Türkiye-İran Gerginliği Neden Yükseliyor?

Türkiye ve İran arasındaki gerilimin temel olarak ikili ilişkilerden kaynaklanmadığı, Trump ve Tahran yönetimlerinin bölgede atacağı adımlara paralel olarak seyredeceği söylenebilir. Ankara her ne kadar İran karşıtı söylemini sertleştirmiş olsa da son tahlilde ikili ilişkilerin belli bir seviyenin altına inmesine izin vermeyecektir.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 12-16 Şubat tarihleri arasında üç Körfez ülkesine düzenlediği ziyaret esnasında İran’a yönelik sert eleştirilerde bulunması, yine 19 Şubat’ta Münih’te düzenlenen uluslararası güvenlik konferansında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, aynı panelde konuştuğu İsrail ve Suudi Arabistan Dışişleri Bakanları kadar olmasa da Tahran yönetimini mezhepçi politikalar izlemekle suçlaması, iki ülke arasında yeni bir gerilimli dönemin başlangıcı şeklinde yorumlandı.

Türkiye ve İran’ın Konumu

Nitekim İran’ın tepkisi gecikmedi ve Türkiye’nin Tahran Büyükelçisi Rıza Hakan Tekin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılırken, Bakanlık Sözcüsü Behram Kâsımî de Türkiye’yi yapıcı davranmamakla suçladı. Kâsımî Türkiye’ye karşı sabırlı davrandıklarını ancak sabırlarının da bir sınırı olduğunu ileri sürdü.

Aynı gün Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Hüseyin Müftüoğlu’nun yaptığı karşı açıklama ilişkilerin en azından kısa vadede gerilimli bir döneme girdiğini doğrular nitelikteydi. Müftüoğlu, İran’ın bölgesel krizlerden dolayı kendisine sığınmış insanları dahi (üçüncü ülkelerdeki) cephelere sürdüğünü, İran’ın başkalarını eleştirmek yerine davranışlarına çeki düzen vermesi gerektiğini kaydetti. Büyükelçi açıklamasında İslam İşbirliği Teşkilatı’nın ve Birleşmiş Milletler’in İran ile ilgili kararlarına da vurguda bulundu.

Ankara’nın yeni Tahran pozisyonu

Oysa birkaç hafta önceki Astana görüşmelerinde Türkiye, Rusya ve İran bir araya geldiğinde ilişkilerin iyi bir noktada olduğu düşüncesi hakimdi. İki ülke ilişkilerinin özellikle meşum 15 Temmuz hadisesinden sonra belli bir iyileşme içine girdiği, Astana süreciyle de Suriye krizinin hafifletilmesi hususunda Tahran ve Ankara’nın asgari müştereklerde buluştukları düşünülüyordu.

Her ne kadar bu süreç pürüzsüz yürümese ve özellikle El Bab Operasyonu esnasında görev yapan Türk askerleriyle İran yanlısı paralı milisler kimi zaman karşı karşıya gelse de ilişkilerdeki gidişatın olumlu yönde olduğu hususunda bir görüş birliği vardı. Hatta Türk askerlerinin ölümüyle sonuçlanan hadiselerde bile Ankara, İran karşıtı şiddetli açıklamalar yapmamış, üst düzey diplomasi ve istihbarat yetkililerini Tahran’a göndermekle yetinmişti. Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın ardından Dışişleri Bakanı’nın açıklamaları Ankara için yeni bir pozisyon olarak kabul edilebilir.

Recep Tayyip Erdoğan, Ayetullah Ali Hamaney

Türk yetkililerin açıklamalarının nedenini ikili ilişkilerde meydana gelen sorunlardan çok yeni şekillenmeye başlayan küresel ve bölgesel nedenlere bağlamak daha doğru olabilir.

Erdoğan’ın Körfez ziyaretinden birkaç gün önce 8 Şubat’ta Suudi Dışişleri Bakanı Adil El Cübeyr’in Ankara’ya gelmesi, bir sonraki gün CIA Direktörü Mike Pompeo’nun ilk yurtdışı ziyaretini Türkiye’ye yapması ve muhataplarıyla geniş kapsamlı toplantılar gerçekleştirmesi, yine Erdoğan’ın ülkeye dönüşünden bir gün sonra 17 Şubat’ta ABD Genel Kurmay Başkanı Joseph Dunford’un İncirlik Üssü’nde Genel Kurmay Başkanı Hulusi Akar ile görüşmesi Türk-ABD ilişkilerinde Donald Trump’ın göreve gelmesiyle birlikte yeni bir ivme yakalandığını ve bu durumun Türkiye’nin bölgesel politikalarında değişikliğe neden olabileceğini gösteriyor.

Aslında bölgesel politikalardaki İran eksenli değişiklik belirtileri Türkiye ile sınırlı değil. ABD basınında yer alan ve Başkan Trump’ın İsrail Başbakanı Netenyahu’nun 14 Şubat’taki Washington ziyaretinde kendisine, İran karşıtı konumlanacak ve Mısır, Ürdün ve Körfez ülkelerinin de yer alacağı bölgesel bir güvenlik işbirliği platformu kurulmasını önerdiği yönündeki haberin gerçeğe dönüşmesi çok önemli sonuçlara yol açacaktır.

Trump’ın İran kozları

Hatırlanacağı üzere Trump Obama’nın İran politikalarını seçim kampanyası esnasında çok sert şekilde eleştirmiş, özellikle nükleer anlaşma üzerinden yönetime yüklenerek, seçilmesi durumunda “hayatımda gördüğüm en kötü anlaşma” dediği anlaşmayı iptal edeceğini açıklamıştı.

Bugün gelinen noktada nükleer anlaşmanın çeşitli nedenlerden ötürü tamamen iptal edilmesi beklenmese de Trump’ın İran’ı sıkıştırmak için elinde çok sayıda kozu bulunuyor. Bunların başında zaten hiçbir zaman tamamen kaldırılmamış olan yaptırımların Tahran’ın balistik füze denemeleri gibi nedenlerden ötürü yeniden şiddetlendirilmesi geliyor. Kimi uzmanlara göre, bu durum İran açısından pratikte nükleer anlaşmanın getirilerinin sıfırlanacağı anlamına geleceğinden, Tahran’daki sertlik yanlılarını anlaşmadan çekilmeye itebilir. Böyle bir karar ABD açısından anlaşmayı kendisinin iptal etmesinden çok daha faydalı olacaktır ve başta Rusya ve Çin olmak üzere anlaşmanın korunmasını savunan diğer taraflar karşısında ABD’nin pozisyonunu güçlendirecektir.

Washington’un söz konusu yeni tavrının farklı nedenlerle de olsa Türkiye, Arabistan ve İsrail gibi ülkeler tarafından memnuniyetle karşılandığı anlaşılıyor. Zira Obama’nın geleneksel müttefiklerini küstürme pahasına özellikle ikinci döneminde İran’ın önünü açan politikalara imza atması yalnızca Suriye’de Rusya ve İran’ın saha hakimiyetlerinin artmasına yol açmamış aynı zamanda Yemen iç çatışmasının Suud-Yemen savaşına dönüşmesine ve İran’a yakın grupların Bahreyn yönetimini silahlı ayaklanmayla tehdit etmelerine neden oldu. İsrail açısından ise Washington’un Suriye krizine ilgisizliği Hizbullah örgütünün çok daha etkin bir savaş tecrübesi kazanmasına ve elindeki silah stokunu geçmişte görülmedik şekilde çeşitlendirmesine ve geliştirmesine yol açtı.

Neden Bahreyn?

Söz konusu veriler ışığında Erdoğan’ın İran’ın yayılmacı politikalarına karşı açıklamalarını Bahreyn’de yapmış olması özellikle dikkat çekicidir. Aslında Türk heyetinin Bahreyn’i ziyaret kararı bile başlı başlına sembolik bir öneme sahipti. Zira nüfusunun çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn, İran’ın kimi zaman açıktan kimi zamansa vekilleri aracılığıyla üzerinde hak ettiği bir ülke.

Erdoğan’a Bahreyn’in en yüksek devlet nişanının verilmesi, Türkiye ve Bahreyn arasında çeşitli güvenlik anlaşmaları imzalanması, İran basınında Bahreynli muhalefet lideri Şeyh İsa Kasım’ın Türkiye’ye sürgüne gönderileceğine dair haberlerin çıkması, Türkiye’nin bundan sonra Bahreyn konusunda daha aktif tutum alacağını ve Körfez’in bu küçük ülkesinin güvenliği ile daha yakından ilgileneceğini gösteriyor.

İran’ın da yeni dönemin şifrelerini çok çabuk fark ettiği ve buna uygun bir strateji belirlemeye çalıştığı görülüyor. Nitekim Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Erdoğan’ın gezisiyle eş zamanlı olarak Körfez’de İran ile ılımlı ilişkilere sahip olan Kuveyt ve Umman’a gezi düzenleyerek bölgesel cepheleşmeyi önlemeye yönelik adım attı. İran’ın bu girişimi Trump yönetiminin İran karşıtı açıklamalarının dozu düşünüldüğünde özellikle önemlidir. Zira İran geleneksel denilebilecek şekilde uluslararası alanda zor durumda kaldığı dönemlerde, bu tür baskıları bölgesel işbirlikleriyle aşmaya çalışır. Nitekim İran-Irak Savaşı esnasında ya da nükleer faaliyetlerinden ötürü kapsamlı küresel yaptırımlara maruz kaldığında İran’ın en önemli nefes borularını Türkiye ya da Birleşik Arap Emirlikleri gibi bölge güçleri teşkil ediyordu.

Trump yönetimi altında İran’ın ciddi bir küresel meydan okumayla karşı karşıya kalmasının kaçınılmaz göründüğü böyle bir zaman diliminde bölgenin tüm etkin güçlerinin İran karşısında pozisyon almaları, Irak Başbakanı İbadi’nin dahi Trump tarafından bu çabaların bir parçası olmaya ikna edilmesi Tahran’ın durumunu oldukça zora sokuyor. Bu nedenden dolayı en azından bu satırların kaleme alındığı ana kadar İranlı yetkililerden Cumhurbaşkanı ve Dışişleri Bakanının açıklamalarına yönelik eş seviyede bir tepki gelmemiş ve İranlılar krizin fazla büyümemesi için alttan alan bir tavır içine girmişlerdir.

Sonuç olarak Türkiye ve İran arasındaki gerilimin temel olarak ikili ilişkilerden kaynaklanmadığı, Trump ve Tahran yönetimlerinin bölgede atacağı adımlara paralel olarak seyredeceği söylenebilir. Bu noktada gözden kaçırılmaması gereken husus şudur: Ankara her ne kadar İran karşıtı söylemini sertleştirmiş ve İran’ın bölgesel ihtiraslarının dizginlenme ihtimalinden memnun olsa da son tahlilde ikili ilişkilerin belli bir seviyenin altına inmesine izin vermeyecek ya da bölgesel diğer bazı aktörler gibi varoluşsal bir İran karşıtlığı içine girmeyecektir.

Kaynak: Al Jazeera

Türkiye’nin Rakka Operasyonu ve Olası Güzergahlar

Fırat Kalkanı Harekatı’nın 184. gününde El Bab, Baza ve Kabasin şehirleri alınarak harekatın nihai hedefine ulaşıldı. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan El Bab’ten sonra durmak yok diyerek yeni hedefin “Münbiç ve Rakka” olduğunu açıklamıştı.

Fırat Kalkanı Harekatı son durum haritaları ve analizleri için tıklayın.

Rakka Operasyonu son durum haritaları ve analizleri için tıklayın.

Musul Harekâtı Neden En Zorlu Dönemecine Girdi?

Irak ordusu ve müttefikleri aylardır ülkenin en büyük ikinci şehri Musul’u IŞİD’in elinden almaya çalışıyor.

Musul son durum haritası için tıklayın.

Operasyonlar kentin batısına ilerledikçe, Musul harekâtı da en zorlu safhasına girdi.

Musul, IŞİD’in elinde tuttuğu en büyük kent ve örgütün en değerli varlığı.

Eğer IŞİD Musul’u kaybederse, son iki yılda aldığı yenilgilerden çok daha büyük bir değeri yitirmiş olacak.

Dört ay önce Irak Başbakanı Haydar El İbadi, Musul’un hem doğusunun hem de batısının ele geçirilmesi için kapsamlı operasyonların başladığını duyurmuştu.

O açıklamanın amacı, askeri anlamda stratejik bir dönüşümden ziyade savaşmaktan yorgun düşmüş birliklere moral aşılamaktı.

Morali yüksek tutmak

Doğu Musul’daki çatışmalar Irak hükümetinin hem beklediğinden daha fazla zaman aldı hem de çok çetin geçti.

Eski ABD Başkanı Barack Obama, görev süresinin dolmasından önce Musul’un Irak ordusunun eline geçmesini ümit ediyordu.

Ancak artık Musul’un ele geçirilmesinin en azından birkaç ay daha alacağı net.

Doğu Musul‘daki çatışmalarda Irak ordusu ciddi kayıplar da verdi.

Ebubekir El Bağdadi, Temmuz 2014’te Musul’daki El Nuri Camii’nde konuşmuştu.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’daki kaynaklara göre bazı Irak ordusu birliklerinin kayıpları yüzde 50’lere kadar çıktı.

Her ne kadar bu rakamlar Irak ordusu ve hükümeti tarafından yalanlansa da, Bağdat yönetimi ordunun yıpranmasından endişe ediyor.

Savaşlarda kazanan tarafın, düşmanına kıyasla çok daha az kayıp vermesi beklenir.

Kayıpların ciddi biçimde artması, muharebe etkinliğinin ne denli zayıf olduğunun işaretidir.

Başbakan Haydar El İbadi için, silah, mühimmat ve mali destekten daha önemli bir konu var: Cephedeki askerlerin moral seviyesi. Şu ana kadar askerlerin morali yüksekti.

Ancak zaman Bağdat yönetiminin yanında değil. Eğer Musul harekâtı daha da uzarsa, ordunun azmi de kırılabilir.

Sokak savaşları

Musul, IŞİD’in kalbi. Örgütün lideri Ebubekir El Bağdadi, ilk ve son kez kamuoyu önüne Mulsul’daki El Nuri Camii’nde çıkmıştı.

Harekâtın gösterdiği bir gerçek var. IŞİD Musul’u Felluce ya da Ramadi kadar kolay terk etmeyecek.

Musul’un yitirilmesi IŞİD için başkentin düşmesiyle eşanlamlı.

IŞİD daha sözde hilafetini ilan etmeden önce bile Musul’un batısında geniş bir örgüt ağına sahipti.

Musul halkı, IŞİD militanlarının Haziran 2014’te kenti ele geçirmelerinden çok daha önce meydanlarda infazlara başladığını hatırlıyor.

Irak ordusunun karşı karşıya olduğu bir diğer büyük risk de sivil ölümleri.

Musul’da mahsur kalmış olanların sayısı 800.000 civarında olabilir. Savaş devam ederken bu sivillerin gidebileceği hiçbir yer yok.

IŞİD, Musul’un çevresindeki köylerde direnmektense Irak ordusunu kentin içine çekmeye çalışıyor gibi duruyor.

Irak ordusunun kapı kapı dolaşıp IŞİD militanlarını araması gerekebilir. Musul harekâtı daha şimdiden ‘sokak savaşı’ olarak anılıyor.

IŞİD ayrıca bomba yüklü araçlarla düzenlenen intihar saldırılarını da kullanıyor.

Doğu Musul’daki çatışmalarda örgüt günde 10’a yakın intihar saldırısı düzenliyordu.

IŞİD saldırıları artıyor

IŞİD’in yönetim kademesi ise dikkatleri Musul’da yaklaşan yenilgiden uzaklaştırmanın arayışında. Farklı noktalarda güç gösterisi yapmaya uğraşıyorlar.

Irak ordusu Batı Musul’da operasyonlara başladığında IŞİD daha bir ay önce geri alınan doğuya saldırmıştı.

Bu yolla Irak ordusunun kazanımlarının altını oymaya çalışıyorlar.

Musul dışındaki Irak kentlerinde de saldırıları artırdılar.

Hem son aylarda IŞİD’den geri alınan Felluce hem de Bağdat, saldırıların hedefi oldu.

Kalıcı zaferi kazanmak

Sadece 2017’nin başından bu yana IŞİD Bağdat’taki bombalı saldırılarda 100’e yakın kişiyi öldürdü.

Her ne kadar zorlu gözükse de kısa vadeli askeri kazanımlar işin kolay kısmı. Asıl zor olan siyasi çözümün geliştirilmesi.

Orta Doğu’daki çatışmaların büyük kısmından farklı olarak Musul’da herkes IŞİD’in karşısında aynı safta gözüküyor. Ancak yine de müttefikler arasında güvensizlikler var.

Sünniler, Şiiler ve Kürtler cephede. Bunların yanı sıra ABD, İran ve diğerleri de harekâta dahil.

Musul harekâtına İran destekli Şii silahlı gruplar da katılıyor

Bu sıkıntılı koalisyon içerisinde herkes elde edilecek zaferden en büyük payı koparmanın peşinde. Ancak güç mücadelesi, elde edilecek başarıları baltalayabilir.

IŞİD sadece askeri becerisi sayesinde güç kazanmadı. Irak’taki Sünnilerin büyük kısmı, Bağdat’taki Şii hükümet tarafından bir köşeye itildiklerini hissettiği için IŞİD kendisine hareket alanı bulabildi.

Her ne kadar IŞİD’in eski destekçileri örgütün acımasız yönetiminden yılmış olsa da kurtarıcılarına da temkinli yaklaşacaklardır.

Siyasi çekişmeler IŞİD’e ihtiyaç duyduğu yakıtı sağlıyor. Sadece askeri güçle yola devam edemeyeceklerini onlar da biliyorlar.

Ancak şu ana kadar Irak’ta siyasi bir çözüm yönünde herhangi bir sinyal gözükmüyor.

Başbakan İbadi, IŞİD sonrası Irak’ta kendisine yer tutmak isteyen güçlü aktörler arasında bir denge bulmak zorunda kalacak.

Kaynak: BBC

Tonga: Polinezya’nın Sömürge Görmemiş Tek Ülkesi

Bundan birkaç ay önce Tonga’nın resmi adının –Tonga Krallığı– olduğunu fark ettim. Bölgedeki ülkelerin hepsini az çok tanıyordum ama Tonga’nın resmiyetteki adına dikkat etmemiştim. Pasifik’teki küçük ada ve adacıklardan oluşan ülkelerden biri olan Tonga Krallığının nasıl krallıkla yönetilebiliyor olduğunu düşündüm. Çünkü Polinezya’da sömürge yönetimi görmemiş bir ülke olmadığını sanıyordum.

Tonga’nın konumu

Eğer bir ülkede krallık varsa, ya hiç sömürge yönetimi görmemiştir yada bağımsız olduktan sonra krallarını geri getirmişlerdir ama genelde insanlar bağımsızlık elde ettikten sonra pek krallık taraftarı olmazlar. Çünkü kendi çocuğu gelecekle ilgili mesleki kaygılar içinde olup hayat mücadelesi verirken kralın çocuğunun doğduğu ortam sayesinde hayatını baştan kurtarıyor olması kimsenin hoşuna gitmez. Özellikle de yoksul ülkelerde.

Bingo. Tamda tahmin ettiğim gibi bu ülke hiç sömürge yönetimi görmemiş. Tonga krallığı’nı Polinezya’daki sömürge görmemiş tek ülke yapan şey ne diye oldukça merak edip araştırdım. Fakat ülkemizde Tonga hakkında bırakın bilgi sahibi olmayı böyle bir ülkenin varlığı bile bilinmediği için(bu normal bir şey tabi) Tonga’nın bu sırrını çözmem zor oldu. Hatta sosyal medya üzerinden Tongalı insanlar bile bulmaya ve görüş almaya çalıştım.

Meğer sömürge yarışına geç katılan ve hızla bu konuda ilerlemek isteyen Almanlar, Pasifik’te geriye kalan son bölge burası olunca buraya yönelik kolonileştirme girişimlerinde bulunmuş ama Tonga Krallığı bu tehlike üzerine bir manevra yaparak Almanlara karşı İngilizlerle 1900’de Bir dostluk ve himaye anlaşması imzalamış. Bu anlaşma 1970 tarihine kadar devam etmiş ve ülke askeri yönden İngiltere’nin koruması altında kalmış ama kolonileşme olmamış. Düşünüyorum da, acaba Almanlar değilde bu girişimi İngiltere veya Fransa yapsaydı o zaman nasıl bir manevra yapacaklardı? Bence bu ülke hem son kalan adalar topluluğu olduğu için hemde rakipleri çıkarları yüzünden birbirine düştüğü için çok şanslı ve bu sayede bu sömürge görmeme ünvanını kazanmış.

Tonga

MÖ. 1000 dolaylarından beri hayatın olduğu düşünülen ve 1770’lerde Kaptan James Cook’un uğradığı zaman -Şirin Adalar- ismini verdiği Tonga Krallığına bağlı 176 adanın sadece 52 tanesinde nüfus var. Kolonizasyon olmamasına rağmen halk koyu İsevi. Sebebi ise 1820’li yıllarda başlayan misyonerlik faaliyetleri sonucu daha önce din görmemiş insanların sonradan görme gibi buna tav olması.

Ülke’nin nüfusu 110 bin kadar ama bunun kat kat fazlası Avustralya, Yeni Zelanda, ABD ve diğer komşu Pasifik ada ülkelerinde göçmen durumda. Çünkü Tonga’da genç işsizliği çok yüksek ve insanlar kaçma derdinde. Pasifik’teki tüm ada ülkelerinde var olan yoksulluk burada da var çünkü dünyanın bir ucunda, Okyanusun ortasında, kısıtlı topraklarda, doğal afetleri bol, iletişim ve ulaşımın zor olduğu bu bölgelere yatırım yapmayı kimse istemiyor. Fakat geneli tarım ve balıkçılıkla uğraşan halkların doğurganlık oranı çok yüksek ve nüfus hızla artıyor. Kaynaklar sınırlı iken nüfus artarsa insanlar tabiî ki günü geldiğinde boğulur, bunalır ve kaçmak için yer arar. Bu Polinezya’dan Mikronezya’ya, Endonezya’dan Melanezya’ya (Malezya ile karıştırmayın) bu hep böyle.

Tonga

Günümüzde ise bu adalar topluluğunun kapasitesi dolmuş olsa gerek ki, başta Tonga olmak üzere Tuvalu, Fiji, Samoa gibi ülkelerin nüfuslarında bir tıkanma başladı ve artık çok yavaş artıyor. Diğerleri de hızla bu aşamaya yaklaşmakta. Zaten az insanın yaşadığı pasifik’teki bu cennetlerde halklar artık kabuğuna sığmıyor ve başka ülkelere taşıyorlar.

Tongalılar sömürge yönetimine hiç girmemiş olmanın kendisine ve kraliyet ailesine Pasifik’te apayrı bir konum kazandırdığı görüşünde. Yeni kurulan Demokrasi hareketinin çabaları azda olsa sonuç vermeye başlamış. 1995’te baskılar sonucu kral, tamamen seçimle belirlenmiş bir hükumete geçiş yapılabileceğini açıklayıp insanları umutlandırmış ve oyalamıştı. Daha sonra 2010 yılında yasama meclisi için ilk seçimler yapılsa da, aslında halk meclisin bir kısmını seçerken bir kısmı soylulara ayrılmıştır. Yani birileri mecliste sırf soylu sınıfın soyundan diye hiçbir mal ve hizmet üretmeden, ekmek elden su gölden yaşamaya devam ediyor. Üstelik yoksul insanların ülkesinde bunu göze batıra batıra yapıyorlar. Birileri çocuklarının geleceği için çabalarken ve o çocuklar okuyup adam olacağım diye yırtınırken veya cennetten bir bahçe olan ülkesini terk edip gurbete giderken, birileri ise sırf asil soydan diye geleceğini garanti altına alıyor, hayatını kurtarmış bir şekilde, kafası rahatlamış biçimde bu yoksul ülkede yaşayarak monarşinin olduğu yerde adaletin olmadığını tüm dünya’ya bir kez daha ispatlıyor. Üstelik başbakanda soyluların belirlediği meclis üyeleri arasından seçiliyor. Yinede şimdilik ilerleme azda olsa var ve yavaş yavaş bunlarda gelişecek diye umut ediyoruz.

Muhammed Ali Çalışkan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

Suriye’deki Rus Özel Güvenlik Şirketleri

Rusya, Suriye’deki büyük askeri kazanımlarına rağmen çok az askeri kayıp verdi. Bunun en önemli sebebi, Rusya’nın Suriye sahasında özel güvenlik/askeri şirketlerinin kullanılması. Ancak bunun da avantaj ve riskleri var.

Rusya’dan geçen günlerde çok sık rastlanmayan bir açıklama geldi. Savunma Bakanlığı, 16 Şubat’ta Tiyas Hava Üssü’nden Humus’a giden bir askeri konvoya düzenlenen uzaktan kumandalı bomba saldırısında 4 Rus askerinin öldüğünü, 2 Rus askerinin de yaralandığını duyurdu.

Altı yıldır süren Suriye İç Savaşı’na 30 Eylül 2015 itibariyle askeri olarak müdahil olan Rusya, aradan geçen yaklaşık bir buçuk yıllık zaman diliminde 28 Rus askeri hayatını kaybetmişti. Aynı süre zarfında Rusya’nın askeri başarıları ise kaydadeğerdi.

Rusya ve Suriye’nin konumu

Peki, Rusya bu kadar büyük bir operasyonda bu kadar az kayıp vermeyi nasıl başarıyordu?

Tartus’ta 1977’den beri kullanılan yarı üs özellikli donanma tesisinin gerçek anlamda kalıcı bir üsse dönüştürülmesi, Rusya’nın Suriye’deki en önemli askeri kazanımların başında geliyor. Bu konuda Suriye yönetimi ile imzalanan anlaşma kapsamında Tartus Deniz Üssü’nün genişletilmesi, Rus gemilerinin bölgesel, ulusal sulara ve Suriye’deki limanlara girebilmesinin önü açıldı. Böylece Rusya, donanmasının Akdeniz’deki kalıcı varlığı açısından önemli bir üs elde etmiş oldu.

Rusya’nın askeri kazanımlarında öne çıkan bir diğer başlık ise, Hmeymim’de elde edilen askeri üs oldu. Suriye ile imzalanan ve Rus hava güçlerinin Hmeymim Üssü’nde süresiz olarak konuşlandırılmasına izin veren anlaşma sonrasında Rusya, çok sayıda savaş uçağını bölgeye konuşlandırma imkânı buldu. Anlaşma ile üsteki askeri personel ve ailelerine diplomatik dokunulmazlık tanınırken, Rus askerlerine Suriye’ye girerken sınır kontrolünden geçmeme hakkı sağlandı. Rusya’nın Hmeymim’i kullanması karşılığında Suriye’ye kira ödemeyecek olması da anlaşmanın öne çıkan bir diğer yönüydü.

Kayıplar

Rusya bu askeri başarıları elde ederken kayıplar da verdi. Resmi açıklamalar ve Rus basınında konuya dair çıkan haberler çerçevesinde, Suriye’deki askeri operasyonlarda 28 Rus askeri hayatını kaybetti. Bunun yanı sıra Rusya’nın iki Mi-8, bir Mi-28H ve bir Mi-35 tipi olmak üzere 4 askeri helikopteri operasyonlar sırasında DEAŞ tarafından düşürüldü. Su-24 tipi savaş uçağı ise Türkiye savaş uçakları tarafından sınır ihlali gerekçesiyle vuruldu.

Genel itibari ile bakıldığında Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ilk defa eski Sovyet sınırları dışında bir ülkeye askeri operasyon düzenleyen Rusya’nın söz konusu kayıplarının oldukça düşük olduğu görülüyor. Hem sahada çok farklı grupların bulunduğu, hem de farklı uluslararası aktörlerin yer aldığı böylesine bir savaşta Rusya çok daha fazla askeri kayıp verebilirdi.

Rusya’nın bu kadar az askeri kayıp vermesinin birden çok sebebi var. Bunları şöyle sıralamak mümkün:

• Ağırlıklı olarak hava saldırılarına yoğunlaşması

• Uzun yıllardır Suriye rejimine askeri danışmanlık yapan Rus uzmanların, ülke şartlarını ve saha koşullarını iyi bilmesi

• Bir bölge ya da şehirde tam güvenlik sağlandıktan sonra Rus resmi askerlerinin yoğun şekilde sahaya inerek kontrolü devralması

• Özel güvenlik/askeri şirketlerin kullanılması

Bu faktörler içerisinde Rus özel güvenlik/askeri şirketlerinin kullanılmasının ayrı bir yeri var. Özellikle 2008 Gürcistan Savaşı, ardından 2014’teki Kırım işgali ve Doğu Ukrayna’da devam eden düşük yoğunluklu savaşla birlikte Rusya, yurt dışındaki operasyonlarda özel güvenlik şirketlerini daha yoğun bir şekilde kullanmaya başladı. Suriye’de sadece 28 asker kaybı vermesinin ardında yatan temel nedenlerin başında da Rusya’nın bölgede özel güvenlik şirketlerinin önünü açması geliyor. Nitekim bu alanda son yıllarda yapılan yasal düzenlemeler de özel güvenlik şirketlerin yurt dışında kullanımına verilen önemi göstermesi açısından mühim.

Özel güvenlik şirketlerinin önünün açılması

Rusya’da 2008, 2012, 2013 ve 2014’te olmak üzere dört yasal düzenleme kabul edildi. İlk olarak 2008’de “silah yasası” olarak adlandırılan yasa çıkarıldı. Bu yasa ile Gazprom, Lukoil, Transneft gibi stratejik öneme sahip Rus devlet kurumlarının yurtdışı temsilciliklerine güvenliklerinin sağlanması için silah kullanma yetkisi verildi.

2012’de, iktidardaki Birleşik Rusya Partisi tarafından Duma’ya sunulan 288-FZ no’lu yasa kabul edildi. Söz konusu yasayla, devlet başkanı tarafından özel askeri şirketlerin yedek askeri unsur olarak bulundurulmasına (özel profesyonel kurumlarda askeri eğitim verilebilmesi vb.) ilişkin statüye yasal düzenleme getirildi.

2013’te Duma Başkan Yardımcısı Aleksandr Mitrofanov tarafından sunulan yeni tasarıyla, özel askeri şirketlerin askeri ekipmana sahip olmaları yasal güvence altına alındı. Hükümetin söz konusu şirketlerin tüm faaliyetlerini kontrol altında tutacağı vurgulandı. 2014’te de benzer yasal düzenlemelere devam edildi.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise 2012’de yaptığı bir konuşmasında özel askeri şirketlerin ülkesi için ne anlama geldiğini şu sözlerle ifade etti:

“Rus özel askeri şirketleri devletin doğrudan müdahalesi olmadan ulusal çıkarlar doğrultusunda yapılması gerekenlerin tatbiki için bir araçtır.”

Öne çıkan şirketler

Rusya’nın son yıllarda özellikle Ukrayna ve Suriye’deki askeri müdahalelerinde yoğun bir şekilde kullanmaya başladığı özel askeri şirketlerden bazıları Doğu Ukrayna’daki Rusya yanlısı ve destekli gruplarla birlikte Ukrayna ordusuna karşı savaşta eleman temin ederken, bazıları ise Suriye’de devam eden iç savaşa profesyonel destek sağlamaya devam etti. Bu bağlamda PMC Wagner, Moran Güvenlik Grubu, Slavonic Corps, Antiterör Güvenlik Şirketi, RSB Grup, Redut Özel Birliği gibi özel askeri şirketler Suriye’de sıcak çatışma alanlarında yer aldı.

Söz konusu şirketler arasında en fazla öne çıkan ise PMC Wagner. 2013’e kadar Pskov 2. Özel Birlik Tugayı’nda görevli olan Yarbay Dmitriy Utkin’in şirketin kurucuları arasında yer aldığı Rusça kaynaklarda belirtiliyor. Utkin’in 9 Aralık 2016’da Kremlin’de düzenlenen “Anavatan Kahramanları Günü” resepsiyonuna katılarak Putin tarafından cesaretinden dolayı madalyaya layık görülmesi de dikkate değer.

PMC Wagner’in Suriye’deki askeri kayıplarına dair yine Rusça haber sitelerinde geniş bilgi bulunuyor. Örneğin, 24 Eylül 2015’te 10, 20 Ekim 2015’te ise 26 cesedin Suriye’den Sivastopol limanına gemilerle geldiği kaydediliyor.

Avantajlar ve riskler

Rusya’nın Suriye savaşında söz konusu özel güvenlik şirketlerine ait paralı askerleri kullanmasının hem avantajları hem de dezavantajları var. Avantajlarını ele aldığımızda, ilk olarak, Suriye’deki Rus özel güvenlik şirketleri zayiat verdiğinde bu durumun basına fazla yansımadığını, yansısa bile resmi bir askerin ölümü kadar etki etmediğini görüyoruz.

Diğer taraftan özel askeri şirketlerin personeli Halep’te, Humus’ta, Palmira’da ya da başka bir şehirdeki operasyonda başarısız olduğunda, bunun maliyetinin Rus ordusuna ve Savunma Bakanlığı’na çıkmaması da Rus karar alıcıları açısından önemli bir avantaj sağlıyor.

Yine söz konusu şirket personeli uluslararası hukuka aykırı bir suç işlediğinde, resmi olarak asker olmadıkları için, Rusya devletinin bu durumdan sorumlu tutulamaması önemli bir nokta. Ayrıca Rusya’nın Suriye’deki bir bölgede uluslararası hukukun izin vermediği bir biçimde kendi çıkarları açısından stratejik öneme sahip bir operasyon düzenlemesi gerektiğinde, söz konusu şirketler devreye girerek, devlet sorumluluğunu ortadan kaldırma imkanı yaratıyor.

Rusya açısından bu tür askeri şirketleri kullanmanın riskleri de söz konusu. Bu risklerin başında ise özel şirket personelinin kontrolü meselesi geliyor. Nitekim Slavcorps şirketi çalışanlarından iki kişinin Suriye’de bir operasyonda geri çekilmek zorunda kalmalarının ardından Rusya’ya döndüklerinde Federal Güvenlik Servisi (FSB) tarafından tutuklanmaları, bunun en net göstergesi.

Belli bir komuta kademesi olmadığı için özel güvenlik şirketi elemanının sahada komuta edilmesi ve denetimi, ordu mensubu bir askere oranla çok daha çetrefilli bir konu olarak değerlendiriliyor. Özellikle de Suriye gibi onlarca farklı savaşçı grubun olduğu yabancı bir coğrafyada bu kontrolün daha da zorlaşması kaçınılmaz.

Kaynak: Al Jazeera

Münbiç: Türkiye’nin Yeni Hedefi

El Bab operasyonunda Türkiye sona doğru yaklaşırken, Cumhurbaşkanı Erdoğan yeni hedefin ”Münbiç ve Rakka” olduğunu açıklamıştı.

İbrahim Kalın’ın Açıklamalarından Öne Çıkan 20 Madde

1

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, düzenlediği basın toplantısında iç ve dış gündemdeki çeşitli konulara ilişkin çok önemli açıklamalarda bulundu. Menbiç’te hala bulunan YPG unsurlarıyla ilgili Trump yönetimiyle görüştüklerini ifade eden Kalın, Rusya ile S-400 hava savunma sistemleri hakkında büyük ilerleme sağlandığını belirtti.

Öne çıkan başlıklar ise şöyle:

– Rakka ve Suriye’deki diğer bölgelerde doğru aktörlerle hareket edilmesi gerekir, buna imkanımız var

– Şu anda biz Suriye ve Irak’ta hem sahada hem masadayız, ulusal güvenlik açısından bu bir zorunluluk

– Suriye’de ihlallere rağmen ateşkes büyük oranda uygulanıyor

– AB’den temel beklentimiz vize muafiyeti konusunda adımların bir an önce atılması ve mültecilerle ilgili vaatlerini yerine getirmesi

– Terörle mücadele konusunda AB’nin Türkiye’nin yanında daha güçlü ve açık şekilde yanında durmasını bekliyoruz

– Bizdeki verilere göre Menbiç’te halen PYD/YPG unsurları farklı isimler altında var olmaya devam ediyor, bunu Trump yönetimiyle görüşüyoruz

– İran ile ikili ilişkiler ve bölgesel sorunların çözümünde işbirliğini önemsiyoruz ama bu zaman zaman İran’ın nüfuz elde etme çabalarını görmezden gelmemiz anlamına gelmiyor

– Suriye’de 600,000’den fazla insanın katili olan rejimle iş tutup bunun meşru durum olduğunu düşünüyorlarsa bu İranlıların karar vermesi gereken konudur

– İran’ın Körfez ülkeleri ile ilişkilerinin neden sıfırlama noktasına gelindiği konusunda muhasebe yapması gerekir

– Mayıs ayı içindeki NATO zirvesine Erdoğan katılacak, orada mutlaka (Trump ile) bir görüşme olacak

– Bunun öncesinde Erdoğan-Trump görüşmesi için hazırlıklar sürüyor

– Rusya’nın teklifi olan S400 ile ilgili görüşmeler halen devam ediyor, Rusya toplantısında bu konu liderler düzeyinde ele alınabilir

– Uzun menzilli savunmada NATO sistemleri ile uyum konusunda teknik açıdan uyumlu olup olamayacağı konusu teknik düzeyde rahatlıkla çözülebilir

– Türkiye’nin ulusal güvenliğini sağlayacak bir sistem ve teknoloji transferi ile ortak üretim önemli

– Mesut Barzani’nin (bu hafta sonu) Türkiye ziyareti olacak ve bu kapsamda Erdoğan ile görüşecek

– Barzani’nin şahsında Erbil yönetimi DEAŞ ve PKK ile mücadelede aynı noktada, bu işbirliğini ne kadar güçlendirirsek o kadar faydalı

– Rumların Enosis kararı ile tekrar bu hayal canlandırılmaya çalışılıyor, bu kabul edilebilir bir şey değil

– Rum tarafının niyetini göstermesi açısından bu önemli aynı zamanda Türk tarafının kaygılarının haklılığını teyit ediyor

– Umarım Rum tarafı (Enosis kararından) vazgeçer, bu durum müzakereleri olumsuz etkileyecektir

– Adım atması gereken Rum tarafıdır.

Kaynak: Reuters

Fırat Kalkanı Harekatı’na Katılan Gruplar

24 Ağustos 2016’da Türk Silahlı Kuvvetleri​ ve muhalif güçlerle birlikte başlayan Fırat Kalkanı Harekatı’na her geçen gün yeni bir muhalif grup katılırken, 2000 kilometre kareye yakın bir alanda kontrol sağlandı. Yaklaşık 3 aydır El Bab ve çevresinde süren operasyonlarda Bab’ın merkezinde ilerleyiş sürüyor.

Havar-Kilis Operasyon Odası’nın koordinesinde birleşen muhalif örgütlerin tüm listesi, çoğu örgütün Twitter hesaplarıyla birlikte tek bir infografikte bir toplanılmış. İşte Fırat Kalkanı Harekatı’na katılan örgütler:​

Kaynak: @badly_xeroxed


Washington-Tahran Hattında ‘Kontrollü’ Gerilim

ABD retorik olarak İran karşıtı bir tutum üzerinden bölgede tırmandırmayı başlattı ama tedbiri elden bırakmadı.

ABD Başkanı Trump’ın seçim öncesi ve sonrası İran’a yönelik sert ifadeleri ve buna İran yönetiminin vermiş olduğu karşılık Washington ile Tahran arasında suların bir hayli ısınmakta olduğu izlenimini veriyor. Suların ısındığını yükselen ve görünürlük kazanan buhardan anlayabiliyoruz.

ABD ve İran’ın konumu

Trump, önce İran’la yapılan nükleer anlaşmadan başlayarak Obama döneminin İran politikasının felaket olduğunu ilan etti. Trump’a göre bu politikalar sadece İran’ın yararına sonuçlanmıyordu, aynı zamanda müttefiklere de zarar veriyordu. Sonra aralarında İran’ın da olduğu yedi Müslüman ülkeden ABD’ye girişi geçici olarak durduran yasağı ilan etti. Akabinde, Tahran yeni bir balistik füze denemesi yaptı ve derhal Washington DC’den gelen uyarıyla karşılaştı. ABD, bundan sonra Tahran’ın atacağı her adımı ciddi olarak takip edeceğini ilan ediyordu. Trump’a göre, İran, balistik füze ateşi ile oynayacağına Obama’nın Tahran’ı kayıran politikalar benimsemesi nedeniyle ABD’ye minnettar olmalıydı. Buna karşılık İran dini lideri Hameney, ‘‘Ne için minnettar olacağız?’’ diye sordu. “Ne için ABD’ye minnettar olacağız. DEAŞ için mi yoksa Suriye ve Irak’ta yaktığı ateş için mi?”

Hamaney

Kimileri Trump’ın uyarısına hak verdi, bazıları ise Hamaney’in sorularına. Ne tarafa meyledersek edelim, bu gözden kaçmayacak tansiyon, uluslararası ilişkiler uzmanlarını şu soruyu sormaya itiyor: Trump Yönetimi altında ABD-İran ilişkileri bir defa daha kopma noktasına mı geliyor?

Tahran ile Washington arasında ipler kopuyor mu?

Pek çok uzman şu konuda uzlaşıyor: ABD ile İran arasında iplerin kopup kopmayacağının test edileceği en ciddi husus 2015 tarihli Nükleer Anlaşma’nın geleceği konusunda Washington DC ve Tahran’ın takınacağı tavır olacak. Ancak İran-ABD ilişkilerinin geleceği Nükleer Anlaşma’nın kaderiyle sınırlı değil. Tahran’ın son dönemde gerçekleştirdiği füze denemeleri ve Yemen’deki uzantısı Husiler aracılığıyla Suudi Arabistan’a yönelik oluşturduğu tehdit (Suudi gemisinin Husiler tarafından gönderilen füzelerle vurulduğunu hatırlayalım) de oldukça ciddi meseleler. Trump yönetiminin bu meydan okumaya nasıl cevap vereceği soruluyor. Sertlik yanlılarını sevindiren bazı emareler var: Örneğin ABD Savunma Bakanı James Mattis, Japonya resmi ziyareti sırasında İran’ı resmen Ortadoğu’da terörü en fazla destekleyen ülke olarak ilan etti. Daha sonra, ABD Başkanı Trump da İran’ın BM kararlarını göz ardı ederek yapmış olduğu füze denemelerine karşılık yeni yaptırımlar uygulama kararı aldı. Tabi bu sertleşme sinyalleri sadece Washington semalarından gelmiyor.

Hasan Ruhani

Bir süredir Tahran yönetimi, Obama döneminde Washington’la yaşanan detant havasının Trump’ın başkanlığı altında buharlaşacağını bekliyordu. Sertleşmenin ilk belirtileri Trump’ın seçim kampanyası sırasında verilmişti ve o zaman ABD Başkan adayı olan Trump, İran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen’de elde ettiği nüfuz alanına karşı çıkacağını tüm dünyaya duyuruyordu. Buna karşılık İran, ABD Başkanlık seçimlerinin arifesinde ve sonrasında Ortadoğu’da (Suriye, Yemen ve Irak gibi yerlerde) barışın tesisi yönündeki girişimlere karşı çıktı ve ateşkes çabalarına ayak diredi. Pek çoğumuz bu ayak diremeyi bölgesel güç dengesinde konjonktürel değişimlerle açıkladık ve kısmen haklıydık. Ama göz ardı edilmemesi gereken bir gerçeklik daha var: İran, bugüne kadar Ortadoğu’da sahada elde ettiği kazançların Trump başkanlığında elinden alınabileceğini düşünüyor. Amerikan baskısı sonucu sahada alan kaybedebileceğini düşünen İran kendisine karşı sertleşen Trump yönetimi karşısında geri adım atmıyor, tam tersi bir tırmandırma stratejisi sürdürüyor.

Nitekim Tahran, ‘Vekâlet Savunucuları’ hava savunma tatbikatında yeni füze denemelerinde bulunacağını ilan etti. İran’daki beklenti sadece bu geri adım atmama/taviz vermeme üzerinden kazançlarını yeni statüko haline getirmek değil. Ayrıca İran’daki yönetici kadro, Trump karşıtı söylem ve eylemlerle Washington’un samimiyetsizliğini dillendirerek kendini hem uluslararası hem de ulusal kamuoyu önünde aklama ve meşrulaştırma gayreti içinde. Trump yönetiminin de uluslararası kamuoyunda hatta ABD’de çok popüler olduğu da söylenemez zaten.

‘Tedbirli tırmandırma’ stratejisi

Washington DC. Tahran’nın bu stratejilerine nasıl yanıt veriyor diye sorduğumuzda İngilizce bir deyiş aklımıza gelmiyor değil; a barking dog never bites. Kendisine Tahran’ın yönelttiği suçlamalar karşısında Washington şimdilik, sadece İran’a yeni yaptırımlar uygulayacağını söylüyor ve Suudi gemilerine yönelik olası İran füze saldırılarını caydırmak amacıyla bölgeye bir Amerikan muhrip gemisi gönderiyor.

ABD’nin yapabilecekleri ve elinde olan baskı araçları düşünüldüğünde bu cevabı yeterince ciddi bulmamak pekâlâ mümkün. James Mattis’in ifadelerine geri dönelim: Beyaz Saray’ın Ortadoğu’daki asker sayısını arttırmak gibi bir niyeti yok. Bu da bize, ABD’nin şimdilik İran’a yönelik olarak temkinli bir tutum takındığını ve Tahran’ı konvansiyonel bir saldırıya teşvik etmemek için dikkatli davrandığını düşündürtüyor. Kısaca ABD retorik olarak İran karşıtı bir tutum üzerinden bölgede tırmandırmayı başlattı ama tedbiri elden bırakmadı. O nedenle de bazı uzmanlar Trump’ın görünen İran politikasını tedbirli tırmandırma stratejisi olarak açıklıyorlar.

Beyaz Saray’ın tedbirli tutumunun nedeni ise Tahran’ın artık eski Tahran olmadığı gerçeği ile açıklanıyor. 2015 Nükleer Anlaşması sonucu Tahran’ın bölgede gücünü ve prestijini artırdığı biliniyor. Bu yüzden Tarhan’ın sahada istikrarsızlaşmayı artırabilecek manevralardan uzak tutulması önem kazanıyor. Her ne kadar bu açıklamanın kendi içerisinde tutarlılığı olsa da İran nüfuz alanı ve prestijini artırmak için kendi gücünün ötesinde operasyonlara girişti, bu da Tahran’ın elini ABD’ye karşı giriştiği sınavda zorluyor. İran’ın içinde bulunduğu açmazları bilenler de bu yüzden ABD’nin Tahran’a uygulamakta olduğu bu yeni yaptırımların İran için bir uyarı olduğunu söylüyorlar. Bu görüşte olanlar, Tahran’ın bugün sergilediği saldırgan tutumunu yakın bir zamanda değiştirmemesi halinde Amerikan cezalandırma politikasının daha sertleşebileceğini iddia ediyorlar. Kısacası İran’a karşı alınacak tedbirler geleceğe bırakılıyor, uyarıların anlaşılacağı ve Tahran’ın sağduyulu davranarak kendi kendini sınırlandırılacağı umuluyor. İster istemez soruyoruz, bu rüyayı Obama’da görmemiş miydi?

Barack Obama, Hasan Ruhani

Dolaysıyla, bugünkü Trump yönetimi İran’a karşı zayıf davranmakla suçladığı Obama yönetiminden şimdilik çok da farklı davranmıyor. Temkinlilik adına Tahran’a karşı sınırlı bir cezalandırma yöntemi uygulamayı tercih ediyor. Bu mesajın Tahran’ı kendine getireceği umudu var gibi Washington’da. Bu nedenle de İran’ın balistik füze denemeleri konusunda olsun Nükleer Anlaşması’nın geleceğiyle ilgili sergilenecek tavırda olsun Trump’tan beklenen radikal tutum bir türlü gelmiyor. Öyleyse Obama yönetimi sırasında ABD’ye sorulup durulmuş olan soruyu biraz değiştirerek Trump yönetimi için soralım: ABD’nin uyguladığı sınırlı yaptırımlar, tedbirli cezalar, İran’ı provoke etmeden durdurma isteğinin güttüğü sert söylem fakat konvansiyonel eylemsizlik Tahran’ın Ortadoğu siyasasını değiştirir mi? Bu soruya cevap vermek için ABD politikalarından Tahran’ın ne kadar etkilendiğini analiz etmemiz gerekir.

ABD’nin yaptırımları Tahran’ı ne kadar etkiliyor?

İran yönetimi gerçekleştirdiği füze denemelerinin 2015 Nükleer Anlaşması’na aykırı olmadığını iddia ediyor. Tahran’ın asıl amacı ABD’nin uygulamakta olduğu yeni yaptırımların meşru olmadığını dünya kamuoyuna kabul ettirmek. Anlamlı bir diplomatik adım olsa da, ABD’nin füze denemeleri sonrası kabul ettiği yaptırımların 2015 Anlaşması ile doğrudan bir ilgisi yok. Hatırlanacaktır, Nükleer Anlaşmada ABD, Tahran’ın Anlaşma çerçevesinde altına girdiği yükümlülükleri gerçekleştirmesi halinde İran’a uyguladığı yaptırımları kaldıracağı sözünü vermişti. Karşılığında İran’ın Anlaşma hükümlerine riayet etmemesi durumunda uygulayageldiği yaptırımları tek taraflı olarak yürürlüğe tekrar koyacağını söylemişti.

Bugün ABD’nin İran’a karşı uygulamaya başladığı yeni yaptırımlar Nükleer Anlaşma çerçevesinde kaldırmayı vaat ettiği ve kaldırdığı yaptırımlar değil. Yeni yaptırımların İran ekonomisine olası etkisinin sınırlı olacağını iddia eden uzmanlar da bu ayrıma dikkat çekiyorlar. Çünkü, ABD’nin en son uygulamaya koyduğu bu yaptırımlar sadece balistik füze yapımıyla ilgili bir düzine firmayı kapsamakta olup, İran Hava Yolları ya da önemli herhangi bir İran bankasına yönelik değil. Kısaca söyleyelim, son ABD yaptırımları İran yönetminin önemli kurumlarını teğet geçiyor.

Washington’dan yapılan açıklamalara baktığımızda Trump yönetiminin henüz İran’a karşı nasıl bir politika izleyeceğini netleştirmediğini de görüyoruz. Amerika’daki yeni yönetim İran’a yönelik yeni iktisadi yaptırımların uygulanmasından Tahran’ın bölgesel rakiplerinin desteklenmesine kadar pek çok alternatifi değerlendiriyor. Bu değerlendirme sürecinin uzamasının çeşitli nedenleri var: Öncelikle Trump, seçim kampanyası sırasında Nükleer Anlaşmayı kötü bir anlaşma olarak tanımlamış ve askeri opsiyonun da masada olduğunu söylemişti ama bugün Başkan Trump’ın mevcut yönetiminin söz konusu Nükleer Anlaşmayı kolay kolay gözden çıkarmayacağı görülüyor. Nükleer Anlaşmaya sadık kalınmasının farklı nedenleri de söz konusu.

Anlaşmanın iptali uluslararası krize yol açabilir

İlk akla gelen husus şu; eğer ABD Nükleer Anlaşmadan tek taraflı çekilir veya anlaşmanın yeniden gözden geçirilmesinde ısrarcı olursa o zaman şimdilerde arasının iyi olmadığı AB’deki müttefikleri ve Çin ile karşı karşıya gelebilir.

Bilindiği gibi Brüksel ile Pekin 2015 tarihli Nükleer Anlaşmanın devam etmesi konusunda Tahran’a oldukça yakın bir konuma sahipler. Ayrıca Trump yönetimi de gayet iyi biliyor ki, eğer anlaşmayı tek taraflı terk ederse bu durum da İran’ın nükleer programına yeniden başlaması sadece mümkün olmayacak, ayrıca bu konuda belirli bir meşruiyet de kazanmış olacak. Bu durumda uluslararası çapta daha büyük bir krizin önü açılabilir, nükleer silaha sahip ülkelerin, mesela ABD’nin, çok önem verdiği Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi rejimi zarar görebilir. Mevcut Nükleer Anlaşma Trump Amerikası yüzünden çökerse ileride ABD’nin uluslararası çapta şimdikine benzer, “daha iyi bir anlaşmayı” yapmak için gerekli geniş çaplı işbirliği ortamını oluşturması nasıl mümkün olabilir, bu sorunun cevabı Batı’daki sertlik yanlılarının duymak istemediği bir cevap olacak büyük ihtimalle.

Oysa İran’daki sertlik yanlıları kulaklarını dört açmış bekliyorlar; Trump yönetiminin anlaşmayı yırtıp atması durumunda İran içindeki anlaşma karşıtlarının eli haliyle güçlenecek, İran kamuoyu nezdinde prestij kazanacaklar ve İran bu atmosfer altında seçimlere gidecek. Sonuçlar ABD’nin İran’da görmeyi hiç arzu etmediği bir doğrultuda olabilir. Tüm bu nedenlerle yani tüm olumsuzlukların farkında olarak Trump yönetimi şimdilik İran Nükleer Anlaşması’yla ilgili seçim öncesi sert söylemini bir kenara bırakmış görünüyor.

Trump yönetimi Nükleer Anlaşma üzerinden İran’a yapacağı baskının dozunu kaçırmamaya özen gösteriyor. Temkin, temkin, biraz daha temkin. Zira, Tahran’ın fazla baskı karşısında anlaşmanın kendine zarar verdiği hükmüne varıp anlaşmayı terk etmesi ihtimali Washington’da şu anda çok taraftar bulmuyor. Elbette ibre ne kadar Tahran lehine de görünse Washington’un bundan sonra İran Nükleer Anlaşması’nın uygulanması konusunda Obama yönetimine kıyasla daha titiz davranacağı da bir gerçek. Sözün özü, Trump sert sözler sarfeden bir boksör gibi tahayyül edilebilir ama daha çok ihtiyatla İran’ın meydan okumasına cevap vermek arasındaki hassas dengede Ortadoğu üzerinde gerilmiş bir ipin üzerinde yürüyen usta bir cambaz olmak zorunda. Trump’tan ziyade Kissinger’ın başarabileceği bir rol.

Trump Amerikası Ortadoğu’ya nasıl dönecek?

Halihazırda, Washington’un İran’ın füze denemeleri karşısında uygulamaya koyduğu sınırlı mahiyetteki yaptırımlardan yola çıkarsak ABD’nin Tahran’a yönelik politikasını netleştirmeden önce Ortadoğu’da eski müttefikler nezdinde zemin yokladığını söyleyebiliriz.

Burada belirleyici olacak şey bundan sonraki Amerikan yönetiminin gelecekte Ortadoğu’da hangi dış politika yönelimine öncelik vereceğidir. Şimdilik Trump’ın önünde birbirinden farklı politikaları getirebilecek öncelikler listesi var: DEAŞ’la savaş, İran’la doğrudan mücadeleye girişmek, Rusya ile anlaşmak ve Ortadoğu’dan ziyade Çin’i dengelemek için Asya’ya yönelmek. Trump’ın dış politikada hangi yolu tercih edeceği kuşkusuz genelde Ortadoğu özelde de İran politikasının gidişatını belirleyecek. Bu belirsizlik sürecinde Trump’ın ekibi hazır olmaya gayret ediyor. Rusya ile ilişkilerde belirsizlik devam ediyor ama Trump’ın gerek İsrail’e yönelik olumlu söylemleri gerekse de Körfez ülkeleri ile yeniden ilişki kurma girişimleri -bu bağlamda ABD’nin eski müttefiklerini yoklaması- önemsenmeli.

Öyle ki Washington ibreyi İran’ın etki alanını sınırlandırmaya doğru kaydırabilir de. Trump seçilirken dış politikasının bir sis perdesi altında olduğunu söylemiştik, net bir amaç görünmüyordu. Bugün başkanlığının ilk ayı dolmak üzereyken hala net bir şey söylemek mümkün değil. ABD Ortadoğu’ya dönecek mi? Kim için, ne için dönecek? Hangi araçlarla dönecek? Cevapları şimdilik bilinmeyen sorular. Bölge devletleri siste gemilerini limanlara götüren kaptan titizliğiyle sadece görüp görmediklerine değil, bölge politikalarının birikiminin oluşturduğu tecrübeyle yapılandırdıkları pusulalarına da bakmak zorunda kalıyorlar. Türkiye’nin çok yönlü, çok araçlı askeri/diplomatik politikaları da bu çerçevede daha anlam kazanıyor.

Kaynak: AA

Musul Operasyonu Son Durum Haritası

17 Ekim 01:40’ta başlayan Musul operasyonu İbadi’nin açıklamalarıyla resmileşmiş oldu. Topçu ateşi ile başlayan askeri operasyona Irak ordusundan yaklaşık 30 bin asker, çeşitli milis güçleri ve peşmerge katılıyor. Onlarca ülkenin hava desteği sağladığı ve Irak ordusunun kara güçlerine danışmanlık yaptığı Musul operasyonuna 30 bin Irak askeri, Şii milisler ve peşmerge güçleri katılıyor. Türkiye’nin eğittiği Haşdi Vatani yeni adıyla Ninova Muhafızları’ndan şuan için 1.500 civarı savaşçının katılacağı söylendi. Bu savaşçılar peşmerge altında ilerleyecek.

600 ABD askerinin Irak ordusuna danışmanlık yapacağı söylenirken, 5 binden fazla ABD askerinin de Musul operasyonu için Irak’ta bulunduğu biliniyor. Karşı tarafta ise 8 bin IŞİD militanının Musul’da olduğu düşünülüyor.

Operasyon başlamadan saatler önce Peşmerge Bakanlığı Genel Sekreteri Cebbar Yaver Musul’u Kurtarma Operasyonu’na yabancı güçlerin katılmadığını duyurdu ve ekledi, “Planda olmayan bir güç operasyona katıldığında hedef alınacak” dedi.

Musul’da Son Durum [TIMELINE]

9 Temmuz 2017: Irak resmi olarak Musul’da zafer ilan etti. Başbakan İbadi bölgeye giderek orduyu ve Irak halkını tebrik etti.

28-29 Haziran 2017: Irak Ordusu, Musul’da eski şehirde çatışmaların sürdüğü aşağıdaki küçük bölgeye rağmen Musul operasyonunun bittiğini ve IŞİD’in mağlup edildiğini ilân etti. Tabi ki Musul resmi olarak olmasa da Irak’ın en büyük ikinci vilayeti Musul’dan temizlendi diyebiliriz.

25 Mayıs 2017:

20 Mayıs 2017: Musul’un batısında sona yaklaşılırken, IŞİD’in yakın zamanda bölgeden tamamen çıkarılacağı ve şehrin tamamen Irak güçlerinin kontrolüne geçeceği belirtildi. Iraklı yetkililer 3 hafta içinde Musul’da kontrol sağlanacak demişti ancak operasyon daha da uzadı. Iraklı vatandaşlar Ramazan ayı öncesi Musul’un tamamen kurtulacağıyla umut etse de Iraklı emekli Tuğgeneral Nuaymi, “Musul operasyonunun ramazan ayından önce tamamlanması zor.” dedi.

20 Mayıs 2017 (19:45): Musul’un batı yakasının yakın gösterimi… Musul’u IŞİD’den kurtarma operasyonunda örgüt şehrin çok küçük bir alanında direnmeye devam ediyor.

17 Mayıs 2017:

9 Mayıs 2017:

Musul’un batısında son durum haritası – 9 Mayıs 2017

7 Mayıs 2017: 

4 Mayıs 2017: Doğu yakasının tamamen IŞİD’den alındığı Musul’da son durum haritasında IŞİD batı yakasında kuşatmaya alınmış durumda. Geçtiğimiz hafta Iraklı yetkililer 3 hafta içinde Musul’un tamamen temizleneceğini iddia etmişti.

29 Nisan 2017: Irak ordusu, şehrin batı yakasında sürdürdüğü harekatta güneyden ilerleyişini sürdürürken, bu defa kuzeyden büyük bir saldırı başlattı. Irak Genelkurmay Başkanı Osman Xanimi, 3 hafta içinde Musul’un batısının tamamen kontrol altına alınacağını söyledi.

23 Nisan 2017: Musul şehir merkezinin batısında Irak Ordusunun ilerleyişi sürüyor. Iraklı güçler şehrin batısını kuşatmaya alacağı düşünülüyor.

26 Mart 2017:

22 Mart 2017: Musul’un doğusunu tamamen ele geçiren Irak Ordusu ve Şii milisler, şehrin batısında da ilerlemeye devam ediyor. Batı yakasının güneyinden ve kuzeyinden IŞİD’in kışkaca alındığı şehirde, Irak güçleri örgütün güçlü savunmasıyla karşı karşıya.

1 Mart 2017: Musul’un batısında sıkışan IŞİD çembere alındı.

24 Şubat 2017: Irak güçleri, Musul’un batısı için başlattığı operasyonda ‘batı yakasının’ yaklaşık üçte birinde kontrol sağladı.

23 Şubat 2017: Irak güçleri bugün şehrin doğu yakasının güneyinde ilerledi.

20 Şubat 2017: Irak güçleri Musul’un doğu yakasını tamamen IŞİD’den temizledikten sonra Batı yakasına geçti. Musul’un batısında bir beldeyi ele geçiren Irak Ordusu, IŞİD’in yoğun direnişiyle karşılaştığı için yavaş ilerleyebiliyor.

24 Ocak 2017: Irak Başbakanı İbadi, Musul’un doğusunun her karışına kadar Irak Ordusunun kontrolüne geçtiğini açıkladı.

24 Ocak 2017 | Musul Operasyonu son durum haritası

22 Ocak 2017: 

21 Ocak 2017: 

Musul haritası |21 Ocak 2017

18 Ocak 2017: Musul’un doğusu tamamen Irak güçlerinin kontrolüne geçti.

Musul’un doğusu tamamen Irak güçlerinin kontrolüne geçti. | 18 Ocak 2017

 

17 Ocak 2017:

17 Ocak 2017 Musul Operasoynu

12 Ocak 2017:

Musul Operasyonu | 12 ocak 2017

10 Ocak 2017:

Musul haritası 10 Ocak 2017

7 Ocak 2017:

7 Ocak 2017 Musul haritası

29 Aralık 2016:

29 Aralık 2016 Musul Operasyonu Haritası

Musul Haritası (HD)

27 Aralık 2016:  Irak güçlerinin, Musul’u DEAŞ’tan kurtarma operasyonunun ikinci aşamasında Musul’un doğusunda ilerleme kaydederek 3 semti geri aldığı ve 24 DEAŞ militanını öldürdüğü bildirildi.

27 Aralık 2016 Musul Son Durum Haritası

17 Aralık 2016: IŞİD’in Musul-Suriye yolu hala kapalı. Tel Afer’in batı sınırları çevresinde olan Irak ordusu ve Şii milisler şehir içine operasyona başlamadı.

17 Aralık 2016 Musul Operasyonu haritası

23 Kasım 2016: Musul, Kayyare’den Tel Afer’e ilerleyen Irak Ordusu ve Şii milisler tarafından kuşatmaya alındı, IŞİD’in Rakka-Musul yolu kesildi.

23 Kasım 2016 Musul Operasyonu
23 Kasım 2016 Musul Operasyonu

21 Kasım 2016: Irak ordusu ve Şii milisler Tel Afer havaalanını ele geçirerek şehre giriş yaptı.

21 Kasım 2016 Musul Operasyonu
21 Kasım 2016 Musul Operasyonu

Musul’daki şehir savaşının detaylı haritası:

21 Kasım 2016 Musul şehir merkezi
21 Kasım 2016 Musul şehir merkezi

16 Kasım 2016: Irak ordusu ve Şii milisler Kayyare’den başlayıp Kuzeybatı yönünde(Tel Afer’e doğru) ilerleyişlerinde şuan Tel Afer havaalanındalar. Yoğun çatışmaların yaşandığı bölgenin IŞİD’in elinden alınmasıyla Irak ordusu ve Şii milisler Tel Afer öncesi stratejik bir konum elde etmiş olacaklar.

16 Kasım 2016 Musul Operasyonu
16 Kasım 2016 Musul Operasyonu

9 Kasım 2016: Türkiye Tel Afer’deki Türkmenlerin durumu ve Sincar’daki PKK varlığından ötürü Silopi’ye son yılların en büyük askeri yığınaklarından birini yaptı ve yapmaya devam ediyor. Musul operasyonunda son durum haritasıyla birlikte geniş çerçevede Irak sınırı, medyada çokça duyduğumuz PKK kampları, Kandil Dağı ve PKK’nın Türkiye’de faal olduğu ilçelerimizi gösterelim dedik. Haritaya geniş çerçeveden baktığımızda Türkiye’nin güvenliği için Musul’la yakından ilgilenmesi gerektiği anlaşılıyor.

9kasim-musul

5 Kasım 2016: Irak ordusu ve Şii milisler güneyden Tel Afer’e doğru operasyonunu sürdürürken, Musul kent merkezinde ilerleme sağlanıyor.

Musul Operasyonu haritası | 5 Kasım 2016
Musul Operasyonu haritası | 5 Kasım 2016

Irak güçleri doğudan şehre giriş yaparken, önemli kazanımlar elde etti. Şehir içinde Irak ordusunun IŞİD’den geri aldığı bölgeler ise Irak kaynaklarınca aşağıdaki gibi gösterilmiş. (Yeşil: geri alınan bölgeler – kırmızı: çatışmaların sürdüğü bölgeler)
musul-merkez-haritasi

1 Kasım 2016: Genel hatlarıyla Musul operasyonundaki ilerlemenin gösterildiği haritada, koalisyon öncülüğündeki Irak güçlerinin Musul şehir merkezinin doğusuna kadar geldiği görülüyor. Musul’un güneybatısından Telafer yönüne -kuzeye- ilerleyişin olduğu ve bu gerçekleşirse IŞİD’in -geniş bir alan ile- Musul’da kuşatmaya alınacağı söylenebilir.

Musul son durum haritası [Kasım 2016]
Musul son durum haritası [Kasım 2016]
30 Ekim 2016: Irak güçleri, Musul’un güneyindeki operasyonlarda 61 köyün geri alındığını, bin 400 kilometrekarelik alanında kurtarıldığını açıkladı.

30 EKim 2016 Musul Operasyonu haritası
30 EKim 2016 Musul Operasyonu haritası

25 Ekim 2016 – 12:38 | Türkiye’nin topçu desteğinde Başika’nın kuşatıldığı, Musul’un doğusunda Bertelle’den Irak ordusu ve peşmergenin ilerlediği görülüyor. 3 gün önceki harta incelendiğinde Musul’un kuzeyinde de peşmergenin ilerlediği göze çarpıyor.

25 Ekim 2016 Musul Operasyonu Haritası
25 Ekim 2016 Musul Operasyonu Haritası

22 Ekim 2016 – 14:37 | Musul’un güneyi, Kayyare’nin kuzeyinde ilerleyen Irak ordusu ve Şii milisler IŞİD’i bu bölgedeki kırsaldan çıkardı. Ordunun koalisyon destekli ilerleyişi sürerken, peşmerge ise ağırlığı Musul’un doğusu olmak üzere kuzeydoğudan bünyesindeki Ninova bekçileri, Sünni ve Türkmen milisler ve yerel aşiretlerle ilerliyor. IŞİD’in birçok bombalı saldırısıyla ağır ilerleyen peşmerge güçleri, koalisyonun ‘çok az’ hava desteği verdiğini iddia ediyor.

22 Ekim 2016 Musul Operasyonu Haritası
22 Ekim 2016 Musul Operasyonu Haritası

10 Ekim – 19 Ekim – 20 Ekim | Musul değişim haritası:

BBC
BBC

20 Ekim 2016 – 01:09 | IŞİD operasyonun ilk gününde 12 bombalı saldırı düzenlediğini açıklarken, bunların 8’ini peşmergeye, 4’ünü de Irak ordusu ve Şii milislere düzenlediği bildirildi. Operasyonun ilk gününden sonra ağırlaşan hatta durma noktasına ilerlemeleri en iyi gösteren haritayı aşağıda veriyoruz.

musul-son-durum

18 Ekim 2016 – 15:38 |

sc

17 Ekim 2016 – 15:52 | Peşmerge güçlerinin Musul’un doğusundaki ilerleyişini IŞİD’in bombalı saldırıları yavaşlattı. Irak ordusu ve Şii milisler güneyde fazla bir direnişle karşılaşmadığı için hızlı ilerlemeye başladı.

17ekim-firat-kalkani

17 Ekim 2016 – 12:58 | Irak ordusu, Musul’un güneyinden IŞİD’in direnişiyle karşılaşmadan ilerliyor..

17 Ekim 2016 Musul Operasyonu
17 Ekim 2016 Musul Operasyonu

17 Ekim 2016 – 10:37 | Musul’da son durum

musul-harita

17 Ekim 2016 – 11:51 | Peşmerge Musul’un doğusunda 7 köyü IŞİD’den aldı.

Musul'un doğusundaki 7 köy
Musul’un doğusundaki 7 köy

17 Ekim 2016 – 03:35 | Musul Operasyonu’nda peşmerge güçlerinin cephesi.. Türkiye’nin eğittiği Ninova Muhafızları’da bu cephede..

Musul Operasyonu'nda Peşmerge güçlerinin cephesi
Musul Operasyonu’nda Peşmerge güçlerinin cephesi

Eski Musul Valisi ve Ninova Muhafızları Komutanı Esil Nuceyfi, Türk askerlerinin eğittiği Sünni güçlerin de Musul operasyonuna katıldığını açıkladı. 2 bin Sünni savaşçının Başika cephesinden operasyona katıldığını söyleyen Nuceyfi, Ninova Muhafızlarının Peşmerge ile hareket ettiğini ifade etti.

 

PYD-YPG’nin Kuzey Suriye’deki Kontrol Alanı

ABD’nin Suriye’de koalisyon güçleriyle birlikte operasyona başladığı 2014’ten 8 Şubat 2017’e kadar PKK’nın Suriye uzantısı YPG topraklarını yaklaşık 4 kat arttırdı.

El Bab/Fırat Kalkanı ve Rakka operasyonu ile diğer son durum haritaları ve analizleri için tıklayın.

Suriye’nin kuzeyi YPG haritası (2014-2017)

Türkiye’nin 10 Bin Muhalif Güç ile Rakka Planı

AK Parti’ye yakın Hürriyet gazetesi yazarı Abdulkadir Selvi, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ile ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’un İncirlik’teki görüşmesine ilişkin ayrıntıları yazdı.

Selvi, ABD’nin YPG’nin de operasyonda yer almasını önerdiğini, bu teklifin hükümet tarafından reddedildiğini ileri sürdü.

Selvi’nin yazısına göre olası Rakka planının detayları şöyle:

“Türkiye’nin Rakka planı ne? Henüz taslak halinde. Çünkü ABD, Rakka operasyonunu birlikte yapmaya karar verirse, o zaman plana son şekli birlikte verilecek. Akçakale-Tel Abyad’dan geçen 54 kilometre uzunluğunda, 1 kilometre genişliğinde, yol güvenliği garanti altına alınmış bir hat öngörülüyor.

1- Türkiye ve ABD, operasyona yoğun hava desteği sağlayacak. Karadan girmeyecek, havadan yoğun bombardıman yapacak. Bu hiç kara gücümüz olmayacağı anlamına gelmiyor. El Bab’da 180-200 arası Özel Kuvvetler, 2.200 civarında kara birliğimiz yer almıştı. 3 bin ÖSO unsuru görev yapmıştı. Tabii Rakka, El Bab’la kıyaslanmayacak ölçüde büyük. Rakka’nın büyüklüğüne uygun bir kara unsuru görev yapacak.

2- Operasyonun kara gücünü 10 bin civarındaki ÖSO birlikleri ile ana omurgasını YPG’nin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri arasından seçilmiş yerel Arap unsurlar oluşturacak.

3- Kara gücünü Türk ve ABD özelkuvvetleri sevk ve idare edecek. Rakka operasyonunun püf noktasını, YPG’nin durumu oluşturuyor. YPG dışarıda kalacak mı, kalmayacak mı? YPG konusu kırmızı çizgimiz. Ama ABD’nin uzun süredir yatırım yaptığı YPG konusundaki ısrarı bitmiş değil. İncirlik’teki görüşmede de rahatsız edici bir öneri getiriyorlar. YPG, Rakka’ya Koalisyon’dan bağımsız olarak doğudan girsin, ÖSO birlikleri ise kuzeyden güneye doğru ilerlesin. Türkiye YPG seçeneğini kesin bir dille reddediyor. Rakka operasyonunun planlama boyutu devam ediyor ama asıl önemli olan irade. ABD bizimle mi yapacak, yoksa PYD-YPG ile mi?

Türkiye, (ABD Başkanı Donald) Trump yönetiminin oluşturmaya çalıştığı bölge stratejisini etkilemeye çalışıyor. Türkiye’nin içinde yer aldığı bir bölge stratejisi oluşturulması için çaba gösterirken PYD-YPG’yi de dışarıda tutmaya çaba gösteriyor.

Zorlu bir süreç.”

Rakka son durum haritası için tıklayın