İsrail’in İran’ın Şam’daki konsolosluk binasına 1 Nisan’da gerçekleştirdiği hava saldırısı karşısında dünya devletleri sessizliğini korudu. Ancak Birleşmiş Milletler (BM) Antlaşması’nın 51. maddesine göre “Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek İran’ın bireysel ya da ortak meşru savunma hakkı” bulunmakta.
Dolayısıyla Devrim Muhafızları Ordusu’ndan 2’si general rütbesinde 7 kişinin hayatını kaybettiği saldırıya karşılık Tahran geçtiğimiz gün yüzlerce kamikaze insansız hava aracı, balistik ve seyir füzesiyle misilleme yaptı.
Ancak İran’ın saatler ve günler öncesinde atacağı adımları haberdar etmesi ve İsrail’den önce Amerika-İngiliz uçaklarının bunları yakalaması bir hayli düşündürücü. İsrail de Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik hava saldırısı düzenledi. Gazze’de yaşanan insanlık dramından sonra İsrail’in İran saldırısına da gözlerini kapayan Batı, yarın bir gün bir başka devletin bu duruma maruz kalmasına da sesini çıkarmayacak.
Bugün Lübnan’ın içinde bulunduğu durum aslında 24 Nisan 1920 tarihli San Remo Konferansı’yla hazırlanmıştı. Nitekim Fransız yönetimi Suriye ve Lübnan’da etnik, dini ve mezhepsel farklılıkların derinleşmesine neden olan bir sistem kurarak İsrail’in güvenlik stratejisi için bölgede zayıf bir Lübnan’ın kurulmasına hizmet etmiş oldu. Son gelişmeler ise Amerika Birleşik Devletleri’nin(ABD) BM’yi kararları uygulanmayan bir çöplüğe dönüştürdüğünü gösteriyor; lakin sokakların vicdanı huzursuz.
Maalesef İsrail ne yaparsa yapsın cezalandırılmayacak bir mağdur rolü biçildiği için mağrur hale geldi. Kaldı ki nükleer güce kavuşturulan Tel Aviv Ortadoğu ve dünya barışını bozacak tehlikeli bir güce dönüştü. Ancak bu haliyle ABD’nin ne bölge ne de dünya barışını sağlayamayacağı açık, net ve ortada.
Lübnan’ın bugünkü zayıflığı üzerinde uluslararası hesaplaşmaların cereyan ettiği bir ülke olması büyük etken. Söz konusu hesaplaşmalar hiç şüphesiz ki Ortadoğu’yu şekillendirmekte. Bu kapsamda yeni dünya düzeninde Ortadoğu üzerinde bazı gelecek projeksiyonlarının ele alınması Lübnan’ı nasıl bir geleceğin beklediği öngörüsünde bulunmamızı sağlayacak. Örneğin bölgenin önemli aktörlerinden İran İslam Cumhuriyeti için Ortadoğu’da Lübnan’ın da dahil olduğu bir Şii hilali oluşturulması güvenlik stratejisinin bir ürünü.
Diğer yandan Sykes-Picot Anlaşması’yla Ortadoğu ülkelerinin sınırları çizilirken Kürdistan’ın Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere dört ülkede dört parçaya bölündüğünü savunan bazı Kürtlerin günümüzde Büyük Kürdistan projesini gerçekleştirme hedefi bulunmakta. Tüm bunlara ilaveten ABD’nin vazgeçilmez müttefiki İsrail’in bölgede gerçekleştirilmek istenen projelere karşı tutumu oldukça önemli. Şüphesiz ki İsrail’in Şii hilali stratejisi karşısında nasıl bir yol izleyeceği bölgenin şekillenmesinde etkili olacak.
Buna mukabil İsrail’in bölgede oluşturulmaya çalışılan Kürt Şeridi’ni destekleyerek Davut Yolu projesini başarıya ulaştırma çabası Türkiye tarafından titizlikle izlenmektedir. Tüm bunlara ilaveten dış politikada ekonomik çıkarlarını ön planda tutan ve Kuşak-Yol Projesi kapsamında limanlar satın alan Çin’in 2020 yılında Beyrut limanındaki patlamadan sonra Lübnan için neden böyle bir girişiminin olmadığı dikkatlerden kaçmamalı. Dolayısıyla tüm bu gelişmelerin incelenmesi Lübnan’ın geleceğini okuyabilmemiz bakımından önem arz ediyor.
Lübnan Hem İran Hem de İsrail için Hayati Öneme Sahip
Bugün Doğu Akdeniz ve Ortadoğu’da yer alan çoğu devlet birçok sorunla karşı karşıya. Jeostratejik konumu itibariyle oldukça önemli bir ülke olan Lübnan da bunlardan biri. Nitekim kurulduğundan bu yana din ve mezhep temelli anlaşmazlıklar dolayısıyla iç çatışmalara sahne oldu ve Ortadoğu’daki uyuşmazlıkların çekişme alanına dönüştü. Bunda özellikle Suriye, İran gibi devletlerin yanı sıra Filistin-İsrail sorunu büyük rol oynadı. ABD’nin Özel Temsilcisi Philib Habib tarafından hazırlanan barış planıyla 1982 yılında sona erdiği sanılan Lübnan’daki Filistin-İsrail sorunu, Beyrut’tan ayrılan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) yerinin Şii örgütlerce doldurulmasıyla sorunların devam etmesine neden oldu.
Lübnan içindeki adaletsiz ortam ülkedeki Şîîlerin de siyasi ekonomik yönden haklarının gasp edilmesine neden oldu. Ayrıca Lübnan Şîîlerinin en yoksul kesim olması, ülkedeki Şîî hareketleri hazırlayan zemini oluşturdu. Diğer taraftan Arap milliyetçiliği ve sosyalizminin güç kaybetmesinin yanı sıra Filistin meselesinde Şîî harekete hız kazandırdığını söylemek mümkün.
Böylelikle 1975’te kurulan Suriye destekli Lübnan Direniş Tugayı [EMEL (AMAL: Afwaj Al-Muqawmat al Lubnaniyya)] içerisinden bir grup daha sonra İran Devrimi’nden etkilenerek 1982 yılında Hizbullah’ı kurdu. 2006 yılında İsrail’e büyük prestij kaybı yaşatan Lübnan Şîîlerinin askeri-siyasi örgütü Hizbullah, İran ile yakın ilişkileri sayesinde Tahran’ın nüfuzunu bölgeye taşıyor.
Lübnan’da EMEL ve Hizbullah gibi örgütlerin tarih sahnesinde görülmesinde İsrail’in önemli ölçüde etkili olduğu belirtilmeli. Öyle ki EMEL hareketi Şîîlerin çoğunlukta yaşadığı ve İsrail’in saldırılarını yoğunlaştırdığı Güney Lübnan’da Şîî askeri bir güç olarak sahneye çıktı. Diğer yandan İsrail devleti dini gerekçeler nedeniyle zamanında İngiltere’nin Uganda teklifini reddetmiş ve Batı desteğiyle Ortadoğu’ya yerleşmiş bir ülke.
Bu hedefini gerçekleştiren ve 1948 yılında sürgün edildiği topraklara yeniden dönen İsrail devleti, dini ve tarihi kökenlerini Tevrat’ta bahsedilen “İsrail toprakları”na (EretzIsrael) kadar götürmekte. Modern Siyonizmin kurucu babası olarak kabul edilen Theodor Herzl’e göre, Yahudi devletinin sınırları Mısır nehrinden Fırat’a kadar uzanmakta. Kaldı ki sağ-kanat revizyonist Siyonizmin kurucusu Vladimir Jabotinsky Yahudi sorununun çözümü için Büyük İsrail projesini öneriyor.
Ayrıca İsrail Dışişlerinde uzun süre stratejik değerlendirme uzmanı olarak çalışmış Oded Yinon’un, 1982 yılında yazdığı rapor, İsrail’in basına servis ettiği stratejilerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Bu raporda İsrail’in kendi bekası için, başta Ortadoğu’daki Müslüman ülkeler olmak üzere bütün Müslüman ülkeleri parçalayarak, sınırları yeniden çizmeyi, bölgeyi ve dünyayı İsrail için güvenli bir konuma getirmeyi, Büyük İsrail’i kurmayı hedeflendiğini gösteren ibareler yer alıyor.
Sonuç olarak;
Geçmişte Hizbullah’ın Lübnan’da hiçbir baskı görmemesi ve yaptıklarına engel olunamaması sebebiyle İsrail, olaylardan Lübnan Hükümeti’ni sorumlu tutmuş ve bunu meşru savaş gerekçesi saymıştı. Lübnan Başbakanı Fuat Sinyara ise, saldırıdan hükümetin haberinin olmadığını ve sorumlu tutulamayacağını söylemişti. Aslında İsrail, Lübnan’la değil Hizbullah’la savaşmıştı. Yani Lübnan ordusu tamamen by-pass edilmişti. Lübnan silahlı kuvvetleri de İsrail birlikleri ile bir çatışmaya girmekten kaçındı. Aynı şekilde Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra Lübnan Hizbullahı ile İsrail arasındaki çatışmalar devam etti.
Özellikle geçtiğimiz aylarda başkent Beyrut’ta Hamas’ın siyasi kanadının üst düzey isimlerinden Salih Aruri’nin öldürülmesi Hizbullah-İsrail arasındaki gerilimi tırmandırıcı etki yarattı. Bir şekilde birileri patlama ve suikastlarla Lübnan’da oyun kuruyor ve ayağa kalkmasına izin vermiyor gibi. Örneğin 2005 yılında iç savaşlardan sonra Lübnan’ı ayağa kaldıran adam olarak tanınan Lübnan’ın eski Başbakanı Refik Hariri bombalı bir suikasta kurban gitmişti.
Mart 2023 tarihinde Çin’in arabuluculuğunda İran ve Suudi Arabistan ilişkileri düzeltme ve diplomatik temsilcilikleri yeniden açma konusunda anlaştı. Bu durum Yüzyılın Anlaşması Projesi’nin aksi yönde bir düzene gidilebileceğinin sinyali olarak değerlendirilebilir. Diğer taraftan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in 6 Aralık 2023 tarihinde Körfez’in iki büyük gücü ve ABD’nin geleneksel müttefikleri olan BAE ve Suudi Arabistan’a gerçekleştirdiği ziyaret dikkat çekmekte.
Buna karşın Ürdün’ün başkenti Amman’da 18 Ekim 2023 tarihinde düzenlenmesi planlanan dörtlü zirveye Ürdün Kralı Abdullah, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah es-Sisi, ABD Başkanı Joe Biden ve Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas katılacaktı. Fakat İsrail’in Gazze’deki el-Ehli Baptist Hastanesi’ne saldırısında 500 kişinin hayatını kaybetmesi nedeniyle söz konusu Arap ülkeleri Biden ile yapılacak toplantıyı iptal etmişti.
Bununla birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda(BMGK) Gazze’de acil insani ateşkes çağrısında bulunulan ve ses getiren oylamada 153 lehte oy, 10 karşı oy ve 23 çekimser oy kullanıldı. Burada alınan karar bağlayıcı olmasa da ABD’nin uluslararası sistemde prestij kaybı yaşamasıve yalnızlaşmasına rağmen neden hala İsrail politikalarına mahkum olduğu sorgulanmalı.
Tüm bunlar yaşanırken ABD’de “Hristiyan Siyonizmi” İsrail’e özel önem atfediyor… Dolayısıyla aslında İsrail’in varlığı ve sınırlarını genişletme çabaları da Hizbullah gibi örgütlerin ortaya çıkması da inançla doğrudan bir ilişki içerisinde. Bu gruplar bir bakıma Tanrı adına savaş veriyor. Bu kapsamda Hristiyan Siyonizmi ve Evanjelik Hristiyanların end-times teolojilerinin satır aralarında, Ortadoğu’nun geleceğine dair ipuçlarını yakalamak kuvvetle muhtemel.
Yararlanılan Kaynaklar:
- Thomas L. Friedman, “Lebanon Approves of Habib Plan; Pullout Likely to Start at Weekend”, The New York Times, 19 August 1982, https://www.nytimes.com/1982/08/19/world/lebanon-approves-of-habib-plan-pullout-likely-to-start-at-weekend.html
- Marius Debb, “Shia Movements in Lebanon: Their Formation, İdeology, Social Bases and Links with Iran and Syria”, Third World Quarterly, Cilt: 10, Sayı: 2, Nisan 1988, s. 688.
- Theodor Herzl, Complete Diaries, Vol. II, p. 711.
- Madeleine Tress, “Fascist Components in the Political Thought of Vladimir Jabotinsky”, Arab Studies Quarterly, Vol. 6, No. 4, Fall 1984, p. 312.
- IsraelShakak,JewishHistoryandJewishReligion, Trans. Ahmet Emin Dağ, Anka Yayınları, İstanbul, 2004, p. 54.
- Ahmet Bağlıoğlu, “TheSectarianFactors in theHistorialStructureandPerceptiveness of Administration of Lebanon”, Journal of theFaculty of Theology, 13:1, 2008, p. 29.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Teşekkürler Feyza Hocam. Bölgeyi açıklayıcı bir yazınsal/makale olmuş.