Türkiye – Libya İlişkilerinin Tarihsel Süreci

1193
Yazarlık Başvurusu

1. Libya’nın Tarihçesi

Trablusgarp’ın  (Libya)  merkezi olan şehir Trablus’tur. Adı Yunanca üç şehir manasına gelmektedir. Bu üç şehir;  merkez Oea,  Sabratha (Zwagha), Leptis Magna (Lubdah)’dır (Kavas, 2012). Bölgeye ilk olarak M.Ö VII. yüzyılda Fenikeliler yerleşmişlerdir. Fenikeliler Tripolis (üç şehir) ismiyle bugün Lübnan toprakları içinde kalan Akdeniz’de bir kıyı şehri daha kurmuşlardır. Beyrut’un 83 kilometre kuzeyinde kalan bu şehir ile birlikte batı sahilindeki Tripoli şehri de Müslüman olan Arap kavimlerince ele geçirildiğinde buralara ilk önce Atrablus ismi verilmiş, ancak  daha sonra başındaki elif harfi atılarak Tarablus olarak adlandırılmıştır. Bu iki şehirden Şam bölgesinde olana “Trablusü’l-Şam” ve batıda olana ise “ Trablusü’l-Garp” isimleri verilmiştir. Osmanlılar tarafından fethedildiğinde ise bu bölgelere “Trablusşam” ve “Trablusgarp” demişlerdir (Çakar, 2012). Trablus o dönem Libya’sını oluşturan üç bölgeden ilkidir.

Osmanlılar Trablusgarp’ı fethettiğinde bugün Libya’nın bütününü içine alan bölgeye hepsini kapsayacak şekilde Trablusgarp olarak adlandırmışladır. Yani sadece sahilde yer alan Trablus şehrini Trablusgarp olarak nitelendirmemiş, Fizan, Bingazi (Berka bölgesi) hatta en güneydeki Sudan sınırında bulunan Kufra bölgesini de kapsayacak şekilde Trablusgarp demişlerdir (Kavas, 2012).

Trablus şehri, ülkenin kuzey-batı kısmını oluşturmaktadır ve 365,000 kilometre karelik bir alanı kapsamakatadır. Akdeniz’in güney sahilinde bulunan bu kadim şehir 29 derece kuzey paralelinde yer almaktadır (John, 2006).

İkinci bölgesi, Fizan olarak adlandırılan bölgedir. Günümüz Libya’sının Güney’inde bulunan Sahra ile sınırdaştır. Coğrafi şartları çetin olduğundan ötürü nüfus yoğunluğu epey azdır. Rakımı 200 ila 500 metre kadar yüksekliğe çıkabilmektedir. Yüz ölçümü 570.000 km2 kadardır. Bu yüzölçümünü teşkil eden  toprakların %95’ini kum ve çöl oluşturmaktadır. Bu kumullarda hammade denilen geniş kayalıklar ile serir denilen küçük çakıl taşlarından oluşan çöllerinde yerleşim düşük yoğunlukta da  olsa vahalar ve adalar halinde bulunmaktadır Tarihsel sürecinde merkez şehri Mezruk idi (Günümüzde ise merkez şehri Sebha’dır). Merzuk başı çekmekle beraber  Fizan bölgesi Sahra’dan Akdeniz’e kadar ulaşan ticaret yolları üzerinde yer almaktaydı (Çaycı, 1995).

Üçüncü bölgesi ise Berka’dır. Bu Yunanlıların orada kurduğu bir şehrin adıydı ancak zaman içinde İskenderiye ile İfrikiye (Tunus Bölgesinde yer alıyor) arasında birden çok şehir ve küçük yerleşim yerlerinin olduğu büyük bir bölgeyi kapsayan yerin adı olmuştur. Günümüz Libya’sında ise merkezinde Bingazi bulunmaktadır. Arapların deyişiyle Berka’nın Batılıların adlandırmasıyla Sirenayka’nın İskenderiye ile arasındaki mesafe yürüyerek bir aylık sürmektedir (Taş, 2016).

En büyük şehirleri Derne, Tobrek ve Bingazi’dir. 885.400 metrekare yüz ölçümü olmasına rağmen (ki bu alan Libya’nın yüz ölçümünün yaklaşık yarısıdır) tarihi boyunca hiçbir zaman kalabalık bir nüfusa sahip olmamıştır. Sebebi ise alanın büyük  bölümünü çöl oluşturmaktadır. Bu çöl ise Berka Çölü olarak isimlendirilmektedir.

2. Türkiye – Libya İlişkileri

2.1. Tarihsel Süreçte Türkiye – Libya İlişkileri

Hızır (Batılıların adlandırmasıyla Barbaros) Hayreddin Paşa’nın Osmanlı Donanmasının Kaptan-ı Deryalığına (Amiral) getirildiği 1534 yılından itibaren zaten Akdeniz’de XV. yüzyıldan beri yükselişte olan Osmanlı varlığı büyük bir ivme yakalamış ve peşi sıra gelecek zaferlerin önünü açmıştır. Hızır Hayreddin Paşa, kendi denizcilik kabiliyetleriyle kazandırdığı zaferlerin yanı sıra, bu zaferlerde dikkat çeken önemli denizcilerin yetişmesine de vesile olmuştur. Bu denizcilerden en önemlisi Trablusgarp tarihi için çok önemli bir isim olan Turgut Reis’dir. 1538’de Osmanlı tarihi ve Hızır Hayrettin Paşa’nın büyük zaferi Preveze Deniz Savaşı’na gönüllü olarak, kendi gemisiyle katılmıştır. Ancak akabinde 1540’ta Korsika’daki akınları sırasında Amiral Andrea Doria’nın yeğeni Giannettino Doria’ya esir düşmüştür (Bostan, 2012).

Turgut Reis

Kaptan-ı Derya Hızır Hayrettin Paşa Osmanlı İmparatorluğu’nun  Fransa ile yaptığı anlaşmanın akabinde yeni bir sefere çıkmış ancak Güney Fransa’da geçen altı ayın ardından Fransa Kralı François ile İspanyol Kralının barış konusunda anlaşması neticesinde geri dönmüş, dönerken de Cenova’da esir tutulan Turgut Reis’i de kurtarmıştır (Bostan, 2010).

Turgut Reis, üç yıl süren esaret hayatının ardından gemi sayısını hızla arttırarak Batı Akdeniz’de seferlerine devam etmiştir. 1547’de Akdeniz leventlerinin kaptanı unvanı verildikten sonra, 1551’de Osmanlı Sultanı Kanunî Sultan Süleyman tarafından kendisine Kur’an-ı Kerim ve altın bir kılıç hediye edilmiş ve Trablusgarp’ın seferine katılması istenmiştir. Bunun üzerine Osmanlı Kaptan-ı Derya’sı Sinan Paşa’nın yüz yirmi gemilik donanmasına katılmasıyla Trablusgarp’a sefer düzenlenmiştir. 15 Ağustos 1551’de Trablusgarp fethedilerek Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmış yüzlerce yıl sürecek Türk hakimiyeti başlamıştır (Bostan, 2012).

Osmanlı İmparatorluğu’nda yabancıların mülk edinmelerine ilk kez 1867 yılında yapılan düzenlemeyle izin verilmiştir. Daha önceleri yabancılar, Osmanlı tebaası olan şahıslar vasıtasıyla mülk edinebiliyorlardı. Bu mülk, resmi kayıtlarda kendi şahsına kayıt edilemediğinden Osmanlı tebaasından şahıslarla sözleşme yapılıp ancak işletmesi yapılabiliyordu. Ancak bu hususun neticesinde ortaya çıkan karışıklıkları bertaraf etmek için bu tarz bir uygulamaya gidilmiştir (Halaçoğlu, 1980).

Bu uygulamanın Osmanlı için olumlu ve olumsuz yanları uzun uzun tartışılabilecek bir konudur. Ancak yabancı devletler tarafından satın alınan topraklara yapılan yatırımlar neticesinde o topraklar üzerinde söz sahibi olma hakkına eriştiklerini söyleyebiliriz.

Smyrna’dan bir görsel (temsili).

İtalyanlar bölgede yalnızca toprak edinmekle ve nüfuslarını Trablusgarp’a yerleştirmekte kalmayıp, uzun vadede politikaları olan Trablusgarp’a postane, demiryolu hattı ve liman gibi stratejik öneme sahip yatırımları ve işletmeleri de kendi bünyelerinde tutmuşlardır. Zaten Osmanlı İmparatorluğu’nun farklı bölgelerinde de  olduğu  gibi bu tarz kritik öneme sahip işletmelerin çok azı yerli sermayenin kontrolündedir. Bununla birlikte  İtalyanların Trablusgarp’taki çıkarlarının ve hedeflerinin önünde rakip olarak İngilizler veya Fransızlar vardır. Bu yatırımlardan İtalyanlar bilhassa postane işletmesinde kritik bir yer tutmuşlardır. Daha da ileri giderek Trablusgarp’taki postane , uzunca bir süre “Trablusgarp İtalya Postanesi’’ adıyla faaliyet göstermiştir. 1906 yılında ise Postacılık Kongresi’nde Osmanlıların yaptığı itirazlar ise netice vermemiştir (Yiner, 2006).

1910 yılına gelindiğinde ise İtalyanlar Trablusgarp’taki faaliyetlerinde büyük aşama kat etmişlerdir. Osmanlı’dan kazandıkları tüm kapitülasyon türevi ayrıcalıklara karşın Trablusgarp’ta ekonomik alanlardaki çalışmalarından ötürü kısıtlandığından yakınmaktaydılar. Trablusgarp Vekili Sadık, ilettiği raporda İtalya’nın icraatlarını ifade etmiştir;

“İtalya Trablusgarp’taki cüretli hareketlerine Abdülhamit Dönemi’nde başlamıştı. Trablusgarp’ta zorla Banco di Roma müessesesini kurmuş, Bingazi’de de bir postane açmıştı. Trablusgarp’ta halifeye bağlı milyonlarca Müslüman Meşrutiyet idaresinden çok şey bekledikleri halde ümitleri boşa çıkmıştı. İstibdat Devri’nde başlayan bu hareketler, Meşrutiyet idaresinde de O’nun bıraktığı yerden devam etti. Trablus her konuda ihmal edildi. İtalyan emellerini herkesten fazla bilmesi gereken eski Roma elçisi Sadrazam Hakkı Paşa kabinesinin ilk icraatı Banco di Roma’nın resmiyetini tasdik etmek oldu. Bundan sonra İtalya’nın faaliyetleri kat kat artmaya başladı. Birçok yerde Banco di Roma’nın şubeleri açıldı. Bu müessese bütün ticareti eline geçirdi ve yerli tüccarı iflas ettirdi. Emlak ve arazi satın almaya başladı. Hükümet ise bu hale seyirci kalıyordu. Osmanlı sancağını taşıyan vapur 4-5 ayda bir defa Trablusgarp’a gidebiliyordu. Maden araştırması için İtalyalı bir heyete izin veriliyordu. Velhasıl diğer devletlerin hiçbirine verilmeyen imtiyaz, İtalya’ya verildi. İtalya’ya verilecek sadece bir şey kaldı. O da bütün İtalyan kamuoyunun hayali, idari hakimiyet meselesiydi.” (Sadık, 1911).

Banco di Roma

Bu mektuptan 11 gün sonra İtalya tarafından 23 Eylül 1911’de Osmanlı Devleti’ne nota vererek savaşın fitilini ateşlemişlerdir. Akabinde ise İtalyanlar Trablusgarp’a farklı kollardan asker çıkartmışlardır. Burada askeri bir harekatın yanı sıra istihbari bir faaliyetten de bahsetmek mümkündür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olan ancak o yıllarda Kurmay Binbaşı rütbesiyle Mustafa Kemal, “gazete muhabiri Şerif Bey” kimliği ile Mısır üzerinden Trablusgarp’a ulaşmıştır. Şiddetli çarpışmalara sahne olan savaşta Osmanlılar ağır kayıplar vererek geri çekilmek durumunda kalmışlardır. Ancak İtalyanlar büyük sayısal ve silah üstünlüğüne karşın kayda değer bir başarı elde edememiş, kazandıkları topraklarda ise kontörlü tamamen ele geçirememişlerdir. Burada Teşkilat-ı Mahsusa’nın yerel Arap kabilelerinin örgütlemesi ve gerilla saldırılarını çok başarılı bir biçimde ifa etmeleri İtalyanlar’ın zafer kazanamamasında etkin bir roldedir.

8 Ekim 1912 tarihinde Karadağ’ın bağımsızlığını kazanmak maksadıyla Balkan Savaşı patlak verince öne sürülen her şartta barış yapmaya mecbur kalmıştır. Ege’de bulunan İtalya Deniz Kuvvetleri  Osmanlıların Balkan bölgesine sevkini engellemekteydi. Akabinde ise ağır bir anlaşma olan Uşi Anlaşmasına varan süreçte bir araya gelen heyetler antlaşmayı imza ettiler (The American Journal of International Law, 1913).

Uşi Anlaşması gereği Trablusgarp (Libya) Türk hakimiyetinden çıkmış oldu. Bölgeyi Akdeniz’deki hakimiyeti için sömürgesi haline getirmeye çalışan İtalya’nın 1930’lardaki saldırgan ve yayılmacı faaliyetlerine karşın, Libya’da “Çöl Aslanı” olarak adlandırılan Ömer Muhtar, yerel halkla birlikte İtalyanlara karşı mücadele etmiş. büyük başarılar elde etse de sonunda ele geçirilerek idam edilmiştir (Kavas, 2007). 1911-1943 dönemleri arasında İtalyan işgalinde kalan Libya bir sömürge haline gelmiştir.

1943 sonrasında İtalyanlar ve Almanlar yenilip Libya’yı terk ettikleri sırada,  Trablus ve Bingazi İngilizler; Fizan ise Fransızlar tarafından işgal edilmiştir. Birleşmiş Milletler (BM) tarafından Libya’nın geleceğinin ne olacağı konuşulurken Libya-Türkiye ilişkileri tekrar başlamıştır. Berka şehrinde geçici bir devlet yapılanması oluşturulmuştur. Libya adına “Şeyh İdris es-Senûsî” Türkiye’ye çağrı yaparak üst düzeyde vazifelendireceği uzmanlar talep etti. Bu bağlamda, Libya hükümetine başkanlık eden aslen Karamanlı olan Sadullah Koloğlu (Libya’nın ilk Başbakanı) başta olmak üzere Türkiye’den birçok üst düzey görevli gönderilmiştir. Akabinde gelişen süreçlerde 24 Aralık 1951’de Libya devletini ilan eden Kral “I. İdris es-Senûsî” dünyanın en fakir ülkesinin kralı konumunda bulunmaktaydı.  Libya 1953’te İngilizler, 1954’te Amerikalılar ile yaptığı anlaşmalarla bu ülkelere askeri üs kurma hakkı vermiştir. Karşılığında ise bu ülkelerden temin ettiği kira ve tazminatlarla Libya ekonomisine katkı sağlamıştır. 1960’ların başında ise Libya’da oldukça zengin petrol kaynakları bulununca ülkenin kaderi değişmiştir. Dünyanın en fakir ülkesi konumunda olan Libya bir anda en zengin ülkeler arasına girmiştir. Yıl 1969’u gösterdiğinde Albay Muammer Kaddafi darbe yoluyla iktidarı ele geçirmiştir ve bu süreçte ilişkiler dondurulmuştur (Kızıltoprak, 2020).

2.2. Muammer Kaddafi Dönemi İlişkileri

1963 yılında Libya silahlı kuvvetleri içinde Üsteğmen Muammer Kaddafi ve üç arkadaşı 1952 “Mısır Hür Subaylar Hareketinden” esinlenerek aynı isimle gizli bir teşkilat kurmuşlardır (Çıldır, 2016). Hemen hemen altı yıl süren bu teşkilatlanma 1969 yılına gelindiğinde artık olgunlaşmıştır. 1 Eylül 1969 yılında “Devrim Komuta Konseyi” olarak adlandırdıkları bu teşkilat “Kudüs Operasyonu” kod adıyla  kansız ve kesin aldıkları bir darbe gerçekleştirildi. Senusi’nin de Türkiye’de olmasından yararlanan subaylar, ülke yönetimine el koyduklarını açıkladılar. Darbenin lideri olan Yüzbaşı rütbesinde olan Muammer Kaddafi ise aynı yıl Albay rütbesine yükseltilerek Libya ordusunun  başına getirilmiştir. Albay Muammer Kaddafi çocukluk yıllarından beri etkilendiği Cemal Abdülnasır’ın  söylemlerinden ve  Arap sosyalizminden fazlasıyla etkilenmiştir (Bearman, 1986).

Cemal Abdülnasır

Antikapitalist, antiemperyalist ve antisemitist ideoloijye dayanan  Abdulnasır ideolojisi, kendilerine has bir modeli olan “Arap Sosyalizmi’ni” kendisine model alan Muammer Kaddafi, konseyin sözcüsü olarak Libya’daki  monarşinin kaldırıldığını, yerine “Libya Büyük Sosyalist Arap Cumhuriyeti”  kurulduğunu ilan etmişlerdir. Darbenin kansız olması nispetiyle gerçekleşen devrim Beyaz Devrim olarak anılsa da, daha sonraları “1 Eylül Devrimi” olarak tanımlandı. Albay Muammer Kaddafi öncülüğünde 1 Eylül Darbesi’nin ideolojik temeli ise özgürlük, sosyalizm ve birlik olarak belirlenmiştir (Bearman, 1986).

Muammer Kaddafi ve lideri olduğu konsey yönetimi ele alır almaz ilk olarak devletin başkentini Bingazi’den Trablusgarp’a taşınmıştır.  (Bearman, 1986).  Sürecin devamında ise İtalyanlar başta olmak üzere Libya’daki  tüm yabancılara ait araziler devletleştirilmiştir. İtalyanlar ise ülkeden gönderilmişlerdir. Bu politikadan Kral Senusi hanedanı da nasibini almış ve bütün üyeleri ülkeden sınır dışı edilmiştir. Krallık döneminde görev yapan üst düzey devlet görevlileri, burjuvazi ve tüccar sınıfı da aynı kaderi paylaşmıştır. Kurulan Halk Mahkemeleriyle Libya’nın ileri gelen ayrıcalıklı sınıfın tüm seçkinlerini de yargılatmış ve tüm mal varlıklarına da el koydurtmuştur (Olivieri, 2011).

Muammer Kaddafi döneminde Türkiye ile Libya’nın ilişkilerinin tekrar samimi ve sıcak bir eksene oturması 1974 yılında Türkiye’nin yaptığı “Kıbrıs Barış Harekatı” dönemine denk gelmektedir. Türkiye’nin harekata girişmesi neticesinde ABD öncülüğünde nerdeyse tüm dünyadan ambargo yemiştir. Konuyla alakalı olarak, Kaddafi tarafından Libya devleti ve halkının desteğini iletmek için, 2 Ocak 1975’te Türkiye’ye gelen Libya Başbakanı Callud Türk kamuoyuna şu açıklamayı yapmıştır:

“Bizim Libya Devrim Konseyi olarak ve Libya halkı olarak şu veya bu nedenle kopan tarih bağlarının tekrar birleştirilmesi hususunda ısrarımız vardır. İki ülke arasında köprülerin onarılması için her türlü gayreti göstermeye hazırız. Bu hususta kapıları tamamıyla açık tutuyoruz. Arap milletiyle Türk milletinin bir araya gelmesi büyük bir olaydır” (Hürriyet Gazetesi Sayı: 9432)

5 Şubat’ta ABD yardımlarının kesilmesi ve Türkiye’ye mühimmat getirmekte olan gemilerin geri çevrildiği gün T.C. (Türkiye Cumhuriyeti) Dışişleri Bakanlığında sessiz sedasız bir törenle Türkiye-Libya petrol anlaşması imzalanmıştır. Anlaşmanın detaylarına bakacak olursak, Libya uygun fiyatla 3 milyon ton ham petrol ve 200 bin ton fueloili Türkiye’ye vermeyi taahhüt etmiştir. Bunun dışında Türkiye’ye konulan silah ambargosu nedeniyle bu konudaki askeri mühimmat ve teçhizat sevkini arttıran Kaddafi, savaş uçaklarını ve füzelerini de Türkiye’nin hizmetine sunmuştur. Yapılan bu yardımlarla alakalı olarak Libya tarafından hibe edilen silahların sevki esnasında çekilen fotoğraflar da o dönem basında yer almıştır (Gül, 2011).

İlişkiler bu hadise neticesinde uzunca bir süre samimi bir eksende devam etmiştir. Ancak diplomasi tarihine de geçmiş olan 6 Ekim 1996 yılındaki o meşhur çadırda Muammer Kaddafi ve Necmettin Erbakan arasında geçen o görüşme  krize sebep olmuştur. O görüşmede Muammer Kaddafi şu sözleri sarf etmiştir:

“Kürtlerin de Araplar gibi istiklale hakları vardır. Araplar da bölgelerinde Kürtler gibi böyle savaşa girmiş ve istiklallerine kavuşmuştur. İstiklallerine kavuşmak isteyen milletlere savaş açmak hiçbir netice vermiyor.”

“Türkiye Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi iradesini kaybetmiştir. Türkiye ABD üslerinin işgali altındadır. Türkiye’nin iradesi hürriyetine kavuşuncaya kadar mücadele etmemiz gerekir.” (Özkök, 2011)

1996 yılındaki bu hadiseden sonra 2009 yılına kadar Libya ve Türkiye arasındaki ziyaretler Başbakanlık düzeyinde gerçekleşmemiştir. Ancak 23 Kasım 2009’da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve beraberindeki devlet erkânı, milletvekilleri ve yüzden fazla iş adamıyla Libya’ya 3 gün sürecek bir ziyaret gerçekleştirmişlerdir. Bu görüşme esnasında iki ülke arasındaki ticaret hacminin artırılması ve enerji alanındaki işbirliği detaylı olarak ele alındığını bizzat Başbakan Recep Tayyip Erdoğan açıklamıştır.

2010 yılının Aralık ayına girilirken Tunus’ta üniversite mezunu olan ancak seyyar satıcılık yaparak geçinen Muhammed Bouzazi isimli gencin kendisini yakmasıyla yakın tarihin en mühim sosyal ve politik dönüşümlerinden biri gerçekleşmiştir.  “Arap Baharı” olarak nitelendirilen Orta Doğu’da iktidarların değişim süreci Arap coğrafyasında “baskıcı ve otoriter” idarelere karşı gerçekleşen farklı tür ölçeklerdeki halk hareketlerini ifade etmek ve süreci bir demokratikleşme dalgası olarak olumlu açıdan yorumlamak amacıyla türetilen anonim bir tanımlamadır (Gürkan D.  Durgun B. 2012).

17 Şubat 2011 tarihinde başlayan eylemleri çok zorlanmadan bastırabilen Kaddafi, bir hafta sonra Zaviya Kentine bir kez daha sıçrayan eylemleri bu kez zor bastıran Kaddafi kentteki otoritesini güçlükle tesis edebilmiştir. 24 Şubat 2011’de Zaviya’da yapılan eylemler Kaddafi iktidarının yıkılmasında dönüm noktası olmuştur. Kısa sürede (Nasıl olduğu hala muammadır) silahlı ve kanlı bir kalkışmaya dönüşen Hüseyin Darbouk öncülüğündeki bu kalkışma ancak iki hafta gibi bir sürede 9-10 Mart 2011’de jetler ve tanklar kullanılarak bastırılabilmiştir. Tarihe I. Zaviya Savaşı olarak geçen hadisede resmi olmayan kayıtlara göre 250 ile 600 arasında Libyalı hayatını kaybetmiş, 300’den fazla kişi de yaralanmıştır (Caner C. Şengül B. 2018).

Kaddafi

Hadiseler Libya genelinde yayılınca Kaddafi yönetimi, ABD öncülüğündeki Batılı devletlere müdahale için kolladıkları fırsatı vermiştir. Uzun zamandır Kaddafi yönetimini “Başıbozuk” Devlet olarak adlandıran Avrupa ve ABD daha önce Arap coğrafyalarında hiç uygulamadığı bir yola başvurarak NATO ve BM’ i devreye sokmuştur. En nihayetinde 19.Mart.2011 günü NATO öncülüğündeki Batılı Kuvvetler Kaddafi yönetiminin sivil vatandaşları öldürmesini öne sürerek “Şafak Yolculuğu Operasyonu’yla”  havadan ve denizden harekat başlatmışlardır. 20 Mart günü geldiğinde The Guardian gazetesinin haberine göre 2500’e yakın Libya askeri ölmüş, 1502 asker esir düşmüş, buna ek olarak Libya savunma sistemleri, havalimanları, zırhlı araçları ve askeri tesisleri etkisiz hale getirilmiştir.

Olaylar Tunus’ta ilk başladığı sıralarda Kaddafi bu süreci doğru okuyamamış, basit tedbirler alarak geçiştirmeye çalışmıştır. Aslında ülkesinde idaresinden rahatsız olan vatandaşlarının fazla olmadığını da düşünüyordu ve olayların bu raddeye geleceğini tahmni etmiyordu. En nihayetinde çok hızlı bir şekilde organize olan ve silahlanan muhalifler, gösterilerini ülke geneline yaymayı başarmışlardır. Burada en önemli husus Kaddafi yönetimine karşı muhalifleri organize edebilecek olan CIA merkezli istihbarat faaliyetlerini de göz ardı etmemek gerektiğidir. Libya hadiseleri başladığında ilk başlarda sessiz kalmayı tercih eden Türkiye olayların başlamasından yaklaşık 3 ay sonra Kaddafi’ye görevi bırakma çağrısı yapmıştır.

2.3. İç Savaş Sonrası İlişkiler ve Hafter

Kaddafi’nin devrilmesiyle Libya uzun yıllardır devam eden tek adam rejimi sona ermiştir, ancak “Arap Baharı’nın” başarıya ulaştığını söylemek zordur. İç savaşın bu denli organize ve muhalifler açısından başarıya ulaşmasının üç ana nedeni vardır. Birincisi BM ve NATO’nun aktif olarak sürecin içerisine girmiş olmasıdır. Eylemlerin başladığı günden Kaddafi’nin devrilmesi sürecine kadar her adımda NATO ve Batılı kuvvetler muhaliflere açık destek vermiştir. İkincisi, muhaliflerin yine yabancı devletlerin özellikle istihbarat örgütlerinin desteği ve tavsiyesiyle  “Ulusal Geçiş Konseyi’ni” kurabilmiş olmasıdır.  Buradan yola çıkarak sürecin başında başına buyruk hareket eden ve kontrolsüz şekilde olan muhalif gruplar kısa sürede teşkilatlı ve kuvvetli bir hale gelebilmişlerdir. Libya Arap Baharı’ndaki başarının üçüncü sebebiyse ülke çapındaki tüm muhalif grupların amasız ve şartsız olarak bir araya gelebilmesidir. Yıllarca Muammer Kaddafi yönetimine karşı muhalif olarak hareket eden grup, kendi içinde birçok farklı görüşü barındırmasına rağmen, rejime karşı bu görüş farklılıklarını göstermemiş birlikte hareket etmişlerdir. Ancak,  iç savaş sürecinin başarıya ulaşmasına rağmen, Libya halkının huzura kavuştuğunu söylemek mümkün olmamıştır. Kaddafi’nin iktidardan gönderilişine dek geçen sürede tüm görüş farklılıklarını  göz ardı eden muhalif grup, rejimin devrilmesinin  akabinde  kendi içlerinde hesaplaşma ve alan kapma içine girmişlerdir (Caner C. Şengül B. 2018).

Ancak Kaddafi devrilene dek tek vücut hareket eden muhalif gruplar daha sonra  iç savaşta ele geçirdikleri ve kendi kontrolünde olan bölgelerdeki hakimiyetlerini korumak maksadıyla silah bırakmamışlardır. 2014 yılında genel seçimlerinin yapılması ve yeni bir hükümetin kurulması konuşulup tartışılmasına rağmen Libya çoktan üç ana yönetim bölgesine bölünmüştür. Libya topraklarının çok büyük bölümü Libya Ulusal Ordusu yani General Hafter’in kontrolündeki  (Bingazi) “Tobruk Hükümetinde” bulunmaktaydı.  İkinci büyük hakimiyet alanı ise 2015 yılında BM direktifi ile  kurulan ve merkezi Trablus olan “Ulusal Mutabakat Hükümetiydi.” Üçüncü bölge ise güney batı çöllerine hakim  Tuareg ve Tebu ailelerinin başında olduğu Berberi aşiretlerinin kontrolü altındaydı. Kaddafi devrilene kadar tüm gruplarla birlikte hareket eden ve geleneksel Berberi kabileciliğini savunmakta olan  Tuareg’ler iç savaşın akabinde hakimiyet alanlarını merkezi hükümete bırakmak istememişlerdir. Halen Libya’da  varlığını sürdüren bu üç otorite asgari müşretek kararlarda anlaşıp bir merkezi idare tesis edemedikleri için  ülkede siyasi birlik ve toprak bütünlüğü sağlanamamaktadır. Tabii üç büyük yönetimin yanı sıra  IŞİD ve küçük ama silahlı farklı yerel grupların da bazı bölgelerde varlıklarını sürdürdüğü ve çözümsüzlüğe etkilerini de söylemek mümkündür (Caner C. Şengül B. 2018).

4. Nisan 2019’a gelindiğinde ise Libya Ulusal Ordusu’nun başında bulunan General Hafter’in  BM tarafından tanınmış olan  Serrac liderliğindeki, “Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni” (UMH) ortadan kaldırmak için “Batı Libya Taarruzu” adını verdiği saldırıyı başlatmıştır. Bu saldırıda Fransa başta olmak üzere Rusya (paralı asker grubu wagner), Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan, İsrail ve birçok ülke Hafter’i desteklemişlerdir. Serrac’ın önderliğindeki UMH’yi ise Türkiye ve Katar desteklemişlerdir. Türkiye bu süreçte Özgür Suriye Ordusu’nu sahaya sürmüş aynı zamanda istihbarat desteği verdiği de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından açıklanmıştır. ABD ise bu ilk taarruz sürecinde net bir taraf seçmemiş iki tarafla da görüşmelerini sürdürmüştür.

General Hafter

Bu kanlı taarruzda gelen tepkiler ve uluslararası camianın baskıları üzerine birçok kez ateşkes ilan edilip bozulmuş ve en nihayetinde özellikle Trükiye’nin insansız hava araçlarıyla destek vermesi akabinde Hafter açısından 4.Haziran.2020’de başarısızlıkla sonuçlanmıştır.

 3. Akdeniz ve Libya’nın Stratejik Önemi

Doğu Akdeniz’de son yıllarda ortaya çıkan enerji yataklarının yanı sıra Türkiye Cumhuriyeti güvenlik politikalarında da çok önemli yer tutması sebebiyle aktif bir rol üstlenmiştir.

Doğu Akdeniz’in stratejik önemi ve Türkiye Cumhuriyeti için menfaatleri hususunda Emekli Amiral Cahit Yaycı  Kritik Dergisi Ocak 2020, 4.sayısında şu görüşlerini aktarmıştır:

GKRY (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi), 2 Nisan 2004’te (21.Mart.2003’ten itibaren geçerli olmak üzere) sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına MEB (Münhasır Ekonomik Bölge) ilanında bulunmuş, 2003’te Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma andlaşmaları imzalamıştır. GKRY tarafından 17 Eylül 2019’da sözde 7 nolu parsel için de ENI ve TOTAL firmalarıyla anlaşma imzalanmış, ayrıca sözde 2, 3, 8, 9 nolu parsellere anlaşmayla TOTAL firması da dahil edilmiştir. GKRY tarafından 2019-2020 döneminde 9 farklı sondaj faaliyetinin hedeflendiği açıklanmıştır. GKRY’nin yanı sıra Yunanistan’ın Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis adalarını birleştiren hayali bir hattı esas alarak Mısır ve Libya ile münhasır ekonomik bölge sınırı çizme çabaları da sürmektedir. Bu konjonktürde; Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında deniz yetki alanlarının paylaşımına dair andlaşmaların imzalanması” ulusal hak ve menfaatlerimize zarar verebilecek en kötü senaryodur. Böyle bir durumda uluslararası hukuktan kaynaklanan yaklaşık 186 bin kilometrekarelik deniz yetki alanımız 41 bin kilometrekare ile sınırlanacak, sözde Seville Haritası hayata geçmiş olacaktır.” (Yaycı, 2020).

Sürecin devamında Türkiye, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar nezdinde konunun önemini uluslararası her platformda dillendirilmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın direktifleriyle Libyalı idarecilerle mekik diplomasisi yapılmıştır. Tüm bu çabaların nihayetinde 27 Kasım 2019’da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Libya Devleti Hükümeti arasında “Akdeniz’de Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası” İstanbul’da imzalanmıştır. Türkiye ile Libya arasında imzalanan “Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat Muhtırası” 7195 sayılı kanunla 6 Aralık 2019’da onaylanmış ve 7 Aralık 2019’da Resmi Gazete’ de yayımlanarak, iç hukukta yürürlüğe girmiştir. Libya Ulusal Mutabakat Başkanlık Konseyi’nce ise 6.Aralık.2019’da onaylanmış ve Libya iç hukukunda yürürlüğe girmiştir. Bu anlaşmanın Birleşmiş Milletler’e bildirilmesiyle beraber tüm dünyaya ilan edilmiştir. Bu anlaşmanın kazanımıyla birlikte Libya ile Türkiye denizden resmen komşu olmuşlardır (Yaycı, 2020).

Türkiye Cumhuriyeti ile Libya Devleti arasında imzalanan bu “Deniz Yetki Alanları Sınırlandırılmasına Dair Mutabakat Muhtırası” sonucu elde ettiği birçok kazanım olmuştur.

İlk kez Türkiye Cumhuriyeti ile bir kıyıdaş devlet arasında Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlandırma anlaşması imzalamıştır. Hukuki ve yasal bir  zemin elde edilmiştir. Kazanılıp tescil edilen bir hak olmuştur. Politik ve psikolojik üstünlük ele geçirilmiştir. Türkiye’nin Akdeniz’de yer alan Deniz yetki alanları batı sınırı uluslararası hukuka uygun bir hale getirilmiştir (Yaycı, 2020).

Ayrıca bu anlaşma ile GKRY ve Yunanistan’ın  savunduğu ve Avrupa Birliği’nce  desteklenen denizin  Sevr anlaşması olarak nitelendirilen “sözde Seville Haritası”  vasıtasıyla Türkiye’yi 41 bin kilometrekarelik deniz sahasına sıkıştırmak maksadı ile yapılan politik hesaplar devre dışı bırakılmıştır. En nihayetinde ise Türkiye Cumhuriyeti için Doğu Akdeniz’deki felaket senaryosu olan Yunanistan-Mısır ve Yunanistan-GKRY arasında planlanan sınırlandırma anlaşması yapılması imkanı da bertaraf edilmiştir. (Yaycı, 2020).

KAYNAK

KAYNAKÇA

Bearman J. (1986), Qadhafi’s Libya, Zed Books Inc. UK.

Bostan İ. (2012) Turgut Reis. İstanbul .

Caner C. Şengül B. (2018) Uluslar arası Afro-Avrasya Araştırmaları Dergisi.

Çakar E. (2012) Doğu Akdeniz Sahilinde Bir Osmanlı Sancağı: Trablus (1516-1579), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

Çaycı A. (1995) Büyük Sahra’da Türk-Fransız Rekabeti, TTK yayınları, Ankara.

Doğan G. Durgun B. (2012), Arap Baharı Ve Libya: Tarihsel Süreç ve Demokratikleşme Kavramı Çerçevesinde Bir Değerlendirme, Süleyman Demirel Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Yıl: 2012/1, Sayı:15.

John R. (2006) Historical Dictionary of Libya, Fourth Edition, The Scarecrow Press, Inc., Maryland.

Kavas A.(2007) Diyanet İslam Ansiklopedisi. Cilt: 34.

Kavas A. (2012)  Trablusgarp İstanbul.

Kızıltoprak, Libya’nın Jeo- Stratejik Önemi ve Türkiye- Libya İlişkilerinin Arka Planı 20.4.2021 tarihinde https://www.aa.com.tr/tr/analiz/libya-nin-jeo-stratejik-onemi-ve-turkiye-libya-iliskilerinin-arka-plani/1703301 adresinden alındı.

Özkök E. Hürriyet Gazetesi. 2011. 1.4.2021 tarihinde  https://www.hurriyet.com.tr/sahi-o-gun-cadirda-neler-olmustu-17096108 adresinden alındı.

Taş A. (2016) Osmanlı Garp Ocaklarından Trablusgarp Eyaleti: Karamanlılar Dönemi: (1711-1835), Basılmamış Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslam Tarihi ve Sanatları Anabilim Dalı İstanbul.

The American Journal of International Law.1913.

Sadık (1911). Trablusgarp Hakkında Bir Mütalaa.

Yiner  A. (2006) Müşir Recep Paşa’nın Askeri ve Siyasi Hayatı (1842-1908). Basılmamış Doktora Tezi. İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı. İstanbul.

Yaycı C. Sorular ve Cevaplar ile Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) Kavramı, İstanbul 2020.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz