Kavramsal Olarak Osmanlıcılık ve Neo-Osmanlıcılık
Bilindiği gibi Osmanlıcılık, Osmanlı’nın son döneminde devletin içinde bulunduğu kötü durumdan devleti bir şekilde kurtarma ve özellikle Müslüman tebaanın devletle arasındaki vatandaşlık bağını yeniden tanımlayarak Osmanlı’ya karşı sadakatlerini pekiştirme amacıyla ortaya atılan bir düşünceydi. Dolayısıyla Osmanlıcılık düşüncesi, kavramsal ve teorik bir ideolojiden öte mevcut koşullar içerisinde geliştirilen fikri bir tezdi diyebiliriz. Osmanlıcılık aynı zamanda, katı bir ideolojik çerçeve değil, farklı kesimler tarafından çeşitli biçimlerde yorumlamalara açık İslamcılık fikri ile de iç içe geçen noktaları olan bir anlayıştı.
Osmanlı’nın son dönem aydınlarından Yusuf Akçura 1904 yılında kaleme aldığı “Üç Tarz-ı Siyaset” isimli eserinde Osmanlı’nın yeniden ayağa kalkması ve içinde bulunduğu durumdan kurtulması için tartışılan Osmanlıcılık, İslamcılık, Türkçülük düşüncelerini irdelemiş ve hangisinin kurtuluş yolu olabileceğini tartışmaya açmıştı. Akçura, Osmanlıcılık düşüncesinin Fransız ihtilaliyle Avrupa’da yayılan ulus olma bilinci ve milliyetçilik akımlarından esinlenilerek bir Osmanlı milleti oluşturma çabası olduğunu bu bağlamda Osmanlı milleti oluşturma fikrinin mantıklı bir seçenek olabileceğini ifade etmiştir. Akçura, Fransız milletinin Cermen, Selt, Grek, Latin gibi toplulukların bir araya gelmesiyle meydana geldiğini dolayısıyla Osmanlı milletinin de farklı soylardan bir araya gelen topluluklardan oluşabileceğini savunmuştur. Nitekim bununla ilgili olarak ” Muntazam, şık hülasa modadaki bir tabir ile “bloc” teşkil eden bir millet ahalisi daimi ihtilaf ve kavga halinde bulunup ayrışmakta olan bir devletten şüphesiz daha kuvvetlidir.” cümlesini kullanmıştır. Fakat tam bu noktada bir sorun olduğundan söz etmektedir. “Lakin asıl mühim mesele, muhtelif cins ve dine mensup olup şimdiye kadar birbirleriyle kavga ve savaştan hali kalmayan unsurların şimdiden sonra kaynaşmalarının mümkün olup olmadığıdır.”(1)
Makalemizin ana konusu olan Neo-Osmanlıcılık ise; Osmanlıcılık fikrinin yeniden canlandırılması ve günümüze uyarlanması olarak ifade edilebilir. Esasen Neo-Osmanlıcılık tartışmalarını Tanzimat dönemine kadar dayandıranlar olsa da, burada bahsedilen Osmanlıcılık fikrinin bir çeşidi sayılabilecek çoğulcu ve ortak İslami motiflerin Osmanlı öznesini oluşturarak devlete sadık kalmalarını sağlayacak ortak bir tarih, kültür ve gelenek vurgusunu görmemiz gerekir. İkinci aşama olarak addedilen ve Aydınlar Ocağı süreciyle Türk-İslam sentezine yoğunlaşan bu bakış açısında Neo-Osmanlıcılık düşüncesinin yeniden tanımlandığını söyleyebiliriz.
Teorik olarak Neo-Osmanlıcılık kavramını incelediğimizde literatürde farklı tanımlamalar söz konusu olsa da bu kavramın kendi muğlak sınırlarının aksine daha net çerçevesi olan İslamcılık, Muhafazakarlık, Milliyetçilik gibi ideolojilerle birlikte anıldığını görmekteyiz. Fakat ne var ki Neo-Osmanlıcılık sınırları net olan bir ideoloji olmaktan öte içinde Osmanlı’ya ilişkin birtakım yeni yorumlar ve tanımlar içeren geçmişte var olan bir gerçekliğin yeniden tahayyülüdür.
Bir başka deyişle Neo-Osmanlıcılık, Sartori’nin ideolojiler için kullandığı totalistik bir çerçeve olmaktan çok geçmişte var olan bir gerçekliğin ve örneğin yeniden yorumlanmasıdır. Bu sebeple Neo-Osmanlıcılık günümüz ideolojilerinin aksine ampirik temelli bir yaklaşımdır.
Neo-Osmanlıcılık ifadesi ilk kez 1970’lerde Kıbrıs Türkleri’ne yapılan zulüm ve baskılar neticesinde Türkiye’nin Kıbrıs harekâtını düzenlemesiyle birlikte Yunanlar’ın bu harekâtı Türkler’in sınırlarını genişleterek yeni bir Osmanlı Devleti kurma ideali içinde olduğu şeklinde yorumlamasıyla Yunanistan tarafından kullanılmıştır.(2)
Neo-Osmanlıcılık görüldüğü üzere kimi zaman ülkeyi kurtaracak bir düşünce biçimi, kimi zaman diğer ülkeler için tehdit olarak da algılanan bir dış politika doktrini kimi zaman da milliyetçilikle iç içe geçen fakat etnik milliyetçilikten öte kültürel ve tarihsel bağları esas alan İslami argümanları da içinde yoğun şekilde barındıran bir milli birlik ve beraberlik idealidir. Öte yandan Neo-Osmanlıcılık birbirinden farklı görüş ve fikirlerin nüksettiği parçalı ve eklektik bir dünya görüşüdür de denilebilir.
Tek Parti Dönemi
Türkiye’nin İslam’a ve Osmanlı’ya ait olan birçok argümanı dışladığı Batılılaşma serüveninde erken Cumhuriyet dönemi aydınları ve savunucuları Osmanlı’ya ilişkin kültürel ve tarihi mirasını reddederek Türklerin İslamiyet öncesi tarihini odak noktası olarak görmüş ve öne çıkarmışlardır. Tarihsel süreklilik bağlamında 620 yıllık Osmanlı döneminden ve Osmanlı’ya ait olan hemen her şeyden bir kopuşu ifade eden Türkiye’nin Batılılaşma sürecinde Osmanlı bir gurur ya da iftihar unsuru olarak görülmemiş, aksine “Avrupa’nın hasta adamı” metaforuyla değersizleştirilerek ötekileştirilmiştir. Cumhuriyetin modernleşme anlayışının cumhuriyet öncesi dönemle tam tersi bir çizgide ilerlemesi toplumda Osmanlı düşüncesiyle birlikte mirasının da gerek siyaset, gerek kültür-sanat, gerekse de gündelik yaşamdan büyük ölçüde silinmesine neden olmuştur.
Cumhuriyet’in kuruluş aşaması olan tek parti dönemine bakıldığında, her ne kadar farklı unsurlar üzerinden yürütülse de kimlik inşâsı yine rasyonalist bir devlet projesi olarak gündeme gelmiştir. Buna göre, kalkınmacı ve dayanışmacı bir Cumhuriyet için; İslam öncesi Türk tarihini işaret eden bir ulusçuluk, bireyselleştirilmiş ve İslam medeniyeti ile bağları kopartılmış vicdan temelli bir Müslümanlık; Batı aydınlanmasının pozitivist değerleri, yüksek Batı sanatı, onu dengeleyen dini öğelerden arındırılmış Anadolu folk kültürü ve kapitalizm ürünü Batılı yaşam tarzları gibi unsurlar, ideal vatandaşı tanımlayacak öğeler olarak öne çıkarılmıştır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki bu kimlik tahayyülü, bir yandan özcü bir nitelik sergilerken; diğer yandan vatandaşlık bağıyla belirlenen siyasi ve hukuki bir kimlik görünümüne de sahiptir. Bununla birlikte Cumhuriyet’in kurucu kadrosu, ülkeyi siyasal ve toplumsal düzen açısından baştan aşağı yeniden yapılandırma çalışmalarında; laiklik ve ulus devlet temelinde siyasal yapılanma arayışlarında bulunmuş, Osmanlı-İslam geleneğini “karanlık çağ” olarak niteleyerek, onu tarih öğretiminin dışında tutmuştur. Bu şekilde Türk ulusal kimliğinin ötekisi Osmanlı olarak sunularak, milletle duygusal buluşma noktasında sorunların ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Özellikle resmi ve toplumsal düzlemde İslami gündelik pratiklerle bağlantıların koparılmasıyla, Cumhuriyet yönetimi yüzünü tamamen Batı’ya çevirmiştir. Bu amaçla 1930’lı yıllarda Türk Tarih Kurumu vasıtasıyla yeni bir tarih ve mitoloji geliştirme çalışmaları yapılarak, Osmanlı tarihi ve kültürünü yok sayan, onun yerine İslam öncesi Orta Asya ve Anadolu merkezli “Türk Tarih Tezi” ve “Güneş Dil Teorisi” gibi bir geçmiş anlatısı ile Osmanlı ve İslam geçmişi, Batılı idealler çerçevesinde dizayn edilen yeni kimliğin karşıtı ve ötekisi olarak sabitlenmiştir. Diğer bir ifadeyle, Cumhuriyet’in ilk dönem Türkçü tarih yazımı; Müslüman, Arap-İran kültürüne uzak, kozmopolit Osmanlı kültürünün reddi üzerine kurulu rasyonalist ulusal bir anlayışa dayalı olarak inşâ edilmeye çalışılmıştır. Yapılan bu çalışmalar hatırlamanın asla mümkün olmayacağı bağlantılar üzerinden yürütüldüğünden, Tek Parti Dönemi içindeki kültür çalışmaları, genelde unutmak ve unutturmaktan yana olmuştur. (3)
Çok Partili Dönem
1950 ile 1980 arasına uzanan otuz yıllık dönemde, Cumhuriyet’in katı ulusal kimlik kurgusu, gerek Osmanlı-İslam geçmişini sahiplenmekte ısrar eden entelektüellerin, gerekse siyasal alanda ilk kez kendisini ifade alanı bulan İslami geleneğin eleştirileri aracılığıyla bir nebze aşınmıştır. Bu eleştiriler, ilerleyen yıllarda ortaya atılacak alternatif ulusal kimlik kurgularının siyasal ve toplumsal alanda karşılık bulması ve Osmanlı geçmişi anlatısının siyasal jargonun başat unsurlarından biri haline gelmesinin zeminini oluşturması bakımından önemli olmuştur. Diğer bir ifadeyle 1950 ile 1980 arası, Osmanlı-İslam geçmişine tarihsel söylem içindeki yerini geri verme ve onu Türk ulusal kimliğinin temel bir bileşeni kılma çalışmalarının olduğu dönem olmuştur. DP döneminde Cumhuriyet rejimine yönelik ortaya konulan tüm bu eleştiri noktaları, Türkiye’nin sonraki yıllarında da siyasal söyleme kuvvetli bir biçimde etki ederek Yeni Osmanlıcı anlatının omurgasını oluşturacaktır.(4)
Özal ve Sonraki Dönem
Özal’a göre Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi kimlik tanımında, etnik ve dinsel unsurlar yeterince dikkate alınmadığı için toplumsal bir aidiyet sorunu ortaya çıkmıştır. Haliyle de farklı kimliklerin ifade alanı bulabileceği bir üst kimlik arayışını gerekli görmüş, bu da Özal’ı yeniden Osmanlıcılık fikrine gidecek bir çizgiyi takip etmeye yöneltmiştir. Bu bakımdan Özal dönemi Yeni Osmanlıcılığın, Osmanlı yönetimi uygulamalarını çoğulculuk ve hoşgörü perspektifinden sahiplenen bir yorum üzerine kurulu olduğunu ifade etmek mümkündür. Diğer bir ifadeyle, Özal dönemi Yeni Osmanlıcılık; Osmanlı mirasının kolektif hafızayı uyandırmak, ulusal kimliği yeniden tanımlamak ve şimdiyi yeniden inşâ etmek için siyasal düzlemde kendine ilk kez geniş yer bulduğu bir dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu dönemde Osmanlı geçmişinin, milletin ortak tarihine ilişkin görkemli bir anlatı olarak hatırlanması ve Osmanlı’nın çoğulcu ve hoşgörüye dayalı bir düzen olarak olumlanması, miladını doldurduğu düşünülen ve dönüştürülmesi hedeflenen Kemalizm eleştirisiyle paralel bir seyir takip etmiştir.
Chien Yang Erdem bu noktada Ottomentality (Osmanlılık) kavramını ortaya atmıştır. Foucault’un governmentality kavramından esinlenen Erdem, iktidarların kültür ve sanatı, dış politikayı Osmanlı’dan esinlenerek ve Osmanlı’yı bir bileşen olarak kullanarak yönetmelerini anlatır ve buradaki iktidar güç sahibi olanı çağrıştırır. Ona göre; Sadece siyasal iktidar değil, popüler kültürü üreten ve tüketen toplum da bu iktidarın paydaşıdır. Erdem, Ottomentalite kavramını neo-liberal politikalarla uyumlu şekilde toplumu yönetmenin ve günümüzdeki vatandaşla Osmanlı’daki tebaa arasında kalan bir topluluk oluşturmanın enstrümanı olarak görmektedir.
Aslına bakılırsa Özal dönemini Yeni Osmanlıcı anlatı açısından önemli kılan temel unsur, seksen yıldır devlet söyleminde üzeri örtülen, kendine yer bulamayan ama hissedilen, bilinen ve dillendirilmeyen bir geçmiş özleminin yeniden uyanışıdır. Bu özlem beraberinde bir tür duygu iklimi değişikliğini de getirmiştir. Bu şekilde 1980’li yıllarda Osmanlı geçmişi sadece hatırlanmakla kalmadı, şimdiye ve geleceğe yönelik bir umutta yaratmış oldu. Nitekim dış politika bağlamında bu zamana kadar çok önemsenmeyen eski Osmanlı coğrafyası, tekrar ülkenin ilgi alanına girmeye başlamıştır. Özal döneminde ilk kez kuvvetli bir biçimde dile gelen Yeni Osmanlıcı anlatı, ayrıca Cumhuriyet’le yüzleşme ve hesaplaşma girişimlerinin devlet düzleminde gerçekleşmesine vesile olmuştur. Uzun yıllar boyunca belli belirsiz görünüp kaybolan bu görkemli geçmiş anlatısının, 1980’li yıllarda yoğun bir biçimde dile getirilip ulusal kimliğin bir bileşeni olarak tedavüle sokulması, sonraki zamanlarda bu anlatının giderek daha da güçlenmesine yol açmıştır. Ancak Özal’ın öncülük ettiği Yeni Osmanlıcı anlatı, onun 1993 yılında ani ölümüyle birlikte bir ara rafa kaldırılmıştır. Bu dönemde ülke içerisinde PKK sorunu gerekçe gösterilerek, laikçi siyaset görünümündeki anti demokratik uygulamalar yeniden siyasetin merkezine oturmuştur.
Özellikle 1990’ların ikinci yarısında Refah Partisi-RP’nin iktidara gelmesiyle, Özal döneminde canlanan Yeni Osmanlıcı anlatının Millî Görüş çevreleri tarafından daha da İslamileştirilerek programa alınması, alttan altta işleyen Kemalizm’le hesaplaşma arzuları, RP döneminde otoriter laik siyaset anlayışının güç kazanmasına yol açmıştır. Her ne kadar RP döneminde Özal’ın Yeni Osmanlıcı vizyonunun İslami rengi daha çok öne çıkarılmış olsa da RP’nin Yeni Osmanlıcılığı’nın Özal’ınkinden esas farkı, aynı zamanda rövanşizmi de içermiş olmasıdır. Nitekim 1990’ların ikinci yarısında RP’nin öncülüğünde ülkenin Osmanlı-İslam geçmişinin yeniden hatırlanması için ilk kez seküler Cumhuriyet törenlerine alternatif resmî törenler organize edilmesine tanık olmaktayız. Özellikle şehir olarak İstanbul, Yeni Osmanlıcılık vizyonu içinde bir sembol olarak Türklerin Osmanlı-İslam geçmişinin yuvası ve İslami tonu baskın olacak biçimde, Cumhuriyet’in Ankara’sına karşı yeniden kimliklendirilmeye çalışılmıştır. Ayrıca İstanbul’un fethi kutlamalarının yeniden fetih şiarıyla gerçekleştirilmesinin, sadece Türkiye bağlamında değil, bütün İslam devletlerini kapsayacak şekilde genişletilmesiyle, Osmanlı mirası ve Cumhuriyet’in kurucu kültürel öğeleri arasında açıktan bir karşı çıkışın yürütülmeye başlandığı dönem olarak karşımıza çıkmaktadır. Kısaca RP anlayışı nezdinde köklerini Osmanlı geçmişinde bulan din, Türkiye’nin gerçek ulusal kültürü olarak sunulmuş ve bu çizgide bir ulusal kalkınma tahayyül edilmiştir. Bu farklılıklara rağmen RP döneminin Yeni Osmanlıcılığı, dış siyaset bağlamında “Lider Türkiye”, “Yeniden Büyük Türkiye” gibi sloganların çağrıştırdığı emperyal vizyon yönünden Özal dönemiyle benzerlikler taşımaktadır. (4)
Ak Parti Dönemi
Daha önce çok partili siyasal hayata geçişle cılız bir şekilde başlayan Osmanlı nostaljisi, AK Parti’nin 2002’deki iktidarından sonra giderek daha yoğun bir şekilde görülmeye başlanmıştır. Nitekim 2002 seçim sonuçlarından sonra İslamcı siyasi görüş, küresel ümmet fikrine daha az önem vermeye, bunun yerine Osmanlı zamanında olduğu gibi, Müslüman ülkelerle Türkiye’nin lider pozisyonunda olduğu bir ilişki kurmaya dönük yaklaşımı öne çıkarmıştır. Böyle bir yaklaşım içerisinde din ya da İslam, mevcut sistemi değiştirerek yerine şeriat getirmeye yönelik bir ideolojik pozisyon olarak değil, siyasetçilerin işlerine etik değer katan bir unsur olarak tabloya dâhil edilmiştir. Müslümanın iç dünyasına yönelik dini bir anlayış, siyasal hedef ve eylem arayışlarını öteleyerek bireysel Müslümanlık anlayışını öne çıkarmış, çoğulcu bir İslami kamusal alan söylemi baskın bir konuma gelmiştir. Özetle, İslami kimliğin kişiselleştirilmesi, Türk medeniyetine ve Müslüman inancına dayanan yeni bir ulus anlayışı getirmiştir.(5)
Yeni bir ulus anlayışı aynı zamanda geçmiş dönemdeki Osmanlı ile ilgili siyasal tartışmaları daha güçlü bir şekilde kamuoyunun gündemine taşımıştır. Nitekim bu dönemde Osmanlı-İslam düşüncesine ilişkin Tek Parti Dönemi’ne yönelik eleştiriler genelde dört dayanak üzerine kurulmuştur. Bunlardan ilki, Türkiye tarihinin Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri arasında bir kopuş olarak kurgulanmasıdır ki, bu durum eleştiri konusu yapılmıştır. İkinci olarak Cumhuriyet elitlerinin modernite algısıyla, Batı ve Batılılaşma arasında tahayyül ettikleri yakın ilişkinin aslında Türkiye tarihini sekteye uğratan ve güçten düşüren bir bakış açısı olduğu değerlendirmesidir. Üçüncü olarak, bu durumdan kurtulmak için dinden uzaklaşmak yahut Batılılaşmayı yüceltmekle değil, bizi birbirimize sıkı sıkıya bağlayan ortak vatan ve tarih bilincinin güçlendirilmesiyle sağlanabileceğinin ifade edilmesidir. Son olarak bu dönemin öncülerinin, kendilerini Osmanlı dönemindeki öncüllerinden Türklük kimliğini benimseyerek ayırmalarıdır. Ancak resmî ideolojinin savunucularından farklı olarak; Türklüğün Osmanlı’daki kültürel köklerini (özel olarak İslam’ı) tanıyıp sahiplenmeleriyle ayrılmaktadırlar. Bu durum en güzel Necip Fazıl’ın “Bizim için Türk, Müslümansa Türktür” sözünde billurlaşmaktadır.(6)
Nitekim AK Parti’nin genel başkanı, başbakan ve şimdiki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan konuşmalarında sık sık Necip Fazıl, Mehmet Akif Ersoy, Arif Nihat Asya gibi sağ muhafazakâr kesimin önemli düşünürlerine referans yaparak, bu söylemi ve Osmanlı duygusallığını öne çıkarmaya çalışmaktadır. Artık soya dayalı Türk kimliğinden ziyade, büyük ölçüde kültürel Türkçülüğe dayanan, ulusu da tarihsel olarak Cumhuriyet’in sınırlarına sıkıştırmak yerine, Osmanlının ve Müslüman Türk dünyasının daha esnek sınırlarına sahip olacak şekilde genişleten bir yaklaşım söz konusudur.(5)
Diyebiliriz ki, AK Parti 2002’den bu yana, yoğunluklu olarak 2009 yılı ve sonrasında, Yeni Osmanlıcı anlatıyı tesis edip dolaşıma sokmasıyla, temelde yeni bir ulusal tarih anlatısı ve ulusal kimlik duygusunu büyük oranda yerleştirmiştir. Dolayısıyla bu gelişmeler sonucu AK Parti hükümetleri dönemlerinin devlet içerisinde Osmanlılık özleminin daha fazla yerleşiklik kazanarak hem dış politika bağlamında hem de ulusal kimliğin şekillenmesinde etkili olduğunu söyleyebiliriz.
https://stratejikortak.com/2022/07/bir-portre-ziya-gokalp-ve-turkculuk-dusuncesi.html
KAYNAK
KAYNAKÇA
- Gamze Can, “OSMANLICILIK DÜŞÜNCESİ VE ÜÇ TARZ-I SİYASET’TE OSMANLICILIK”, Uluslararası Ekonomi ve Siyaset Bilimleri Akademik Araştırmalar Dergisi- C:2-S:6 Yıl: 2- 2018
- KARPAT, K. (Mayıs 2009). Osmanlı’dan Günümüze Kimlik ve İdeoloji, Timaş Yayıncılık, İstanbul
- Öğün, S.S. (1998). Türk Milliyetçiliğinde Hâkim Millet Kodunun Dönüşümü Türkiye Günlüğü, S.50, Mart-Nisan 1998.
- Şenol Durgun, “TÜRK ULUSAL KİMLİĞİNİN DÖNÜŞÜMÜ VE YENİ OSMANLICILIK”, Stratejik ve Sosyal Araştırmalar Dergisi, C:4-S:2, S. 305-315, 2020
- White, J. (2013). Müslüman Milliyetçiliği ve Yeni Türkler. Fuat Güllüpınar ve Coşkun Taştan (Çev.). İstanbul: İletişim Yayınları.
- Tokdoğan, N. (2018). Yeni Osmanlıcılık-Hınç, Nostalji, Narsizm. İstanbul: İletişim Yayınları
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.