Jeopolitik Kavramı ve Türk Avrasyacılığı

724
Yazarlık Başvurusu

Jeopolitik Kavramının Gelişimi

Jeopolitik, 20. Yüzyılın başlarında Rudolf Kjellen ve diğer emperyalist düşünürlerce fiziksel çevre ile politika arasındaki ilişkiyi açıklamak için ortaya çıkmıştır. Jeopolitik kavramının gelişim süresince birden fazla düşünce oluşmuştur. Bunlardan ilki, Emperyalist ülkeler arasındaki rekabetin yoğun olduğu dönemlerde ortaya çıkan “Klasik Jeopolitik”tir. Klasik Jeopolitikçiler ülkelerinin “hayatta kalmaları” için karşılaştıkları sorunlara çözüm bulmaya çalışmışlardır. Halford Mackinder’ın “Kara Hakimiyet Teorisi” ile önem kazanan jeopolitik anlayış batı emperyalizmiyle yakın ilişkilidir.

Halford Mackinder

Örneğin, Mackinder, İngiliz İmparatorluğunun güçlendirilmesi için yeni bir yol arayışındadır. Mackinder’ın Teorisi bugünkü adıyla “Avrasya” bölgesini kontrol eden devletin dünyayı da kontrol edeceği görüşüne dayanmaktadır [1]. I. Dünya Savaşından sonra jeopolitik düşünce, Almanya’da Karl Haushofer tarafından milliyetçi düşüncenin halkın içinde etkili olması için kullanılmıştır. Sonrasında, Friedrich Ratzel’den ilham alan ve Nazilerin Dış Politikasını etkileyen “Lebensraum” (yaşam alanı) düşüncesi ortaya çıkmıştır. Lebensraum, Ratzel’in güçlü ve başarılı devletlerin var olan sınırlarını sürekli genişletme arayışında olacağını ve yaşam alanını güvence altına almak isteyeceği görüşüne dayanan “organik devlet” düşünce tarzını yansıtmaktadır. Klasik jeopolitikte amaç, devlete emperyalist rekabette öne geçmelerini ve yeniden yapılanmalarını sağlayacak bilgiyi oluşturmaktır. Klaus Dodds’un makalesine göre, Ratzel devletlerin sürekli devam eden yaşam arayışını değişmez bir jeopolitik yasa olarak kabul eder [2]. Bu düşünceler bariz bir sömürü düzenini yansıttığı ve ırkçı, yayılmacı bir temele dayandığı için, jeopolitik özellikle II. Dünya Savaşından sonra, emperyalist düzene hizmet ettiği düşüncesi nedeniyle uzunca bir süre kötü-şeytani bilim (evil science) olarak görülmüştür. Bir başka Jeopolitik düşünce ise, Soğuk Savaş süresince Neo-jeopolitik olarak ortaya çıkmıştır. Bu kavram, ABD ve SSCB arasındaki rekabeti tanımlamak için kullanılmıştır. Spykeman gibi ABD’li jeopolitikçiler, jeopolitiği kötü şöhretinden kurtarmak için “demokratik jeopolitik” olarak tanıtmışlardır.

Henry Kissinger

Aynı zamanda Kissinger’ın jeopolitik kavramını kullanmaya başlaması, Brezinski’nin “The Grand Chessboard” adlı eseri sayesinde jeopolitik tekrar önemsenen bir kavram haline gelmiştir. Neo-Jeopolitik kavramı “yayılmacı” düşüncelerden vazgeçmiş olsa da dost ve düşman ayrımını kullanmıştır. Neo-Jeopolitik bu dönemde Spykeman’ın Mackinder’ın “Kara Hakimiyet Teorisi” ne karşı çıkan ve “Kenar-Kuşak Teorisi” ne dayanan ve ABD’nin SSCB’yi Çevreleme Politikasına etki eden düşüncelerin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Neo-Jeopolitikte, Klasik Jeopolitik de olduğu gibi devletlere somut çözümler sunan coğrafi temelli bir yaklaşım olmuştur. Bir başka jeopolitik kavram ise 1980’lerde ortaya çıkan ve Klasik Jeopolitik anlayışını sorgulayan “Eleştirel Jeopolitik” olmuştur. Eleştirel Jeopolitik açısından ise jeopolitik yaklaşımı eksiktir. Bu kavramın kurucularından olan Tuathail’e göre jeopolitik disiplin kusurludur [3]. Eleştirel Jeopolitik, Jeopolitiğin bir “söylem” olduğunu ve jeopolitik düşüncelerin bu söylemlerden bağımsız olamayacağını öne sürer. Bu anlayışa göre, jeopolitik masum bir düşünce tarzı değil oldukça ideolojik ve siyasal bir yaklaşım tarzıdır. Tuathail’e göre, eleştirel jeopolitik uluslararası politikanın coğrafi olarak nasıl algılandığını ve bu coğrafyanın siyaset tarafından nasıl anlamlandırıldığını anlamaya çalışır. Sonuç olarak eleştirel jeopolitik devletlere bir çözüm sunmaktan çok kültürel açıdan bir değerlendirme yapmaktadır.

Friedrich Ratzel

Görüldüğü üzere jeopolitik kavramı uzun bir geçmişe sahiptir ve birden çok bakış açısı barındırmaktadır. Jeopolitik ile ilgilenmek devletler açısından önemlidir çünkü, politikalarını bu jeopolitik konuma göre düzenleyerek hayatta kalmaya devam edebilirler. Diğer bir açıdan, her devletin jeopolitiği kendine özgü olduğu için her devlet farklı jeopolitik adımlar izlemek zorundadır bu nedenle kendi jeopolitik konumlarının farkında olmak durumundadırlar.

Türk Avrasyacılığına Kısa Bir Bakış

 

Jeopolitik anlayış ortaya çıktığı dönemlerden günümüze kadar “Avrasya” bölgesi ile ilişkilendirilmiştir. Avrasya bölgesine hâkim olan gücün Dünya’ya da hâkim olacağı düşüncesi jeopolitik kavramı içerisinde var olmuştur. Hatta jeopolitik ve Avrasyacılık neredeyse aynı anlama gelmektedir. Avrasya kavramı Marlene Laurelle’nin dediği gibi “batı” tarafından yaratılmış bir kavramdır [4].

Laurelle, bu kavramın batı tarafından SSCB’nin etki alanını, onun mirasını yok sayarak anlatmak için ortaya çıkarıldığını iddia etmektedir. Fakat bu tanımın iki yönlü bir anlamı vardır, birinci anlamı bu bölgenin hala Rusya’nın etkisinde olabileceğini kabul etmektir. Diğer anlam ise, kavramın “Avro” içermesinden dolayı Asya’nın Avrupa’ya benzer bir yer olduğunu kabul etmektir. Avrasyacılık büyük bir bölgeye işaret etmesinden ve jeopolitik disiplininin temelini oluşturmasından dolayı oldukça önemli bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’de Avrasyacılık çoğu zaman ana dış politikanın konusu olmamıştır. Fakat, Cumhuriyet’in kurulduğu dönemden bugüne kadar varlığını sürdürmüş ve son yıllarda önemini gittikçe arttırmıştır. Şener Aktürk’e göre Türkiye’de Avrasyacılık fikri 1930’lar da başlamıştır [5]. Bu yıllarda başlayan Kadro Hareketi ve 1960’lardaki Yön Hareketi, Avrasyacılık fikrini benimsemiştir. Daha sonra özellikle, SSCB’nin dağılmasından sonra Avrasyacılık fikri daha da önem kazanmıştır. Aleksandr Dugin ile popülerleşen ve Rusya’nın yayılmacı politikalarını savunan Neo-Avrasyacılık, Türkiye’yi tehdit etmektedir. Çünkü Dugin, Türkiye’yi batı ile iş birliği yapan “Atlantikçi bir ülke” ve Rusya’nın bölgedeki en büyük rakibi olarak tanımlamaktadır [6]. Bu nedenle, Türkiye’deki siyasetçiler Avrasya bölgesine daha çok önem vermeye başlamışlardır. Dugin’in Türkiye’yi Rusya’nın en büyük rakibi olarak gördüğü bu düşüncenin Moskova ve Dünyada etkili olmaya başlamasıyla Türkiye de bu bölgeye kayıtsız kalmamaya başlamıştır.

Aleksandr Dugin

Diğer taraftan, Avrupa Birliği ile ilişkilerini geliştirme konusunda sorun yaşayan Türkiye’nin alternatif dış politikalar geliştirmesi gerekmektedir. Son dönemde, Türkiye’de etkili olan siyasetçilerin batı karşıtlığının artması ve SSCB’nin uydu devletleri olan Türki Cumhuriyetlerin bağımsızlığını kazanmasıyla bu bölge de etkili olunabileceği düşüncesi oluşmuştur. Fakat, Rusya’daki düşüncenin aksine çoğu Türk Avrasyacı Rusya ile ittifakı desteklemektedir. Diğer taraftan, Ahmet Davutoğlu’nun Stratejik Derinlik adlı kitabında bahsettiği gibi Rusya’yı doğal bir ittifak veya doğal bir düşman olarak görmeyen politikacılarda vardır [7]. Davutoğlu, çoğu Avrasyacının tersine bölgede “batı” nın desteğiyle etkili olmak gerektiğini öne sürmektedir. Avrasya bölgesindeki doğal kaynakların önemi ve Türkiye’nin bölge devletleri ile olan kültürel bağı sayesinde bu bölgede oluşacak bir birlik Türkiye için çok önemlidir.  Örneğin, bölgedeki Türki Cumhuriyetler ile ilişkilerin geliştirilmesi, özellikle Azerbaycan ile sıkı müttefiklik kurulması ve TİKA aracılığı ile Türkiye’nin bölgede etkili olmaya çalışması Avrasyacı politikanın ürünü olan hamlelerdir. Rusya’nın, Kırımda, Suriye’de ve Libya’daki varlığına karşı çıkan Türkiye, Avrasya bölgesinde etkili olmaya çalışmakta ve Rusya’nın bölgedeki etkinliğine karşı olan politika izlemektedir. Fakat, bu politikayı Rusya’yı kışkırtmadan uzlaşma temelinde sürdürmeye çalışmaktadır. Türkiye bu bölgedeki etkinliğini giderek arttırarak “köprü ülke” olmaktan “merkez ülke” olma yolunda adımlar atmıştır. Sonuç olarak, Türkiye’deki batı karşıtı kesimlerin her zaman alternatif olarak Avrasyacılık politikasını desteklediği bilinmektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini ilerletememesi ve Orta Asya’da güçlenen bir Rusya’nın Türkiye ile çıkar çatışması yaşayacağının bilincinde olan Türk akademisyen ve siyasetçileri son dönemde Avrasyacı bir politika geliştirmeye çalışmışlar ve bu kavramı önemsemişlerdir.

[irp posts=”23793″ name=”Doğu Akdeniz: Kıbrıs, Yeni Enerji Jeopolitiği ve Libya Mutabakatı”]

KAYNAK

1- Mackinder, H., “The geographical pivot of history (1904)”, The Geographical Journal, Vol. 170, No. 4, December 2004, pp. 298–32.
2- Dodds, K., “Geopolitics: A Very Short Intorduction”, Oxford University Press, Oxford, 2007.
3- Tuathail, G.; S. Dalby ve P. Routledge, “The Geopolitics Reader”, Routledge, Londra, 1998.
4- Laruelle, M.; M. Bassin ve S. Glebov, “Between Europe & Asia”, University of Pitsburg Press.
5- Aktürk Ş., “The Fourth Style of Politics: Eurasianism as a ProRussian Rethinking of Turkey’s Geopolitical Identity”, Turkish Studies, 16:1, 54-79, 2015.
6- Dugin, A., “Rus Jeopolitiği: Avrasyacı Yaklaşım”, Küre Yayınları, İstanbul, 2003.
7- Davutoğlu, A., “Stratejik Derinlik”. Küre Yayınları, İstanbul, 2009.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

2 YORUMLAR

  1. Genç kardeşim ; gerçekçi ve öğretici bir çalışma olmuş. Özellikle , ”Türkiye bu bölgedeki etkinliğini giderek arttırarak “köprü ülke” olmaktan “merkez ülke” olma yolunda adımlar atmıştır.” saptaması , mantıklıdır.
    Ancak çalışmalarının devamında , Türkiyenin bu jeostratejisinin Batı Dünyası ve Rusya ile ilişkilerde ‘kendine getiri ve götürüsü ne olacaktır” sorusunun üzerinde de çalışmanı öneririm.
    Başarıların daim olsun !
    YKS.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz