Ülkemizin yaşadığı her tarihi dönemeçte vatandaşlarımız gördüler ki, memleketi kurtarmak istiyorsak evvela kendini kurtarıcı ilan edenlerden kurtulmamız lazım. Zira Osmanlı’dan bu yana bir tarafta milli irade durmuşken diğer tarafta ise milli iradeyi küçümseyen, kendini memleket adına kurtarıcı ilan edenler saf tutmuştur.
Bu yazıda, aydın kimliği altında milleti hakir gören, tepeden bakan kesimin aslında ne kadar zavallı olduğunu eski Başbakan ve DSP lideri Bülent Ecevit’in gözünden ortaya koymak istiyorum. Ecevit 19 Kasım 1989 günü İzmir Eczacılar Odası’nın düzenlemiş olduğu toplantıda bir konuşma yapmıştır. Bu konuşma metninin tamamını biz gençlerin okumasını gönülden isterim. Zira Ecevit konuşmalarında gençlerin ülke meseleleri üzerine kafa yorması gerektiğini, ülke için politika üretmeleri gerektiğini her zaman vurgulayan bir insandı. Bir ön alma cümlesi olarak belirtmeliyim ki bu yazının konusu kesinlikle Bülent Ecevit’in şahsı yahut temsil ettiği siyasi görüşle alakalı değildir. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun belli bir bilince ulaşmak istiyorsak önyargılarımızı kırmamız gerekir. Hak söz kimden gelirse gelsin hak sözdür.
Öncelikle Ecevit’in şu hatırası ile başlamak istiyorum; “1975 yılında, ana muhalefet lideri olarak ilk kez Finlandiya’ya gitmiştim. O sırada Finlandiya’daki karma hükümetin başında Sosyal Demokrat Parti vardı. Programımızda bu partinin meclisteki grup başkan vekillerini ziyaret de vardı. Rahmetli Hasan Esat Işık ile ve başka arkadaşlarımla birlikte meclis binasına gittik. Bütçe görüşmelerinin son günleriydi ve meclisin çok yüklü bir dönemiydi. Bizi kapıda 22-23 yaşlarında iki delikanlı karşıladı. Son derece kibarlardı. Bizi yukarı çıkarttılar, grup başkan vekillerinin odasına götürdüler, koltuklara oturttular ve kendileri de birer sandalyeye oturdular. Kendilerinin protokol veya özel kalem görevlisi olduklarını düşündük. Grup başkanvekillerini beklemeye başladık. Fakat zaman geçiyor, grup başkan vekilleri bir türlü gelmiyordu. Ben içimden “herhalde bütçe oylaması vardır da ondan gelmiyorlardır” diye düşünüyordum. Beklerken bizi karşılayan gençlerle konuşmaya başladık. Baktım her konuda son derece bilgililerdi; iç politikayla, dış politikayla ilgili çok ilginç şeyler söylüyorlardı. Çok iyi yetişmiş gençlerdi. Bir ara saatime baktım ki başka bir randevumuzun zamanı gelmiş geçiyordu. “herhalde grup başkan vekilleriniz oylamaya katıldıkları için gelemiyorlardır; biz artık ayrılalım, kendilerine selam söyleyiniz” dedim. Gençler şaşırdılar, “grup başkan vekilleri biziz” dediler. “Nasıl olur, sizler ancak 22-23 yaşlarında görünüyorsunuz”… “Öyleyiz” dediler. “Nasıl bu yaşta milletvekili olabildiniz; üstelik bir de iktidar partisinin grup başkan vekilliğine gelebildiniz?” dedim. Güldüler. “Biz ortaokulda politika yapmaya başlarız” dediler.”
Ecevit, ülkemizdeki “aydın olma” hastalığının böyle bir gençliğe sahip olmakla düzeleceği inancındaydı. Mesele politize olmadan politik düşünebilme istidadını haiz olmaktı. Ve bu husus bir kesimin tekeline bırakılamazdı. Ecevit’in ağzından aydın(!) kesim ve halk ile alakalı düşüncelerinden birkaçını aktarıyorum;
- “Karagöz bir çocuk oyunu değildir; önemli bir siyasal kültür kurumudur. Hacivat gibi kendisine tepeden bakan, kendisini hor gören seçkinci aydınlarla, Türk halkı, Türk köylüsü, yüzyıllarca Karagöz’ün ağzından alay etmiştir.”
- “Osmanlı toplumunda aristokrasi yoktu, meritokrasi vardı. İnsanlar, soylarına veya varlıklarına göre değil, yeteneklerine göre bir yerlere gelebilirlerdi. O anlamda aristokrasi değil, meritokrasi vardı.”
- “Türk halkının demokrasiye “seçkin” ve “aydın” denen kesimden daha yatkın olduğunun belirgin bir kanıtı da şudur: seçkin veya aydın denen kesimden, bunalım dönemlerinde sık sık askere çağrı geldiği halde, halktan, köylüden hiçbir zaman askere çağrı gelmemiştir.”
- “Bazı ilerici aydınların(!) dine bağlılığı laikliğe aykırı gibi görmeleri ve göstermeleri yüzündendir ki bir kısım dindarlar da laikliğe kuşkuyla bakar olmuşlardı. Bu açık gerçeği göremeyen kimi ilerici aydınlarımız(!), laikliğin elden gideceği kaygısına kapıldıkça, demokrasiye büsbütün sarılacağı yerde “zinde güçlerden” medet ummaya başlarlar. Zinde güçler ise ne zaman demokrasiye ara verip yönetime el koysalar, laiklik büyük tahribata uğramaktadır.”
- “Belki bir ölçüde Fransa hariç hiçbir demokratik ülkede, bir kimsenin “ben aydınım” diye ortaya çıktığı ve siyasal etkinlik göstermeye çalıştığı görülmemiştir. Hatta demokratik ülkelerin birçoğunda aydın tavrı takınmak alay konusu olmuştur. Örneğin İngiltere’de aydın tavrı takınanlarla “yüksek alınlı” diye, Amerika’da “yumurta kafalı” diye alay edilir.”
Aktarması benden analizi sizden… Şahsım adına Ecevit’in bu hatırasına ve yukarıda yazılı görüşlerine bir genç olarak büyük önem veriyorum. 20’li yaşlardaki insanların günümüzdeki “aydın” problemini iyi analiz etmeleri gerekmektedir. Milletin ferasetine güvenen yöneticilerin yönettiği, kendine güvenen gençler olmak zorundayız ki “yumurta kafalılar” değil, Finlandiya örneğinde olduğu gibi bu ülkeyi biz yönetelim ve ülkemizi gerçek “aydınlık” günlere ulaştıralım. Bunun için ne aydın olmaya gerek vardır ne de makama, mevkiye…Ülke kaderi üzerinde söz sahibi olmak isteyen, vatana hizmet aşkıyla yanıp tutuşan genç arkadaşlarımız için son bir not; “Bu ülkeyi Atatürk gibi, Kazım Karabekir gibi apoletlerini söküp atmış bir nesil kurmuştur.” Saygılarımla…
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.