Suriye’deki Savaşın Doğuşu
1946’da bağımsızlığını kazanan Suriye arka arkaya askeri darbelere maruz kalmış ve istikrarsızlık içinde yaşamıştır. 1963’te yapılan darbe ile Baas Partisi iktidara gelmiştir. Diğer tüm muhalefeti gerisinde bırakarak 1971’de Hafız Esed devlet başkanı olmuştur. Esed demokratik görünümlü otoriter bir rejim yaratmış ve ülkede istikrarı sağlamıştır. 1973 Anayasasıyla ülkedeki bütün kurumlarda mutlak hakimiyet sağlamıştır. Suriye’deki Nusayriler bir dini cemaat ve sosyal ayrımcılığa maruz kalmış bir mezhep olma konumundan çıkarak Suriye siyaseti ve ekonomisinde etkin bir konum kazanmıştır. Esed ülkenin stratejik konumlarına kendi ailesinden ve mezhebinden insanları yerleştirmiştir. Kolektif liderlik prensibini benimseyen Esed, kendisini merkeze alarak siyasi yapıyı şekillendirmiştir. Hafız Esed iç politikada etnik ve mezhepsel farklılıklar üzerinden bir denge kurup azınlık yönetimi teşkil ederken dış politikada çıkar algılaması çerçevesinde politikalar üretmiştir. Arap milliyetçiliği ve İsrail karşıtlığı dış politikanın öncelikli konuları haline gelirken çift kutuplu dünyada denge politikası güdülmüştür. [1]
Beşar Esed babasının ölümü üzerine Temmuz 2000’de düzenlenen bir referandumla devlet başkanı olmuştur. Bu referandum yapılmadan önce Suriye Anayasası’nda devlet başkanının yaşı ile ilgili olan maddesi değiştirilmiş, devlet başkanı olma yaşı 40’tan 34’e indirilmiştir ve bu yaş sınırı da Beşar Esed’e uymaktadır. Böylece monarşilerde bulunan yönetimin babadan oğula geçmesi özelliği Suriye’de uygulanmış ve Suriye “başkanlık monarşisi” özelliği kazanmıştır. Yeni yönetimle ortaya çıkan reform umutları menfaat gruplarının direnci sonucunda birkaç yıl içinde yok olmuştur. Çok partili sisteme geçme gibi adımlar atılamamıştır. Çok sayıda sivil toplum kuruluşu, televizyon kanalı, radyo istasyonu ve internet sayfası yasaklanmış veya kapatılmıştır. Beşar Esed, 27 Mayıs 2007’de düzenlenen referandumla ikinci kez devlet başkanı seçilmiştir. Suriye’de ekonomik ve siyasi sistem hızla gelişen ve değişen toplum karşısında hantallaşmış, ihtiyaçlara ve taleplere karşılık veremez hale gelmiştir.
2010 yılında Kuzey Afrika ve Orta Doğu’da ortaya çıkan halk ayaklanmaları Suriye yönetimini endişelendirse de ilk tepkileri bu ayaklanmaları önemsememek ve kendilerine güvenmek olmuştur. Beşar Esed, uluslararasındaki duruşunun halkı tarafından desteklendiğini, ülkenin yaşadığı ekonomik ve siyasi zorluklara halkının dayanabileceğini, ayaklanmayacaklarını savunmuştur. Ancak çok geçmeden ilk ayaklanma patlak vermiştir. Bu ayaklanma 17 Mart 2011 Dera kentinde ortaya çıkmıştır. En önemli nedeni de bütün ülkeyi etkileyen kuraklık ve yolsuzlukla beraber büyük bir işsizlik sorununun ortaya çıkmasıdır. Bu ayaklanma diğer kentlere de sıçramış, rejim baskıyla sorunu çözmeye çalışırken olaylar iç savaşa dönüşmüştür. Ancak halkın yaptığı bu ayaklanmalar rejim tarafından ciddiye alınmamış, bu ayaklanmaların arkasında dış güçlerin ya da aşırı kökten dincilerin olduğunu düşünmüştür. Sorunu tüm ülke genelinde olarak değil yerel bir sorun olarak düşünmüştür. Çatışmalarla birlikte yoğun insan hakları ihlalleri de ortaya çıkmıştır. Böylece sorun büyüdükçe büyümüş, iç mesele olmaktan çıkmıştır. Bu durum kısa sürede bölgesel ve küresel aktörlerin krize müdahale etmesine fırsat vermiştir. ABD, Esad rejiminin ezeli düşmanlarından biri olarak uluslararası tepki veren ilk aktörlerden biri olmuştur. Olayların tırmanması üzerine ABD konuyu bir yandan BM gündemine taşırken, diğer yandan Türkiye ve Arap Birliği ülkeleriyle yakın temasa geçmiş, bölgesel inisiyatifler geliştirilmesini ve diplomatik çabalara öncelik verilmesini desteklemiştir.
ABD’nin çağrıları Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’dan hemen, Arap Birliğinden ise gecikmeli karşılık bulmuş, özellikle Türkiye Esad yönetimine telkin ve baskılarda bulunmaya başlamıştır. Türkiye’nin bir taraftan Esad’a telkin ve baskıları devam ederken, diğer taraftan Arap Birliğini inisiyatif almaya teşvik etmesi ve muhalif grupları desteklemesi de krizin bölgeselleşmesi ve uluslararasılaşmasında etkili olmuştur. Esad’ın yönetimi terk etmesini amaçlayan grubun karşısına İran, Rusya ve Çin’den oluşan ve statükonun devamından yana tutum alan grup çıkmıştır. [2] Suriye’deki bu iç çatışma ve iktidar mücadelesine dış güçlerin dahil olması sorunun daha da karmaşık hale gelmesine sebep olmuştur. Türkiye ise bu krizde başlangıçtan beri izlediği ahlaki ve ilkeli tutumunu kaybetme riski ile karşı karşıya kalmıştır.
Suriye Krizi’ne Türkiye’nin Bakışı ve Krizin Türkiye’ye Etkileri
Türkiye-Suriye sınırı 910 km’dir ve Türkiye’nin en uzun sınır hattı Suriye iledir. Bu ülkeler arasındaki sınır doğuda Dicle Nehri’nden batıda Akdeniz’e kadar uzanır. Türkiye’nin doğuda Şırnak’tan batıda Hatay’a kadar 6 ilinin Suriye’ye sınırı vardır. İki ülkede sınıra yakın bölgelerde yaşayan vatandaşlar arasında akrabalık vardır. İki ülke arasında ekonomi ve güvenlik alanlarında coğrafi yakınlıktan dolayı karşılıklı bağımlılık söz konusudur. Ayrıca Suriye Türkiye’nin Lübnan, Ürdün vb. Arap ülkelerine açılan kapısıdır. Su sorunu, PKK, Hatay meselesi gibi sorunlar altında Suriye-Türkiye ilişkileri belli dönemler dışında sorunlu olmuştur.
AK Parti’nin 20002’de iktidara gelmesiyle ilişkiler hiç olmadığı kadar ilerlemiştir. Ancak Arap dünyasında başlayan ayaklanmaların Suriye’ye sıçramasıyla Türkiye-Suriye ilişkileri yeni bir döneme girmiştir. Türkiye ilk zamanlarda Esed ile iyi ilişkileri dikkate alarak ve bağları da koparmamak adına Esed yönetiminin bölgede yaptığı zulüm ve katliamlara sert tepki gösterememiştir. Ancak bu şiddeti ve baskıyı arttırması üzerine Türkiye’nin bu sessizliğini sürdürmesi imkansızlaşmıştır. Esed’e sert uyarılar da bulunulmuş ancak şiddet ve baskı daha da artmıştır. Bunun üzerine dönemin Türkiye Başbakanı Erdoğan Suriye’de olanları Türkiye’nin iç işleri olarak algıladıklarını belirtmiştir.
Suriye’deki kriz, İran’ın ve Arap Birliği’nin müdahil olmasıyla bölgesel bir anlaşmazlık haline dönüşmüştür. Esed yönetiminin Arap Birliği’nin hazırladığı çözüm planına uymaması sonucunda Suriye’nin üyeliği askıya alınmıştır. Bu gelişmelerden sonra Türkiye de bu ülkeye tek taraflı yaptırımlar uygulamaya başlamıştır.
Türkiye’nin 30 Kasım 2011 tarihinde 9 madde halinde açıkladığı yaptırımlar kapsamında;
- Suriye’de halkıyla barışık bir yönetim kurulana kadar Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi mekanizmasının askıya alındığını,
- Baas iktidarında halka karşı şiddete başvuran kişilerin Türkiye’ye seyahatlerinin yasaklandığını ve Türkiye’deki mal varlıklarının dondurulacağını, Esed rejiminin kuvvetli destekçisi konumundaki bazı işadamlarına da benzer tedbirlerin getirileceğini,
- Suriye ordusuna her türlü askeri malzemenin satış ve tedarikinin durdurulacağını,
- Türkiye üzerinden Suriye’ye silah ve askeri malzeme transferinin önleneceğini,
- Suriye Merkez Bankası ile ilişkilerin durdurulacağını,
- Suriye hükümetinin Türkiye’deki finansal mal varlıklarının dondurulacağını,
- Suriye hükümeti ile kredi ilişkilerinin durdurulacağını,
- Suriye Ticaret Bankası ile işlemlerin durdurulacağını,
- Suriye’deki altyapı projelerinin finansmanı için imzalanan Eximbank kredi anlaşmasının askıya alındığını duyurmuştur.[3]
2012 yılında Arap Birliği tarafından BM’ye taşınan Suriye Krizi küresel bir anlaşmazlığa dönüşmüştür. Dönemin Başbakanı Erdoğan Beşşar Esed’in iktidarı terketmetsi yönündeki yaklaşımını sürdürmüştür. Türkiye’nin muhalefet olarak sürdürdüğü temaslara karşılık Esed rejimi PKK/KCK terör örgütü liderleriyle irtibat kurmuş ve Suriye’nin kuzeyinde PKK/KCK’nın Suriye uzantısı olan PYD’ye serbestlik tanımıştır. Gerilen ilişkiler sonucunda Türk Hava Kuvvetleri’ne ait bir F-4 tipi savaş uçağı, Malatya’dan havalandıktan sonra Akdeniz üzerinde düştü. Uçakla ilgili uluslararası ajanslar “Suriye düşürdü” haberini geçti. Dün gece Başbakan Erdoğan başkanlığında yapılan güvenlik zirvesinde sonrası yapılan açıklamada da uçağın Suriye tarafından düşürüldüğü doğrulandı. Başbakan Erdoğan’ın açıklaması şöyle: “22 Haziran 2012 tarihinde görev uçuşu için Malatya Erhaç Meydanı’ndan kalkış yapan uçakla, radar ve telsiz temasının kesilmesinin akabinde yaşanan gelişmeler, yapılan toplantıda ele alınmıştır. İlgili kurumlarımızın sağladığı verilerin değerlendirilmesi ve Suriye ile yürütülen ortak arama kurtarma faaliyetleri çerçevesinde elde edilen bilgiler neticesinde uçağımızın Suriye tarafından düşürüldüğü anlaşılmıştır. Pilotlarımız dahil arama kurtarma çalışmaları halen devam etmektedir. Türkiye olayın tam olarak aydınlatılmasının ardından, nihai tavrını ortaya koyacak, atılması gereken adımları kararlılıkla atacaktır.” [4] Uçağın düşürülmesi ve iki pilotun şehit olması sonucu Türkiye, Suriye’ye karşı angajman kurallarını değiştirmiş, Türk kara ve hava sahasına yaklaşan unsurların hedef alınacağını belirtmiştir. Bu dönemde Türkiye, sığınmacılar sorununa karşı Suriye’nin kuzeyinde tampon bölge kurulabilirliği konusunda BM’ye ve NATO’ya öneride bulunmuştur. Bu öneriyi Fransa kabul ederken, ABD temkinli yaklaşmış, Rusya ise karşı çıkmıştır.
Suriye ordusuna ait topçu birliklerinden 3 Ekim 2012 tarihinde atılan top mermilerinin Türkiye sınırları içinde Akçakale’ye düşmesi neticesinde 5 Türk vatandaşı hayatını kaybetmiş ve 10 kişi yaralanmıştır. Uçak krizinden farklı olarak bu saldırılara misli ile mukabele edilmiş, atışın yapıldığı noktalardaki hedefler Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilmiştir. Şam’ın kaza olduğunu iddia ettiği ancak tekrar etmeye devam eden saldırıların ardından Türkiye, Suriye’ye karşı caydırıcı olmak maksadıyla Meclis’te hükümete bir yıl süre ile yurtdışına asker gönderme yetkisi veren tezkere kararını almıştır. Türkiye bu dönemde Suriye kaynaklı tehditlere karşı ayrıca NATO’dan savunma amaçlı Patriot füze sistemi talep etmiştir. Türkiye’nin talebinin kabul edilmesiyle gönderilen Patriot hava savunma sistemi Suriye sınırına konuşlandırılmıştır. [5]
Suriye Krizi Türkiye’deki terör eylemlerinin artmasına da yol açmıştır. Daha önce sınır kapılarında meydana gelen bombalı saldırılardan sonra 11 Mayıs 2013’te Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelmiştir. Ayrıca Suriye Krizi Türkiye’nin güneyinde bir sığınmacı sorununu meydana getirmiştir. Çatışmalardan kaçan Suriye vatandaşları komşu ülkeler olan Türkiye, Lübnan, Ürdün ve Irak’a sığınmışlardır. Bugün Türkiye’de 3 milyonun üzerinde Suriyeli sığınmacı bulunmaktadır. Bu mesele Türkiye’de ciddi bir mali külfete yol açmış ve Suriye yakınlarındaki il ve ilçelerimizde de güvenlik sorunları ortaya çıkmıştır. Bu insanların bazıları kaçak yollarla Avrupa’ya geçmeye çalışırken yollarda telef olmuşlar büyük bir çoğunluğu Ege Denizi’nde boğularak ölmüştür. Batı bu insanların kendi ülkelerine gelmemeleri için Türkiye ile anlaşmaya çalışmışlar, bu insanların mali ihtiyaçlarını karşılayacaklarını beyan etmişlerdir. Ancak ne kadarını karşılamışlar orası tartışılır.
Suriye Krizi PKK/KCK terör örgütüne ciddi bir dış destek sağlamıştır. Suriye’deki otorite boşluğu ve Esed’in örgüte destek vermesi örgüt için bölgede hareket alanı sağlamıştır. Orta Doğu’da dört parçalı konfederal bağımsız bir Kürdistan hedefleyen terör örgütü, PYD üzerinden bölgedeki ayrılıkçı eğilimi tahrik etmiş, Suriye’nin kuzey ve kuzeydoğusunda başlangıç olarak özerk bir yönetim kurmaya çalışmıştır. Bu terör örgütü Suriyeli Kürtlerden militan temin etmiştir.
Kürt yapılanması özellikle Türkiye iç siyasete ilişkin önemli etkiler yaratırken, Suriye’de ortaya çıkan güç boşluğunda ortaya çıkan IŞİD gibi petrol kaynaklarına yakınlığı nedeniyle dünyanın en zengin terör grupları arasında sayılan silahlı gruplar Türkiye için gerek kısa vadede gerek uzun vadede daha büyük tehditler oluşturmaktadır. Bölgedeki istikrarsızlık sürdükçe bu güçlerin alanı daha da genişleyecek ve Türkiye için daha büyük bir tehdit oluşturacaklardır. 2015 yılı itibariyle IŞİD Türkiye’yle sınır komşusu olmuştur.[6]
Afranur ARIKAN*
[1] Yağmur ŞEN, Suriye’de Arap Baharı, Yasama Dergisi, Ocak- Şubat-Mart-Nisan 2013, sayı 23, syf.59
[2] Oktay BİNGÖL, Krizlerin Uluslararasılaşması: Rejime Karşı Protestolardan Bölgesel Çatışmaya Suriye Örneği, syf.4
[3] Atilla SANDIKLI- Ali SEMİN, Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye, BİLGESAM, syf:236
[4] Levent İÇGEN, Vatan Ankara, Suriye, Türk Savaş Uçağını Düşürdü! 23 Haziran 2012
[5] Atilla SANDIKLI, Ali SEMİN, Bütün Boyutlarıyla Suriye Krizi ve Türkiye’ye Etkileri, BİLGESAM, syf:237
[6] Yrd. Doç. Dr. Nurettin ALTUNDEĞER, M. Ertuğrul YILMAZ, İç Savaştan Bölgesel İstikrarsızlığa: Suriye Krizi’nin Türkiye’ye Faturası, syf: 293
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Ayrıca, siz bu ayaklanmaların işsizlikten, kuraklıktan çıktığını mı sanıyorsunuz? Libya ve Mısır devrimleri için hazırlıklar 2 yıl önceden sosyal ağdan başlamıştı, bu BOP’a demokratik baharatlar katma çabasıydı, başarılı oldu, sanki bölgenin halkı isyan etmiş gibi konuşuyorsunuz, bölgenin halkı isyan etse idi o savaş çoktan kazanılırdı, nüfusun tamamına yakını Esad ile beraber onun kontrolünde yaşıyor.
Aşırı derecede politik yüzeysel bir yazı, Esed Rejimi nedir? ÖSO’nun başındaki adam da Riyad El Esad, İsyanı çıkaran ABD’dir, ÖSO zaten Washingtonda Eğit Donat Bırak Kapsamında kuruldu, biraz da görünmeyen ve gösterilmesin istenilenleri anlatın, Erdoğan kendisi bu savaşı ABD için çıkartmıştır.
eğit donat projesi abdde değil ürdün ve türkiyede uygulandı ve eğitilenler ösoya diye gönderilip el nusraya katıldılar.
Yazı güzel yazılmış ama ben 6 yıldır aynı şeyleri duymaktan bıktım. Tüm bu yazdıklarınızı 6 yıldan beri duyuyor ve görüyoruz. Anlattıklarınızda doğruluk payı yüksek. Fakat bu yazınız buzdağının görünen kısmıdır. Artık görünen kısmını akılda tutmakla beraber, denizin altında bulunan görünmeyen kısmınıda incelemek gerekir diye düşünüyorum. Başarılar…