Türkiye’nin Avrupa Birliği ile olan üyelik müzakereleri 1963 Ankara Antlaşması ile başlamış ancak 53 yıl olmasına rağmen Müzakerelerden Türkiye bir türlü istenen sonucu elde edememiştir. AB, üyelik müzakerelerine bizden çok sonra başlamış ülkeler birer birer alınırken Türkiye neden kapıda bekletilmekte? Elbette bunun söylenen söylenmeyen birçok sebebi var. Herkesin söylediği, dile getirdiği sebep Avrupa ile olan tarihsel rekabetimiz ve kültürel, dinsel farklılıklarımızın buna sebebiyet verdiği düşüncesi. Bu düşünce yanlış değil bilakis çok doğru bir söylem. Ancak birde madalyonun diğer yüzü var. AB’nin açıkça dile getirmediği endişelerini bu yazımızda değineceğiz.
AB’nin Türkiye’nin tam üyeliği konusunda endişe duyduğu konuların başında Türkiye’nin kalabalık nüfusa sahip olmasıdır. Belki aklınıza söyle bir soru gelebilir: “27 ülke ele alındığında 503 milyon 679 bin (1 ocak 2012 itibariyle) kişiye ulaşan bir nüfusa sahip olan AB, neden 78 milyonluk bir Türkiye’den endişe etsin?”. Başta AB Parlamentosu olmak üzere, bazı karar organlarında ülkelerin nüfusları ölçüsünde temsil edilmeleri, tam üye olması halinde Almanya’dan sonra ikinci büyük nüfusa sahip olacak olan Türkiye’nin bazı kararlarda Almanya kadar söz sahibi olmasına yol açabilecek. Bu nokta, yetkililerin son yıllarda Türkiye’ye karşı çıkmalarının ve “imtiyazlı üyelik” gibi aslında hiçbir konuda imtiyaz tanımayan bir tam üyelik formülünü sadece Türkiye için önermelerinin en önemli nedeni. Avrupa Parlamentosu’nda Almanya’dan sonra en fazla parlamentere sahip bir Türkiye tüm kararlarda kendini etkili hisseden bir Almanya için kabul edilemez bir durumdur. Elbette sadece Almanya için değil, Almanya’dan sonra ikinci kalabalık nüfusa sahip olan Fransa için de kabul edilemez bir durumdur. Çünkü, Türkiye’nin tam üyeliği halinde ikinci büyük nüfusa sahip olan Fransa, nüfus bakımından ve parlamentoda temsil bakımından üçüncü sıraya gerileyecektir.
AB’nin Türkiye’yi tam üyeliğe kabul etmemesinin bir başka önemli nedeni, AB bütçesi içinde en önemli gelir kalemlerinden biri olan özkaynaklar-GSMH payı olarak bilinen kaleme Türkiye’nin yapacağı katkının sınırlı olmasıdır. AB bütçesinin önemli gelir kalemlerinden biri, üye ülkelerin GSMH’lalarının belirli bir oranını AB bütçesine aktarmaları sonucunda ortaya çıkmakta ve özkaynaklar-GSMH payı olarak bilinmektedir. Şimdilik bu kalem kanalıyla en yüksek katkıyı Almanya yapmakta ve AB’nin finansörü olarak adlandırılmaktadır. Almanya, daha önce belirttiğimiz gibi Avrupa Parlamentosu’nda en fazla temsil edilen ülke olması nedeniyle, parasal olarak en fazla katkı sağlamasına pek itiraz etmemektedir. Türkiye’nin GSMH’sının Almanya’nın GSMH rakamından düşük olması, Türkiye’nin tam üyeliği ile ilgili itirazları daha da artırmaktadır. Çünkü Türkiye, bir taraftan Avrupa Parlamentosu’nda Almanya’nın sahip olduğu sayıya yakın sayıda parlamenter ile temsil edilecek, diğer taraftan AB bütçesine Almanya kadar katkı sağlamayacaktır.
Kişi başına gelir rakamı, Euro bazında ele alındığında en düşük değere (7500 Euro) Türkiye sahip olmaktadır. AB ortalamasını 100 kabul ettiğimizde, Türkiye ancak AB ortalamasının yarısı büyüklüğünde bir kişi başına gelire sahip bulunmaktadır. Burada ortaya koyduğumuz engeller değerlendirildiğinde, Türkiye’nin AB’ne hiçbir zaman tam üye olamayacağı şeklinde bir sonuç çıkartılabilir. Ya da madalyonun sadece tek yüzünün okunduğu dile getirilebilir. ‘Türkiye’nin hiç olumlu bir yanı yok mu?’ sorusu akla gelebilir. Elbette, Türkiye pek çok olumlu kabul edilebilecek özelliğe sahip bir ülke. Genç ve dinamik nüfusu, jeopolitik önemi, 2000’li yıllarda gösterdiği ekonomik performansı olumlu yönlerinden sadece bir kaçıdır. Türkiye, bu özellikleriyle ve en önemlisi gümrük birliği ilişkisiyle AB’nin asla gözden çıkartamayacağı bir adaydır. Ancak, tam üyelik bu şartlar altında yakın bir tarihte mümkün görünmüyor. Şu anda AB, ya çok küçük bir ülkeyi ya da Avusturya, İsveç ve Finlandiya’nın katıldığı (1995) dördüncü genişleme aşamasında olduğu gibi AB standartlarının üzerinde ortalamalara ulaşmış bir ülkeyi kabul edebilir. Peki o zaman ne yapmalı? Türkiye eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, adalet-içişleri vb. pek çok konuda AB standartlarını yakalamaya çalışmalıdır. AB normlarını evrensel dünya normları olarak kabul etmelidir. Her alanda, gelişmiş ekonomiler düzeyine ulaşmalıdır. Eğer Türkiye her alanda istenen gelişme düzeyini yakalarsa, AB üyeliği olsa da olur, olmasa da.
Abdulbaki Yaman
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.