Başındaki “IŞİD Yuvası”
  • Ukrayna’da Son Durum ve En Çok Yardımda Bulunan Ülkeler – İnfografik
  • Arap Ülkelerinin Avrupa’da Satın Aldığı Spor Kulüpleri  – İnfografik
  • Dünyada En Fazla Silah İthal Eden 10 Ülke – İnfografik

Gözden Kaçan Arşiv Çalışmaları

  • Türk Savunma Sanayii’nde Yılın En Büyük 10 Haberi – Mertcan Topaloğlu
  • 2023’te Yaşanan 23 Önemli Gelişme – BAYDNO

Röportajlar

  • Gazeteci & Yazar Banu Avar – Türk dış politikası, Nato üyeliği ve 2023’te yaşanan olaylar
  • Rusya’nın Birleşmiş Milletler Daimi Temsilci Yardımcısı Dmitry Polyanskiy – Rusya dış politikası ve Ukrayna Savaşı
  • Filistin’in Macaristan Büyükelçisi Fadi Elhusseini – Gazze’de son yaşananlar ve Filistin-Türkiye ilişkileri
  • E. Kurmay Albay Ünal Atabay – Albaylığa kadar olan süreç ile ilgili mesleki röportaj
  • Havacılık Gazetecisi Tolgaz Özbek – Türk Hava Kuvvetleri’nin envanteri

Dergi ile birlikte hediye ettiğimiz 70 cm x 50 cm poster:

Dergi ile ilgili merak edilenler:

  • Ön satış ne demek?

Stratejik Ortak dergisi yıllık tek sayı olarak sınırlı sayıda basılmaktadır. Ön satış ile hem daha uygun fiyata dergiyi satın alır hem de öncelikli gönderim sırasına erişirsiniz. Dergi 11 Aralık’tan itibaren gönderilmeye başlandığında ilk size ulaşır.

  • Dergi ne zaman elime ulaşacak?

Özel sayı dergimiz, sipariş verirken doldurduğunuz formdaki adresinize 11-24 Aralık tarihleri arasında MNG Kargo ile teslim edilecektir.

  • Ödeme güvenli mi?

Çalıştığımız ödeme kuruluşu Shopier, en güvenli ödeme sertifikasına sahip 256 bit SSL seçeneğiyle yüksek güvenlik sağlar.

Önceki üç sayının e-dergi (PDF) versiyonlarına nasıl ulaşabilirim?

Bu yıl önceki üç sayının e-dergi (PDF) versiyonlarını da okuyucularımıza ücretsiz hediye ediyoruz. Derginin PDF versiyonlarına, 4. sayı dergi elinize ulaştığında arka sayfadaki QR kodları okutarak ulaşabileceksiniz.

Bize ulaşın

Dergi siparişi verdikten sonra herhangi bir sorun yaşarsanız bize dergi[@]stratejikortak.com mail adresinden ulaşabilirsiniz.

İsrail’den ‘nükleer silah’ çıkışı: Hamas militanlarının üzerinde tespit edildi

İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, İsrail-Hamas çatışmasına ilişkin SkyNews’e çarpıcı açıklamalarda bulundu.

sirenhaber.com‘un aktardığına göre, İsrail Cumhurbaşkanı Isaac Herzog, İsrail’in Kibbutz Be’eri bölgesine girerek etkisiz hale getirilen Hamas üyelerinin üzerinde kimyasal silah yapımına ilişkin materyaller bulunduğunu söyledi.

İsrail güçlerinin bu materyalleri, Kibbutz Be’eri’deki ölü Hamas üyelerinin cesetleri üzerinde bulduklarını kaydeden Herzog, “Bu El Kaide materyali. IŞİD, El Kaide ve Hamas ile karşı karşıyayız. Siyanürle bir tür profesyonel olmayan kimyasal silahın nasıl üretileceği ve nasıl kullanılacağına dair verilen talimatlara baktığımızda durum bu kadar şok edici” diye konuştu.

Hamas’ın “Aksa Tufanı” saldırısı nedeniyle birçok İsraillinin neden kızgın olduğunu ve hükümet ve güvenlik güçleri tarafından hayal kırıklığına uğratıldıklarını düşündüklerini anlayıp anlamadığı sorulduğunda Herzog, “İnsanlar çok, çok sinirli ve açıkça çok kızgın ve haklı olarak da öyle. Şimdi savaştayız, çünkü üstesinden gelmek zorundayız, halkımızı savunmak ve gerçekliği değiştirmek zorundayız, tüm bunlarla savaştan sonra ilgileneceğiz” dedi.

