Türkiye-Suudi Arabistan İlişkileri: Zorunlu İttifak

1656

Eğitim sistemimizin birçok insanımızın beynine kazıdığı kalıplaşmış ön yargılardan birisi de ”Araplar bizi arkadan vurdu” ifadesidir. Bunun ardından gelen; ”Araplar pistir”, ”Araplar haindir, güvenilmezdir” gibi öteki ifadeler de olumsuzdur. Benzeri bir durum Arap toplumlarında da görülmüştür. ”Arapları ezen ve sömüren Türk İdaresi” fikri ne yazık ki birçok Arap insanının kafasına yerleştirilmiştir. Anlatacağımız yaşanmış bir olay bu konuyu anlamamızda yardımcı olacaktır.

Suudi Arabistan’da görev yapan batılı bir diplomat şöyle bir olay anlatır; Görüşmelerinde bir Türk diplomat ona ” Araplara güvenmeyin. Onlar uygarlıksız çöl barbarlarıdır.” der. Daha sonra görüştüğü bir Arap diplomat da ona ”Türklere güvenmeyin. Onlar uygarlıksız Orta Asya barbarlarıdır” şeklinde Türk diplomatın söylediğine benzer bir ifadeyi Türkler için kullanır. Görüldüğü gibi Türk-Arap ilişkilerinde olumsuz ön yargıların belirleyici olduğu bir dönem yaşanmıştır.

Aslında siyasi açıdan bakınca iki tarafın da bu konuda bazı zorunluluklar içerisinde olduklarını görürüz. Bu olumsuz düşünceleri yönettikleri insanlara benimsetmek taraflar için bir gereklilikti. Osmanlı Devleti’nin hakim olduğu coğrafyada kurulmuş olan Arap devletleri de, Türkiye Cumhuriyeti’de; kendilerinin Osmanlı’dan daha iyi oldukları düşüncesini vatandaşlarının kafalarına yerleştirmek zorunda hissediyordu. Osmanlının tarihteki başarılarını tekrarlamak ve onun kadar büyük olmak mümkün olmadığından; Osmanlıyı kötülemek ve alçaltmak tarafların kendilerini iyi göstermek için kullandıkları bir yol oldu. Bu yolla kendi kuruluşlarını meşrulaştırmaya ve vatandaşlarına kendilerini benimsetmeye çalıştılar.

Buna ek olarak; Osmanlı mirasını reddetmek genç Türkiye Cumhuriyeti için bir var olma meselesiydi. Sömürgelerinde milyonlarca Müslüman yaşayan batılı güçler küresel hakimiyetlerini korumak ve güçlendirmek zorundaydılar. Dünyanın herhangi bir yerinde, ama özellikle petrol coğrafyasında İslam Dünyası’nın lideri olduğu iddiasındaki Müslüman bir devlet küresel dengeleri bozabilirdi. Batılı büyük güçler ne Orta Doğu’da ne İslam Dünyasında, kendilerine meydan okuma ve küresel güç olma potansiyeli olan bir siyasi yapı istemiyorlardı. Bu yüzden; zaten yüzlerce yıl batının siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel saldırılarına maruz kalmış olan Osmanlı Devleti çökmekten kurtulamadı. Varisi olan genç Türkiye Cumhuriyeti ise küresel batılı güçlerin düşmanlığından korunmak için Osmanlı Mirasını reddetmek zorundaydı. Tüketici dış ve iç savaşlardan yeni çıkmış; tükenip yok olmanın eşiğine gelmiş Türkiye’nin ”İslam Dünyasının Liderliği” iddiasını sürdürmesi varlığını tehdit altına sokacak bir risk olurdu. Bu yüzden tarihimiz ”Araplar kötüdür, Türkleri Araplarla beraber yaşattığından dolayı Osmanlı Devleti de kötüydü.”, ”Osmanlılar hain ve pis Arapları koruyacağız diye boş yere Türk nüfusunu harcadılar” gibi basmakalıp ön yargılarla dolduruldu. Sonradan görme petrol zengini bazı Arapların davranışları da bu ön yargıları güçlendirdi.

Benzer durumlar Arap devletlerinde de, örneğin en zengin ve önemli Arap devletlerinden olan Suudi Arabistan’da da yaşanmaktaydı. Ataları çöl bedevileri olan Suudiler zamanın halifesi Osmanlı padişahına isyan ederek devlet kurdular. Kabile ve mezhep asabiyeti bu devletin kurucu dinamiğiydi. Sonradan ele geçirdikleri şehirlerdeki yerleşik Arap halkı ise kültürel olarak Suudilerden daha üstündüler ve Osmanlı İdaresini Suudilerin idaresine tercih etmekteydiler. Suudi Devleti, Osmanlı Halifesine isyan ederek ve ona karşı Hristiyan İngilizlerle iş birliği yapılarak kurulmuştu. Suudiler; Osmanlı halifeliğinin İslam’a uygun olduğunu kabul ederlerse, kendilerinin İslam’ın dışında olduklarına kabul etmeleri gerekirdi ki bu da mümkün olan bir durum değildi. İslam dini açısından bu durumu kabul edilebilir hale getirmek ancak Osmanlı Devleti ve halifesinin İslam’dan uzak olduğunu iddia ederek mümkün olabilirdi. Osmanlı Devleti’ni kötülemek Suudi Devleti’ni meşrulaştıracaktı. Suudi hanedanına göre; Osmanlılar İslam dinini bidatlerle doldurdukları gibi, Avrupalıların etkisinde de kalıp Hristiyanlara benzemişlerdi. İslam’ın saflığını en çok koruyan Arap milletini de baskı altında tutup sömürüyorlardı. Yukarıdaki cümlelerde geçen ”Osmanlı” kelimesi çıkarıp yerine ”Türk” kelimesini yerleştirdiğimizde de anlatmaya çalıştığımız düşünce değişmez. Türk-Osmanlı idaresinin Arapları ezdiği ve İslam’a uzak olduğu argümanı Suudi Arabistan Devleti’nin kuruluşunu meşrulaştırmak için kullanılmıştır. Ülkemizde uygulanmış olan katı laiklik uygulamaları da bu argümanın ve Arap dünyasındaki olumsuz ”Türk İmajı”nın güçlendirilmesinde etkili olmuştur. Suudiler; laikliği tabulaştırmış bir Türkiye’yi İslam Dünyası’nın lideri olmaya çalışan İslami bir Türkiye’ye tercih ediyorlardı. Çünkü böyle bir Türkiye; kabile temeline dayanan ve halkı tarafından fazla sevilmeyen Suudi Arabistan’ı dış politikadan çok iç politikada risk altına sokabilirdi.

Geçmişten günümüze, (Osmanlı Dönemi dahil) Suudi Arabistan Haritası
Geçmişten günümüze, (Osmanlı Dönemi dahil) Suudi Arabistan Haritası

Suudi Arabistan Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mesafeli olmasında kuruluş felsefesi gibi dış politika hedefleri de etkili olmuştur. İslam Dünyası’nın kutsal topraklarını yöneten Suudi Arabistan İslam Dünyası’nın lideri gibi de davranmaya başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin aksine Suudi Arabistan’ın böyle bir iddiasının olması batı dünyası için bir tehdit değildi. Çünkü nüfusu, üretim kapasitesi, teknoloji seviyesi böyle bir iddiayı gerçekleştirmesine imkân vermiyordu ve vermesi de mümkün değildi. Tam tersine, Suudi Devleti, kuruluşunu olduğu gibi varlığının devamını da batılı güçlerle kurduğu temel ilişkilere borçluydu. ”Kâbe Baskını”, ”Kuveyt’in İşgali” gibi birçok gelişme bu durumu açıkça ortaya koymuştur. Bununla birlikte ”İslam Dünyası’nın Liderliği Rolü” Suudi Arabistan için dış politikada olduğundan çok iç politikayla ilgili bir gereklilikti. Kutsal toprakların yöneticisi ve İslam Şeriatı’nın uygulayıcısı olduğunu iddia eden bir devletin dünya Müslümanlarının sorunlarına ilgisiz olması düşünülemezdi. Özellikle de bu devlet, kendisinden önce bölgede hakim olmuş olan Osmanlı Devleti’nden daha Müslüman olduğunu iddia ediyorsa bu rolü oynamak zorundaydı. Petrolden elde ettiği büyük finansal gücü de, Suudi Arabistan’ın bu role soyunmasını kolaylaştırmıştır. Geçmişte bu rolü başarılı olarak oynamış olan Osmanlı Devleti’nin varisi Türkiye Cumhuriyeti’nin, tekrar bu hedefe yönelmesi Suudiler için rahatsız edici bir ihtimaldi. Suudi Devleti’nin Osmanlı Mirasına karşı olan rahatsızlığını ve hıncını Osmanlıdan kalan eserlere olan yıkım hevesinde kolayca görebiliriz.

Bu durum, Suudi Arabistan ile Türkiye arasında sınırlı olumlu ilişkiler kurulmasına engel olmasa da, tarafların kader ortaklığına gitmesi beklenebilir bir durum değildi. Kuruluşunu İngiltere’ye borçlu olan Suudi Arabistan, varlığını devam ettirebilmek için Amerika ile kurduğu yakın ilişkilere muhtaçtı. Amerika’da aynı şekilde petro-dolar sistemini kurabilmek ve devam ettirebilmek için Suudilere muhtaçtı. Suudiler; petrol ticaretlerini dolar üzerinden yaptılar. Üstüne petrolden elde ettikleri dolarları Amerikan finans kurumlarında işleterek ve Amerikan tahvilleri alarak da petro-dolar sisteminin en büyük ekonomik destekçisi oldular.

Buraya kadar yazdıklarımız geçmişi yansıtmaktadır ve Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin bugünkü tablosuna taban tabana zıttır. Neler değişti de tüm olumsuzluklara rağmen bu tabloya ulaştık?

Hangi sebeplerden dolayı Türkiye ve Suudi Arabistan ilişkileri ittifak kuracak seviyeye geldi? Neler değişti de ”İslam Ordusu” denilen yapı ortaya çıktı? İslam Ülkeleri Türkiye ve Suudi Arabistan önderliğinde küresel bir birlik olmaya doğru adım atmış gözüküyorlar. Bu derece iddialı ve büyük gelişmeler hangi zorunluluklar yüzünden ortaya çıkmaktadır? Suudi Arabistan’ın dış politikasında ve Türk-Suudi ilişkilerinde bu denli radikal değişiklikler yaşanmasının sebepleri neler olabilir?
Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin günümüzdeki gelişimine baktığımızda, Suudi Arabistan’ın Amerika ile olan ilişkilerinin gerilemesiyle paralel olduğunu görürüz. Suudiler Amerikan korumasından uzaklaştıkça Türkiye ile yakınlaşmaktadırlar ve Rusya ile yakınlaşmayı da denemişlerdir. Obama döneminde Amerika’nın özellikle Orta Doğu’da nispeten pasif bir politika izlemesi, Amerika’nın İran’la ilişkilerinin yumuşaması Suudilerin kendilerini güvensiz hissetmelerine yol açmaktadır. İran’ın yayılmacı ve çatışmacı politikaları, Suudilerin korkularının temel sebeplerindendir. Suudiler varlıklarını korumak için artık Amerika Birleşik Devletleri’ne güvenememektedirler.

suudi arabistan abd ilişkileri

Suudi Arabistan-ABD ilişkilerinin bozulma sebeplerini yukarıda bahsettiğimiz hususları da tekrarlayarak maddeler halinde özetleyelim (bu maddeleri Türkiye-Suudi Arabistan İlişkilerinin gelişme sebepleri olarak da adlandırabiliriz.):

1-) Amerika’nın Pasifik Bölgesi’ne öncelik vererek Orta Doğu’da nispeten pasif bir politika izlemesi.
2-) İran’ın; Irak, Lübnan, Suriye ve Yemen başta olmak üzere Orta Doğu’da yayılmacı ve çatışmacı bir politika izlemesi. (Bu bölgelerde İran’ın etkinliği arttıkça Suudi Arabistan stratejik bir kuşatma altına girmektedir.)
3-) Suudi Arabistan’ın en zengin petrol bölgesinde Şii nüfusun çoğunlukta olması ve İran’ın tüm Orta Doğu’da (özellikle Körfez Bölgesinde) olduğu gibi buradaki Şiileri kışkırtma ihtimali.
4-) Amerika’nın İran’la ilişkilerinin yumuşaması.(Büyük ihtimalle Amerika’nın İran’ın saldırgan politikalarını el altından desteklemesi.)
5-) 11 Eylül Olayından sonra Amerika’da Müslümanlara özellikle Araplara karşı düşmanlık uyanması.
6-) Kayagazı rezervlerinin petrolün önemini azaltması ve petrol ülkelerinin ekonomisini tehdit etmesi.
7-) Arap Baharı ile ortaya çıkan siyasi kargaşa ve riskler.

Bu saydığımız maddelerle ilgili birçok analiz ve haber internette mevcuttur ve çoğumuz tarafından bilinmektedir. Bu yazıda bu maddelere iki tane daha eklemek, daha doğrusu bu maddelerin Suudi Arabistan üzerindeki muhtemel etkilerine dikkat çekilmek istenmektedir. Ekleyeceğimiz maddeler şunlardır:

8- Petro-dolar Sistemi’nin ve Küresel Batı Hakimiyeti’nin çöküşü. Daha ileri gidersek bu durumları batı uygarlığının (sadece ekonomik olarak değil; ahlaki, siyasi, askeri ve felsefi alanlarda da) çöküşü olarak da tanımlayabiliriz.

9-) Bu çöküşten kaynaklanacak büyük felaket, kaos ve savaş ortamları.
Burada şöyle sorular akla gelebilir; madem ki Batı Uygarlığı ve küresel gücü sona ermektedir, neden İslam Ülkeleri için tehdit oluştursunlar? Kendi başlarının derdine düşmüşken bizimle nasıl uğraşabilirler? Çünkü Batılı ülkeler çöküşlerini, İslam ülkeleri başta olmak üzere tüm insanlığa fatura etmek istemektedirler. Üretim ve finans alanlarında; Çin, Brezilya, Hindistan ve Malezya gibi rakiplerle karşı karşıya kalan Batı Dünyası gerilemektedir. Bununla birlikte hala askeri ve siyasi açıdan güçlü durumdadırlar ve bu güçlerini kullanmaktan çekinmemekteler. İstihbarat operasyonları, terör yöntemleri ve bizzat kendi silahlı kuvvetleri ile Orta Doğu’nun kaynaklarını ele geçirmeye çalışmaktalar. Ayrıca kendi çöküşlerinden faydalanabilecek güçleri de bu yolla etkisizleştirmeyi de hedeflemektedirler. Çin gibi yeni küresel güçlerin ortaya çıkışı, küresel dengelerin değişmesi yeni bir kaynak ve egemenlik sahası paylaşımını gerekli kılmaktadır. Bu durumun savaşsız olmayacağı açıktır. Dünyanın bir çok yerinden Suriye’ye savaş gemileri ve askerlerin gelmesi Orta Doğu’nun daha da karışacağını açıkça göstermektedir.

Birçok ekonomist yaşadığımız ekonomik krizin 1929 krizinden daha derin ve büyük olduğunu belirtmekteler. Güncel krizimizin 1929 Krizi’nin II. Dünya Savaşı’na sebep olması gibi III. Dünya Savaşı’na sebep olması gündemde olan ve sıkça dile getirilen bir senaryodur. Kapitalizm genelde krizleri savaşla aşma eğilimindedir. Batılı ülkeler bu sefer yeni dünya savaşının kendi topraklarında değil Orta Doğu’da gerçekleşmesini tercih ediyorlar. Şimdilik bu savaşı; Esed Rejimi, DAEŞ, PKK-PYD, Fethullahçı Terör Örgütü gibi taşeron devletler ve terör örgütleriyle sürdürmekteler. Batılı güçler bu operasyon ve saldırılarla çöken düzenlerinin yerine yeni bir dünya düzeni kurmayı amaçlamaktadırlar. Ama onların istediği yeni dünya düzeni daha adil ve barışçı bir dünya düzeni olmayıp eski sömürü sistemlerinin yenilenerek küresel batı hakimiyetinin yeniden oluşturulması anlamına gelmektedir. Bunun için batı dışındaki dünyada iç ve dış savaşların çıkması, sınırların değişmesi gerekmektedir. Bunun için Müslüman ülkelerin hem birbirleriyle hem de kendi içlerinde savaşmaları gerekmektedir. Böylece İslam Ülkelerinin ekonomik olarak batıya rakip olmaları engelleneceği gibi silah satışı ve sermaye göçüyle kaynakları da batı ekonomilerine transfer edilebilecektir. Etnik, mezhepsel ve sosyal çatışmalarla parçalanan ülkelerde batı taşeronu yeni yönetimler kurulmalı; küresel sömürü düzeni yeniden oluşturulmalıdır. Devletleri ve toplumsal grupları çatıştırmak yetmezse, batılı güçler bizzat kendi askeri güçleriyle müdahil olmalıdır. Batılı Küresel Sömürü Sistemi için düzen anlamına gelen sistem; İslam Ülkeleri için savaş, parçalanma, işgal, sömürü ve yıkım; kısacası felaket ve düzensizlik anlamına gelmektedir. İbrahim Karagül’ün bu konuları açıklayan bir çok yazısı bulunmaktadır.

Bu bakımdan Suudi Arabistan, sömürgeci güçler için bir sonraki hedef olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Libya’da, Irak’da, Mısır’da ve Suriye’de gerçekleşen durumlar veya benzerleri Suudi Arabistan’da da gerçekleşebilir. Küresel güçler bunları İran aracılığıyla yapabilecekleri gibi, Suudi Arabistan’ın iç meselelerini kaşıyarak da yapabilirler. DAEŞ’in Kuzey Irak’tan sonra Suudi Arabistan’a saldırması da ihtimal dahilindedir.

Suudi ekonomisi Hac gelirlerini saymazsak petrole dayanmakta ve petrolden elde edilen gelirin aslan payı Suudi hanedanına, artanı da sus payı olarak halka dağıtılmaktadır. Devlet kültürü çok zayıf olan Suudi Arabistan’ın yakın zamana kadar halkına verdiği haklar da son derece azdır. Bu durum Suudi ekonomisindeki bir krizle veya küresel bir ekonomik manipülasyonla birlikte sosyal patlamaya yol açabilir. Suudi Hanedanı’nın içindeki rekabetten kaynaklanan bir hükümet darbesi de uzak bir ihtimal değildir. Bildiğiniz gibi yakın dönemde başarısız da olsa böyle bir girişim olmuştur. Suudi devletinin ilkelliğini şimdiye kadar görmezden gelen ve hatta bu ilkel devleti koruyan ve devam ettiren batılı güçler artık Suudi Arabistan’ı hedef almış gözükmektedir.

Fakat Suudi Arabistan hem halkına yeni haklar vererek hem de Türkiye ile yakınlaşarak kendini sağlama almaya çalışmaktadır. Bu açıdan Türkiye ile yakınlaşmak, Tayyip Erdoğan’ın İslam Dünyasında en sevilen lider olması sebebiyle Suudi rejiminin halkı gözünde saygınlığını da artırmaktadır. Yani Türkiye ile olan ilişkiler Suudi Arabistan’ı hem içeride hem dışarıda güvence altına almaktadır. Karşılığında Suudi sermayesi Türkiye’ye gelmekte ve Türkiye’nin ekonomisine son derece olumlu katkılarda bulunmaktadır. İstanbul’un yeni bir küresel finans merkezi olmasıyla ilgili projeler de gündemdedir. Görüldüğü üzere Suudi Arabistan iç ve dış politikalarında radikal değişikliklere gerçekleştirmiştir.

erdogan-selman
Suudi Arabistan Kralı Selman ve Cumhurbaşkanı Erdoğan

Belgesellerde bazen şöyle ilginç sahneler görülür; orman yangını v.b. gibi felaketler sırasında normalde birbirine düşman olan canlılar birbirine hiç aldırmadan yan yana koşarak kaçarlar. Normalde birbirleriyle yan yana gelemeyecek canlılar ortak ve büyük bir tehdit karşısında aralarında düşmanlıkları unutup aynı amaç, yani yaşamak uğruna yan yana gelirler. Benzeri bir durum yırtıcı hayvanların bir ot obur sürüsüne yaklaşmasında da görülür. Daha önce dağınık durumda olan sürü tehlikeyi fark edince bir araya gelip safları sıklaştırır. Sürü içinde daha önce yaşanan iç çatışmaların hiçbir önemi kalmaz. Canlarını kurtarma içgüdüsüyle ot obur hayvanlar tek başlarına baş edemeyecekleri yırtıcılara karşı birleşirler ve büyük bir güç oluştururlar. Çünkü yaşamak için buna mecburdurlar. Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin büyük gelişmeler göstermesini ve onların önderliğinde İslam ülkelerinin birlik oluşturma girişimlerini bu şekilde değerlendirmek gerekir. Yani mesele; bir ideali gerçekleştirmek, Müslümanların kardeşlik duygularını güçlendirmekten çok; İslam ülkelerinin varlığını devam ettirebilmesiyle ilgilidir. Başta Suudi Arabistan ve Türkiye olmak üzere küresel felaketler ve saldırılarla karşı karşıyadırlar. Ancak küresel bir güç oluşturarak bu tehditleri atlatabilirler. Küresel güç olmak için de Avrupa Birliği ve NATO gibi küresel birliktelikler kurulmalıdır. Yani İslam Ülkeleri birleşerek ayakta kalmak veya eskisinden daha kötü bir şekilde küresel sistemin köleleri ve kurbanları olmak tercihleriyle karşı karşıyadırlar. İslam Ülkeleri yaklaşan küresel felaketler öncesinde bir araya gelmiş gibi gözükmektedirler. Geçmişteki tüm olumsuzluklara rağmen Türkiye ve Suudi Arabistan; siyasi, ekonomik ve askeri alanlarda hızlı ve büyük bir yakınlaşma içine girmiştir. Bu durum bizce en başta değişen küresel şartlarla ve iki tarafın da varlığını risk altına sokan bahsettiğimiz küresel tehditlerle açıklanmalıdır.

Selim KUTAY

StratejikOrtak.com Yazarı

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

5 YORUMLAR

  1. Onur Bey’e; Katar Krizi sizin de belirttiğiniz gibi Suudi Arabistan’ın İslam Birliği gibi bir ideale sahip olmadığını gösterdi. Bu konuda duygusal davrandım ve yanıldım. Ama Ortadoğu’ nun daha da karışacağı da gene Katar Krizi ile iyice belirgin hale geldi.
    Aliya’ya ; dalga geçeceğinize Onur Bey gibi hatamı gösterseydiniz herkes için daha faydalı olurdu.

    • Ek olarak; ”İslam Birliği İdeali” derken kastımız kesinlikle İslam ülkelerinin tek devlet olması değildir. NATO, Şangay, AB, eski AET benzeri işbirliği örgütleridir.

  2. İlişkilerin tarihsel açıklaması kısmını gayet beğendim fakat İbrahim Karagül fantezileri tadındaki son kısmı ciddiye alamadım. Ne Türkiye’nin ne Suud’ların İslam Birliği gibi bir amaç güdüyor oluşlarını düşünmek aşırı derece de ispata mecbur bir iddiadır.

  3. Her zaman diyorum eğilmekle dal kırılmaz.Türkiye-İran-Sudi Arabistan 3 lüsü bir araya gelemedikçe ABD de burda cirit atar İsrailde gelişimini tamamlar.Tabi ülkeler arası ihtilafa baktığımızda bu zor ama çözüm mevcut.Kesinlikle ve kesinlikle toplumlara ulaşılmalı ülkeyi yöneten 3-5 kuklaya değil.Hayırlısı olsun herşey için.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz