Avrupa’nın son günlerde gündem maddesi: İngiltere’nin Avrupa Birliğindeki geleceği konusudur. İngiltere Başbakanı David Cameron 23 Haziranda, İngiltere’nin Avrupa Birliğindeki geleceği hakkında halk oylamasına gidileceğini duyurdu. Bakanlar Kurulu’nu ikiye ayıran bu karar uzun süre daha tartışma konusu olarak sürecek gibi görünmektedir. İngiltere’ye göre Avrupa Birliği artık sorun çözme özelliğini yitirmiş, sorunları çözemediği gibi yeni sorunlar üretmektedir. AB’nin günümüzdeki bu durumu İngiltere’ye ayak bağı olmaktan öteye geçmemektedir.
Bu kararın alınmasında ki önemli noktalar: yetersiz hareket serbestliği, ekonomik yük, toprak bütünlüğünün bozulması ve entegrasyon sorunudur.
AB’nin kurulması için fazla mesai harcayan İngiltere’nin günümüzde tam tersi politika uygulaması çeşitli iddiaları da beraberine getirmektedir. İleri karakol konumunda bulunması nedeniyle Türkiye’nin üyeliğini destekleyen İngiltere, bu karar ile dinlenme politikasını geride bıraktığı gözlenmektedir. 2. Dünya Savaşı’ndan beri küresel meselelere diplomatik yollarla ilgilenmiş, direkt bir etkide bulunmamıştır. Ulusalüstü bir örgüte üye olduğu halde bir takım yetkilerini devretmeyen, kendi dış politikasını belirleyen, parasını koruyan bir İngiltere olarak kalmıştır. Gelişmiş ekonomisi sayesinde AB’nin taşıyıcılarından olan İngiltere, her yıl 19 milyon Sterlin hibe etmeyi gereksiz ve yük olarak görmektedir. Zira Adalet Bakanı Gove yaptığı açıklamada “ülkenin AB dışında daha özgür, daha adil ve daha zengin olacağına inandığını” belirtmesi bu tezi destekler durumdadır.
İlginç bir nokta ise Bakanlar Kurulu’nun ikiye bölünmesi ve ayrı ayrı propaganda yapma kararı almasıdır. İngiltere’nin geçmiş diplomatik teamüllerine baktığımızda bunun daha fazla hak koparmak olarak düşünülmüş olduğu belirtilebilir. Bir başka deyişle, AB, İngiltere’nin gölgesinden faydalanmaya devam ederken karşılık olarak İngiltere’ye daha fazla hareket serbestliği ve daha az ekonomik yük vermesidir. Cameron’ın yaptığı ‘‘Ben İngiltere’nin yeniden biçimlendirilmiş bir AB içinde daha güvenli, daha güçlü ve daha iyi durumda olacağına inanıyorum.’’ açıklaması bu tespiti destekler durumdadır.
İngiltere’nin ekonomik yük ve hareket serbestliği sıkıntısının yanında bir diğer önemli ayrılma nedeni parçalanma olarak gösterilebilir. AB’nin iç yapısına baktığımızda, AB güçlü olmayan ekonomilere, maddi yardımlar ve tecrübe transferleri aracılığıyla kendi ayakları üzerinde durması konusunda teşvik etmektedir. İskoçya, Galler ve Kuzey İrlanda ile Birleşik Krallığı oluşturan İngiltere için bu sistem özellikle İskoçya’nın ayrılma konusunda aleyhte bir durum teşkil etmektedir. İskoçya özellikle askeri koruma ve ekonomik refah konusunda bağımlı olduğu İngiltere’den ayrılması durumunda bu ihtiyaçları AB’den karşılamayı düşünmektedir. Bu ayrılmayı ancak AB içinde yapabileceğini bilen İskoçya Başbakanı Sturgeon yaptığı açıklamada İskoçya’nın itirazlarını görmezden gelerek AB’den ayrılma kararı alması durumunda, ülkesinin ‘neredeyse kesinlikle’ yeniden bağımsızlık referandumuna gideceğini belirterek hamlesini yapmıştır. Zira İngiltere’nin Birlikten ayrılması durumunda İskoçya’nın bağımsızlığını tanımak suretiyle hiçbir Avrupalı Devletinin İngiltere’yi karşısına alacağı akla yatkın değildir.
Yabancı ülke vatandaşlarına vize vermesi durumunda dahi ince eleyip sık dokuyan İngiltere, mülteci konusunda Birlik ile ters düşmektedir. Söz konusu referandum, İngiltere’nin itirazlarına rağmen alınan kararlar sonucunda demografik yapısının bozulacağını ve entegrasyonun sağlanamayacağını düşünen İngiltere’nin resti olarak da değerlendirilebilir.
Ayrılmanın gerçekleşmesi durumunda hangi taraf ne kaybeder, hangi taraf ne kazanır?
İngiltere’nin AB’deki günümüz statüsüne baktığımızda AB’ye tam anlamıyla entegre olduğunu söyleyemeyiz. Birçok kararı kendi tayin eden İngiltere’nin AB’den ayrılması İngiltere’yi ve İngiliz halkını çok fazla etkilemeyecektir.
Ancak AB açısından baktığımızda güçlü bir müttefiki ve büyük ekonomik yardımları kaybettiği söylenebilir. Küresel siyasette her zaman bir ağırlığı bulunan İngiltere’yi kaybetmek AB için büyük etki doğuracaktır.
AB ile İngiltere arasındaki bu durumun bir gizli kaybedeni daha bulunmaktadır. Spykman’ın teorilerinde bahsettiği gibi İngiltere’yi Avrupa Kıtasından gelecek tehlikeleri engellemek için ileri bir karakol olarak gören ABD, bu durumdan etkilenen bir diğer taraf olacaktır. Ayrıca İngiltere’nin daha özgürleşmesi, bir gücün uyanması olarak nitelendirileceğinden ABD’nin güç mücadelesine girişeceği cephe sayısında artış meydana getirecektir. ABD’nin Avrupa Birliğinin atası sayılacak Batı Avrupa Birliğini desteklemesi ve mali yardımda bulunmasının ana sebebi Avrupa’dan gelecek herhangi bir tehlikeyi savmak ve bir gücün uyanmasını engellemekti. Bu amacını günümüzde AB ile devam ettirmekte bulunmaktadır. Basında çıkan ayrılma durumunda Wall Street’in önde gelen bankalarının Londra merkezli operasyonlarını İrlanda’ya taşıyacağı haberleri bu savı desteklemektedir.
İngiliz hükümetinin ayrılıklar yaşaması ve ayrı propaganda yapacağını belirtmesi, İngiltere’nin ayrılmaya çok sıcak bakmadığını ancak AB’den istenilen ayrıcalıklı statünün verilmemesi durumunda ayrılma kararının da düşünüleceğini belirtmektedir. İngiltere şu andan itibaren AB’ye karşı iyi polis kötü polis politikası yürüteceğini söylemek yerinde olacaktır.
Abdullah Özdil
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.