“HAMAS’I ORTADAN KALDIRMAKTAN BAŞKA SEÇENEK YOK”

İsrail’in Gazze’yi bombalamasının siviller üzerinde orantısız bir etkisi olduğu yönündeki suçlamaları reddeden ve İsrail’in Hamas’ı “ortadan kaldırmaktan başka seçeneği olmadığını” savunan Herzog, şunları kaydetti:

“Bu doğru değil. Bizim gerçekçi hedeflerimiz var. Hamas’ın askeri altyapısını yok etmek istediğimizi söylüyoruz. Bunu açıkça söyledik. İhtiyatlı davranıyoruz. Şimdiden iki hafta geçti ve ihtiyatlı olduğumuz için sahada operasyon yapmadık. Filistinlilerin hayatı için ağlıyorum ama her şeyden önce milletimin hayatı için ağlıyorum.”

Gazze’de insani bir acil durum olduğuna yönelik açıklamalara tepki gösteren Herzog, “Sorun, altyapının bir kısmının, yardımların bir kısmının Hamas tarafından kaçırılmış olması. İsrail’i suçlamak çok kolay” ifadelerini kulllandı.

“ÜLKEM KAN AĞLARKEN İKİ DEVLETLİ ÇÖZÜMÜ KONUŞAMAM”

İsrail’in hedeflerine ulaşması ve Hamas’ı yok etmesi halinde Gazze’ye ne olacağı sorusuna Herzog, bunun Benjamin Netanyahu’nun vereceği bir karar olduğunu söyleyerek, “Gerçeklik paramparça oldu. İnsanlar kendilerine derin sorular soruyor. Bu mümkün mü? Çocuklarımın kafasını kesmek isteyen bir komşuyla barış yapabilir miyim? Bu mümkün mü?” diye konuştu.

Herzog, “Ülkem kan ağlarken, acı ve ıstırap içindeyken bu konuya (iki devletli çözüm) giremem. Her zaman ne tür bir vizyon yaratabileceğimizi düşünüyorum. İsrail’in bölgeye dahil edilmesine inanıyorum. Bu sürecin bir parçası olarak Filistinlilerle daha ileri bir yaşam kurmanın bir yolunu bulmalıyız, ancak bunu onlar modern zamanların en korkunç terör saldırısında binlerce İsraillinin öldürülmesini kutlarken yapmamalıyız” dedi.

Kerkük’te KDP ile Bina Gerginliği: Neler Oluyor?

Irak’ta IŞİD’in ortaya çıkması sonrası Musul’u bir günde terk eden Irak ordusu, Kerkük’teki üsleri de boşaltmış, bu üslere ise Peşmerge yerleşmişti. Üç yıl boyunca da kentin kontrolü Peşmerge’de kalmıştı. O dönemi çok iyi hatırlıyorum. Irak’taki otorite boşluğunu fırsat bilen PKK nasıl ki Sincar bölgesine yerleştiyse, ileriye oluşturduğu savunma hattını da sınırlarına dahil etmeyi hedefleyen peşmerge de aynı şeyi yaptı.

IŞİD’i fırsat bilip Kerkük’ü ele geçiren ve daha sonra Kerkük’ü IKBY sınırlarına dahil edip (25 Eylül 2017) bağımsızlık referandumu düzenleyen Barzani yönetimi, 20 gün sonra Irak ordusunun operasyonuyla şehirden çıkarılmıştı. Bu yaşanırken Kerkük’teki KDP binası da Irak ordusunun Kerkük Operasyon merkezi olmuştu. Aslında şu an Kerkük’te yaşanan olayların nedeni de bu; Irak Başbakanı Sudani, Kerkük’teki eski KDP binasını IKBY’ye devretme kararı aldı. Bunun üzerine Türkmenler ve Sünni Arap aşiretler, Kerkük-Erbil yolunu kapatarak tepki gösterirken, karşı gösteride de Barzani destekçisi Kürt gruplar vardı. Bu olaylarda da 3 kişi ölmüş, Irak ordusu olaylara müdahale etmiş, olaylar daha da büyüyünce Kerkük Valisi Cuburi, kararının ertelendiğini ve göstericilerin protestolarına son verildiğini duyurdu. Yani olay şu anlık Türkmenlerin de istediği şekilde sonlandı.

Eski Irak Türkmen Cephesi lideri Erşat Salihi’nin, Türk medyasının Kerkük’te yaşananları ele almadığını öne sürerek çektiği video sonrası genelin dikkati bu yöne kesildi. Şimdi size asıl mevzuyu özetleyeyim.

Hem Irak’ta hem de Türkiye’de olaylara mezhep gözüyle bakıyorlar. Şii Türkmenlerin çok büyük kısmı Haşdi Şabi içerisinde. Sünniler arasında IKBY’de olan da var ama Kerkük çevresinde olanlar Barzani’ye karşı. Şu soru soruluyor: Türkiye, Şii Haşdi Şabi’nin kontrolündeki Kerkük’ü mü ister yoksa Sünni Barzani kontrolündeki Kerkük’ü mü? Bu o kadar haince bir soru ki…

Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu ve gerçekten sabıkalı geçmişe sahip olan Haşdi Şabi tehlikeli ancak örgüt resmen Irak ordusuna bağlı bir yapı. Hatta Musul’da Türkiye’nin eğittiği Ninova Muhafızları bile Haşdi Şabi’ye bağlı. Bu konuda yapacak bir şey yok. Peşmerge ise Irak’ın kuzeyinde Türk askeri ile yakın temasta ve PKK’ya karşı güçlü bir seçenek. Düşman değil. Ama aynı Peşmerge’nin 6 yıl önce Kerkük’te yaptığı da ortada. İş birlikleri lokal yapılırsa daha gerçekçi olacaktır. Özetle; Irak’ın çoğunluğu da siyaseti de İran etkisinde ve bununla mücadele yöntemi Barzani’ye Kerkük’ü hediye etmek olamaz. Hükümetin geçmiş döneme dair en büyük yanılgısı bu olmuştu.

4 Eylül 2023’te yayınlandı.

YPG’nin Korktuğu Başına Geldi: “Arap İsyanı”

Amerikan düşünce kuruluşları, ABD’nin neredeyse tamamı Araplardan oluşan Deyri Zor bölgesindeki yapılanmayı YPG’den ayrı olarak farklı kurgulaması gerektiğini yazmıştı. Şimdi ise bölgede YPG’ye karşı Arap isyanı başladı. Olayı daha net anlayın diye kısa bir bilgilendirme yapayım.

Terör örgütü, 3 milyon insanın yaşadığı çok geniş bir coğrafyayı kontrol ediyor. Büyük çoğunluğu sınır hattının çok ötesinde, Rakka ve Deyri Zor gibi Kürt nüfusun hiç olmadığı, Suriye’nin petrol yerleşimleri olarak bilinen, ABD desteğiyle IŞİD’den alınan bölgeler. Genel olarak YPG kontrolündeki bölgede Kürt nüfus (hepsi YPG destekçisi olmasa da) yüzde 20, Arap nüfus ise yüzde 75 civarında. Kontrol altındaki bölgelerde yerel “askeri meclisler” var. En güçlü meclis ise Arap meclisi olan Deyri Zor. Arap bölgesindeki meclis Araplardan oluşuyor mesela ama YPG’ye hesap veriyor. Daha önce kendisine tehdit gördüğü için Rakka’daki Arap lideri tutuklayan YPG, geçtiğimiz günlerde (ABD’nin bölgeyi YPG’den çıkarıp Araplara vereceği dedikoduları üzerine) Deyri Zor’un Arap Meclis Başkanı’nı “toplantı var” diyerek çağırıp hapse attı.

Arap aşiretlerin arasında rekabet oluşturup birleşmesini engellemeyi en büyük hedef gören YPG, bu Arap aşiretlerin birleşmesini veya isyanını en büyük korku olarak yaşıyor. Şu anda olan bu.

Çok hızlı bir şekilde Deyri Zor’daki çok önemli noktaları ele geçiren Arap aşiretler, Amerikan ordusu tarafından donatılan ve eğitilen YPG’nin ABD’nin hava desteği olmadan bir hiç olduğunu da göstermiş oldu. Asıl olay ise Suriye’nin güneyinde bunlar yaşanırken, daha önce YPG’den kaçıp Türkiye’nin oluşturduğu güvenli bölgelere gelen binlerce Deyri Zor’lu aşiret üyesinin, Türkiye’nin ve SMO’nun desteği olmadan YPG ve rejimden üç saatte dört köyü alması. Ama her zamanki gibi Rus savaş uçakları hava saldırılarıyla bunu engelledi ve Araplar dört köyden çekilmek zorunda kaldı.

Arap isyanı büyür mü yoksa anlaşma mı olur takip ediyorum. ABD’nin YPG’ye hava desteği sunmaması, Arap aşiretlere verdiği kıymeti gösteriyor. Türkiye, krizi kendi lehine çevirebilirse muazzam şeyler olur ama şu an için erken.

Macaristan ve Türkiye Örneği: “En Az 3 Çocuk Gerçeği”

Macaristan’ın milliyetçi kimine göre de “ırkçı” Başbakanı Viktor Orban, 2019’da dört ya da daha fazla çocuğu olan annelerin ömür boyu gelir vergisinden muaf tutulacağını açıklamıştı. Üç çocuğu olan çiftlere ise faizsiz 36 bin dolar kredi verileceğini belirtmişti. Bu açıklamayı yaparken de bu adımla birlikte ülkesinin gelecekte göçmenlere bağlı kalmayacağını savunmuştu. Avrupa’nın çok düşük doğum oranları ve artan yaşlı nüfusları, gelecekleri açısından feci sonuçlara gebe. Bunu birçok kez yazmıştım. Biliyorsunuz, Avrupa bununla başa çıkamadığı için geleceğini göçmen nüfusu üzerine kurar hale geldi. Nüfus ne kadar azalırsa, gelecek de o derece kararıyor. İş gücü, demografi, ekonomi ve ülke menfaatleri tamamen bununla paralel ilerliyor.

Macar lider o kadar ince düşünmüş ki 7 koltuklu araba alanlara bile teşvik öngörülmüştü. Macar lidere ne derseniz deyin, ülkesinin geleceği için önemli bir adım peşinde. Şimdi gelelim memlekete yani Türkiye’ye.

Türkiye’de doğum oranları hızla düşüyor. Toplam doğurganlık hızı, 2001 yılında 2,38 #çocuk iken 2022 yılında 1,62 çocuk olarak gerçekleşti. Doğumlarını 2001 yılında gerçekleştiren annelerin ortalama yaşı 26,7 iken 2022 yılında 29,2 oldu. Yıl bazında nüfus artışına bakıldığında ise nüfus artış hızımız 2021’de 1,3, 2022’de ise 0,7. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yıllar önce Başbakan iken söylediği ve dalga konusu haline gelen “en az 3 çocuk” söylemi çok ama çok doğruydu. Nüfus bir ülkenin en önemli gücü ama şu an bu imkansız. Yeni evli çiftlerde kadınlar çalışmak zorunda. Hatta bu zorunluluk çocuk arası veremeyecek hale geldi. Yüz binlerce çift çocuk planı yaparken çocuk sonrası giderleri, çocuk masraflarını, anne çalışınca çocuğa kim bakacak sorunsalını veya çocuk kreş masraflarını düşünüyor. Bunlar olduğu için de anne olma yaşı artıyor, çocuk sayıları azalıyor. Bu sorunlar çiftlerin meselesi gibi gözükürken, aslında makro bakıldığında memleket meselesi olduğu anlaşılıyor.

İşin en kötüsünü söyleyeyim mi? Suriye’deki Suriyelilerin doğum oranı 3,5 iken bizim ülkemizdeki Suriyelilerin doğum oranı 5,3. Yani Türklere göre 2 kat fazla. Tehlikelinin farkında mısınız?

31 Ağustos 2023’te yayınlandı.

Irak Neden Türkiye’ye Ceza Ödetmek İstiyor?

Uluslararası Tahkim Mahkemesi, 2014-2018’teki petrol akışı nedeniyle Irak’ın 30 milyar dolar tazminat talebini reddetse de Türkiye’yi 1.4 milyar dolar cezaya çarptırdı. Bu rakam, Türkiye’nin ödediği ancak ABD’nin gasp ettiği F-35 uçaklarının bedeli kadar. Bu cezanın geçmişi de 2014’te Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) ile Türkiye arasında imzalanan anlaşmaya dayanıyor.

IŞİD’in bir günde Irak’ın en büyük ikinci vilayeti Musul’u ele geçirmesi ve Irak ordusunun paramparça olduğu 2013 yılında, müthiş bir IŞİD korkusu oluşmuştu. Dağılan ordunun ardından teröristler nereye saldırsa ele geçiriyor, sözde hilafetin etkisiyle gücüne güç katıyordu. 2014’e gelindiğinde ise IKBY’ye bağlı Peşmerge ve Amerikan askerleri, teröristleri Kerkük yakınlarında püskürtmüştü. Bunun özgüveniyle Bağdat hükümetini tanımamaya başlayan IKBY, Irak’ın en büyük ham petrol boru hattı olan Kerkük-Ceyhan boru hattındaki petrolün Türkiye üzerinden satışı konusunda merkezi hükümeti saf dışı bıraktı. Çünkü hattın kontrolü IKBY’ye geçmişti. Türkiye, dağılan ordu ve devlet yapısı nedeniyle kendisine muhatap bulamadığı için bu anlaşmayı kabul etse de bu resmiyette hataydı. IKBY’nin kazandığı petrol parasının bedelini Türkiye’ye ödetmeye çalışan Irak hükümeti ise dört yıllık petrol zararı bahanesiyle Türkiye’den 30 milyar dolar talep etmişti.

Bu kötü niyet sonrası 25 Mart’ta Türkiye (depremi öne sürerek), boru hattındaki mevcut petrol akışını durdurdu. Iraklı petrol bakanı ise geçtiğimiz günlerde “Türkiye’den 1.5 milyar dolar ceza bedelini ödemesini beklerken, 5 ayda bu bedelin 2 katını kaybettik” açıklamasında bulundu. Türkiye bu cezayı ödememek için direniyor.

