Almanya ve beraberindekiler Birinci Dünya Savaşı’nı kaybetmiş ve birer birer önce ateşkes, ardından da barış anlaşmaları imzalamışlardı. Napolyon Savaşları’ndan sonra 1815 Viyana Kongresi’nde savaşlardan yenik çıkan Fransa’yı cezalandırmak yerine sisteme dahil eden Birleşik Krallık, bu kez tek başına karar verecek güçte değildi. ABD, savaşın kazanılmasında büyük rol oynamış ve savaş sonrası oluşturulan sistemde yenik devletlere yer vermek istememiş, üstüne bu devletlere büyük borçlar bindirmişti. Birleşik Krallık’ın kurduğu düzen 99 yıl boyunca savaşı engellerken, ABD’nin kurduğu sistem sadece 20 yıl sürecekti. Almanya’nın Versay ile cezalandırması aşırı sağın, faşizmin yükselmesine yol açacak, 1929’daki kriz de bu sayede Hitler’in yolunu açacaktı.
Hitler’in kurduğu Nazi Almanyası, Türkiye ile aslında beklenenden iyi ilişkiler kurmuştu. Hatta savaş zamanında bile İnönü Türkiyesi, Almanya ile ticaret yapmayı her şeye rağmen sürdürecek, savaşın ilerleyen yıllarında kesecekti. Hitler’in Türkiye’ye değil de Sovyet Rusya’ya savaş ilan etmesi Türkiye’de adeta bayram gibi kutlanacaktı!
İkinci Dünya Savaşı da Almanya’nın mağlubiyetiyle sonuçlanacak, ülke dört işgal bölgesine bölünecekti. Sovyet Rusya kendi işgal bölgesinde Doğu Almanya’yı kuracak; ABD, Fransa ve Birleşik Krallık ise kendi işgal bölgelerini birleştirerek Federal Almanya’yı kuracaktı. 1945’te kurulan yeni dünya düzeninde Almanya’ya yine güç sisteminde yer verilmeyecek ancak ABD 1919’da yaptığı hatayı tekrarlamayacak, Almanya’yı destekleyip, kontrollü bir biçimde büyüterek sisteme entegre edecekti.
Bütün bu geçmişi anlatmamın sebebi Almanya’nın kontrol ediliyor oluşunu göstermektir. Almanya 71 yıldır kontrol edilmektedir. Kendisine verilen görevleri yerine getirmenin karşılığını ekonomik zenginliğiyle, yatırımlarla almaktadır.
Almanya’nın neden hiç nükleer silahı olmadığını düşündünüz mü ? Cevabı artık daha net değil mi ?
Almanya’ya verilen görevlerin en büyüğü Avrupa Birliği’dir. Avrupa’da barışın, Fransa ve Almanya’nın ortak hareket etmesiyle sağlanacağını iyi çözen büyük güçler Avrupa Birliği’nin temellerini bu amaçla 1957’de Roma’da attırmıştır. Birleşik Krallık ise 500 yıldır dış politikasını oluşturan “kıtayı kontrol” politikasını AB üzerinden yürütmek istemiştir. Ancak bunu iyi bilen dönemin Fransa Cumhurbaşkanı De Gaulle, Birleşik Krallık’ın üyeliğini iki kez veto etmiştir. De Gaulle sonrası AB’ye girebilen Birleşik Krallık, siyasi kontrolü bu şekilde sağlamaya çalışmıştır. Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla birleşen Almanya, AB’de daha güçlü bir konuma ulaşmıştır. 1990’larda ortak para birimi Euro’ya geçen AB, zamanla Almanya’nın kontrolüne girmiştir. Ancak Birleşik Krallık, siyasi kontrolünü hiçbir zaman bırakmamıştır.
Türkiye’de hayran olduğu AB’ye girmek için onlarca yıldır mücadele etmiş, 1995 sonunda Gümrük Birliği’ne girerek “AB’ye arka kapıdan” girmiştir. Ancak Almanya, Türkiye’nin üyeliğine her zaman karşı çıkmıştır. Fransa zaman zaman desteklerken, Birleşik Krallık muhafazakar iktidarlar döneminde desteklerken, Almanya hiçbir zaman desteklememiştir.
Özellikle 60’lı yıllarda Türk işçi almaya başlayan Almanya yaklaşık 30 yıl boyunca Türkiye’den işçi almıştır. Ancak Türklere her zaman “ezilmesi gereken bir böcek” gibi davranılmış, asimile edilmeye çalışılmıştır. Yıllarca vatandaşlık dahi verilmemiştir. Çifte vatandaşlıkta sorun üstüne sorun çıkarılmıştır.
Dönemin Türk hükümetleri ise Almanya ile genel itibariyle her zaman iyi ilişkiler kurmaya çalışmış, zaman zaman da bunu çok iyi başarmıştır. Ekonomik ilişkilerde ise Almanya’nın Avrupa’da tartışmasız en büyük ortağımız olduğu unutulmamalıdır. Yaklaşık 3.5 milyon nüfusa sahip Türkler, Almanya’da zamanla parlamentoya, belediyelere girmiş; siyasette yüksek mevkilere gelmiştir. Bugün Almanya’nın en büyük siyasi partilerinden olan Yeşiller Partisi’nin başkanı Türk asıllıdır. Türk demememin sebebini birazdan anlatacağım.
Almanya’da sadece Türk göçmenler yaşamıyor olup, farklı milletlerden yüz binlerce göçmen bulunmaktadır. Sarsılmaz ekonomik yapısıyla Almanya kıtanın güvencesi denilebilir bu konuda. Ancak tüm bunlar Almanya’nın kontrol edilmediği gerçeğini değiştirmiyor. Merkel döneminde Almanya kabuklarından çıkmayı zaman zaman başarsa da hala kendisine dikte edilenleri yapmak zorundadır, bu oyunda Almanya’nın rolü budur!
Bunun son örneğini ise Ermeni Tehciri’nin soykırım olarak kabul edilmesi olayında görmüştük. En güvendiğimiz kapı olan Almanya’nın bu kararı şok etkisi yaratmıştı. Ancak bu kararın alınmasının altında başka sebepler yatmaktadır. Bu karar Türkiye’ye en güvendiği kapıdan bir uyarıdır aslında. Çünkü hatırlanacağı üzere Geri Kabul Anlaşması karşılığında vize muafiyeti bekleyen Türkiye, tüm emeklerine rağmen 2-3 maddesi (terörle ilgili tanımın değiştirilmesi) eksik olduğu gerekçesiyle vize muafiyeti alamamıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu karara çok sert tepki göstermiş, söz verilen asıl tarih olan ekime kadar vize muafiyeti gelmezse geri kabulün meclisten geçmeyeceğini söyleyerek, başta Almanya olmak üzere tüm Avrupa’yı yeniden mülteci sorunuyla baş başa bırakmıştır. B planı olmayan Avrupa Birliği ise Türkiye’yi Almanya üzerinden tehdit etme yoluna gitmiştir. Bu arada kararın alınmasında Yeşiller Partisi Eş Başkanı Cem Özdemir de etkili olmuştur. Olmayan bir soykırımı meclise göndermek kimsenin haddine olmadığı gibi Almanya’nın da sorunu değildir. Ancak Özdemir ve partisi emperyalizm tarafından son derece iyi kullanılmıştır.
Avrupa Birliği bir sonraki şoku 25 Haziran’da Birleşik Krallık’ın AB’den ayrılma kararıyla yaşamış ve AB’nin sorunlarının ne kadar ciddi boyutlara ulaştığının göstergesi bu referandum olmuştur. Almanya BREXIT sonrası soğukkanlılığını korumuş, kıtanın kontrolünü siyasi olarak da tamamen ele geçirmiştir. Ancak üretim ve istihdam sorunu yaşayan, aşırı sağın ele geçirdiği ve İslamafobinin arttığı Avrupa Birliği’ni daha ne kadar sırtında taşıyacaktır?
15 Temmuz’da Türkiye’de ABD’nin maşası olan FETÖ mensupları darbe girişiminde bulunmuş, Türk halkı Erdoğan’ın ve diğer siyasi liderlerin öncülüğünde darbeyi engellemişti. Darbe gecesi Türk halkı meydanlara indikten ve darbe büyük ölçüde başarısızlığa uğradıktan sonra ABD ve Batı ülkeleri sırayla açıklama yaparak darbeyi kınama yoluna gitmiştir. Ancak 15 Temmuz sonrası bir bütün olan Türkiye’nin arkasında ne OHAL kararında, ne de mitinglerde durulmuştur. Fransa’da 9 aydır devam eden OHAL, AB’ye dert olmamış ama ne hikmetse Türkiye’de ilan edilince dışlanan, eleştirilen yine biz oluyoruz. Özgürlükler ülkesi Almanya, Erdoğan’ın telekonferans ile gurbetçilere ulaşmasını engellemiştir. Bu da Almanya’nın rolünün bir parçasıdır.
Yıllardır dostumuz gibi görünen ancak en büyük düşmanlarımızdan biri olan Almanya’nın en büyük amaçlarından biri Türkiye’yi AB dışında tutmaktır. Almanya bu konuda serbest bırakılmıştır çünkü sonuçlarından yine kendisi sorumlu tutulacaktır.
Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin‘in görüşeceği haberleri anında Batı medyasında yerini almıştır. İngilizler başta olmak üzere bütün Batı meydası görüşmeleri “endişe verici” olarak yorumlamıştır. Elbette ki Türkiye’nin Rusya ile yakınlaşması onları fazlasıyla rahatsız etmiştir. Türkiye’nin artık AB üyelik müzakerelerini bile durdurma noktasına gelmiş olması Batı’nın asla kabullenemediği bir olaydır.
Uykuları kaçan Almanya ve basını, görüşmeler öncesi peşi sıra açıklamalar yapmış, Türkiye’nin NATO’nun en büyük ortaklarından biri olduğu ve asla çıkmaması gerektiği ifade edilmiştir. Türkiye-Rusya ilişkilerinin önemi hem AB, hem de Almanya açısından büyük önem arz etmektedir. Almanya, Rusya ile AB ilişkilerini ve hatta NATO ilişkilerini kendi elinden yürütmek istemekte ve gücünü ispatlama düşüncesindedir. Oysa ki Türkiye’ye bu şans verilse hem AB-Rusya hem de NATO-Rusya ilişkileri Türkiye’nin güvencesinde daha iyi noktalara gelebilirdi.
Almanya’nın sürekli olarak Türkiye’yi dışlayıcı politikasının zararı da kendisine ve birliğinedir. Almanya tüm kötü ilişkisine rağmen alttan alttan Rusya ile barış yapma arayışındadır. Çünkü Almanya enerji ihtiyacının büyük bir bölümünü Rusya’dan karşılamaktadır.
Almanya ve AB’yi ekim sonrası yeniden mülteci sorunu bekleme ihtimali artık daha yüksek görünüyor. Türkiye’nin ise önü açılmış durumda. Almanya kendisine dikte edileni yaparak Türkiye ile ilişkilerini bozmaya devam ederse kaybeden kendisi olacaktır. Türkiye’nin Doğu’ya kayması, AB müzakerelerinin durdurulması da Almanya’yı etkileyecektir. Kısacası Almanya yakın bir zamanda kaderini çizmek zorunda kalabilir ya da kontrol altındaki yaşamına Türkiye ve Türk düşmanlığı ile devam edebilir.
Sonuç olarak Almanya’nın kesinlikle dostumuz olduğunu düşünmemekle birlikte, kesin bir düşman olduğunu da söylemek zordur. Bunun sebebi ise Almanya’nın şahsi politikalarını sergilemekten ziyade kendisine dikte edileni yapmasından kaynaklanıyor.
Siz hiç Ortadoğu’da ABD ve Birleşik Krallık’ın arkasından yürüyen bir Almanya yerine kendi çıkarlarını gözeten bir Almanya gördünüz mü?
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Yanlış anlama ama yaşın çok genç gözüküyor insan okurken bu kadar emin nasıl konuşuyor diye düşünmüyor değil.
Gerçekten Harika Bir Yazı
Teşekkürler.