İspanya iç savaşını konu alan bir filmde şöyle bir cümle yer alıyordu:
“Faşizm demokrasiye, en az komünizme olduğu kadar karşıdır.”
Bu söz önümüzde ki yıllar için nasıl endişelenmemiz gerektiğini söylüyor aslında. Dünyada ne zaman aşırı sağ yükseldiyse o zamanlarda demokratik ülke sayısı da hızla azalmış. Örneğin 1. Dünya Savaşı’ndan sonra kazanan devletlerin kaybeden devletlere uyguladığı aşırı dayatmalar yüzünden milliyetçilik tavan yapmış ve iktidara bazen seçimle bazen de darbe ile gelen hükumetler otoriterleşme yoluna gitmişlerdir.
Irkçı hükumetlerin otoriterleşmeye gitmesi kaçınılmaz bir olaydır çünkü bu gibi ideolojiler çoğulcu değil ayrımcıdır. Ayrımcılığın olduğu bir ortamda varlığınızı, seçimlerin yapıldığı bir sistemde devam ettiremezsiniz. Varlığınızın tek sigortası sistemin tüm kademelerine nüfuz etmek ve güç kullanmak olabilir. 1. Dünya Savaşı’ndan önce 34 olan demokratik ülke sayısı 2. dünya savaşı yaklaşırken 16’ya kadar inmiştir.
2005 yılında Ukrayna’da ki Turuncu Devrim ve öncesinde ki Gürcistan Gül Devrimi, bununla birlikte Kırgızistan Lale Devrimi Rusya da bir endişeye yol açtı. Eski Sovyet ülkelerinde hızla halk isyanları yaşanıyor, oligark hükumetler düşüyordu. Bu demokrasi devrimlerinin rusyaya sıçraması ihtimali üzerine çok tehlikeli bir proje geliştirildi. 2006 yılında Nashi kampları kuruldu ve bu kamplarda genç yaştaki işsiz Ruslardan oluşan milliyetçi nesiller üretildi. Kamplara alınanlar özellikle işsizlerdi. Çünkü işsiz ve yoksul kesim, bulunduğu ortamın ekonomik zorluklarının sebebini oligarkların yolsuzluklarına bağlayıp onlara isyan edebilirdi. Bugün bu gençler çalışmak için ülkeye gelmiş göçmenleri öldürüyor ve batı destekli sivil toplum kuruluşlarına saldırıyorlar. Pek çok muhalif diplomat, gazeteci ve iş adamının suikast sonucu ölmesinin sorumlusu da bu gençlerdir. Elbette sivil toplum kuruluşlarının sütten çıkmış ak kaşık olduğunu söyleyemeyiz. Bu STK’lar Rusya’ya demokrasi ihracatının ana unsurlarıydı. Bu ırkçı dazlaklar kendileri gibi milliyetçi olmayan insanları da vatan hainliği ile suçluyorlardı. Halbuki bir insanın vatansever olması için milliyetçi olması değil insansever olması yeterlidir.
Günümüzde Rusya’nın %47’si kendisini milliyetçi olarak ifade ediyor. Bir zamanlar enternasyonal marşını ülkenin marşı yapmış Rus halkı şimdi atalarının mücadele ettiği faşizme kayıyor. Aynı durumu Çin’de de görüyoruz. Bir zamanlar Çay Kay Sek’in faşizmine karşı zafer kazanmış ülke, şimdi Çay Kay Sek’ten bile daha ağır faşizm ve militarizm içerisinde olup Tibetlilere, Moğollara, Uygurlara zulüm ediyorlar. Çin’de ki sadece ismen komünist olan hükumet bu milliyetçiliği, demokrasi düşüncesine karşı bir sigorta olarak kullanıyor. Başarıyor da.
İktidarlar koltuk sevdaları uğruna gençleri radikalleştiriyor ve onları militarizm sevdalısı ölüm makineleri haline getiriyorlar. Kendi menfaatleri uğruna kendi insanlarını robotlaştırıyorlar. Robotlaştırma benzetmesini yapmamın sebebi şudur: liberalizm ve eşitlik gibi çoğulcu yaklaşımlarda toplumun tüm irade sahipleri söz sahibi olurken, ırkçı ve dinci yaklaşımlar doğası gereği çoğulcu olmadığından belli bir kademe tarafından otoriterleşmeye gider ve ayrımcılığın doğurduğu totaliterlik sonucu halkın itaatkar yani ne söylenirse itiraz etmeyen, emirleri sorgusuz sualsiz yerine getiren bireyler yaratılması zaruri hale gelir. Bu tür rejimler bu yüzden kaynaklarının önemli bir kısmını ideolojik misyonerliğe yani propagandaya ayırır. Düşünsenize siz hizmet almak için vergi veriyorsunuz ve o parayı başkalarının fikirlerini değiştirmek için kullanıyorlar.
Kimi zamanlar iktidarların desteği ile olsa da bazen kendiliğinden bu düşünce fırlayabiliyor. Zamanında Avrupa’da 1. Dünya Savaşı yüzünden fırlayan ırkçı fikirler demokrasiyi geriletmişti. Bugün ise aşırı borç yüküne ve yüksek işsizlik batağına saplanmış Avrupa ülkelerinin vatandaşları aşırı sağa kayıyor. Son zamanlarda pek çok ülkede, göçmenleri propaganda aracı olarak kullanan partiler oylarını hızla arttırıyor. İtiraf etmek gerekirse Avrupa’da ki bu gidişatın yeni ırkçı ülkeler oluşturmasından ve azınlıklara yönelik soykırım dalgaları oluşturmasında korkmuyor değilim. O zamanlar büyük azınlık Yahudilerdi şimdi ise Müslümanlar.
Şunu unutmamakta fayda var, faşizmin temel ilkelerinden biriside militarizmdir. Buda bütçenin önemli bir kısmının kalkınmak yerine silahlanmaya harcanması ve bir asker devleti oluşmasından ötürü savaşların kaçınılmaz olması demektir.
Kanada’da yapılan bir araştırma sonucunda ırkçı fikirlere sahip kişilerin zeka seviyesi ortalamasının, toplumun genel zeka ortalamasının çok altında olduğu sonucuna varılıyor. Çünkü zeki insanlar kendilerine öğretilenleri sorgulama açısından daha başarılı oluyorlar. İnsanlar sorguladıkları zaman, aslında tüm insanların ortak bir geçmişi olduğunu ve zamanla farklı coğrafyalara yapılan göçler sonucunda değişen dil, kültür ve vücut yapısı sebebiyle renk ve soyların ortaya çıktığı sonucuna varıyor. Sorguladıkça her insanın kimliğinin doğduğu zaman başkaları tarafından seçildiğini anlıyorlar. İnsan doğarken elde ettikleriyle değil yaşarken elde ettikleriyle övünmeli. Aksi takdirde koltuk sevdasına kapılmış aç gözlü iktidarların robotları olmaktan başka hiçbir özelliğimiz olmadan ömrümüzü tamamlarız.
Muhammed Ali Çalışkan
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
şimdiye kadar okuduğum en etkili ve sosyal analizin gerçeğin yansımasını anlatan bir yazıydı bunu yazdığınız için teşekkürler bu yazıyı çıkartıp baş ucu yazısı yapacağım gerçekten çok iyi düşünen ve fikirlerin yazıya döken bir insansınız sizi tanımak isterdim…
teşekkür ederim
yorumunuzu okuyunca yazımı tekrar okudum “ne yazmışım la ben” diyerekten
bu yazıyı ülkücülere okutmak lazım