Türkiye’nin en fazla ihracat yaptığı üçüncü ülke olan Irak, belki de en sağlıklı ticaretini Türkiye ile gerçekleştiriyor. Ama İran’ın etkisindeki Irak, her alanda Türkiye’ye karşı cephe oluşturuyor. Hakan Fidan’ın Irak ziyaretinde ise PKK, su ve petrol sorunu masadaydı. Anlaşma olmadı ama Irak’ın daha gerçekçi bir zeminde Türkiye ile anlaşması şart. Bugün petrol sorununu yazdım ama PKK sorunu da ortada ve çözümden uzak.

26 Ağustos 2023’te yayınlandı.

Prigojin: Putin’e İsyanın Bedeli (!)

Rus haber ajansı TASS’ın son dakika olarak servis ettiği habere göre Tver’de düşen özel jette, Wagner’in kurucusu Yevgeniy Prigojin de Wagner’in üst düzey yöneticisi de öldü. Prigojin’in ölmediğini, farklı bir uçakta olduğunu iddia edenler de var ancak önemli kaynaklar öldüğünü teyit ediyor. Aynı zamanda uçağın teknik arıza ile düştüğünü söyleyen de füze ile düşürüldüğünü iddia eden de Rus kaynaklar var. Uçak kazasının medyaya yansıdığı sırada Putin’in de bir kutlamadaki güler yüzü dikkat çekti.

Daha iki gün önce Afrika’da (hangi ülke olduğu belli değil) Wagner saflarına katılması için Ruslara çağrı yapan Wagner’in kurucusu Prigojin, Rusya’da iki ay önce orduya karşı isyan hareketi başlatmıştı. Belarus’a giden ve Wagner’in Afrika ağırlıklı faaliyet yürüteceği konuşulmuştu. Putin ile anlaştığı medyaya yansımış ama bunun içeriği de merak konusuydu. Putin’in bu isyanı sindirmesi zaten şaşırtıyordu ki öyle de oldu. Şu da bir gerçek; şu anki tabloya göre Prigojin ve en yakınındaki isim öldürüldü ya da ölüm süsü verilerek ortadan kaldırıldı.

Bir gazetecinin Putin’e yönelttiği “Affetmek mümkün müdür sizin için?” sorusuna Putin’in verdiği cevap akıllara geldi: “Affetmek mümkün ama her şeyi değil. İhaneti affedemem”

Konudan bağımsız ama Wagner’in üst düzey iki isminin ortadan kaldırılmasının Afrika, Ukrayna, Libya ve Suriye’ye de yansımaları olacaktır ve Türkiye açısından olumlu sonuçlanabilir. Ben kendi çıkarımıza odaklanıp özellikle Wagner’in Afrika’daki faaliyetlerini ve Prigojin’in akıbetini takip edeceğim.

23 Ağustos 2023’te yayınlandı.

İngiltere’nin Göçmenlere Özel “Yüzen Hapishanesinin” Maliyeti

İngiltere, 7 Ağustos’tan itibaren kaçak göçmenleri topraklarında ağırlamak yerine kiraladığı devasa gemide barındırıyor. Şu anda hastanede virüs olsa da bu konuda kararlı. İşlemlerin devamına kadar burada kalacak olan yüzlerce göçmen, ilk etapta kalmayı da reddetmişti ancak barınma desteğinin kaldırılma tehdidi sonrası sesler kesildi. İlk etapta “bu bir insanlık suçu” yaygarası koparıldı ancak İngiliz hükümeti geri adım atmıyor. Çünkü İngiltere Başbakanı Rishi Sunak, “Ülkenin her yerinde otellerdeki yasa dışı göçmenlerin barınması için İngiliz vergi mükelleflerinin cebinden günlük 5-6 milyon sterlin çıkıyor.” diyor. Peki bu geminin maliyeti nedir?

İngilizler soruna çözüm amacıyla önce Arnavutluk’la anlaştı ve topraklarına gelen kaçak Arnavutluk vatandaşlarını adam başı 1500 sterlin ödeyerek ülkelerine geri gönderdi. Ruanda ile de anlaşma yaparak kaçakları Afrika’ya gönderme konusunda uzlaşıldı. Bu, hukuki sorun nedeniyle henüz uygulamaya geçmedi. Sonrasında geçen hafta Türkiye ile “insan kaçakçılığını önleme” konusunda imzaların atıldığı belirtildi.

