‘’Bosna trajedisi, insanın yapabilecekleri hakkında en iyiyi ve en kötüyü gösteren eşsiz bir bilgi kaynağıdır.’’ Juan Goytisolo
Bosna-Hersek, Balkan yarımadasının batı kısmında bulunan eşsiz güzelliklere ve önemli bir tarihe ev sahipliği yapan farklılıkları ve zenginlikleri bünyesinde barındıran bir ülkedir. Kuzey ve Batı sınırlarında Hırvatistan Cumhuriyeti, Güney ve Doğu sınırlarında Sırbistan ve Karadağ yeralmaktadır. Bosna Hersek’in nüfusu 3.3 milyondur, yüzölçümü ise 51 bin km²’dir.
Balkan coğrafyasında önemli bir mevkide yeralan Bosna-Hersek tarih boyunca büyük sorunların, çatışmaların ve savaşların içerisinde yer almıştır. Öyle ki Birinci Dünya Savaşı’nın sebeplerinden biri olarak gösterilen Gavrilo Princip’in 28 Haziran 1914’te Saraybosna’yı ziyarete gelen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu veliahtı Arşidük Franz Ferdinand‘ı öldürmesi olayıda Bosna-Hersek’in başkenti Saraybosna’da meydana gelmiştir. Bosna-Hersek tarihin büyük döneminde kısa süreli olarak kendi krallığı ile yönetilmiş bunun dışında büyük devletlerin idaresi altında kalmıştır.
Bosna-Hersek’in siyasi sınırları 18. ve 19. yüzyıllar boyunca (1699’dan 1878’e kadar) bir dizi muahede ve dostluk antlaşması ile belirlenmiştir. Bosna-Hersek uzun bir tarihe sahip olan bir Avrupa ülkesidir ve orta çağlardan günümüze dek kesintisiz jeopolitik bir entite olagelmiştir. 1180’den itibaren 1436’ya kadar uzanan dönemin büyük bir kısmında bağımsız bir kırallık idi; 1580-1878 tarihleri arasında Osmanlı İmparatorluğunun bir eyaletiydi. 1878’den 1918’e dek Avusturya-Macaristan İmparatorluğu içindeki bir ‘’Has Tımar’’idi; 1945’den 1992’ye kadar ise Yugoslavya’nın Federal Cumhuriyetlerinden biriydi. (Erkilit, 2003, 13).
Savaşa giden yol
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra 1918 yılında kurulan Hırvat sırp Sloven Krallığı ve daha sonraki ismi ile Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyetinin bünyesinde bulunan Bosna-Hersek, daha sonrasında Yugoslavya’yı derinden sarsan ve dağılmasına sebebiyet veren etnik ve dini çatışmaların odak noktası olmuştur. 1980 yılında Yugoslavya’da birliği sağlayan en önemli aktör olan Josip Broz Tito’nun Ljubljana hayatını kaybetmesi ile birlikte merkezi otorite sarsılmış Yugoslavya Komünist partisi içindeki revizyonist fraksiyon ile radikal fraksiyon arasındaki çatışmalar, Yugoslavya’daki etnik ve dini çatışmalarıda beraberinde doğurmuştur. Tüm bu olayların ışığında Yugoslavya’yı oluşturan temel değerler sarsılmıştır ve Yugoslavya Dağılmıştır.
Yugoslavya’nın dağılışı 1993 yılında Kadife Devrim ile dağılan Çekoslovakya gibi olmamıştır Yugoslavya’nın dağılma süreci oldukça sancılı geçmiştir. Bu sancılı süreçte birçok kanlı çatışma yaşanmıştır, bunlardan en şiddetli geçeni ise Bosna savaşıdır.
Yugoslavya’nın Dağılması sürecinde ilk olarak 25 Haziran 1991’de Milan Kucan önderliğinde Slovenya Cumhuriyeti resmen bağımsızlığını ilân etti. Eylül 1991’de Slovenya’dan Yugoslavya Halk Ordusu birlikleri tamamen çekildi. 15 Ocak 1992’de Avrupa Birliği tarafından resmen tanınan Slovenya 22 Mayıs 1992’de Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edildi. Hırvatistan’da Franjo Tudman liderliğinde 25 Haziran 1991’de bağımsızlığını ilân etti ve 15 Ocak 1992’de Avrupa Birliği tarafından tanındı, 22 Mayıs 1992’de Birleşmiş Milletler üyeliğine resmen kabul edildi. Sırplar, Hırvatistan’ı yok etmek amacıyla buradaki soydaşlarını ayaklandırarak Yugoslavya Halk Ordusu birliklerinin yardımıyla savaş başlattılar. Savaşın en acı günlerini yaşayan bölgeler Vukovar, Knin ve çevresidir. 1991’in son aylarında Knin ve çevresinde yerli Sırplar tarafından Republika Srpska Krajina adında müstakil bir cumhuriyet kuruldu. Neticede Birleşmiş Milletler ve Batlı devletlerin yardımlarıyla Hırvatistan savaş öncesindeki Hırvat topraklarında hâkimiyet kurdu.
Bosna-Hersek Aliya İzzetbegoviç önderliğinde 1 Mart 1992 tarihinde yapılan referandum sonrasında 3 Mart 1992’de Bosna-Hersek Cumhuriyetinin bağımsızlığını ilan etmiştir daha sonrasında ABD ve Avrupalı devletler tarafından tanınmış ve 22 mayıs 1992’de Birleşmiş Milletler üyeliğine kabul edilmiştir.
5 Nisan 1992’de Saraybosna’da Vrbanja Most’taki protesto esnasında öldürülen Suada Dilberoviç’ten sonra Bosna-Hersek’te 1995’e kadar devam eden büyük bir savaş başladı. Hırvat lideri Franjo Tudman ile Sırp lideri Slobodan Miloševiç’in Mart 1991’de gizlice Karadordevo Antlaşmasını imzalayıp Bosna-Hersek’in bağımsızlığı aleyhinde Sırp-Hırvat ittifakını kurdular. Bu antlaşma II. Dünya Savaşı öncesi 1939’daki Cvetkoviç-Macek antlaşmasının bir devamıydı; büyük bir ihtimalle, Bosna-Hersek’in Sırplar ve Hırvatlar arasında yeniden bölüşülmesi ve müslümanlara bağımsız bir Bosna-Hersek Devleti kurma fırsatının verilmemesi kararlaştırılmıştı.
Bosna-Hersek’in bağımsızlığının tanınması beklenen barış ortamı ümitlerini yerine getiremedi. Tam tersine Avrupa’nın 1949’da Yunan iç savaşının sona ermesinden sonra ilk defa yaşadığı ve sonuçları itibariyle hiç öngörülmeyen bir anlaşmazlığa dönüştü. Şubat 1992 sonlarından itibaren, bağımsızlık için yapılacak referandumdan kısa bir süre önce, çatışmalar başlamış, 1320 kişi hayatını yitirmiş, yaklaşık 700.000 kişide ya ülkeyi terketmiş veya ülkenin başka bölgelerine kaçmak zorunda kalmıştır (Bağcı, 1994, 258).
Bosna-Hersek’in bağımsızlığına karşı çıkan Radikal ve faşist Sırp ve Hırvat güçleri ile Bosnalı Müslümanlar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Savaşın başlarında hazırlıksız yakalanan Müslümanlar kitleler halinde katliama uğramış, Çetnik ve Ustaş çeteleri dünyanın gözü önünde soykırım suçu işlemişlerdir. Aliya izzetbegoviç’in liderliğinde Bosnalı Müslümanlar çok çetin ve zorlu şartlarda iki tarafla birden savaşmak zorunda kalmışlardır, AB ve BM bu katliamlara sessiz kalmış savaşı sonlandıracak hamleleri yapmakta basiretli bir duruş sergileyememiştir ve Sırp güçlerine karşı kesin ve etkili bir tavır ortaya koyamamıştır, tüm bunların ışığında 1992 yılında başlayan savaş tüm şiddetiyle devam ederken, Boşnakların Hırvatlarla olan mücadelesi 1994 yılında imzalanan Washington Antlaşmasıyla son bulmuştur.
Hırvatlar ile girişilen amansız savaşın sona ermesi, Bosna’da savaşın bittiği anlamına gelmiyordu Sırplarla olan savaş dahada şiddetlenerek devam ediyordu. Kendisini Yugoslavyanın devamı olarak gören Sırp güçleri Bosna’da hakimiyet kurubilmek ve Bosna toprakları işgal edebilmek amacıyla, etnik arındırma politikası yani soykırım politikasını devreye sokmuştur ve yüzbinlerce sivil bosnalı kitlesel olarak katledilmiştir.
Savaşın şiddetlenmesiyle birlikte bütün dünya kamuoyu Sırbistan’ın etnik arındırma politikası ile meşgul olmaya başladı. Sırpların etnik arındırma politikasına başvurmaların ana nedeni Bosna-Hersek’teki yerleşim düzenini ve sınırlarını değiştirme arzusuydu. Büyük insan kitlelerinin katledilmesine veya ülkeden, ayrılmasına zorlayan bu politika çerçevesinde birçok ülkedeki kamuoyu, başta Türkiye olmak üzere, bu katliamların durdurulması gerektiği yolundaki taleplerde bulunmalarına rağmen, ne herhangi bir ülkenin hükümeti ne de herhangi bir uluslararası örgüt organı bu soruna çözüm olacak adil bir planı veya hareketi gerçekleştiremedi. Uluslararası kamuoyunun askeri bir müdahalede bulunma isteksizliğinin yarattığı fırsat ile Sırplar etnik arındırma politikalarını büyük bir kararlılıkla uygulamaya başladılar. Gerçi BM ve AT Sırp, Hırvat ve Boşnak delegasyonları sorunları konuşmak üzere bir araya getirmeyi başarmışlarsa da, somut bir gelişmeyi sağlamak mümkün olmadı. Bu arada Bosna’daki çatışmalar hızlanmış ve Sırpların müslümanları kamplarda kitleler halinde katlettikleri yolunda raporlar yayınlanmaya başlıyordu (Bağcı, 1994, 265).
Srebrenitsa Katliamı
Sırpların etnik arındırma politikasının bir tezahürü olarak 1995 yılı Temmuz ayında BM tarafından Güvenli Bölge ilan edilen Srebrenitsa’da gerçekleştirilen büyük kıyım örnek verilebilir.
Srebrenitsa şehri güvenli bölge ilan edildikten sonra Thom Karremans komutasındaki az sayıda BM askeri karafından korunmaktaydı, şehirde çok sayıda savaştan kaçan sivil mülteciler bulunuyordu. Şehir, açlık ve hastalıkla mücadele eden bir toplama kampı görünümündeydi adeta, 95 harekatı kapsamında Srebrenitsa şehrine doğru harekete geçen Ratko Miladiç komutasındaki sırp güçleri 10 Temmuz 1995’de şehri bonbardımana tutmuştur. Daha sonrasında bölgenin güvenliğinden sorumlu olan Hollandalı kumandan Thom Karremans Srebrenitsa’yı Sırplara teslim ederek bölgeden ayrılmıştır ve 11 temmuz 1995’de sırplar bölgeye girmiştir, Ratko Mladiç komutasındaki VRS (Bosna Sırp Cumhuriyeti Ordusu) birlikleri Srebrenitsa’ya girerken Mladiç kameralara şunları diyordu: “Bugün 11 Temmuz 1995. Sırplar için kutsal bir günün yıl dönümünü kutlamadan önce Sırp Srebrenitsa’dayız. Bu kenti Sırp milletine armağan ediyoruz. Osmanlı’ya karşı gerçekleştirdiğimiz ayaklanmanın anısına, Türklerden öç alma vakti gelmiştir.” Srebrenitsa’ya giren Sırp birlikleri büyük bir soykırıma girişmişlerdir bu katliamlarda en az 8.372 kişi katledilmiştir.
Biten savaş ve Dayton Anlaşması
Aliya İzzetbegoviç önderliğindeki Bosnalı Müslümanlar, Hırvat ve Sırp’ların oluşturduğu bu katil ve faşist çetelere karşı amansız bir mücadeleye girişmişlerdir. Dünya kamuoyundan ve İslam Aleminden yeteri kadar destek bulamasalarda sınırlı ve kısıtlı imkanlarla büyük bir direniş destanı ortaya koymuşlardır. 1992 yılında savaşın başlamasıyla birlikte Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç , resmen savaş ilan etmiş ve haziran ayında düzenli birliklerden oluşan bosna ordusunu kurmuştur. Bununla birlikte Bosna savaşı tarih sahnesinde benzerine oldukça az raslanılan mücadelelere sahne olmuştur. 1992 yılında savaşın başlamasıyla beraber Sırplar Başkent Saray Bosnayı kuşatmış ve tam 3.5 yıl süren bu kuşatma modern savaşlar tarihinin en uzun kuşatması olarak tarihe geçmiştir Boşnaklar bu kuşatmayı yarabilmek amacıyla oldukça zor ve çetrefilli yollardan geçmişler, işte bu zor ve çetin koşullar beraberinde Boşnakların inancı mücadelesi ve Azmi ile birleşince bu problemlere karşı çözüm bulmakta zor olmamıştır nitekim kuşatma sırasında mücadele eden Bosnalı Müslümanlara havadan ve karadan yardım götürülemeyince bizzat Aliya İzzetbegoviç’in emriyle bir tünel yapılmasına karar verilmişti. 1993 yılında açılan Umut Tüneli ile kuşatma altındaki Saraybosna ile Birleşmiş Milletler kontrolünde olan Saraybosna Uluslararası Havalimanı arasındaki bağlantı sağlanmış ve 800 metre uzunluğundaki bu tünel sayesinde savaşın ve Boşnakların makus tarihi değişmiştir.
Bosnalı Müslümanların varlık özgürlük ve birlik şiarı ile, zalim ve katil güruhlara karşı göstermiş oldukları bu onurlu direniş nihayet zaferle sonuçlanmıştır savaşın ilk günlerinden son günlerine kadar giderek artan bir mücadele neticesinde müslümanlar sırp güçlerine üstünlükleri kabul ettirmiştir ve Aliya İzzetbegoviç’in görüşmeleri sonucu “21 Kasım 1995 tarihinde ABD’nin Ohio eyaletindeki Dayton kentinde taslağı hazırlanan ana metin ve 11 ekten oluşan antlaşma, 14 Aralık 1995 tarihinde Paris’te Bosna-Hersek adına Aliya İzzetbegoviç, Hırvatistan adına Franko Tudjman ve Yugoslavya Federal Cumhuriyeti adına Slobodan Miloseviç tarafından imzalanmıştır4. Bu antlaşmayla kurulan Bosna-Hersek Devleti, 10 kantondan oluşan Bosna-Hersek Federasyonu ve Sırp Cumhuriyeti olarak iki entiteye ve Brcko adındaküçük bir özerk bölgeye ayrılmıştır. Bu entiteler hukuksal olarak gerçek bir sınır niteliği taşımayan ve uluslararası güç (Implementation ForceIFOR/ Stabilization Force-SFOR) tarafından denetlenen yaklaşık 1400 km. uzunluğundaki bir sınır ve ayrım hattı ile ayrılmışlardır, Antlaşma, şu kurumlardan oluşan bir anayasanın oluşturulmasını öngörmüştür: Halk Meclisi ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan ikili parlamento, üç kişiden oluşan Cumhurbaşkanlığı Konseyi (iki üye Bosna ve Hersek Federasyonu’ndan bir üye Sırp Cumhuriyeti’nden), Bakanlar Kurulu, Anayasa Mahkemesi ve Merkez Bankası. Antlaşmada belirtilen ortak kurumların başında Müslüman, Sırp ve Hırvat olmak üzere her üç milletin bir temsilcisinin bulunduğu Cumhurbaşkanlığı Konseyi gelmektedir. Dört yıllık bir süre için göreve gelen Konseyin başkanlığı sekiz aylık rotasyonla el değiştirmektedir (Dalar, 2008, 98).”
Bosna Sırplarının lideri Radovan Karadziç’in hedefi, ülkeyi Bosna Hersek Federasyonu ve Bosna Sırp Cumhuriyeti olmak üzere ikiye bölmekti.ABD’nin girişimiyle sonuçlandırılan ve Karadziç’in taleplerini karşılayan Dayton Antlaşması, koşulları ne kadar kötü olsa bile, Sırpların soykırım eylemlerinin engellenmesi ve barışın kurulması için geçici de olsa bir çare olarak değerlendirilmiştir (Dalar,2008,98). Dayton Antlaşmasının imzalanmasıyla birlikte Bosnalı müslümanlar savaştan galip ayrılsada aslında yukarıda da bahsedildiği gibi bu antlaşma avantajları ve dezavantajlarıyla Boşnakların karşısına çıkmıştır nitekim Aliya izzetbegoviç antlaşma ile ilgili olarak şu sözleri zikretmiştir “Bu adil bir barış olmayabilir; fakat süren bir savaştan daha iyidir.
Yugoslavya Komünist Partisi kişilerin siyasi düşüncelerini veya ulusal kimliklerini dini referanslara dayandırarak ifade etmesine izin vermemiştir. Bundan dolayı, Müslümanlar dini bir grup olarak görülmüş ve kendi devletlerine sahip olamamışlardır. Hırvatistan bağımsızlığını kazandığında Bosna Hersek’i ilhak etmek için çalışmalar yapmıştır. Bu dönemde, Alia İzzetbegoviç Bosna İslam Devleti düşüncesinin gelişmesinde çok önemli bir rol oynamıştır. İzzetbegoviç İslam düzeni kurmanın bütün Müslümanların temel amacı olması gerektiğine inanıyordu. Ancak, Bosna Hersek’in temel sorunu tek bir etnik kimliğe sahip olmamasıydı. Bosna Hersek’te yaşayan Sırplar Ortodoks’tu ve Yugoslavya yönetimine sadakatle bağlıydılar. Aynı şekilde, Bosna Hersek’te yaşayan Hırvatlar da Katolik’ti ve Hırvatistan’a bağlılıkları bulunmaktaydı. Ne Sırplar ne de Hırvatlar bir İslam devleti içinde yaşamak istiyorlardı. Bu nedenle, Hırvatlar ve Sırplar tarihsel olarak Müslümanların Hırvat veya Sırp olduklarını iddia ediyor ve bu toprakları Hırvatistan veya Sırbistan sınırları içine almak için Müslümanları ikna etmeye çalışıyorlardı. Bütün bu faktörler bir Bosna devletinin kurulmasının ne kadar güç olduğunu, buradaki çatışmaların neden bu kadar kanlı geçtiğini ve uluslararası toplum tarafından tanınmasının neden uzun sürdüğünü açıklamaya yeter. Ayrıca burada niçin bir federal yönetim kurulduğunu anlamamızı da kolaylaştırır (Azarkan, 2011, 84).
Reel politik değerler gözönünde bulundurulduğunda 1991 sayımlarına göre Bosna Hersek nüfusunun %45,3’ünü Müslümanlar, %31,3’ünü Sırplar ve %17,3’ünüde Hırvatlar oluşturmaktadır bu kadar farklı bir etnik yapının hakim olduğu bir Bosna coğrafyasında nasıl bir devletin kurulacağı ve bu devletin hangi temellere dayandırılacağı gibi sorunlar bana kalırsa hala çözüm bulunması gereken temel sorunlardan birisi olarak karşımıza çıkmaktadır bu açıdan Dayton Antlaşmasını olumlu ve olumsuz taraflarını bir bütün olarak ele alınırsa daha sağlıklı sonuçların elde edileceği kanaatindeyim.
Aliya İzzetbegoviç, Bilge Kral lakaplı büyük kumandan, 20. Yüzyılın büyük filozofu ve devlet adamı derin bir ufka sahip, milletine sadakatle hizmet eden önder. Tito Yugoslavyasında Müslüman ahalinin hakları için mücadele eden Aliya İzzetbegoviç Yugoslavya’nın dağılması sonrasında Bosna-Hersek’in bağımsızlığı için bütün ömrünü bu uğurda harcamıştır. Zaman zaman cephede zaman zaman diplomatik görüşmelerde en ön safta yer tutmuş ve bu kanlı savaşa bir çözüm bulmak için azminden ve kararlılığından biran olsun taviz vermemiş, halkının ve milyonların sevgisini kazanmıştır.
20. yüzyılın sonlarına doğru aslında Avrupalıların kendi tarihleri ve yaptıkları gözönünde bulundurulduğunda Asrın trajedisi diye rahatlıkla nitelendirebileceğimiz Bosna savaşı, bizlere hatırlattıkları ve gösterdikleriyle onutulmamak üzere tarihin bir köşesinde durmaktadır. Bosna savaşı bizlere göstermiştirki, Avrupa ve Avrupa medeniyeti bir kez daha kirli ve karanlık tarihini haklı çıkarmış ve asırlardır biriktirdiği kinini ve nefretini Bosnalı müslümanların üzerine kusmuştur. Bu kanlı savaşta kimilerinin neler yaptıklarından ziyade neleri yapmadıklarının da bizlere en iyi kanıtı olmuştur. Dünyanın gözü önünde etnik kimliği dini ne olursa olsun masum insanlar katledilirken, insanlığın bu katliamı görmezden gelmesi ve göz yumması Bosnalı Müslümanların kalbinde telafisi imkansız yaralar açmıştır. İnsanoğlunun içine düştüğü bu tarifi oldukça zor karanlık dönemden kurtulması huzur ve barış içerisinde yaşaması temennisi ile yazımı Aliya İzzetbegoviç’in şu sözleriyle noktalıyorum ; “Ben Avrupa’ya giderken kafam önümde eğik gitmiyorum. Çünkü çocuk, kadın ve ihtiyar öldürmedik. Çünkü hiçbir kutsal yere saldırmadık. Oysa onlar bunların tamamını yaptılar. Hem de Batı’nın gözü önünde; Batı medeniyeti adına.”
Sefa Sole
StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
güzelim yugoslavyayı parçaladılar
batının bu oyununa alet olan hırvat sloven arnavut boşnak ve diğer bütün kuklalar hak ettiği cezayı çekecekler.
Selam Olsun sana ey Bilge Kral.. Allah’ın Rahmeti üzerinde olsun.Mekanın Cennet Olsun….