Suriye-Türkiye İlişkileri: Hafız el-Esad Dönemi ve ‘Hatay Sorunu’

2781
Yazarlık Başvurusu

1516’da Yavuz Sultan Selim’in fethiyle başlayıp 1918’e kadar Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altında kalan Suriye, Şam vilayeti olarak anılmıştır. I. Dünya Savaşından sonra Osmanlı’dan koparılarak Fransız himayesi altına girmiş, 17 Nisan 1946 tarihinde ise bağımsızlığına kavuşmuştur. 1970 yılında Hafız el-Esad’ın iktidarı ele geçirmesiyle Baas Partisi içindeki karışıklıklar son bulmuş ve Suriye siyasal hayatında 2000 yılına kadar sürecek olan istikrarlı yönetim başlamıştır. Suriye toplumunun büyük çoğunluğu Sünni olmasına karşın 1930 yılında doğan Esad yalnızca toplumun %10’unu oluşturan Alevi kökenden gelmektedir. Lazkiye’de ortaöğretimini tamamladıktan sonra hem ailesinin maddi sıkıntılarından dolayı, hemde silahlı kuvvetlerin cazibesinden dolayı 1951 yılında akademiye girdi. Birçok kişiye göre Esad tedbirli, hesapçı ve faydacı bir siyasetçi olarak tanımlanır ayrıca iktidarını sağlam temellere oturtmak için akrabalarına ve güvenilir yardımcılarına önemli mevkiler veriyor Alevi subayları orduda kilit noktalara yerleştiriyordu.

Türkiye ve Suriye ilişkilerini iki ana sütun üzerine oturtmak gerekirse birinci olarak Hatay’ın Anavatana katılması ikinci olarak ise Su sorunu diyebiliriz.Fakat bu başlık bünyesinde terörü de barındıran ve iki ülkenin savaşın eşiğine gelmesine sebep olacak derecede önem arz etmektedir. Bu yüzden bu dönemdeki ilişkileri ‘sorunlu yıllar’ olarak adlandırmak daha doğru olacaktır.

İskenderun Sancağı bir toprak parçası olmaktan öte bir geçiş noktası ve liman kentidir. Bunun yanında Doğu Akdeniz’in güvenliği açısından jeostratejik bir öneme sahip zengin bir bölgedir.

27 Kasım 1918 tarihinde merkezi Beyrut’ta bulunan Fransız Yüksek Komiserliğinin bir kararnamesi ile İskenderun merkez olmak üzere Antakya, Harim ve Belen kazalarını içine alan ‘İskenderun Sancağı’ kuruldu. Halep’ten bağımsız bir idari birim olan Sancak, askeri bir vali tarafından yönetilecekti. Fransa tarafından işgal edilen bölge, 25 Nisan 1920’de müttefik devletler tarafından Milletler Cemiyeti’nin 22’nci maddesine dayanarak Suriye ve Lübnan’ı ‘A’ türü Manda yönetimi olarak Fransa’ya bırakmıştır.[1]

Fransa’nın güney bölgelerimizde giriştiği işgallere karşı tüm yurtta olduğu gibi burada da bölge halkı direnişe başlamıştır. 400 Ermeni’den meydana gelen bir Fransız askeri birliği Hatay/Dörtyol’a girerek Türklere yönelik öldürme ve baskılar yapması üzerine 19 Aralık 1918 tarihinde ilk silahlı direniş başlamıştır. Bunun yanı sıra ilk kurşunun Dörtyol’da Mehmet Çavuş tarafından mı atıldı yoksa İzmir’de Hasan Tahsin tarafından mı atıldı tartışmasından daha önemli olan Kurtuluş Savaş’ında ki ruh ve milletin topyekün vatan savunması, ilk kurşunun vatanın her karış toprağında atıldığını bizlere göstermektedir. 20 Ekim 1921 tarihinde Türkiye ile Fransa arasında yapılan antlaşmada Hatay Suriye’ye bırakılmış fakat 7’nci maddeye göre bu bölgede özel bir yönetim kurulmuş, Türk varlığı ve kültürünün gelişmesi önünde hiçbir engel bulunmayacağı kararlaştırılmış ve Sancak’ta Türkçenin resmi dil olarak kabul edilmesi ve son olarakta Türkiye’nin İskenderun limanından istifade etmesi hakkı tanınmıştır. Misak-ı Milli sınırları içerisinde olmasına karşın verilmesinin birçok haklı sebebi vardır ve Türkiye açısından da, o günün şartları göz önünde bulundurulunca makul bir antlaşma olmuştur.

Fransa’nın 1936’dan itibaren Suriye ve Lübnan’dan çekilmesi ve buraların yönetimini Suriye ve Lübnan’da yeni devletlere bırakması Hatay sorununu Türkiye’nin gündemine taşıdı. Suriye ile Fransa arasındaki Suriye’ye bağımsızlık veren antlaşmada, Suriye’de Fransız mandasının son bulduğu belirtiliyor, ancak İskenderun durumundan söz edilmiyordu.[2] Daha açık olarak Fransa, Hatay’ı Suriye’ye devrediyordu. Türkiye’nin burasını kolay kolay bırakmaya niyeti yoktu. Atatürk birçok konuşmasında bu davadaki kararlılığını ve kendinden emin duruşunu göstermiştir. 1923 yılında Mustafa Kemal Atatürk, Adana’ya geldiği sırada, Hatay’dan gelen bir gurup insan pankart açar, aralarından Ayşe Fitnat adında bir kız çıkar ve Ey Ulu Gazi bizi de kurtar Türk halkı orada eziyet çekmektedir der bunun üzerine Atatürk işte bu sözü söyler:

Kırk asırlık Türk yurdu düşman elinde esir kalamaz der ve buda mücadelenin başlangıç noktasını oluşturmaktadır.

hatayin-kurtulusu

İlerleyen yıllarda Sancak meselesi Milletler Cemiyetine götürülmüş aynı zamanda da Atatürk Antakya ve İskenderun havalisine Hatay adını vermiş ve Hatay bayrağını bizzat tasarlamıştır. 1936 ve 1937’den sonra Hatay için büyük mücadele başlamıştır. Milletler Cemiyetince 27 Ocak 1937’de İskenderun Sancağına özel bir statü verilmiştir. İç karışıklıklardan yararlanmak isteyen Fransa bu dönemde bölgeyi Alevi-Sünni, Türk-Ermeni çatışmalarına çekmek için elinden gelen gayreti göstermiş ve Hatay seçimleri sırasında Türkler aleyhine usulsüzlükler yapmıştı.

Hatay benim şahsi davamdır diyen Mustafa Kemal Atatürk, Mareşal üniformasıyla Adana ve Mersin’e bir ziyaret gerçekleştirmiş hem hakkında çıkan hasta söylentilerine cevap hem de Fransızlara gözdağı vermek üzere Hatay sınırına asker kaydırılmış ve Türkiye’nin kararlılığı bir kez daha gösterilmiştir. Ardından 7 Eylül 1938’de Hatay Devleti kurulmuş ve 29 Haziran 1939 yılında ise Anavatan’a katılmıştır. Tarih boyunca Hatay’ı kendi haritalarında gösteren Suriye, Türkiye’yi burada işgalci ülke konumunda görmekte ve bu yüzdende Asi nehrinin kullanımını tartışmaya dahi açmamaktadır.

Ortadoğu coğrafi önemi itibariyle dünyanın kalbi diyebileceğimiz bir konumda olmasının yanı sıra ‘kara altın’ olarak tabir edilen dünya petrol rezervinin %60’ından fazlasına sahiptir ancak Ortadoğu dünyanın su kaynakları bakımından en fakir bölgelerindendir. Bu yüzden Ortadoğu da suyun önemi günümüzde petrol kadar önemlidir. Ortadoğu’ya su veren beş temel kaynak: Nil, Şeria, Asi, Fırat ve Dicle nehirleridir.

Fırat, Dicle ve Asi nehirleri için Türkiye ‘sınıraşan sular’ kavramını kullanırken, Suriye ve Irak ‘uluslararası sular’ kavramını kullanmaktadır. Türkiye sular sorununun çözümünde uluslararası hukukta yerini alan Hakça, Makul ve Optimum Kullanım Doktrini yaklaşımını benimsemiş olmasına rağmen, Suriye ve Irak’ın tutumlarından dolayı hala çözülememiştir. İki devlette Fırat nehri olsun Dicle nehri olsun bu kaynaklardan daha fazla verim almak istemekte buda zaman içerisinde çeşitli protokoller ve anlaşmalar yapılmasına karşın nihai bir sonuç alınmasını engellemektedir. Asi nehri konusunda ise Suriye’nin tutumu açıktır.  Suların çok az bir miktarının ülkemize geçişine izin veren Suriye, bunu yaparak Hatay’daki Amik Ovasını susuz bırakmaktadır. daha önceden de belirttiğim üzere Suriye hala Hatay’ı kendi toprağı görmekte o yüzden Asi nehri kullanımı konusunda Mutlak Egemenlik Doktrinini uygulamaktadır.

İki ülkenin de su kaynaklarını kullanmaya ilişkin sulama ve enerji odaklı projeler başlatmaları ile su sorunu ortaya çıkmış ve Fırat nehri üzerinde yer alan Keban, Karakaya ve Atatürk barajlarının inşa süreci içerisinde ilişkiler daha gergin bir hal almıştır. Suriye’nin Fırat üzerindeki en önemli tesisi Tabka(Esad) barajıdır. Ancak bu barajın yapımındaki bazı plan ve mühendislik hatalarından dolayı tarım sulaması için beklenen verim alınamamış ve buda verilen suyun yetersiz olduğuna işaret etse de, aslında barajdan kaynaklı bir sorundur.

Suriye ‘su sorunu’ konusunda Türkiye’yi terörle kendi isteklerine çekme politikasını sürdürmüş PKK ve ASALA gibi terör örgütlerine yardım etmekten kaçınmamıştır. Türkiye özellikle 90’lı yıllarda Kuzey Irak’taki PKK kamplarına yönelik operasyonlar düzenlemiş bir taraftan da Suriye ile diplomatik temaslarını sıklaştırmıştır.

Dönemin İçişleri Bakanı İsmet Sezgin 14 Nisan 1992’de Şam’a resmi bir ziyarette bulunmuş ve Suriye’nin PKK’ya verdiği desteği kanıtlayan belgeleri sunmuştur:

  • PKK terör örgütü elebaşı Öcalan’ın Şam’da yaşadığına ve Suriye gizli servisi tarafından korunduğuna ilişkin belgeler,
  • Suriye’nin SAM-7 füzeleriyle koruduğu Bekaa Vadisi’ndeki PKK kamp ve eğitim merkezine ait bilgiler.[3]

Bunlar gibi daha birçok belge sunulmuş ardından güvenlik protokolleri yapılmış fakat Suriye’nin bunları ciddiye almadığı zamanla görülmüştür. Bu dönemde sabrı tükenmiş olan ve birçok şehit veren Türkiye ilk olarak, 16 Eylül 1998 günü Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Atilla Ateş, Hatay/Reyhanlıda şu tarihi konuşmayı yapmıştır:

‘Bazı komşularımız özellikle Suriye gibi bazı komşularımız bizim iyi niyetimizi, gösterdiğimiz yakınlığı yanlış tefsir etmişlerdir. Apo denilen eşkıyayı kendi ülkelerinde barındırıp, onu destekleyerek Türkiye’yi terör belasına bulaştırmışlardır. Türk milleti artık bu konuda göstereceği iyi niyetin sonuna gelmiştir. Sabrımızı taşırmasınlar.’

Ardından gelen Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de açıklamasıyla durum ciddiyetini göstermiştir. Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek aracılığıyla Abdullah Öcalan’ın teslim edilmesi konusundaki Türkiye’nin hassasiyetleri Suriye’ye ulaştırılmıştır. Öncelikle şunu bilmek gerekir ki her ne kadar Camp David’ten sonra Mısır’ın itibarı Arap dünyasında azalsa da yinede Mısır ağabey pozisyonunda bir ülke olmasından dolayı Mübarek önemli bir unsur oluşturmuştur. Türkiye sınıra asker sevkiyatı yaparak krizi tırmandırmış bunu takiben 20 Ekim 1998 tarihinde ‘Adana Mutabakatı’ imzalanmıştır. Mutabakatın sonucunda Suriye’deki PKK’ya ait kamplar kapatılmış, örgütün Suriye’deki etkinliklerine izin verilmemesi sağlanmış, Suriye basınında Türkiye aleyhinde yapılan yayınlar kesilmiş, aynı zamanda terör örgütüne yardım ve yataklık edenler hakkında cezai işlem başlatılması kararı alınmıştır. Abdullah Öcalan ise Türkiye’nin kararlı tutumu karşısında 9 Ekim 1998 günü Suriye’den ‘zorunlu ayrılışını’ gerçekleştirmiş, ardından Rusya-İtalya-Yunanistan ve Kenya macerasından sonra 16 Şubat 1999’da Türk Hükümetine teslim edilmiştir.

Adana Mutabakatı ve ardından 2000 yılında Hafız el-Esad’ın vefatı üzerine Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in cenaze törenine katılmasıyla başlayan iyi ilişkiler, Beşşar Esad döneminde de devam etmiş fakat 2011 yılında Arap Baharının etkisi ve Türkiye’nin dış politikada ki yön değiştirmesiyle iki ülke arasında ki ilişkiler tekrar kopma noktasına gelmiştir.

Ömer Talha Aslan

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR


Mehmet Talli Bulut, ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Suriye İlişkileri Ve Su Sorunu’ , (Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, 2008)

Özge Özdemir, ‘Baas Rejimi Döneminde Türkiye-Suriye İlişkileri’, (Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, 2012)

Duygu Doğu Kırkıcı, ‘Sınıraşan Sular Bağlamında Türkiye, Suriye Ve Irak İlişkileri’ , Uzmanlık Tezi, T.C. Orman Ve Su İşleri Bakanlığı, 2014, Ankara

[1] Hamit Pehlivanlı, Yusuf Sarınay, Hüsamettin Yıldırım, Türk Dış Politikasında Hatay(1918-1939), Ankara, 2001, s.31

[2]Sait Dinç, a.g.m. s.22

[3]Mehmet Talli Bulut, ‘Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Türkiye-Suriye İlişkileri Ve Su Sorunu’ ,(Yüksek Lisans Tezi, Balıkesir Üniversitesi, 2008), s.26

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

3 YORUMLAR

  1. Bide bakıyorsunuz Türkiye ye gelen Suriyeliler içinden Hatay kurtuluş ordusu diye bir örgüt cikiyomus. Aynı İngiltere deki kuzey irlanda nin İngiltere en ayrılıp irlanda ya katılmasını amaçlayan ıra gibi Bizde de hatayin turkiyeden ayrılıp Suriye ye bağlanmasını hedefleyen bir örgüt.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz