Son yıllarda adını sıkça duyduğumuz ülkelerin başında gelen Katar; bir Körfez ülkesidir. Kara sınırı olarak tek komşusu Suudi Arabistan olan bu ülke, Basra Körfezi ile çevrelenmiştir. 2019 verilerine göre kişi başına düşen GSYH’si 64.781 dolar olan Katar, 2017 verilerine göre %0,6 işsizlik oranına sahiptir. Başkenti Doha olan ülkede nüfusun çoğunluğunu Müslümanlar oluşturur. Nüfusun etnik dağılımına bakıldığında ise göze çarpan bir detay olduğu görülüyor. Katarlı Arapların oranı, nüfusun %13’ünü kapsarken; nüfusun %80’den fazlasını Güney Asyalı Göçmenler kapsıyor. Anayasal monarşi ile yönetilen Katar Devleti, son Osmanlı askerinin 1915 yılında ülkeden çekilmesiyle beraber İngiliz hakimiyetine girmiş ve 1971 yılında bağımsızlığını kazanmıştır.
Katar ile İlişkilerin Tarihsel Boyutu
Osmanlı arşivleri incelendiğinde, Katar ile ilgili en eski belgenin 16. yy’a dayandığı görülür. Yavuz Sultan Selim döneminde Arap Yarımadası’nın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle bölgedeki söz sahibi Osmanlılar olmuştur. Ancak Osmanlı İmparatorluğu; bu bölgeleri merkeziyetçi anlayış ile yönetmemiş, idareyi yerel kabilelere bırakmıştır. Bu tutumun birden çok nedeni vardır. Bölgede yerleşik yaşamın olmaması, fiziki ve iklimsel şartlar, yerel halkın Halife’ye itaatte sorun çıkartmaması; Osmanlı’nın yönetimde dominant olmasına gerek bırakmamıştır.
Bölgede dominant bir yönetimin olmaması, Coğrafi Keşifler’in başrollerinden olan Portekizlilerin iştahını kabarttı. 1553 yılında başlayan Portekizlilerin bölgede hakimiyet kurma çabası, 150 yıl kadar sürmüştür. Temel iki gaye ile hareket eden Portekizliler, bölgedeki deniz ticaretini ele geçirmek ve yerel halkı Hristiyanlaştırmak için çaba sarf ettiler. Umman merkezli yapılan bu çalışmalar neticesinde Osmanlı, bu bölgeye yönetici atamak zorunda kalmıştır. Yapılan deniz savaşları sonucunda Portekizliler çok güç kaybetmiş ve bölgeden çekilmek zorunda kalmışlardır.
Tehditlerin ortadan kalkmasıyla beraber Osmanlı Devleti, bu bölgeyi eski anlayışıyla idare etme kararı almıştır. Al Müsellem ailesi, 19.yy’ın ortalarına kadar ülkeye hâkim olmuştur.
İngiliz destekli Doğu Hindistan İngiliz Şirketi (Lohistan), 19.yy’ın ortalarında burada ticarete başladı. Zamanla ticari ağı genişleyen şirket, hacmini büyüttü. Bu büyüme neticesinde siyasi güç kazanan şirket, kabilelerin iç işlerine karışabilme yetkinliğine ulaştı. Bu olaylar sonucunda Osmanlı, tekrardan bölgeye yoğunlaşmaya başlamıştır. İngilizlerin kabileler arasında arabulucu konumunda olması, halk tarafından sevilmelerine neden olmuştur. İngilizlerin ilmek ilmek işlediği bu politikalar neticesini göstermiş ve körfez ticareti İngilizlerin eline geçmiştir.
Bölgedeki bu kargaşanın son bulması adına Osmanlı, kendi topraklarına sefer düzenlemek zorunda kalmıştır. Zira durum çığırından çıkmış; Katar Emiri, İngiliz himayesi altındaki Bahreyn ve Umman’a vergi ödemekle yükümlü hale gelmiştir. Sefer sonucunda Mithat Paşa başarılı olmuş ve Katar, Basra Vilayetinin Lahsa sancağına bağlı bir kaymakamlığı haline gelmiştir. Bölgenin güçlü ailelerinden biri olan Al-Sani ailesine verilen kaymakamlık görevini Casim El Sani yürütmüştür. Görevini başarılı bir şekilde yürüten kaymakam, bölgedeki birliği sağlamış ve bugün Katar Milli Günü (18 Aralık) olarak kutlanan, 18 Aralık 1878’de Devlet Kurucusu olarak kabul edilmiştir.
Osmanlı’nın güç kaybetmesi sonucunda İngilizler tekrardan devreye girmiştir. Kaymakam Casim El Sani ne kadar mücadele etse de İngilizler, Osmanlı’nın Balkan Savaşları’nı fırsat bilerek bölgeye tekrardan hâkim olmuştur. 1918 yılında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması ile Katar, resmi olarak İngilizlerin himayesine bırakılır.
Katar’ın “Doğal” Gücü
1940 yılında keşfedilen ilk petrol rezervleri, bugün ülkenin ana kaynağı haline gelmiştir. İhracatının büyük bir bölümünü petrol ve doğalgazın oluşturduğu Katar, Dünyanın en büyük LNG (Sıvılaştırılmış Doğalgaz) ihracatçısıdır. Aynı zamanda Dünyanın en büyük 3. doğalgaz rezervi de Katar’da bulunmaktadır. Ülke ekonomisinin yaklaşık %60’ını oluşturan bu doğal kaynaklar, ülkedeki zenginliğin temel nedenidir.
Katar’ın Jeopolitik Önemi
Arap Yarımadası’nın kuzeydoğusunda, Basra Körfezi’nin güneybatısında bulunan bu yarımada, bölgedeki diğer ülkelerden daha farklı siyasi anlayışa sahip. Öyle ki 2017 yılında ABD menşeili yaşanan Körfez Krizi, bu siyasi farklılıkların kanıtı niteliğinde. Nüfuslarının çoğunluğu Müslüman olan 4 ülke; Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır’ın “Terörü desteklediği” iddiasıyla uyguladığı ekonomik ve diplomatik ambargo, dünyada büyük ses getirmişti. Bu süreçte; Katar’ın bağımsızlığını ilan ettiğinden bu zamana Türkiye ile ilişkilerinin zirve olduğu dönem yaşandı. Arap Yarımadası’nda yaşanan bu gerginliğin, Aralık 2019’da Körfez İşbirliği Konseyi Toplantısı’na Katar’ın davet edilmesiyle son bulması bekleniyordu ancak beklentiler resmiyete dökülemedi. Katar Başbakanı zirveye katıldı, verilen mesajlar olumluydu ancak ortada net bir sonucun olduğunu söylemek hala zor.
Katar Kötü Gün Dostumuz mu? Stratejik Ortağımız mı?
Türkiye-Katar ilişkileri, 2014 yılında imzalanan Yüksek Düzey Stratejik İşbirliği Antlaşması ile farklı bir boyuta ulaşılacağının sinyallerini başlatmıştı. Öyle ki 2017 yılında Başkent Doha’da açılan; TSK’ya ait El-Rayyan Askeri Üssü, ikili ilişkilerin güçlendiğinin ve daha da güçleneceğinin kanıtıydı.
Körfez Krizi zamanında oluşan bloklar, aslında siyasi işbirliklerinin bir göstergesiydi. BAE, Suud, Bahreyn ve Mısır bloğuna karşı Katar, tek başına mücadele edecek güce sahip değildi. Zira üretim anlamında çok güçlü olmadığı, dışa bağımlı olduğu için ambargoların etkisi hem Katar halkını hem de devlet mekanizmalarını sadece etkilemekle kalmayacak, adeta felaketin eşiğine getirecekti. Türkiye, bu hususta hiçbir ülkenin alamadığı sorumluluğu alarak Katar’a her türlü destekte bulunulacağını kamuoyuna bildirdi. En temel gıda maddeleri tedarikinde dahi sıkıntı çektiği zamanda uzatılan yardım elini minnetle karşılayan Katar, bundan sonraki süreçte Türkiye ile her alanda ortak olacağının mesajlarını vermişti. Türkiye’nin ABD ile yaşadığı Rahip Bronson krizinde 15 milyar dolarlık yeni yatırım paketini hayata geçiren Katar, bir nevi Körfez Krizi’nde yapılan anlamlı yardımın karşılığını vermişti.
Öte yandan ambargo uygulayan ülkelerle buzların eritilmesi sürecinde; Türkiye ile Suud arasında kalma ihtimaline karşı Dışişleri Bakanı, ülkenin tavrını net bir şekilde belirtmiş ve “Kriz zamanında bize yardım eden müttefiklerimize asla sırtımızı dönmeyeceğiz.” açıklamasında bulunmuştu.
Devletlerarası ikili ilişkilerde, halkın yaklaştığı gibi duygusal yaklaşmak yetkililerin temel gayesi değildir. 2017 yılında yaşanan krizde Türkiye, aslında yeni bir “Dost” kazanmıştı. Halbuki temel amaç dostluk muydu? Ambargo uygulayan 4 ülke ve asıl sorun kaynağı ABD ile Türkiye’nin ilişkileri uzun yıllardan beri hep inişli çıkışlı olmuştur. Halihazırda hem siyasi hem ticari anlamda yıldızımızın parlamadığı bu ülkeler zaten yanımızda olmayan ülkelerdi. Türkiye çekimser davranıp bu ülkelerle sorun yaşamamaya yönelik bir politika da uygulayabilirdi ancak risk aldı. Bu riskin sonucunda ekonomide acil kan desteğine ihtiyacımız olduğunda ilk adresimiz Katar oldu ve istediğimizi aldık. Diğer taraftan Arap Yarımadası’nda müttefik diyebileceğimiz ülke sayısı çok az. Jeopolitik olarak ihtiyacımız olan desteği Katar bize sağlamış bulunmakta. Doha’da bulunan Türk Üssü, Arap Yarımadası’nda oluşabilecek herhangi bir sorunda kriz yönetimi yaparken ülkemizin elini rahatlatacaktır.
Türkiye ile Katar arasında günümüzde oluşan bu yakınlık, yakın zamanda neredeyse hiçbir ülkeyle yaşamadığımız boyutlara ulaştı. Siyasi işbirliği seviyesinin yüksek olması, iki ülke arasındaki ticari hacmi de oldukça geniş tutuyor. Öyle ki Katar’a yaptığımız ihracat, Katar’dan yaptığımız ithalatın çok daha üstünde. 2019 yılında yapılan ithalatın değeri 264 milyon dolar iken yapılan ihracatın değeri 1.162 milyon dolar olarak duyurulmuştur. Toplam ticaret hacmi 1.426 milyon dolar olan bu ilişkide Türkiye, ağırlıklı olarak inşaat malzemesi ihraç ederken LNG ve işlenmemiş alüminyum ithal ediyor.
Bu ikili ilişkileri kötü gün dostluğu olarak adlandırmak için hükümetler arası değil, devletler arası boyutunda incelemek gerekiyor. Öyle ki mevcut iki hükümet ve devlet yetkilileri, izledikleri politika olarak birbirleriyle bağdaşıyor. Her iki ülkedeki hükümetten biri; farklı ideolojilerde ve farklı çıkarlarda olan hükumetlere yerlerini bırakırsa, o zaman Katar’ın kötü gün dostu olup olmadığını anlayabiliriz.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Mı5 CIA yönetiminde sözde bağımsız Bedevi kabilesi bukadar laf nafile ve komik kukla yerine sahipleriyle konuşmak daha mantıklı