Pew Araştırma Merkezi’nin araştırmasına göre 1910’dan 2010’a kadarki yüz yıllık süreç içerisinde dünyada Ortodoks nüfusun oranında çok ciddi bir düşüş yaşandı, Dünya nüfusunun %7’si eden Ortodokslar %4’e kadar gerilediler. Ortodokslar o günden bu güne nüfuslarını sadece 2 kat artırabildiler ve 2010 yılında 260 milyon oldular. Peki neden 100 senede sadece 2 kat artış yakalayabildiler? Halbuki aynı dönem içerisinde Dünya nüfusu 4 kat arttı. Yani Ortodokslar, Dünya geneline kıyasla 2 kat daha yavaş arttılar.
Aynı dönemde Katolikler, Hıristiyanlar arasında %47’den %50’ye, Ortodokslar haricindeki diğer Hıristiyan mezheplerse(Protestan, Anglikan, Mormon vs.) %32’den %38’e çıkmışlar. Ama Ortodokslar %20’den %12’ye sert bir düşüş göstermişler.
1910 yılında dünya Hıristiyanlarının çoğu Avrupa’da yaşıyordu.
Günümüzde Ortodoks’ların %77’si Doğu Avrupa’da yaşıyor. 100 yıl önceki yüzde 91’lik orana göre yüksek bir azalma olmuş. Çünkü Avrupalı Ortodokslar az artarken, Asya ve Afrika’daki Ortodoksların nüfusu hızlı artmış.
Günümüzde dünya Katolik nüfusunun sadece yüzde 24’ü ve Protestan nüfusununsa sadece yüzde 12’si Avrupa’da yaşıyor. Ama 1910 yılında Katoliklerin yüzde 65’i ve Protestanların da yüzde 52’si Avrupa’da yaşıyordu.
Katolikler ve Protestanlar gibi Avrupa’dan dışarı açılamayan Ortodokslar, Avrupa’da doğum oranının 20. Yüzyılda düşmesinin de etkisiyle beraber, nüfus artış oranları diğer bölgelere kıyasla az olmuş.
Avrupa’da doğurganlık düşük olsa da, ölümlerin yüksek olması da oransal açıdan yaşanan büyük düşüşte önemli bir etken. Çünkü hem birinci (1914-1918) hem de ikinci(1939-1945) dünya savaşının en hararetli cephesi Doğu Avrupa’dır. Her iki dünya savaşının sebep olduğu ölümlerin çoğu Doğu Avrupa’da Ortodoks ülkelerde yaşandı. Rus iç savaşı ve ardından yaşanan Sovyet kıtlıkları da unutulmamalı. Her iki dünya savaşında da en fazla vatandaşını kaybeden ülke Rusya’dır mesela ve Rusya en büyük Ortodoks nüfusu barındırır. Yine Rus iç savaşı(1917-1922), Birinci Dünya Savaşı’nda ölenden daha fazla sayıda Rus’un ölmesine sebep olmuştur.
1910-1945 arası dönemde Slav halklarının doğurganlığı yüksek olsa da savaşlar, kıtlıklar ve hastalıklar artış hızını baya engelledi. 1945 sonrası dönemdeyse Doğu Avrupa’da tamamen egemen olan Komünizmin etkisiyle Ortodoks nüfusta ciddi bir azalma yaşandı. Yunanistan haricinde Avrupa’daki çoğunluğu Ortodoks olan tüm ülkelerde komünist partiler iktidardaydı. 1989-1992 arasında yaşanan devrimler sayesinde Komünizmin çökmesiyle birlikte Ortodokslarda rahat bir nefes aldılar.
Başta Etiyopya ve Eritre olmak üzere Ortodoksların çoğunluk olduğu Afrika ülkeleriyse Avrupalı Ortodokslardan farklı olarak çok daha dindar ve doğurganlar. Zaten bu yüzden nüfuslarını hızlı arttırıyorlar ya. Etiyopya şuan 100 milyonu aşkın nüfusuyla Nijerya’dan sonra en kalabalık Afrika ülkesi ve Etiyopya Nüfusunun yarısı Ortodoks. Eğer Afrikalı Ortodokslarda olmasa bu araştırmalarda Ortodoksların demografik olarak daha zayıf olacağı kesin. Avrupa’dakileri özellikle Afrika’dakiler telafi etmiş sanki.
Etiyopya ve Eritre’nin yer aldığı Doğu Afrika’daki Ortodokslar diğer Hıristiyan Afrikalılardan farklılar. Onlar sömürgecilik sırasındaki misyonerlikten ötürü değil havariler yüzünden binlerce yıl önce Hıristiyan olmuşlardı.
Komünizmin yıkılmasına rağmen Doğu Avrupa’da etkisi sürüyor. Örneğin Rusya’nın üç veya dörtte birinin her hangi bir dini aidiyetinin olmadığı farklı araştırmalarda ortaya çıktı. Kimi araştırmalar %30’lardan, kimileriyse %20’lerden bahsediyor.
Yani sadece düşük doğurganlık, savaşlar, kıtlıklar değil Komünizmde çok fazla Ortodoks nüfusu götürmüş.
Fakat şunu da unutmamak lazım. Ortodoks misyonerler diğer Hıristiyan misyonerler gibi Avrupa dışına inançlarını taşıyamadılar. Özellikle dünyanın en doğurgan bölgesi olan Sahra altı Afrika’da son 200 yılda Protestan ve Katolik patlaması yaşanırken; Ortodokslar, bırakın başkalarını inançlarına katmayı, komünizm yüzünden kendi inananlarını bile kaybediyorlardı.
Aslında bu onların coğrafi konumlarıyla ilgili bir mesele. Katolikler ve Protestanlar coğrafi olarak avantajlılardı. Onlar denizcilik sayesinde Filipinlere, Afrika’ya, Hindistan’a, Amerika’ya gidebiliyorken, Ortodoksların etrafı ya rakip mezheplerle yada Müslümanlarla sarılmış durumdaydı ve Müslümanlarla sürekli savaş durumundaydılar.
Son yıllardaki Bosna, Kosova, Karabağ, Çeçenistan örneklerinden de görüldüğü gibi İslam ile Hıristiyanlık arasında tarih boyunca yaşanan savaşların çoğu onların Ortodoks olanlarıyla yapıldı. Bu Ortodoksların coğrafi şanssızlığı. Bu coğrafi şanssızlık tarih boyunca daha çok asimile olmalarına da vesile oldu. Pek çok fethedilen Ortodoks topraklarının yaşayanları Müslümanlaşmayla da karşı karşıya kaldılar. Katolik ve Protestanlar Müslümanlarla pek sınır komşusu olmadıkları için bu coğrafi şanssızlıkla daha az karşılaştılar.
Tabi küreselleşmeyle birlikte Müslümanlarda artık diğer Hıristiyan hiziplerle daha çok karşı karşıya gelmeye başladı ama daha önce buna o kadar sık rastlanılmıyordu. Yani Müslümanlar cihat yaptıklarında genelde Ortodoksları zayıflatıyor ve buda Hıristiyanlık içindeki mezhep dengesini zamanla bozarak bariz bir Katolik Üstünlüğü yaratıyordu. Nitekim, Roma’nın ikiye ayrıldığı dönemde Ortodokslar, Katoliklere(başları Aryanizmle dertteydi çünkü) göre daha güçlüydü, zaten bu yüzden Batı Roma çabuk yıkılırken Doğu Roma bir milenyum daha hayatta kaldı, ne zaman ki, İslam doğdu ve fetihler başladı, Doğu Roma adım adım güç kaybetti ve 2. milenyumun başlarında Müslümanlara karşı Papalıktan yardım isteme noktasına kadar geldiler. Yani Müslümanlar Hıristiyanlarla savaşayım derken, Hıristiyanlık içindeki mezhep dengesini de istemeden bozmuş oldular.
Türkiye’nin etrafındaki kavgalı olduğu Hıristiyan ülkelerinde hep Ortodoks olanları olduğunu unutmamak lazım.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.