Ziya Gökalp’in Kişiliği ve Hayatı
Ziya Gökalp, 23 Mart 1876 yılında Diyarbakır’da doğmuştur(Ülken, 2001). Kendisine, babasının isteği üzerine Mehmet Ziya ismi verilmiştir. Babası, Vilayet Evrak Memuru Mehmet Tevfik Efendi (1851-1890), annesi Zeliha Hanım’dır (1856-1923). İlköğrenimini 1883 yazında kayıt yaptırdığı Mercimekörtmesi Mahalle Mektebi’nde görmüştür. Hürriyet akımlarıyla ilgili ilk düşüncelerini ise 1886 yılında başladığı Mektebi Rüştiye-i Askeriye’de (Askeri Lise) hocası Kolağası İsmail Hakkı Bey’den edinmiştir. (N0üzhet, 1931). 1890 yılında amcası Müderris Hacı Hasip Bey’ den dersler almaya başlayan Gökalp, 1891 yılında ikinci sınıftan kayıt yaptırarak İdadi-i Mülkiye’ye girmiştir. 1893 yılında öğretmeni Doktor Yogi’ den felsefe dersleri, Maarif Müdürlüğü ve İdadi’ de (orta öğretim) tarih öğretmenliği yapan Mehmet Ali Ayni’den ise tarih dersleri almıştır. Ziya Gökalp, Mehmet Ali Ayni’den gördüğü derslerde tarihin nasıl analiz edilip, değerlendirileceğini öğrenmiştir.
Fakat İdadi’nin 7 yıla çıkartılması üzerine Gökalp, buradan ayrılmak zorunda kalmıştır. O dönem toplumun yaşadığı sıkıntı ve buhranın üzerinde oluşturduğu etkinin yanında, ekonomik olanaksızlıklar yüzünden İstanbul’da öğrenimine devam edememesi ve ailesinin evlilik baskıları gibi nedenler Ziya Gökalp’ı bunalıma sürüklemiştir. Bu sebepler dolayısıyla 1894 yılında intihar girişiminde bulunmuştur (Nüzhet,1931). Hilmi Ziya Ülken, Gökalp’ın intihar sebebi olarak, Hocası Dr. Yorgi Efendi’den aldığı felsefe eğitimi ile ailesinden aldığı dini muhafazakâr eğitim arasında yaşadığı çatışmayı göstermektedir. (Ülken,2007). Bu çalışmadaki araştırmalara göre onu intihara sürükleyen eğilimlerin gördüğü eğitimlerin (özellikle din ve felsefe) çakışmasının çok büyük etkisi vardır. Çünkü aldığı dini eğitimlerde iman etmek için kabul etmesi gereken, sorgulanamayan şeyler vardır ama felsefe eğitiminde ise varoluştan beri her şeyi sorgulayan bir düşünce akımını benimsemiştir. İşte tam da burada bu çelişkiler yüzünden buhrana sürüklenmiş ve intihar girişiminde bulunmuştur.
İntihar olayından sonra tekrar eğitim hayatına yönelen Ziya Gökalp, eğitimine devam etme sebebiyle 1895 yılında kardeşi ile birlikte tekrar İstanbul’a dönmüştür ama ekonomik zorluklar sebebiyle ancak ücretsiz olan Veteriner Mektebine kayıt yaptırabilmiştir. Gökalp, İstanbul’da bulunduğu bu dönemde Batı kültürünü de tanımaya çalışmıştır (Tuncay,1978). Okulda yasaklı yayınları okuması ve aykırı çıkışları ile dikkati çeken Gökalp, 1899 yılında geçirdiği soruşturmanın ardından “yasaklı kitapları okuma ve zararlı cemiyetlere üye olma” sebebiyle cezaevine gönderilmiştir. 12 aylık cezaevi döneminden sonra, okuldan da uzaklaştırılarak Diyarbakır’a sürgün edilmiştir. 1900 yılında amcasının kızı ile evlenerek Diyarbakır’a yerleşen Gökalp, ufak memuriyetlerde görev yapmaya başlamıştır. Bu dönemde Gökalp, bir yandan eşinin mal varlığı ile rahat bir hayat yaşamaya başlamış; diğer yandan ise, el altından hürriyet faaliyetlerini sürdürmeye devam etmiştir. 1903 yılından sonra Diyarbakır Ticaret Odası’nda çeşitli görevlerde bulunmuş; bu sırada, Vilayet Gazetesi Başyazarlığı görevini de yürütmüştür. 1905 yılında, halka yaptığı eziyetler dolayısıyla aşiret reisi İbrahim Paşa’ya karşı çıkarak halkı ona karşı ayaklandırmıştır (Tuncay, 1976).
Ziya Gökalp, 1908 yılında İttihat ve Terakki’nin Diyarbakır, Van ve Bitlis heyetlerinin müfettişliği görevlerine getirilmiştir (Binbaşıoğlu, 1982). 1909 yılında Darülfünun’da hocalık yapmak üzere İstanbul’a gelen Gökalp; orada birkaç ay kalmış, yeterli ücret alamadığı için tekrar Diyarbakır’a dönerek, “Peyman” gazetesini çıkarmaya başlamıştır. 1909 yılının son aylarında ise İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e gönderilmiştir. Ziya Gökalp, 1912’de ailesi ile birlikte bir kez daha İstanbul’a yerleşmiştir (Tanyu, 1981). Bu dönemde, Darülfünun ve Eğitim Fakültesinde Gökalp’ın eğitimle ilgili görüşleri kabul edilmiş; ders programları, okutulacak dersler ve kitaplar onun önerileri doğrultusunda kararlaştırılmıştır. Bu dönemden itibaren fikirlerini ve çalışmalarını Türkçülük etrafında şekillendiren Gökalp, aynı zamanda hayatının en verimli dönemini de yaşamıştır. 1913 ve 1914 yıllarında kendisine teklif edilen Maarif Nazırlığı (Milli Eğitim Bakanlığı) görevini kabul etmemiş, Edebiyat Fakültesinde İçtimaiyyat Müderrisliği (Sosyoloji Hocalığı) görevine devam etmiştir. Bu göreviyle birlikte Gökalp, İstanbul Üniversitesi’nde ilk sosyoloji profesörü olmuştur. Burada Bakanlık görevini kabul etmemesinden dolayı ne denli idealist bir insan olduğunu ve tam bir fikir adamı olduğunu görebiliriz.
Gökalp’ın “Kızılelma” adlı eseri 1914’de yayınlanmıştır. 1917’de “Yeni Mecmua” yayın hayatına başlamıştır. 1918’de ise Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak adlı eseri ile Yeni Hayat isimli şiir kitabını yayınlamıştır. 1919 yılının Ocak ayında, “asayişi bozma ve Ermenilere zor kullanma” iddiasıyla Divan-ı Harp’te (askeri mahkeme) idam cezası ile yargılanan Gökalp, idam cezası almamış, ancak Malta’ya sürgün edilmiştir. Malta’da çok sıkıntılı ve zorlu bir hayat süren, Gökalp sürgün döneminde faaliyetlerine bir süre ara vermek zorunda kalmıştır. 30 Nisan 1921’de Kars Savaşında esir alınan İngilizlerin karşılığında Malta’da esir Türklerin serbest bırakılması ile birlikte Yurda dönerek Diyarbakır’a yerleşmiştir. 1922’de Muallim Mektebi’nde (Eğitim Fakültesi) felsefe dersleri vermeye başlayan Gökalp, bir taraftan da dergi çıkarma çalışmalarına devam etmiştir. Bu dönemde, Ahmet Ağaoğlu’nun desteği ile “Küçük Mecmua” dergisini çıkarmıştır. Derginin ilk sayısında, tarihi, kültürel, dinsel ve coğrafi birliktelikleri nedeniyle Türkler ve Kürtler’in birbirlerini sevmelerini bir zorunluluk olarak kabul ettiği “Türkler ve Kürtler” adlı makalesini kaleme almıştır (Nüzhet, 1931). Gökalp bu makalesini dört nüsha halinde hazırlamış bir nüshasını Atatürk’e, bir nüshasını Dr. Rıza Nur’a, diğer nüshasını da Lozan’a gidecek olan heyete göndermiştir. Bu makalenin ve raporun iyi anlaşılması günümüzde dahi Kürt meselesi konusunda ışık tutacaktır. Gökalp bu makalesinde Kürtleri beş kavim olarak şöyle tarif eder:
Guran, Kurmançi, Lur, Sorani ve Zaza. Önce bunların dilleri üzerinde durur ve Guran, Bahtiyari, Kalhur lisanlarını ayırırsak elimizde istiklalleri malum olmak üzere dört lisan kalır: Kurmançi, Zaza, Soran, Lur. Bu dört lisanın sahipleri birbirinin dillerini anlamazlar, der. Daha sonra şu gerçeği de vurgular: Bu Kürt kavimleri gerek kendilerine, gerek birbirlerine başka isimler verirler. Meselâ Kurmançilar kendilerine Kürt namını vermezler, biz Kurmançiyiz derler. Bunlar Zazalar’a Dünbülî derler. Türklerin Baban Kürtleri tesmiye ettikleri Güney Kürtlere de Soran nâmını verirler. Kendilerinin konuştukları lisana Kurmançî derler, diyerek bazı açıklamalarda bulunur (Özdamarlar,2009).
Gökalp, Kürt aşiretlerinin medenileştirilmesi konusunda şu teklifleri sunar. Önce ilkel ve asrî teşkilatlar olarak aşiretleri şöyle ayırır: Tam göçebe, yarım göçebe, yerleşik aşiretler, ağa köyleri, ahali köyleri. İlkelliği, coğrafi sebeplerden çöl ve dağ olarak belirler. Kanuni sebepler olarak da: İltizam usulü, adliye usulü ve askerlik usulünü gösterir. Bu konuda huzur bulunabilmesi için hemen aşiretler yerleşik hayata geçirilmeye çalışılmalı ve adaletli bir yönetim uygulanmalıdır, demektedir. Bu arada Kürtlerin yaşama biçimleri hakkında Diyarbakır, Mardin, Midyat, Nusaybin, Suruç bölgelerini içine alan karşılaştırılmalı enteresan bilgiler sunulmaktadır. Raporun en can alıcı noktası Kürtler hakkındaki düşüncelerini açıkladığı “Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler” adlı bölümdür. Burada Gökalp, aşiretlerin Kurmanci, Lur, Soran ve Zaza lisanı kullandıklarını belirtirken aralarında dil birliğinin olmadığının ve birbirlerini anlamadıklarının altını çizer.
Raporun bir önemli noktası da Türkmenlerin Kürtleşmesi konusudur. Gökalp bu konuda diyor ki: “…Birçok yerde Türkmen aşiretleri Kürtleşmiştir. Mesela Diyarbekir’de Karacadağ’da yaşayan Türkan/Terkân (Kürtçe Türkmenler manasınadır.) aşiretinin bütün fertleri Oğuz ilinin Beğdili boyuna mensûp halis Türk olduklarını bilirler. Bununla beraber, Türkçeyi unutarak onun yerine Kürtçeyi ikame etmişlerdir. Bu aşiretlerden Karakeçi aşireti ise Kayı boyu ile akraba olduklarını bildikleri halde kendilerini Kürt zannetmektedirler. Urfa’daki Döğer ve Badıllı aşiretlerinin de Kürtçe konuştuklarını belirler. Bu Kürtleşme konusunda şunları da ilave eder: Türkmenler, yalnız şehirlerde Kürtleşmek tehlikesinden kurtulabilirdi. Çünkü, eyalet merkezi yahut Osmanlı Sancağı tarzındaki sancakların merkezleri olan şehirlerde, Kürt nüfusu câri değildi. İşte bu sayededir ki oralardaki şehirlerin Türk ahalisi Türklüklerini muhafaza edebilirlerdi” tespitini yapmaktadır.
Gökalp’in günümüzü ilgilendiren düşünceleri “Türklerle Kürtler” başlıklı bölümdedir. Bu bölümde Gökalp: “Musul’da Bağdat’ta Kürtlerle meskûn ne kadar sancaklarla kazalar varsa hepsini anavatana kavuşturmak vatanî vazifelerimizin en mühimlerindendir. Bugün anavatandan uzak düşmüş bir Kürt-Irakı ile bir Türk-Irakı var. Bunlar Anadolu içtimai uzviyetinin koparılması mümkün olmayan canlı uzuvlarıdır.” der. Tarih gösteriyor ki başarı daima doğruluğun mükafatıdır, diyen Gökalp: Sebebini “Kürtlerin bey ve ağa tesmiye ettikleri mütegallipler, bu adetin devamından müteneffi oldukları için idameye çalıştılar, diyerek bağladığı bu sonuca dayalı olarak Kürtlerin medenileşmemesindeki sebebi bugün hâlâ varlığını koruyan aşiret hayatına bağlar.
Gökalp bir vesile ile araştırmaları sonucu şöyle bir açıklamayı gerekli görür: …Bizim gibi vilayet-i şarkiye ahalisinden bulunanlara da Kürt milliyetini izafe ettiklerini gördüm. O zamana kadar kendimi hissen Türk sanıyordum… Hakikati bulmak için bir taraftan Türklüğü bir taraftan da Kürtlüğü araştırmaya başladım. Diyarbekir şehrinde, ana lisan Türkçe olmakla beraber, her fert biraz Kürtçe bilir. Lisandaki bu ikilik iki suretten biriyle izah edilebilirdi: Ya Diyarbekir’in Türkçesi bir Kürt Türkçesiydi, yahut Diyarbekir’in Kürtçesi bir Türk Kürtçesiydi. Lisani tetkiklerim gösterdi ki Diyarbekir’in Türkçesi Bağdat’tan ta Adana’ya, Baku’ya, Tebriz’e kadar imtidat eden tabii bir dilden yani Akkoyunlu ve Karakoyunlu Türklerine mahsus bulunan Azeri Türkçesi’nden ibarettir, diyerek halini ve araştırma sebeplerini samimi olarak açıklar. Son olarak temennisini;
Türklerle Kürtler bin senelik müşterek din, müşterek tarih, müşterek bir coğrafya neticesi hem maddi, hem manevi bir surette birleşmişlerdir. Bugün ise müşterek düşmanlar, müşterek tehlikeler karşısında bulunuyorlar. Bu tehlikelerden ancak müşterek bir azim ile kurtulabilirler. O halde büyük bir kanaatle diyebiliriz ki bu iki milletin birbirini sevmesi her iki taraf için hem dinî hem siyasi bir fariziyedir. Kürtleri sevmeyen bir Türk varsa Türk değildir, Türkleri sevmeyen bir Kürt varsa Kürt değildir. diyerek belirtmiştir.
M. Ziya Gökalp, bağrından çıktığı toprakların insanını, demografisini, yaşam tarzını ve etnik yapısını elindeki imkânlarla araştırmış ve bir senteze vararak bu fikirlerini hem yeni oluşan genç devletiyle hem de Türk milletiyle yapıcı ve birleştirici bir şekilde paylaşmak istemiştir.
1923 yılında Telif ve Tercüme Encümeni Reisliği’ne (Kültürel Yayınlar Dairesi Müdürlüğü) getirilen Ziya Gökalp; aynı yıl, Türkçülüğün Esasları isimli ünlü eserini ortaya koymuştur. 11 Ağustos 1923 tarihinde Diyarbakır’dan mebus seçilen Gökalp; bilimsel, kültürel ve eğitim çalışmalarına ara vermiş gibi görünse de, yine bu dönemde de kültürel ve düşünsel çalışmalarını da bir yandan sürdürmeye devam etmiştir. Bu bağlamda, “Yeni Türkiye” dergisini çıkarmış, yeni anayasanın hazırlanmasına yardım etmiş, Türk Medeniyeti Tarihi’ni tamamlamaya çalışmış ve Türk dili çalışmalarına katkılarda bulunmuştur. Bu süreçte, Gökalp milli edebiyatın ortaya konması yönünde de büyük çaba sarf etmiştir (Tuncay, 1976).
Yine, ‘Yeni Türkiye’nin Hedefleri isimli eserini de bu dönemde yayınlamıştır. Hastalandığı dönemde de Türk Medeniyeti Tarihi ve Çınaraltı isimli çalışmalarını sürdürmüş; hatta tedavi için İstanbul’a, Maarif Vekâleti’nden (Milli Eğitim Bakanlığı) Türk Medeniyeti Tarihi’nin basımı için aldığı avansla gidebilmiştir. 1924 yılında rahatsızlanan Gökalp, 25 Ekim 1924 tarihinde vefat etmiştir(Tanyu, 1981).
Ziya Gökalp, sosyal hayatında içine kapanık, sakin ve kendi halinde bir profil çizmiştir. Bununla beraber, idealist ve mücadeleci bir yapıya sahip olan Gökalp en zor zamanlarında bile umudunu kaybetmeyecek kadar kararlı bir yapıya sahiptir. Hayatı boyunca, düşünce ve idealleri uğrunda mücadele vermiş; hiçbir dönem, düşünce ve eylemlerinden ödün verme gereği duymamıştır. Birçok soruşturma, baskı, hapis ve sürgün cezasıyla karşılaşmasının sebebi de yine bu kararlı tutumudur. Gençlik döneminde, Sultana karşı muhalefet etmek ve faaliyette bulunmaktan çekinmeyen; Gökalp önemli idealist ve düşünsel yakınlıklara rağmen, Mebus olduğu dönemde de Atatürk’le de çok yakın ilişkiler geliştirme gereği duymamıştır. Gençlik yıllarının bir döneminde yaşadığı bir buhran durumu dışında Gökalp’in hayatı hep sosyal ve siyasal mücadele ile geçmiştir. Aynı şekilde, en bunalımlı günlerinde bile Ülkenin kurtulacağına olan güvenini ve umudunu hiç yitirmemiştir. Ziya Gökalp’ın en çok öne çıkan taraflarından biri de, hiç kuşku yok ki; yaratıcı fikir dünyasıdır. Gökalp’ı, fikir adamlığı, maneviyat ve ahlaki konularda icraat adamı yapan genellikle bu yaratıcı fikirleri ve derinlikli düşünebilme özelliği olmuştur (Nüzhet, 1931).
Yaratıcı bir düşünce yeteneğine sahip olan ve vatan millet sevgisiyle dolu duygu ve düşünce temalı bir çok şiir yazan Gökalp, bununla birlikte çok fedakar ve iyi bir aile babasıdır. En sıkıntılı dönemini yaşadığı hastalık günlerinde, tedavi masraflarının karşılanmasıyla ilgili olarak Atatürk’ten gelen teklife karşılık, ölümünden sonra eşine ve kızlarına yardımda bulunulmasını isteyerek bunu açıkça belli etmiştir.
Düşünce Yapısı ve Türkçülük Tezi
Birçok Türk aydını gibi Ziya Gökalp‘in fikir hayatı üzerinde, Osmanlı Devleti’nin parçalanma sürecine girdiği dönemde ortaya çıkan siyasal, askeri, dinsel ve ekonomik sorunların gölgesini görmek mümkündür. Bu etki ile Gökalp’ın fikir hayatı içerisinde ulusçuluk anlayışı önemli bir yere edinmiştir. Fakat Gökalp’ın ulusçuluğu, etnik ve ırk temelli değil; kültürel bir ulusçuluktur.
Birçok çeşitli alanda eserler veren Ziya Gökalp’ın düşünce ikliminin oluşum sürecinde aile çevresi, İsmail Hakkı Bey, Yorgi Efendi, İbrahim Temo, Dr. Abdullah Cevdet, İshak Sukuti ve Naim Beylerin yanı sıra; Jön Türklerin de etkisi olduğu bilinmektedir. Gökalp, düşünce iklimi sebebi ile İttihat ve Terakki Cemiyetinde çeşitli kademelerde vazifelerde de bulunmuştur. Aynı şekilde, Durkheim’ın perspektifi de Gökalp’ın fikirleri üzerinde önemli izler bırakmıştır.( Heyd, Çev. Günay, 2002).
Babası Tevfik Efendi, edebiyatla ilgili ve oğlunun iyi bir eğitim alması için çaba sarf etmiştir. Gökalp’ın edebiyata ilgisinin babasından miras kaldığı da söylenebilir. (Nüzhet, 1931). Avrupa’da Yetişen gençleri kültürlerine yabancı kaldıkları, medresedeki öğrencileri de dünyadaki gelişmelerden haberdar olmadıkları gerekçesiyle eleştiren Tevfik Efendi, oğlundan Doğu değerlerini özümseyip, Müslüman kalarak Batılı bir eğitim almasını ve her iki kültürü de öğrenip bunları kıyas ve telif etmesini istemiştir. Tevfik Efendi’nin bu tutumunun Ziya Gökalp’ın hayatındaki etkileri büyük olmuştur (Tuncay, 1976). Yani sentez bir yapının ortaya konması gerektiğini savunmuştur.
28 Aralık 1888’de Namık Kemal’in vefatı üzerine; Tevfik Efendi’nin oğluna, onun gibi hürriyetçi ve vatanperver olmayı nasihat etmiştir. Bu nasihat Gökalp’ın hayatındaki önemli dönüm noktalarından birisidir. Bununla birlikte, diğer aile üyelerinden annesi ve babaannesinin de, gördükleri eğitimin de etkisiyle Gökalp ‘in üzerinde babası kadar tesirleri olmuştur. Diyarbakır’da felsefe dersleri aldığı Dr. Yorgi Efendi, İstanbul’a gelince, Gökalp ve arkadaşları ile toplantılar düzenlenmiştir. Onlarla yaptığı sohbette Türk gençlerinin Meşrutiyeti ilan etmek için çalıştıklarını, bunun takdire şayan bir gayret olduğunu belirtmiştir. Yapılacak devrimin faydalı ve etkili olabilmesi için mutlaka ülkenin sosyolojik ve psikolojik yapısıyla aynı zemine oturtulması gerektiğini ifade eden hocasının bu vasiyeti, Gökalp’ın yapmayı düşündükleri üzerinde bir yol haritası etkisine sahip olmuştur ( Nüzhet, 1931).
1899-1900 yıllarında tutuklu bulunduğu sırada tanıştığı Naim Bey cezaevinde hatırlı olan, bilge kişiliği ile tanınan bir adamdır ve Gökalp düşünce dünyası üzerinde önemli etkiler bırakan kişilerden bir diğeridir. Naim Bey, Meşrutiyetin mutlaka ilan edileceğini, ama ilk meşrutiyetin uzun süreli olmayacağını; Meclisin, entrikalar ve rant kavgaları sonucu kapatılacağını söylemiştir. Ona göre, meclisin kapanmasında en önemli sebep, derin bir uykuda olan halkın meşrutiyetin kıymetini bilmemesidir. Halka, meşrutiyetin gereği anlatılmalıdır. Bunun da tek yolu özgür basındır. Gökalp, basının özgürleştirilmesini rastladığı her gence öğütlediğini belirtmiştir. Kendisine, Naim Bey’in vasiyetini rehber kabul eden Gökalp; onu, kendisi için bir pir bir hoca olarak nitelendirmiştir. Gökalp, bu vasiyeti kendinden sonraki nesillere, Türkçü bir bilginin vasiyeti olarak sunmuştur.
İdadi (orta öğretim) yıllarından itibaren felsefe ve sosyal bilimlere ilgi duymaya başlayan Gökalp Fransızca derslerini İdadi hocalarından Yorgi Efendi’den almıştır. Kendisinde felsefe merakını uyandıran da yine Yorgi Efendi olmuştur. Fikirsel olarak, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki ile Ziya Gökalp’ın düşünce ve ilişki yakınlığı o yıllarda bu düşünce yapısının merkezi durumunda bulunan askeri lise yıllarına kadar gitmektedir. İmparatorluğun içinde bulunduğu bunalımlar birçok mektep öğrencisi gibi Gökalp’ı de derinden etkilemiştir. Bu nedenle, Gökalp okul yıllarından itibaren memleket meseleleriyle ilgili konularla yakından ilgilenmiş; hayatı boyunca birçok siyasi ve sosyal teşkilatın içerisinde bulunmuştur.
Başlangıçta Fransız filozof Alfred Foulille’nin etkisinde kalmasına rağmen, Durkheim sosyolojisinin iyi bir okuyucusu ve takipçisi olan Gökalp, bu ekolün etkisiyle “Türk Sosyoloji Ekolünü” kurmuştur. Gökalp’ in, topluma doğru bir yönelim gösteren toplumsal teoremi üzerinde de Durkheim’ın görüşleri belirleyici olmuştur ( Heyd, 2002). Ziya Gökalp düşünce ikliminde Selanik önemli bir yer tutmuştur. Gökalp, Selanik’e gidişinden sonra daha önce bayraktarı olduğu düşüncelerin pek çoğundan vazgeçmiştir. Ancak, medreselerin düzeltilmesi ve eğitimde yenileşme gibi yazılarında sıkça savunduğu bazı düşüncelerinden vazgeçmemiştir (Koçer, 1991).
İttihat ve Terakki tarafından Selanik’e gönderilmesi, Ziya Gökalp’ın yaşamında yeni bir dönüm noktası olmuştur. Bu dönemde, dilde Türkçülüğü savunan Genç kalemler grubuna katılmış; bu dergide, dilde Türkleşme ile ilgili yazılar yazmaya başlamıştır. Burada, özellikle Ömer Seyfettin’den etkilenen Gökalp, artık Türkçü Gökalp’tır (Ülken, 2007).
Gökalp’ın dil çalışmalarına katılmasıyla, dilde yenileşme ve Türkçeleşme çalışmalarına başlanmıştır. Çünkü Ona göre tüm toplumsal faaliyetlerin yegâne temeli lisandır (Gökalp, Sadeleştiren:Toker, 1997). Kültürü ve kültürü ortaya çıkaran dili, bir millet inşa etmenin en önemli tuğlalarından biri olarak gören Gökalp, dilde Türkleşme olmazsa, vicdanların, dinin ve vatanın parçalanacağını öngörmektedir. Dilde yenileşmenin ve Türkçülüğün bir karşılığı olarak “arı Türkçecilik” ifadesini kullanan Gökalp; arı Türkçeciliği, dilin Arap ve Fars köklerinden arındırılarak, bunların yerine Türkçe köklerden yapılacak yeni Türkçe kelimelerin yapılması olarak tanımlar. Buna karşın, karşılıkları bulununcaya kadar, sözcük ve terimlerin Arapça ve Farsçalarının kullanılmasının gerekli olduğunu savunur. Burada Gökalp’ın, dili ilintili bağlarından hızlı bir şekilde koparmanın zorluğuna ve sakıncalarına yaptığı vurguyu görmek gerekir. Böylece, dilde ve kültürde özden beslenen bir dinamizm yakalamak isteyen Gökalp, Türkleşmek, İslamlaşmak ve Muasırlaşmak ilkesi çerçevesinde Türkçeyi, anlam bakımından modernleştirmek, terim bakımından İslamlaştırmak, gramer ve yazın bakımından ise Türkleştirmek gerektiğini belirtmiştir. Türkleşmek, İslamlaşmak, Muasırlaşmak isimli eserinde de bu durumu, “Türk milletindenim, İslam Ümmetindenim, Avrupa Medeniyetindenim” ifadesi ile ortaya koymuştur. Ziya Gökalp’ın “Türk ulusuna, İslam dinine ve Batı uygarlığına dahiliz” şeklinde yaygın bir sunuş haline getirdiği söylemin, aynı dönemlerde benzer siyasal, ekonomik ve kültürel etkileri duyan Yusuf Akçura ve Hüseyinzade Ali tarafından da gündeme getirildiği görülmektedir. Ancak Yusuf Akçura ve Hüseyinzade Ali’nin düşündüğü Türkçülük ile Gökalp’in Türkçülüğü arasında büyük farklılıklar mevcuttur. Yine burada da, oldukça geniş topraklarda, zengin ve dinamik kültür altyapısına sahip; ekonomik, siyasal ve askeri açıdan çok güçlü bir İmparatorluk sürecinden; Ulus devlete geçişin çok sancılı olacağını kendisi de öngörmekte ancak devrin şartlarında bunun kaçınılmaz olduğunu düşünmektedir.
Dolayısıyla, Ziya Gökalp’ın siyasal düşünceleri ile dönemin siyasal olguları arasında büyük bir benzerlik bulunduğunu söylemek mümkündür. İlk dönemlerinde Osmanlıcılık ve ümmetçilik temelinde olmasa bile, İslamcılık düşüncelerine de ilgi gösterdiği bilinen Gökalp’ın milliyetçilik anlayışı ile modern ulus-devletin ve yeni Cumhuriyetin kurucu iradesinin benimsediği milliyetçilik anlayışları arasında büyük bir benzerlik vardır. Aslında şöyle de diyebiliriz, Cumhuriyetin kurucu iradesi Gökalp milliyetçiliğinden fazlasıyla etkilenmiş ve aynı temelde bir milliyetçilik ulusçuluk geliştirmiştir. Gökalp’e göre, milleti oluşturan değerlerin başında dil birliği, kültürel paylaşım ve din gelmektedir. Bir başka ifadeyle Gökalp, bir kültür milliyetçiliğini öngörmekte, millet olabilmek için etnik ayrıştırmalara ilgi göstermemektedir. Buna, Gökalp, ‘kültür milliyetçiliği’ adını vermektedir. Böylece Gökalp, içinde bulunduğu dünya ve coğrafi gerçekliklere uygun bir millet tanımlamasına gitmektedir. Cumhuriyetin kurucu iradesi tarafından benimsenen Gökalp’ın bu milliyet yaklaşımı, başta Birleşik Amerika olmak üzere, çağdaş toplumlarda da kendisine yer bulmakta ve geçerliliğini korumaktadır. Yer yer öne çıkarılan etnik kimlikler ve yerelliklerle, bölünen ve ayrışan devletlere de bakıldığı zaman ulus olgusu ve uluslaşmanın birbirinden çok farklı şeyler olduğunun açıkça kendini belli ettiği günümüzde; Gökalp’ın ortaya koyduğu bu millet ve ulus olmanın geçerliliği ve değeri daha iyi anlaşılmalıdır.
Ziya Gökalp’ın, ulus olmanın gereklerinden biri olarak elzem gördüğü din birliği ile dindaşlığa dayanan birlik birbirinden farklıdır ve zaten Gökalp; ‘ümmet’ olarak tanımlanan dindaşlık birlikteliğine de karşıdır. Ona göre; din, birbirinden farklı coğrafyalarda, farklı kültür dünyalarında ve değişik toplumlarda aynı olabilir; ancak, millet olmak için din birlikteliğinden başka kültür ve dil birliği de gerekmektedir ki; kültür birlikteliği için ortak toplumsal deneyimler, paylaşımlar, duyuş ve düşünüşlere ihtiyaç vardır. Bu çerçevede; din dilinin de Türkçeleşmesi gerektiğini savunan Gökalp’ın bu yaklaşımı, Cumhuriyet’in kuruluşunu takip eden ilk yıllarında hayata geçirilmiştir. Merkezi bir din hizmetleri idaresinin kurulmasında (Diyanet İşleri Başkanlığı) olduğu gibi, kültürel ve dinsel birçok uygulamanın ve kurumun ortaya çıkışında yine Gökalp’ın etkilerinin olduğu gerçektir.
Buradan yola çıkılarak, ikinci meclise de seçilen Ziya Gökalp ile Atatürk arasında bir ilişki yakınlığı yoksa da; fikirlerde ve ideallerde bir örtüşme olduğu açıktır. Tek ülküsü vatanın ve milletin selameti olan Gökalp, kendisine teklif edilen şahsi hiçbir şeyi kabul etmemiştir. Buradan yola çıkarak, hastalığının ilerlemesi üzerine, masrafları Devlet tarafından karşılanmak üzere yurt dışında tedavi olmasını öneren Atatürk’ten; tedavi masraflarını değil, kendisinden sonra ailesine yardım edilmesini isteyen Gökalp’ın bu isteği, Atatürk’ün önerisi üzerine Meclis tarafından çıkarılan bir kanunla yerine getirilmiştir.
Yoğun ve ısrarlı bir şekilde kültür milliyetçiliği vurgusu yapan Gökalp, etnik milliyetçiliğe/ırkçılığa karşı bir düşünce yapısına sahip olmuştur. Ona göre, toplumların karakterleri kalıtımsal değil, kültür ve eğitim yoluyla şekillenmektedir. Gökalp’ın ırkçılığa karşı oluşu, düşünsel ve sosyal gerçeklikle bir iç içe geçmiştir. Gökalp bu yargıya, toplumların, özellikle Türk toplumunun yapısını ve sosyal gerçekliklerini değerlendirerek varmıştır.
Ziya Gökalp’ın Cumhuriyet ve demokrasi düşüncelerinde de bir evrilme süreci olmuştur. Sultan aleyhine yürüttüğü söylemlerini meşrutiyetin ilanıyla birlikte askıya alan Gökalp, savaş dönemlerinde vatan ve dinin selameti için Halife Sultana dualarda bulunmuştur (Heyd, 2002). Buradan da anlaşılacağı gibi Gökalp’ın daha önce de bahsedildiği gibi tek ülküsü ve ideali milletin kurtuluşu ve yeniden inşasıdır. Bununla birlikte Gökalp, hiçbir zaman özgürlükçü ve halkçı tutumundan vazgeçmemiştir. Onun hemen her yazı ve şiirinin ana teması vatan, ulus, hürriyet, Ulusun eğitimi ve uyanışı üzerine olmuştur.
Ziya Gökalp’ın fikir dünyasında, Türkçülük ayrı bir yere sahiptir. Zira Gökalp’ın çalışmaları hep Türk toplumunun geçmişi, günü (kendi dönemi) ve geleceği ile Türk dili ve Türk kültürü üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu duygu ve düşüncelerle O, bilimsel, ahlaki, kültürel ve felsefi bir Türkçülük anlayışı ortaya koymuştur.
Gökalp’ın 1908 yılından sonra Türk Milliyetçileri arasına katılması ile ulusçuluk bir sistem haline gelmiştir. 18 yıl Türk toplumunun sosyal ve kültürel yapısı üzerine çalışan Gökalp, bu birikimini Genç kalemler dergisinde, özellikle de “Turan” şiiri ile dile getirmiştir. Bilimsel bir Türkçülük ortaya koyan Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda Türkçülüğü “Türkçülük, Türk milletini yükseltmektir” diye tarif etmiştir. Ona göre Türkçülüğün yakın ve uzak olmak üzere iki hedefi vardır. Yakını “Oğuz ya da Türkmen Birliği”; uzağı ise Turan’dır. Türkçülüğünün ülküsünü de “Türkiyecilik”; “Oğuzculuk ya da Türkmencilik” ve “Turancılık” olarak üç ana bölüme ayıran Gökalp, Cumhuriyetin ilanından sonra son ikisinden ilk etapta vazgeçmiş ve ülkünün “Türkiyecilik” olduğunu belirtmiştir. Son ikisinden vazgeçmesinin yahut bu çalışmaya göre askıya almasının sebebi Ulusun ve yeni doğan genç Cumhuriyet’in bu idealleri gerçekleştirebilecek kadar muktedir olamamasından kaynaklanmaktadır. Bu idealler atiye bırakılmış öncelik olarak Türkiyecilik’in sağlanması gerektiği olmuştur. Türk toplumu için uygun gördüğü Türkçülük ise toplumsal Türkçülük yani kültürel Türkçülük olmuştur. Onun Türkçülüğünde, halka doğru gitmek ayrı bir öneme sahiptir. Halka hem ondan hars almak hem de medeniyet götürmek için gidilir. Yani öncelikli ülküsü genç cumhuriyete aidiyet duyan ve sahiplenen bir toplumun varlığıdır. Nihai olarak varılacak ülkü ise “Turan’dır.”
Medeniyet-hars ayrımı onun en dikkat çekici görüşlerinden birini oluşturur. Hars, yani kültür, ona göre milli; medeniyet, yani uygarlık ise evrenseldir. Uygarlığın kültürden sonra ve onun eseri olduğunu savunan Gökalp, Türkçülüğün Esasları’nda kültürü oluşturan unsurları sekiz bölümde incelemiştir. Bunlar; dilde, estetikte, ahlakta, hukukta, dinde, ekonomide, siyasette ve felsefede Türkçülüktür (Gökalp, 1923).
Sonuç olarak, Ziya Gökalp, 20. Yüzyılın Türk fikir, kültür ve siyaset tarihinin önemli simalarından biridir. İmparatorluk sürecinden Ulus Devlete geçiş sürecinde yaşayan Gökalp’ın, karşılaşılan zorluklar ve bunalımların da tesiriyle genç Cumhuriyet’in doğuşunda ve Türk toplumu ve kültürü üzerine ortaya koymuş olduğu kültürel, sosyolojik, edebi, siyasal teori ve stratejileri kurucu iradeye ciddi anlamda tesir etmiş ve bugün bile gerçekliğini devam ettirmektedir. Zira Gökalp’ın birçok siyasal, dinsel ve kültürel düşünce ve tezleri genç Cumhuriyet ile birlikte hayata geçme fırsatı bulmuştur. Gökalp’ın bu tezleri ve düşünce yapısı üzerinde hem Doğulu hem Batılı algıların sentez bir biçimde bulunarak vücut bulduğu muhakkaktır. Bugün günümüzde ise bir ulus devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin Ziya Gökalp’in tanımladığı ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurucu iradesinde hayata geçirdiği tarzda Türkçülüğe ihtiyaç 99 yıllık cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar elzemdir. Bu yabancı düşmanlığı ve ırkçılık manasına gelmez. Türkiye Cumhuriyeti devletinin bekası için kurucu iradenin Türk Milleti kavramı, tüm toplum nezdinde yerleşmeli ve devleti yönetenler tarafından resmi politika olarak uygulanmalıdır.
KAYNAK
Kaynakça
Beysanoğlu, Ş. (1992). Ziya Gökalp: Kürt Aşiretleri Hakkında Sosyolojik Tetkikler. İstanbul: Toker Yayınları.
Binbaşıoğlu, C. (1982). Eğitim Düşüncesi Tarihi. Ankara: Binbaşıoğlu Yayınevi.
Gökalp, Z. (1918). Türkleşmek İslamlaşmak Muasırlaşmak. İstanbul: Milenyum Yayınları.
Gökalp, (1923). Türkçülüğün Esasları. İstanbul: Kapra Yayıncılık.
Gökalp, Z. (1921). Türkler ve Kürtler. İstanbul: Gendaş Yayınları.
Gürsoy, Ş ve Çapçıoğlu, İ. (2015). Bir Türk Düşünürü Olarak Ziya Gökalp: Hayatı, Kişiliği ve Düşünce Yapısı Üzerine Bir İnceleme. A.Ü İlahiyat Fakültesi Dergisi, (47)2, 89-98.
Koçer, H. (1991). Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi. Ankara: MEB Yayınları.
Meriç, C. ve Uriel, H. (1980). Ziya Gökalp’in Hayatı ve Eserleri. İstanbul: Sebil Yayıncılık.
Nüzhet, A. (1965). Ziya Gökalp. İstanbul: Varlık Yayınları.
Tanyu, H. (1981). Ziya Gökalp’in Kronolojisi. Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları.
Tokluoğlu, C. (2013). Ziya Gökalp ve Türkçülük. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, (68)2, 113-139.
Tuncay, H. (1976). Ziya Gökalp. İstanbul: Toker Yayınları.
Tütengil, C. (1964). Ziya Gökalp Üstüne Notlar. İstanbul: Varlık Yayınları.
Ülken, Z. (2007). Seçme Eserleri: Ziya Gökalp. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları.
Özdamarlar, K. (2009). Ziya Gökalp ve Kürtler. Bilgiyurdu Gençlik Dergisi, (15)3, 11-13.
Ziya Gökalp Fikirleri Felsefesi. (2014). http://ankara.edu.tr/dergiler/42/1812/19142.pdf
Ziya Gökalp. Alış tarihi 20 Haziran 2022, http://turkcu.com/zgokalp.htm
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.