Her alanda soruna çözüm arayan İngiliz hükümetinin en radikal kararları ise bu gemi konusu ve ülkedeki askeri arazilere kurulacak çadırlara göçmenlerin yerleştirilmesi. Gemi mevzusunun önemli yanı; göçmenleri caydırmak ve hukuki süreci toprakları dışında hızla çözüme kavuşturmak. Ülke genelinde 51 bin sığınmacı otellerde ve günlük maliyet 6 milyon sterlin. Ama sadece 500 göçmenin konaklaması için planlanan geminin maliyeti POLITICO’ya göre yıllık 2.3 milyar sterlin. Bu rakam doğruysa, 500 kişinin gemide kalma maliyeti 51 bin kişinin otelde konaklamasıyla aynı maliyette. Ama İngilizler kötü ekonomilerine rağmen neden bu konuda kesenin ağzını açtı? Çünkü kaçak göçmenlerin yerel halk üzerindeki baskısı ve ülke içerisine sızmasıyla oluşacak demografik ve sosyokültürel sorunların farkındalar. Daha önce de dedim; “Ekonomi bir şekilde düzelir ama demografi bozulursa dönüşü olmaz”

Sizce İngilizler neden işi gücü bırakmış göçmenlerle uğraşıyor? Irkçı oldukları için mi yoksa devletin ve milletin akıbeti için mi?

Filistin ile İsrail Savaşı Başladı: “Yakın Tarihin En Büyük Saldırısı”

Hamas’ın sabah saatlerinde başlattığı, adını “Aksa Tufanı” olarak duyurduğu operasyon, son dönemin en etkili saldırılarından biri olarak tarihe geçti. Gece İsrail’e yönelik başlayan roket saldırıları, sabah saatlerinde Gazze Şeridi’nden İsrail’e yönelik başlayan sızma ile devam etti. Öyle 10-15 militanla değil, büyük silahlı gruplarla gerçekleşen sızmada, dünyanın en gelişmiş tankı olarak gösterilen İsrail’e ait Merkava4 tankları imha edildi.

Çok kısa sürede İsrail’in içlerine kadar ilerleyen Filistinli gruplar, birçok İsrailli askeri öldürüp rehin aldı. Görüntülerde İsrailli sivilleri de öldüren Filistinli grupların sivil ve asker esirleri Gazze’ye kaçırdığı görüldü. Gazze bölgesinden sorumlu olduğu iddia edilen bir İsrailli general öldürülürken, bir general de esir alınan askerler arasında. “Neden Filistinliler İsraillileri esir alıyor?” sorusuna kısa bir cevap vereyim. Çünkü her esir, Filistin için İsrail karşısında bir koz olacak. Esirleri Gazze’nin farklı noktalarındaki askeri birliklere götürerek İsrail’in hava saldırılarında, İsrail’i kendi silahıyla vuracak.

Onlarca üst düzey İsrailli asker ve sivili rehin alan Filistinli gruplar, ilk kez bu denli başarıya ulaştı. İsrail şok içerisinde ve karşı saldırısı çok gecikti. İsrail hükümet yetkilileri, İsrail istihbaratının Hamas’ın bu büyük çaptaki ve iyi koordine edilmiş saldırılarını göremediği için soruşturma başlattığını söyledi. Yani İsrail de şok içerisinde. İsrail, topyekün savaş ilan etti. Siyasi çalkantılı İsrail gündemi, tek yürek halinde kenetlenmiş durumda. Çünkü saldırı İsrail’de Şabat ve Simha Tora bayramları sırasında gerçekleşti.

Şimdi şöyle bir gerçek var. Sivil katliamı, dini günlerde saldırı ve ibadet yerlerinin bombalanması kültürü, İsrail ile birlikte bölgeye gelmiş bir acımasızlık. Bu konuda Filistinli gruplarla İsrail ordusu arasında fark görmek doğru olmaz. Ama İsrail gibi saldırmak da artık Filistin’i eski Filistin yapmaz. Uluslararası toplum açısından da gerçekçi olmak lazım. Tek dileğim, “itidal çağrısında” bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İsrail’e karşı tekrar sert açıklama salvosuna girmemesi.

Savunma Sanayii Başkan Yardımcısı Prof.Dr Hakan Karataş İle Röportaj

Savunma Sanayii Başkanlığı Başkan Yardımcısı Prof.Dr Hakan Karataş, Teknofest Ankara’da Mavi Savunma’nın sorularını cevapladı.

Geçtiğimiz dönemde ASELSAN Kurumsal Yönetim Genel Müdür Yardımcılığı görevini yürüten Prof.Dr Hakan Karataş, son olarak ”Kurumsal Gelişim ve Değerler” kapsamında Savunma Sanayii Başkan Yardımcılığı görevine atanmıştı.

Türkiye Savunma Sanayii Öncülüğünde Dipden Gelen Dalgaya Hazırdı

”Söz ettiğimiz dip dalga 2018 yılında Türkiye’nin TEKNOFEST platformunu tanımasıyla başladı. Türkiye, devletin verdiği destekler ile gençlerimize yapılan teşvik ve yönlendirmeler sayesinde bu dip dalgaya hazırdı”

Teknofest

Dünyada TEKNOFEST Gibi Bir Platform Yok

”Dünyada, torundan dedeye kadar aynı alanda bu denli vakit geçirdikleri böyle bir platform bulunmamakta. Genelde çocuklar ve yetişkinlerin vakit geçirdiği bu tip platformlar ayrıdır. Bu sayede TEKNOFEST ile birlikte tüm toplum bundan etkileniyor ve Türkiye’nin de buna ihtiyacı var.”

Vizyoner Genç Neden Önemli Bir Platform ?

”Gençlerimiz, görev aldıkları bütün yarışmalar ile birlikte TEKNOFEST içerisinde savunma sanayiini keşfettiler. Buralarda, gerektiği zaman danışmanlık da yapan mühendislerimiz ile birlikte çalışıyorlar. Özellikle lise ve üniversite çağındaki gençlerimiz kapsamında Vizyoner Genç platformu, savunma sanayii ile gençler arasında önemli bir köprü görevi görüyor. Bu platformda yaklaşık 250 bin üye bulunmakta. Bu platformda öğrencilerimize staj ve iş imkanları sunuyoruz. Bizim burada en temel hedefimiz Türkiye’nin gelecekteki en iyi mühendislerini savunma sanayiine kazandırmak.”

Genç Yetenek Programları

”Dünyada pandemiden sonra iki yeni savaş başladı. Bunlardan biri tedarik savaşları, diğeri ise yetenek savaşları. Şirketlerimiz de bu bilinç ile birlikte lise çağından üniversiteye kadar öğrencilerimizi bu programlara katmaya çalışıyorlar. Bu programlar sayesinde öğrencilerimiz, firmalarımızda bir projede çalışıyorlar.”

 

Kaynak: Mavi Savunma

Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile Küreselleşme ve Ulus Devletler  Üzerine Röportaj

Üsküdar Üniversitesi’nden Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan ile küreselleşme ve ulus devletler üzerine konuştuk. Sorularımıza verdiği samimi yanıtları için kendisine teşekkür ediyoruz. Keyifli okumalar dileriz.

Küreselleşen dünyada artık sınırların zorlandığını görüyoruz hocam. Buna tepki olarak da totaliter sistemler ve “seçilmiş krallar”ın yükselişte olduğunu anlıyoruz. Ülke halkları ne istiyor? Neden bu sistemler yükselişte?

İçinde yaşadığımız zamanın ruhu “belirsizlik ve güvensizlik” üzerine bina edilmiş görünüyor ve  temel sorun da bu. Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde nefes alma, beslenme, boşaltım sistemi vs. gibi fizyolojik ihtiyaçların hemen sonrasında güvenlik ihtiyacının olduğunu görürüz.

Demokrasi, insan hakları,  tanınma vs. gibi ihtiyaçlar bu iki ön koşulun tamamlanmasının ardından ancak sıraya girebiliyor. 21. Yüzyıl,  11 Eylül 2001 ile başlayan ve 2008-2009 ekonomik krizi ile devam eden süreçte bir de pandemi ile yüzleşti. Yani tam bir krizler yüzyılı. Tüm bunların yanına bir de Arap baharı, Çin-ABD rekabeti, Rusya’nın askeri saldırganlığı gibi faktörlerle hızlanan jeopolitik mücadele girince ortalık yangın yerine dönmüş durumda.  O yüzden kitleler, kendisini koruyacak, somut, belirli ve kararlı sistemlere yönelerek güvenlik ihtiyacının karşılanmasını önceleyen arayışlara yöneliyor. Sandıklara gidip krallarımızı, başkomutanlarımızı seçiyoruz.

Duvar kitabınızda da bahsetmiştiniz: Dünyanın ruhunun değiştiği, 1987’de Ronald Reagan’ın Berlin’de yaptığı konuşmadaki “yıkın bu duvarı” talimatının yerini şimdilerde Trump’ın “duvar korur” söylemine bıraktığı, “Sınırları olmayan dünya” kavramının çoktan tarihe gömüldüğünden ve önümüzdeki dönemde bir duvarlar yüzyılından bahsediyorsunuz. Nedir bu duvarlar yüzyılı? 

Berlin duvarı yıkıldığında dünyada sadece bir düzine kadar sınır duvarı vardı. Bugün doksanları bulmak üzere. Yani sınırların geçirgen olduğu küresel köyden, ülkeleri çevreleyen surların uzaydan göründüğü yeni bir ortaçağ sistemine geçiyoruz. Her ulus kendi duvarının ardına hapsoluyor. Bu; gerek bireyler, gerekse uluslararasında etkileşim ve iletişimi çok sınırlayabilecek bir durum. Coğrafyaları aşan tek yer siber alan ve muhtemelen buraya yönelik de devletlerarası bir müdahale gelecektir. Zamanın ruhu duvar yıkma değil, duvar dikme üzerine kurulu.

Yine kitabınızda “hobbesçu korku”, “güvenlik ikilemi” ve “biz ve onlar” gibi kavramları kullanarak savunma psikolojisi açısında duvarların önemine değiniyorsunuz. Peki şu an ki  konjonktür nedir hocam küreselciler mi başarıyor yoksa duvar örmek isteyenler mi? 

Şimdilik duvar dikiciler önde gibi ama her tez kendi antitezini besler. Bu rekabet farklı formlarda ezelden beri devam eden bir kölelik-özgürlük diyalektiğinin yeni sürümü. Korku, kitleleri manipüle edebilmek için en güçlü silah olsa da özgürlük ve sınırları yıkma eğiliminin hiç bir zaman sonsuza kadar yok edilemediğini de şuraya yazalım.

Sanıyorum küreselciler duvarları yıkmak için mülteci ve sığınmacılar kartını öne sürüyor. Ortadoğu coğrafyasından ciddi bir göç dalgası söz konusu. Bizim ülkemiz de bundan etkilenen ülkelerden biri. Mültecilerin beraberinde getirdikleri “kültürleriyle”, gittikleri ülkeleri kültürel erozyona uğrattığı sıkça söyleniyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? 

Bu mesele çok çetrefilli ve karmaşık. Esasen dışarıdan gelen göçler özellikle genişlemeye meyyal emperyal kültürün olmazsa olmaz zenginliğidir. Her gelen cebinde kendi rengiyle, zenginliğiyle, umutlarıyla ve kültürel katkısıyla gelir. Lakin Türkiye’nin sorunu bu akışın çok kısa sürede ve olağanüstü sayılarda olması ve gelenlerin daha çok olumlu birikimleriyle değil, kitlesel travmalarıyla gelmesi. Yerel kültürler doğal olarak bundan rahatsız. Bu kadar büyük bir sayı bu kadar kısa sürede absorbe edilemez. Sorun, hatta kriz çıkması kaçınılmaz.

Çin-ABD-Rusya-Avrupa ve Türkiye ekseninde bakacak olursak bu ülkelerin stratejileri nedir sizce? Hangileri duvar örmek istiyor hangileri küreselleşmeyi hızlandırmaya çalışıyor? 

Her birinin kendine özgü görünen ve görünmeyen duvarları var. Aktörler kendileri rahatça küresel ortamda salınsın, ama rakipleri kesinlikle kendi ülkesel sınırlarına gelmesin istiyor. Bu mücadele siber alana, savunma sanayii ne ve altyapı teknolojilerine uzandı bile. Küreselleşme zaten başından beri devlet olmayan aktörlerin lokomotifliğinde gelişiyordu. Devletler şimdi sadece birbirlerine karşı değil, onlara karşı da duvar örüyor.

Şu an tartışılan iki tez var; birisi ulus devletlerin artık tarihe karıştığını savunurken diğer tez ise ulus devletlerin ulus devlet olma normlarını pekiştirdiğini yeniden yükselişe geçtiğini savunuyor. Siz bu tartışmanın hangi tarafındasınız? Sizce hangi tez gerçekleşmeye daha yakın? 

Ulus devlet modelinin bittiğini ama yerine daha güçlü bir devlet mekanizmasının öne çıkacağı modern tebaa-devlet sisteminin başlayacağını düşünüyorum. Ulus devletlerde devlet birey ilişkisi haklar ve sorumluluklar üzerine bina edilmiştir. Vatandaş hakları ile sorumluluklarının dengelenmesini talep eder. Oysa tebaa-devlette sadece görevler vardır. Devletin haklarında söz edebilirsiniz, bu yorumum da totaliter bir sistem beklentimi açığa çıkarıyor sanırım.

Son olarak hocam  bu “duvarlar” dışarıya karşı tehdit için bazı ülkelerin kendi halkları tarafından desteklense de ilerisi için iktidarlar tarafından kullanışlı bir argüman olarak o ülkedeki bazı hakları, kazanımları “kısıtlayıcı” riskler taşıyor mu?  

Zaten duvar dışarıya karşı inşa edilse de esas işlevi içeridekine karşıdır. Toplumda daimi bir tehlike algısını içselleştirici bir görevi vardır. Tehlike ve tehdit hep alarm durumunda tutar ve kitleyi koruyucu arayışına yönlendirir. Benim kullandığım anlamda “duvar” bir metafordur; ulusal sınırları korumak için inşa edilir ama aslen zihnimizin sınırlarını koyar.