Türkiye – Irak İlişkileri

1062
Yazarlık Başvurusu

1922 Yılına Kadar İlişkiler

Türkiye – Irak ilişkileri günümüzden çok öncesine dayanır. 1515 tarihinde Osmanlılar Kuzey Irak’ı topraklarına kattı. Takvimler 1534’ü gösterdiğinde Kanuni Sultan Süleyman, Irak’ın tamamını Osmanlı topraklarına kattı. I.Dünya Savaşı’nın sonun kadar bu topraklar, biz Türklerin hâkimiyeti altında idi. I.Dünya Savaşı’ndan sonra Irak, İngilizlerin manda yönetimine girdi. İngilizler, Irak’ın ve özellikle Musul’daki petrol potansiyelinin farkındaydı ve adımlarını çok önceden planlamışlardı. 24 Nisan 1920’de San-Remo Anlaşması’nın 4 Maddesine göre Osmanlı, Irak’taki haklarından vazgeçmek zorundadır. İngilizlerin desteklediği Şerif Hüseyin’in oğlu Faysal, seçimlerde hile yapılarak 18 Ağustos 1920’de hükümdar ilan edildi. 5 gün sonra ise krallığın yeni bir adı vardı: Irak. Misak-ı Milli sınırları içerisinde olan Musul’u alabilmek için yoğun çaba sarf edilmiştir. Zira 1 Şubat 1922’de Milli Savunma Bakanlığı’na, “Faysal’ın Irak’ta hükûmet kurmak, İngilizlerin de Musul ilini siyasi manda altında bulundurmak isteği yapılan siyasi faaliyetlerden anlaşılmaktadır. 
(Osmanlı Süvarileri – Bağdat)
Bu sebeple esasen Misak-ı Millî sınırları içinde kalan Musul ilinin kurtarılması amacıyla Revandız bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesi” hususunda bir tebligat gönderilmiştir. 17 Şubat 1922 tarihinde İngiliz taarruz güçleri, Irak’ın da desteğiyle Musul’u işgal etti. Türk Kuvvetleri, bu işgale yalnızca propaganda ile değil, sahada çatışarak yanıt vermiştir. 31 Ağustos 1922 Derbent Muharebesi’nde birliklerimiz, İngilizleri hezimete uğratmış ve Musul ile olan bağlantıyı açmıştır. Bunun ardından Köysancak’a kaymakam atanmıştır. Var olan Türk – Kürt birliğini masa başı oyunlarıyla tanınan İngilizler, bozmayı başardılar. Çeşitli çabaların ardından İngilizler, Revandız bölgesini 22 Nisan 1923 tarihinde ele geçirmiştir. Hâlihazırda Anadolu’da büyük mücadele veren güçlerimiz, buna rağmen Irak’ı kaybetmemek için büyük mücadele vermiş ve halkın takdirini kazanmışladır. 1923 – 1926 yılları arasında Türkiye – Irak ilişkileri barış ağırlıklı gerçekleşmiştir. Nitekim İngilizler, bu süreçte Irak halkıyla mücadele etmiştir. 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan Lozan Antlaşması’yla başlayan süreç, 5 Haziran 1926’da imzalanan Ankara Antlaşması’yla sona ermiştir.

1922 – 1932 Yılları Arası İlişkiler:

Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesinin sona ermesi, diplomasi alanında gelişmelerin daha verimli olmasına neden olmuştur. Fiilî anlamda savaş içinde olmayan ülke, kendini masa başında her daim daha rahat hissedecek ve bununla bağlantılı olarak daha sağlıklı kararlar alacaktır. 19 Mayıs 1924’te Haliç’te İngiliz ve Türk heyetleri Irak konusu için bir araya geldi. Çeşitli anlaşmazlıklar sonucu bu konferans 5 Haziran’da dağıldı. Haliç Konferansı’nda bir netice alınamayınca yeni bir çözüm bulunması gerekiyordu. Bunun üzerine 20 Eylül’de Milletler Cemiyeti Meclisi’nde tekrardan görüşmeler başladı. 29 Ekim’de “Brüksel Hattı” adı verilen, geçici bir sınır çizilmiştir. Böylece Musul, İngiliz mandası yönetimindeki Irak Hükümeti’ne bırakıldı. Bu durum Türkiye’de büyük tepkilere yol açmıştır. Neredeyse savaş havasına girilmiş; askeri, ekonomik ve daha birçok yetersizlik nedeniyle 5 Haziran 1926’da anlaşma imzalanarak uzlaşı yoluna gidilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden de geçmesiyle Musul sorunu, bütün çabalara rağmen aleyhimize sonuçlanmıştır. Manda yönetimindeki Irak, İngilizlerin arabuluculuğuyla 1932’de Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur. Bu olayla beraber Irak bağımsızlaştı. Ancak petrollerin çok uluslu şirketler tarafından yönetilmesi, halk tarafından bağımsızlığın sözde olduğu kanaatine yol açmıştır. İngilizlerin Irak’taki bütün politikaları belirlemesi, halkın bu görüşünün ne kadar yerinde olduğunu göstermektedir. Mayıs 1931 yılına gelindiğinde Kral Faysal, Türkiye Cumhuriyeti Kurucu Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile görüşmek ve Türkiye’ye bir ziyaret yapmak istediğini Bağdat Büyükelçiliği’mize bir telgraf vasıtasıyla belirtir. Türkiye tarafından olumlu dönüş alınmasına binaen, 6 – 8 Temmuz 1931 tarihinde ilk resmî ziyaret gerçekleşti. 8 Temmuz’da yayımlanan bildiride, “Türkiye ile Irak arasında dostluk ve iyi komşuluk rabıtalarının iki memleketin karşılıklı menfaatlerine ve sulhu sükûn siyasetlerine uygun olduğu hususunda mutabık kalınmıştır.” ifadelerine yer verilmiştir. İyi bir komşuluk içerisinde olunacağının sinyalini veren bu görüşmenin ardından 1932’de Irak Başbakanı ile yetkililerimiz arasında “İkametgâh, suçluların iadesi ve ticaret anlaşması” gibi mühim konularda karşılıklı mutabakata varıldı.
[irp posts=”12084″ name=”Kral Faysal’ın Türkiye ile Yakınlaşması ve Şüpheli Ölümü”]

1932 – 1938 Yılları Arasındaki İlişkiler:

Türkiye’de her ne kadar Arap harflerinin kaldırılması, Medeni Kanun’un kabul edilmesi gibi “İslam’dan uzaklaşma hamleleri” çerçevesinde yorumlansa da Irak ile ilişkilere pek de etki etmemiştir. 1936 yılında Türkiye’ye ilgi duyan Bekir Sıtkı Paşa’nın Irak’ta askerî darbe yaparak hükümeti ele geçirmesi, 1937 yılında imzalanan Sadabat Paktı’nın imzalanmasında büyük pay sahibi olmuştur.
Tarihler 2 Ekim 1935’i gösterdiği sırada Türkiye – Irak – İran arasında Cenevre’de 3’lü bir görüşme yapıldı ve antlaşma parafe edildi. Bu olayın nedeni, sınır sorunlarının kalıcı çözümlere kavuşturulması ve bir nevi bağımsızlıklarını kanıtlamaktır. Neticede; Türkiye, Irak, İran ve Afganistan arasında 8 Temmuz 1937’de “Sadabat Paktı” imzalanmış, asıl neden olan Kürt sorununu çözmek için bir adım atılmıştır. Bu süreçten, Atatürk’ün ölümüne kadar kayda değer gelişmeler yaşanmamıştır.

II.Dünya Savaşı Sonrası İlişkiler:

Türkiye, II.Dünya Savaşı sonrasında Avrupalı Devletler ve Amerika Birleşik Devletleri ile yakın ilişkiler kurmuştur. 1949 yılında Birleşmiş Milletler’de İsrail Devleti’nin Türkiye tarafından tanınması, Müslüman ve Arap ülkeler tarafından büyük tepkiyle karşılanmıştır. Irak tarafından bakacak olursak, 1950’ye kadar iç karışıklıklar sürekli olarak devam etmiştir. 1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Türkiye – Irak ilişkileri daha iyi bir hâl almıştır. Hatta ilk kez bir Türk heyeti, 1954 yılında Kerkük’e uğramış ve oradaki Türklere bir umut kapısı olmuştur. 1955 yılında ise Rusya’nın Orta Doğu’da etkin olmaması için ABD ve İngiltere arabuluculuğuyla Türkiye – Irak arasında “Bağdat Paktı” imzalanmıştır. Bu pakt nedeniyle Arap ülkeleri dağılmış ve bir daha bir araya gelememiştir. Irak’ta 1958 yılında yapılan darbe sonucu Kasım Kuvvetleri yürütmeyi devralmış ve Türkiye ile ilişkiler fazlasıyla gerilemiştir.
(Irak’ta 1958 darbesini gerçekleştiren komutanlar)
1958 yılındaki Irak ihtilalinden Türkiye de yakından etkilenmiştir. Türkiye, İran ve Pakistan devlet başkanları 14- 17 Temmuz tarihlerinde İstanbul’da bir müzakere toplantısı gerçekleştirmiştir. Müzakere sonunda katılımcı devletler bu darbeyi bir “Milletlerarası haydutluk” olarak nitelendirilmiştir. Türkiye 17 Temmuz’da ABD’ye Irak’a müdahale edeceği konusunda başvurmuşsa de ABD’den gerekli izin ve yardımı alamamıştır. Zira Kasım Kuvvetleri Bağdat Paktı’ndan geri çekildiği gibi, 1959’da Türk yurdu Kerkük’te katliam yapacak kadar alçalmışlardır. 1960 yılında Türkiye’de yapılan darbeyle ikili ilişkiler iyice çökmüştür.
1960’lı yılların başında Türkiye için işler pek de iyi gitmedi. Kıbrıs sorununda Avrupalı Devletler’in yanımızda olmaması üzerine tekrardan Orta Doğu ile yakın ilişkiler kurulmaya çalışıldı. Bu süreç zarfında, artık tek yönlü bir dış politikadan ziyade “Denge Politikası” uygulanmaya başlamıştır. Irak’la Birleşmiş Milletler arasında yapılan 687 sayılı antlaşmada Kürtler konusu ele alınmamıştır. Güçlü devletlerin konuya müdahil olmasıyla bir antlaşma eklenmiş ve Irak Ordusu’nun hava sahasında olması yasaklanmış, ardından belli bir hareket sınırı çizilmiştir. Çare olarak bölgeye 11 ülkeye ait 20 askerden oluşan bir ordu “Çok Uluslu Acil Müdahale Gücü” adı ile yerleştirilmiştir. Türkiye bütün bu gelişmelerin yanında Kürtleri Kuzey Irak’ta yerinde tutabilmek amacıyla 35.000 askerle sınır ötesi harekâtı gerçekleştirmiştir. Türkiye Kürtleri kendi bölgesinde tutabilmede kısa süreli de olsa başarılı olmuştur. Türkiye, Saddam Hüseyin’le yaptığı anlaşma gereği sınır ötesi harekâtlarda bulunma hakkına sahipti. 1991 yılına gelindiğinde Türkiye, sınır ötesi harekâtlara başvurmuştur. Ancak bilinmelidir ki Türkiye, en başından beri Irak toprak bütünlüğünden yana olmuştur. Turgut Özal’ın cumhurbaşkanlığı yaptığı süreçte PKK’nın önünü kesebilme niyetiyle Kürt liderler Talabani ve Mesud Barzani ile yakın temasta bulunulmuş, davetler edilmiş ve hatta Türk pasaportları dahi çıkartılmıştır. Yapılan anlaşmalar gereği Kürt aşiretlerine milyon dolarlık yardımlar yapılmış, ülkeye kaçak petrol girişlerine dahi göz yumulmuştur. Tek sorun PKK ya da Kürtler değildi. “Çekiç Güç” adı verilen; Kuzey Irak’taki Kürtleri Saddam Hüseyin’in saldırılarından korumayı amaçlayan, Amerika Birleşik Devletleri öncülüğünde savaşa katılan diğer müttefik ülkelerin(Birleşik Krallık, Fransa, Avustralya ve Hollanda) de dâhil olduğu ve Türkiye üzerinden gerçekleştirilen askeri harekât, 90’ların ses getiren olaylarına adını yazdırmıştır. Çekiç Güç sayesinde PKK’nın önü açılmıştır. Lakin Şanlı Türk Ordusu, demir yumruğunu indirmiş ve ülkenin bütünlüğünü korumuştur. Buna rağmen Türkiye, istediğine tam manasıyla ulaşamamıştır.
Türkiye’nin sınır avantajı, PKK’nın gücünü azaltmıştır. Nitekim Kürtler, Türkiye sınır kapısı sayesinde her iki bölgeden de ticaret yapmaları sonucunda ekonomik durumlarını iyileştirmişlerdir. Bunun sonucunda PKK’ya bölgede verilen destek azalmış ve PKK terör örgütü kan kaybetmeye başlamıştır. Türk Ordusu PKK terör örgütünün Türkiye’deki eylemlerinin devam etmesi nedeniyle 1995 yılının Mart ayında Kuzey Irak’a bir operasyon yapmak zorunda kalmıştır.

2000’li Yıllarda İlişkiler:

Genel hatları ile 2000’li yıllarda Türkiye – Irak ilişkileri üzerinde etki sahibi en önemli unsur
ABD’nin Irak’ı işgali ve takiben Saddam Hüseyin rejiminin sona ermesi olmuştur.
Her ne kadar Soğuk Savaş sonrası önemde güvenlik algısı değişse de ve 2002 yılında AK Parti hükümeti ile beraber farklı bir dış politika çizgisinde geleneksel güvenlik politikaları insani politikalar çerçevesinde yumuşak güç unsurları ile şekillendirilmek istense de, Irak özelinde bu politikaları uygulamak kolay olamamıştır. Irak’ın iç dinamikleri mercek altına alındığında bu durumdan Kuzey Irak Kürtleri büyük ölçüde nemalanmıştır. Güçlenen Kürtler Irak yönetimi konusunda da özerk bölgelerinin dışına çıkarak söz sahibi olmuş, ellerindeki petrol kartını kullanarak da otonom şekilde hareket etme imkânı bulmuştur. Her ne kadar tartışmalı bölgeler olan Musul ve Kerkük’ün statüsü sonuca ulaştırılamamış olsa da 2006 yılında ortaya konan petrol yasası ile birlikte Kürt bölgesi petrol şirketlerinin ilgisini bir hayli çekmiş ve bölgede yoğun şekilde petrol arama faaliyetlerini girişilmiştir.
[irp posts=”10726″ name=”Yükselişten Düşüşe: Saddam’ın Irak’ı”]
Ekim 2005 yılında ABD önderliğinde dış güçler tarafından hazırlanan Irak Anayasası’nda Kerkük’ün Irak merkezi yönetiminde koparılması için ciddi çaba harcanmış; fakat tam anlamıyla başarılı olunamamıştır. Bu süreç zarfında Türk Yetkililer tarafından “Kerkük’ün Türkiye’nin kırmızı çizgisi” olduğu vurgusu yapılmış gerek Kürt Yönetimine gerek dış güçlere, olası bir bölünme durumunda müdahale edileceği sinyalleri verilmiştir.
2013 yılında IŞİD’in Kuzey Irak’ta giderek güç kazanması, Türkiye-Irak ilişkileri açısından tarihten bu yana hiçbir zaman tam olarak terk edilemeyen geleneksel güvenlik politikalarını
tekrar su yüzüne çıkarmıştır. İran – Irak mücadelesi sonucunda bölgede tırmanan Sünni-Şii çatışmasının sonucu olarak ortaya çıktığı belirtilen IŞİD’in mevzilendiği bölge özellikle Türkiye için ciddi bir güvenlik tehdidi olarak algılanmıştır. Türkiye; tarihten bu yana olduğu gibi bir kez daha Irak’ın topraksal bütünlüğünü korumak ve ortak güvenlik politikaları adına, terörle mücadele konusunda Merkezi Irak yönetimine destek vermeye başlamıştır. 2014 yılında Haydar el – Ibadi’nin iktidara gelmesiyle beraber Irak merkezi yönetimi ile Türkiye ortak güvenlik düzleminde ikili ilişkilerini geliştirme yolunda tekrar ilerleme kaydetmeye başlamıştır.
2014 yılında Musul’un IŞİD tarafından ele geçirilmesiyle beraber bölgede güvenlik arzusu hat safhaya ulaşmış ve Türkiye – İran ve Irak yönetimi Musul’u kurtarma operasyonu adı altında hazırlık yapmaya başlamıştır. İran’ın aksine Türkiye Irak içinde hassas güç dengelerini okumada yeterince deneyimli olmaması sebebiyle Başika kampına asker sevkiyatı yapmıştır. (Semin, 2015: 2).
Her ne kadar ilk bakışta, ortak güvenlik ve IŞİD ile mücadele için ortak mutabakat sonrası asker sevkiyatı yapıldığı görülse de Türkiye’nin bu aksiyonu uzun vadede Irak içinde güç tahkim etmeye mi çalışıyor endişesini su yüzüne çıkarmıştır. İlişkilerin genel seyri incelendiğinde daha önce vurgulandığı üzere Türkiye Irak ilişkilerinde ulusal güvenliğe yapılan esas vurgunun her dönem etkisini koruduğu söylenebilir. Özellikle 2000’li yılların başında, geleneksel güvenlik algısından kısmen uzaklaşılıp diyalog yoluyla ilişkilerin şekillenilmesine öncelik verilmesine karşın, Irak sınırı içinde yaşanan olaylar Türkiye’nin Irak’ı her daim güvenlik ajandasında baş konulardan biri olarak tutmasına neden olmuştur. Geleneksel güvenlik algısı doğrultusunda askeri müdahaleler yapılsa da, Türkiye kimi zaman yumuşak güç unsurları ile de bölgede etkin olmaya çalışmış ve her şekilde Irak Türkiye güvenlik ajandasında her zaman önde gelen konulardan bir tanesi olma özelliğini hiç kaybetmemiştir. 2002 yılında AKP hükümeti ile beraber devlet odaklı bakış açısı yanında insani güvenlik konusu gündeme getirilmiş ve bölgede yaşanan Türkmenler üzerinden de güvenlik algısı oluşturulmaya başlanmıştır. Türkiye’nin ana meselesi Irak’ın bölgesel birliğini korumak iken; gerekirse 18-19 Mart 2016 tarihlerinde Irak sınırı içinde PKK kamplarının bombalanması gibi askeri müdahaleler yapmaktan çekinmemiştir. Uzun vadede Irak’ta ortaya çıkması muhtemel bölünmelerin Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemesi olasıdır. Bu noktada, uluslararası arenada dönüşen ve değişen güvenlik konusu göz önüne alındığında yeni güvenlik kavramlarının temel öğelerinden olan referans nesnesinin Türkiye’nin ulusal bütünlüğü, Osmanlı mirası ve ulusal güvenlik meseleleri olduğu ortaya çıkar. Bu noktada, Kopenhag Okulu ile gündeme getirilen yeni güvenlikleştirme algısına yapılan eleştirilerden bir tanesi göz önüne çıkar.
Direkt olarak tehdit oluşturmadığı zamanlarda bile Türkiye tarihe vurgu yaparak Irak hakkında güvenlik politikalarını şekillendirmiştir. Fakat tarihi geçmişi sadece politika yapıcıların söz edimlerini güçlendirecek bir etmen olarak düşünmek eksik bir analiz sağlayacaktır. Bu nedenle tarihi geçmişin ve Misak-ı Milli sınırları ile Türkiye’nin elinden kaybettiği ayrıcalıkların birebir Irak hakkında dış politika adımlarını şekillendirici etkisi göz ardı edilmemelidir.

SONUÇ

Türkiye – Irak ilişkileri herhangi iki devlet arasındaki ilişkiler gibi değerlendirilmemelidir. Yüzyıllardır bir arada olan milletler, yaklaşık 100 yıldır süregelen demde komşu olarak ilişkilere devam ediyor. Bu hususta dikkat edilecek şeylerin başında, komşu ülkelerin birbirleriyle sürekli dirsek teması içerisinde olması gerektiğidir. Bakınız ki “Komşu, komşunun külüne muhtaçtır.” ifadesi gereği her ne vakitte olsun birlik içerisinde olmaya en azından çabalamak gerekmektedir. Irak’ta olan ufak bir kaos Türkiye’yi, aynı şekilde Türkiye’de olan ufak bir kaos Irak’ı etkileyecektir. Cumhuriyet tarihinden bu yana genel kapsamda bakacak olursak, ilişkilerimiz iyi denilebilecek seviyededir. İhracat konusunda yıllardır ön sıralarda olan Irak ile ilişkilerimiz, komşuluk gereği mümkün olduğunca iyi bir seyir izlemelidir.

KAYNAK

https://tr.wikipedia.org/wiki/Lozan_Antla%C5%9Fmas%C4%B1

https://tr.wikipedia.org/wiki/Ankara_Antla%C5%9Fmas%C4%B1_(1926)

http://turkoloji.cu.edu.tr/ATATURK/arastirmalar/kadir_kasalak_ataturk_donemi_turkiye_irak_iliskileri.pdf

https://tr.wikipedia.org/wiki/Sadabat_Pakt%C4%B1

https://tr.wikipedia.org/wiki/Huzuru_Temin_Harek%C3%A2t%C4%B1

http://dergisosyalbil.selcuk.edu.tr/susbed/article/download/419/401

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/813464

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz