Güneybatı Asya’nın, özellikle zengin toprak ve su kaynaklarına sahip Mezopotamya ve Doğu Akdeniz havzaları ilkçağlardan itibaren nüfusun yoğunlaştığı merkezlerden biri olmuştur. Tarihin en köklü medeniyetlerinin birçoğuna ev sahipliği yapmasının yanında bu bölge, yerkürenin jeopolitik açıdan en önemli alanlarından biri olma özelliğine sahiptir. Asya kıtasının güneybatısını teşkil eden bu bölgeye; Ortadoğu, Yakın Doğu, Ön Asya ve Güneybatı Asya gibi isimlerin verildiği farklı görüşler vardır. Bu görüşlerin farklı olmasının temel sebebi ise ‘’çeşitli sosyal bilim dallarında uzmanlaşma farkının etkileridir. Bu farklı uzmanlaşma alanları kendilerine özgü şekillerde bölgeyi birbirlerinden farklı şekilde tanımlamaktadır. Örneğin Coğrafyacılar coğrafi görüş açısı ile bakmakta bölgesel coğrafya yönünden değerlendirmekte ve Asya kıtasının bütününü temel alarak Ortadoğu’yu Güneybatı Asya olarak tanımlamayı uygun bulmaktadırlar’’ (Gözenç, 2006, 9). Ortadoğu kavramı ise Avrupa merkeziyetçi yaklaşıma dayanır ve Britanyalıların 20. yüzyılın başlarında kullanmaya başladıkları bir kavramdır. Bu tanımlamada İngiltere ve Avrupa ülkeleri merkez kabul edilmiş; doğu, Uzak Doğu, Yakın Doğu, Ortadoğu gibi kavramlar buna göre tayin edilmiştir. Bu açıdan bakıldığında Ortadoğu kavramı kültürel veya coğrafi bir tanımdan ziyade siyasi içerikli bir kavramdır.
Ortadoğu hiç şüphesiz dünya üzerinde çok özel bir öneme sahiptir. Ortadoğu’nun stratejik önemini iyi analiz etmek, bölgenin nasıl böyle bir evrensel ruha kavuştuğunu açıklar. Bölgenin bu şeklide önem kazanmasında üç unsur öne çıkmaktadır, bunlar; coğrafi konum, dinler ve zengin yeraltı kaynaklarıdır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bu kıtaların doğal geçiş yolları üzerinde yer alan Ortadoğu; Rusya ile sıcak denizleri, Doğu ile Batıyı, Akdeniz ile Hint Okyanusu’nu birbirine bağlayan, aynı zamanda Avrupa ile Asya arasındaki bütün ticarî ve kültürel bağlantıların yapıldığı bir bölgedir. Yeryüzünün en önemli kara ve su yollarını kumanda etmesinin kendisine kazandırdığı eşsiz jeopolitik değer, Ortadoğu’yu tarihin ilk dönemlerinden bu yana dünya egemenliği peşinde koşan güçlerin ilk hedefi haline getirmiştir.
Asya ve Avrupa’ya yönelik tüm projelerin merkezini oluşturan bu bölge jeostratejik konumu nedeni ile Avrupa devletlerini deniz komşuluğuyla, Hindistan, Çin ve Balkanları karasal yollardan, Anadolu, İran ve Arap yarımadasını tümüyle etkileme potansiyeline sahiptir. Ortadoğu’nun coğrafi konumundan ileri gelen birçok medeniyete ev sahipliği yapmasının doğurduğu kültürel zenginlik ile tarihin birçok defa akışını değiştirmiştir. Tarihte insanların yaşamını etkileyen birçok gelişmenin, ilk olarak bu bölgede gerçekleştiği bilinmektedir. Örnek vermek gerekirse ilk yerleşik hayat, ilk tarım faaliyetleri, ilk yazı, ilk yazılı kanunlar ve ilk dinler hep bu bölgede ortaya çıkmış ve dünyaya yayılmıştır (Çelik, 2014, 7).
Ortadoğu’nun tarihini ve jeopolitik önemini belirleyen en önemli etkenlerden biri de dinlerdir. Bölgede ortaya çıkan semavi dinlerden Musevilik, bölgede tarih boyunca etkili olmuş, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ile birlikte bu dinin ilk merkezi olan Filistin bölgesine yoğun Yahudi göçü yaşanmıştır. 1948’de kurulan İsrail’in izlediği dini temelli politikalar birçok Arap-İsrail savaşına neden olduğu gibi Filistin bölgesinde tarifi imkansız yaralar açmıştır. Bugün Ortadoğu’da toplam Yahudi nüfusu yaklaşık 6 milyondur. Ortadoğu’da ortaya çıkan bir diğer semavi din olan Hıristiyanlık bölgede özellikle Roma döneminde etkili olmasına rağmen, bölge halkları arasında fazla yayılım göstermemiştir. Hıristiyanlar bazı bölge ülkeleri içinde azınlık olarak yaşasalar da en fazla nüfusa sahip oldukları ülke 6 miyonluk nüfusunun %40’ını oluşturdukları Lübnan’dır. 7. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesinde ortaya çıkan İslamiyet kısa bir süre içinde devlet yapısına dönüşmüş ve İslam Devletleri aynı yüzyıl içinde Ortadoğu’nun büyük bir kısmına hakim olmuştur ve bugün Ortadoğu nüfusunun büyük bir kısmı Müslümanlardan oluşur. Dünya nüfusunun önemli kısmını oluşturan bu dinlerin bu coğrafyaya olan ilgileri bölgenin önemini büyük ölçüde arttırmasının yanı sıra geçmişten günümüze birçok soruna neden olmuştur. Bunların başında pek çok din savaşına sebep olan dinlerin yayılımcılığı ve semavi dinler için kutsal sayılan ortak mekanların bölgedeki varlığı tarihsel süreç içerisinde sürekli takrar eden çatışmalara yol açmıştır. Örneğin Kudüs; İslamiyet, Hıristiyanlık ve Musevilik dinleri için tarih boyunca vazgeçilmez bir şehir olmuş ve bu şehri ele geçirmek için pek çok savaş yapılmış, hatta tarihin en büyük kolektif savaş hareketlerinden biri olan Haçlı Seferlerinin önemli amaçlarından biri de bu şehri ele geçirmek olmuştur. Ayrıca Ortadoğu’nun çok uzun bir sosyal tarihinin olması bölgede çok çeşitli etnik unsurların uzun süre bir arada yaşamaları ve bu etnik unsurların her biri için bölgenin önem arzetmesi bölgenin önemini arttıran bir diğer faktördür. Bazı bölge ülkelerinde görülen dini temelli farklılıkların, çeşitli nedenler ile kışkırtılması, İslam Coğrafyasında yüzyıllardır süregelen mezhep çatışmalarına yol açmış ve bölge üzerinde etkinlik kurmak isteyen aktörlerin kullandıkları bir mekanizma olmuştur.
Sanayi devrimi ile birlikte Dünya’da hızlı bir şekilde makine kullanımının artması ve sonraki süreçte başta enerji üretmek amacıyla petrolün birçok alanda kullanılmaya başlanması ile özellikle 20. yüzyılın ilk yarısından itibaren petrol hızlı bir şekilde değer kazanmış Ortadoğu’nun ve buradan geçen kara ve deniz yollarının stratejik önemi dünyanın hiçbir yeriyle kıyaslanamayacak derecede artırmıştır.
Petrolün Güneybatı Asya’daki varlığı gerçek anlamda 1901 yılında İran’ın Zağros Dağları eteğinde yer alan Mescidisüleyman’da açılan bir kuyu ile anlaşılmıştır. Ancak bu bölgede böyle yağlı bir sıvının yer yer satıhta aktığı daha ilk çağda M.Ö. 5000 yıllarında bilinmekteydi (Gözenç, 2006, 90). OECD’nin 2006 verilerine göre: Dünya petrol rezervinin %62’si, doğal gaz rezervinin %40’ı Ortadoğu’da, bunun da %99’u Körfez bölgesinde bulunmaktadır (Çelik 2014, 21). Uluslararası Enerji Ajansının verilerine göre, 2010 yılı itibariyle ham petrol üretimin %32’lik kısmı, ham petrol ihracatının ise %38’i Ortadoğu ülkelerinden yapılmaktadır (İpek, 2013, 14). (“%” ile ifade edilen bu oranlar Ortadoğu’nun çeşitli tanımlara göre farklı sınırlarının olmasından dolayı değişmektedir)
Petrol rezerv miktarı ve üretim oranı ile bir bölgenin jeopolitik önemi arasında doğru orantı vardır. Bu nedenle büyük petrol üretim sahaları küresel etkiye sahip olabilmektedir. Örneğin ‘’Ortadoğu Bölgesi’nde bulunan Suudi Arabistan, İran, Irak ve Birleşik Arap Emirlikleri büyük ihracatçılar olarak dünya petrol piyasasında kritik öneme sahiptirler. Bu ülkelerde ya da bölgede çıkabilecek bir siyasi kriz veya askeri çatışmanın bu ülkelerin ihracatlarını etkilemesi, ham petrol arzında yaratacağı düşüş ve kısa dönemde petrolün talep esnekliğinin az olması nedeniyle (yani kısa dönemde petrol yerine bir başka enerji kaynağı kullanılamayacağı için) ham petrol fiyatını hızla yükseltebilir. Bir başka deyişle Suudi Arabistan, İran ve Irak’tan ihracatı durduracak ya da azaltacak herhangi bir krizin etkisi, enerji ithal eden her ülkenin bu ülkelerden ne kadar petrol ithal ettiğinden bağımsız olarak, dünya petrol piyasalarındaki fiyat artışı nedeniyle, enerji ithal eden bütün ülkelere ve dünya ekonomisine olumsuz yansır’’ (İpek, 2013, 16). Bu sebeple, büyük petrol üreticisi ülkeler ile Dünya’nın büyük miktarlarda petrol tüketen ülkeleri arasında sıkı bir stratejik ilişki vardır. Dolayısıyla uluslararası arenada herhangi bir güç ya da ittifak odağı, diğer bir güce ya da ittifaka egemenlik sağlamak zorunda ise Ortadoğu’yu kontrol altında tutmak zorundadır.
Avrupa ve Güney Asya arasındaki deniz yolu mesafesini büyük ölçüde azaltan Akdeniz ve Kızıldeniz’i arasındaki Süveyş Kanalı, 1869 yılında faaliyete girmesinden itibaren başta Mısır olmak üzere bölgenin jeopolitik önemini arttıran bir diğer etken olmuş ve ‘’Ortadoğu’yu kontrol etmek Dünya’yı kontrol etmektir’’ prensibini Dünya’ya tekrar hatırlatan bir nitelik taşımıştır. Ayrıca Basra Körfezi’nin devasa petrol üretimini Dünya’ya açan kapı olan Hürmüz Boğazı bölgenin önemini arttıran bir diğer faktördür.
Özetlediğimiz bütün bu faktörler geçmişten günümüze kadar hakimiyet alanını genişletmek, ekonomilerini geliştirmek ve daha birçok sebebten dolayı bölgesel ve daha çok küresel aktörlerin Ortadoğu siyaseti ile yakından ilgili olmalarına neden olmuştur. Pek çok yabancı devletin çıkar temin etmeye çalıştığı bölgede, bu devletler bölge ülkelerinin yönetiminde söz sahibi olmak ve dolayısıyla Ortadoğu’nun jeopolitik öneminden yararlanmak için, hükümet darbelerinden, iç savaşlara kadar götüren etnik ve dini kışkırtmalara, bölge ülkeleri arasındaki anlaşmazlıkların savaşa dönüşmesine sebep olmaktan, doğrudan bu savaşlara dahil olmalarına kadar birçok yolu denemiş ve denemeye devam etmektedirler. Bundan ötürü Dünya’da çıkan savaşların birçoğunun temel sebebi Ortadoğu ve Ortadoğu’nun paylaşımıdır denebilir.
Öte yandan bölge siyaseti üzerinde belirleyici etkiye sahip yapısal faktörlerden birisi de tarihtir. Tarihsel miras devletlerin ve milletlerin şekillenmesinde etkili olduğu gibi günümüzde hala devam eden bir takım yapısal sorunlara yol açabilmektedir. Ortadoğu 19. yüzyılın sonlarına kadar büyük ölçüde Osmanlı hâkimiyetinde idi. Yaklaşık 400 yıllık bir hakimiyetin ardından Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı Devletinin yıkılmasıyla bölgede yeni devletler kuruldu. Bölgenin siyasi haritasının 1916’da İngiltere ve Fransa arasında imzalanan gizli Sykes-Picot Anlaşması ile şekillendiği sık sık ifade edilir. Fakat bölgenin siyasi haritası büyük ölçüde 1919 Paris ve 1920 San Remo konferanslarında belirlenmiştir. Bununla beraber bölgede 1920’lerde bağımsız olan sadece dört devlet vardı; İran, Türkiye, Suudi Arabistan ve Yemen. Diğer bütün ülkeler manda, himaye veya kolonileştirme suretiyle bir şekilde Avrupalı devletlerin denetimleri altına girmişlerdi. Ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan ‘dekolonizasyon’ sürecinin sonunda Ortadoğu siyasi haritası bugünkü şeklini almıştır. Bu dönemde yaşanan devlet inşası süreciyle siyasi rejimlerin tipleri ve yapıları belirlenmiştir. İsrail ve Filistin dışında İngiliz hakimiyetindeki bölgelerde monarşiler kurulurken, Fransızların etkili olduğu Lübnan, Suriye, Tunus ve Cezayir’de cumhuriyet rejimleri kurulmuştur. Devlet inşası süreci yakın geçmişte olduğu gibi günümüzde de bölgede temel siyasi ve güvenlik sorunlarını doğrudan etkilemektedir. Devlet inşası sürecinde iktidarın merkezine yerleşen ve avantajlı konumda bulunan aşiret, mezhep, sosyal grup ile iktidardan uzak kalan kesimler arasındaki ilişkiler siyasetin başlıca kırılma noktalarını belirlemektedir. Ayrıca devlet inşası sürecinde belirlenen sınırlar, bazı durumlarda yapısal sorunlara dönüşebilmektedir. Sınırların büyük güçler tarafından ‘keyfi’ olarak belirlendiği Ortadoğu’da birçok ülkenin komşusuyla sınır sorunu bulunmaktadır (Sinkaya, 2015, 8).
Mehmet Enes Bağlama
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
Çelik, H., 2014, Ortadoğu’da ABD Politikaları ve Büyük Ortadoğu Projesi, Yüsek Lisans Tezi, Ankara.
Gözenç, S., Günal, N., Özdemir, Y., 2006, Ortadoğu ‘’Güneybatı Asya’’ Ülkeler Coğrafyası, Der Yayınları, İstanbul.
Sinkaya, B., 2015, Ortadoğu Siyasetine Giriş, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi, Ankara.
İpek, P., 2013, Enerji Güvenliğinde Ortadoğu Bölgesi’nin Jeopolitiği ve Enerji Piyasalarında “Muğlak” Bir Devrimin Yansımaları, ORSAM, Ankara.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.