Kıbrıs mı, KKTC mi?

1856

Kıbrıs, yalnız Kıbrıslı Türklerin değil aynı zamanda Türkiye’nin ve bütün bölgenin güvenliğinin güvencesidir. Nitekim, İngiltere 2.Dünya Savaşı’ndan sonra bütün kolonilerini bıraktığı halde bir koloniyi elinde sımsıkı tutmuştur: ”Kıbrıs”. Rumlar, tarihin hiçbir aşamasında Kıbrıs’ta egemen olamamışlar veya yönetime gelmemişlerdir. Kıbrıs adası, hiçbir zaman bir Rum-Yunan adası olmamıştır. Ama 1571’den itibaren Ada’nın Osmanlı hâkimiyetine geçtiğini görüyoruz. Daha sonra İngiltere, hile yoluyla Kıbrıs’ı ele geçirmiş, Rumlar bu dönemde de yönetimde söz sahibi olamamışlardır.

Nihayet Londra ve Zürih Antlaşmalarıyla Batılı devletler, özellikle Amerika ve İngiltere bir ortak devlet kurulmasını istemiş ancak onu da beceremeyip ellerine yüzlerine bulaştırmışlardır. Öyleyse Avrupa Birliği, ABD ve diğer devletler, niçin sanki Kıbrıs, Rumların toprağı gibi davranmaktadır? Bu, biraz da bizim ihmalciliğimizden geliyor zannederim. Geçmiş yıllarda bunu üst üste çok vurguluyordum ama bir türlü ciddiye alınmamıştır. Biz askeri gücümüzle zorunlu olarak Kıbrıs’a çıktık ve orada hem Türklere hem Rumlara ilk defa barış, demokrasi ve refah sağladık. Bu durumda Kıbrıs’ta çözülmeyecek nedir?

Kıbrıs’ın konumu

Aslında Rumlar da ne yapacaklarını bilmiyorlar. Rum-Türk yönetimi reddedilirken, iki halkın bir arada yaşayamayacağı da açıkça görülüyor. Bunun için, Rumları yönlendiren Yunanistan’a bakmak yeterlidir. Ortodoks Hıristiyanlık etkisi altında çağ dışı bir devlet olan Yunanistan’dan başka hala laikliği kabul etmemiş bir devlet mevcut değildir. Bugün dünyada ”ben cumhuriyet kurdum ama krallığım var” iddialarını sürdüren başka devlet var mı? Atina, Selanik nerede, Adana Sinop nerede düşünmeyip, bütün bu yerler benimdir diyor ve Amerikalısı da Avrupalısı da ses çıkarmıyorlar, olacak şey değil.

Bana göre, Kıbrıs ile benzer durumda ki bazı adaların yönetim modelleri üzerinde de durmak gerekir. Bu açıdan, İngiltere’nin Channel Islands ve Man Island Danimarka’nın ise Faroe Islands ile ilişkileri örnek alınabilir. bu gibi durumların hiçbirinde bildiğim kadar özel bir kapsam olmadı. Örneğin, Man Island’ın başında İngiliz Hükümeti’nin tayin ettiği bir askeri kumandan var, ana ülke istediği konularda istediği kadar dayatabiliyor ve basın özgürlüğü ile anlatım özgürlüğü çok kısıtlı… Biz bunu yapsak kıyamet kopardı.  Oysa Kuzey Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nde bütün Batı ülkelerinin, bu arada ABD’nin de sahip olmadığı kadar ileri haklar tanınıyor. Türkiye asıl hak sahibi iken bunlara herkes seyirci kalıyor, politikacılar bu açıdan bakmıyorlar. Onun için biraz daha farklı bir kimlik ortaya çıkarmamız gerektiğini düşünüyorum.

Bu noktada yapılması gereken Avrupalılara baştan hata yaptığını söylemektir. 1997’de AB’nin Lüksemburg toplantısı yapıldı ve aleyhimizde bir ortam doğdu. Oysa, AB, Türkiye ile KKTC’yi inceleyip nerede yanlışı var veya yok diye değerlendirmedi. Ufacık bir ülke, yani Lüksemburg, AB’yi Kıbrıs Türkleri ve Türkiye hakkında kararlar alması, görüşler açıklaması konusunda yönlendirdi. Batılılara, Aralık 1999’da Helsinki toplantısını da hatırlatmak gerekir: Kıbrıs ve Ege ile ilgili içimize sindiremeyeceğimiz bazı koşullar öne sürmek istediklerini öğrenip, “Biz gelmiyoruz bu toplantıya, yemeğe de katılmayacağız” dediğimiz zaman, gerek AB yöneticileri, gerek Lipponen ne demişlerdi bize? “Size herhangi bir dayatma olmayacak, koşul öne sürülmeyecek” sözü vermişlerdi. Bu başarıyı yöneten Türk Heyeti ciddi kazançlar ile dönmüştür.

Bu noktada artık gerçeği hatırlatmak lazım: “Kuzey Kıbrıs’ta çözüm 30 yıl önce sağlandı…” geçenlerde bir dış geziye giderken basın toplantısında Sayın Başbakan’a sordular “Kıbrıs’a barış götüreceğiz” dedi. Oysa barışı zaten 30 yıl önce götürmüşüz ve sımsıkı duruyor. Türkiye olarak KKTC’de yeterli etkinlik göstermemiş olabilir, ekonomi açısından hatalar da yapılmış olabilir. Fakat bütün ağır ambargolara karşın, Türkiye’nin neredeyse iki misli olan kişi başına ulusal gelirle KKTC’nin ekonomisi de gelişiyor, demokrasisi de. Gayet demokratik seçimler yapılıyor. Rumlar bile şimdiye kadar “Oraya Türk askeri geldi, baskı yapıyor zulmediyor” diyemediler.

Kıbrıs konusunu izlemesi gereken üç devlet vardır: Garantör devletler olarak Türkiye, İngiltere, Yunanistan ve elbette Kıbrıs Rum ve Türk tarafları. Onun dışında diğerlerinin ne ilgisi var? Bu üç devlet oturur,, işin çerçevesini hazırlar. Kıbrıs Rumları ve Türkleri de, komşu iki ayrı devlet olarak nasıl yaşayacaklarını kararlaştırmaya ve anlatmaya çalışırlar. Ama şimdi Kıbrıs konusunda Amerika ne düşünürse, İngiltere, Yunanistan, İsrail, ne ileri sürerse konu onlarla da tartışılıyor.

Türkiye, o kadar önemli bir ülkedir ki, AB Türkiyesiz yapamaz. Nitekim, Avrupa’nın ortasında bir Bosna-Hersek sorunu ortaya çıkıyor, Avrupalılar hiçbir şey yapmıyor, bir Makedonya sorununu hala çözemiyorlar. Durum böyle iken, Arnavutluk’un donanmasını genel istek üzerine Türkiye yapılandırdı, Azerbaycan’ın ordusunu da Türkiye yapılandırdı. Birçok Afrika ülkesinin ya askeri, ya polisi Türkiye’den destek alıyor, Afganistan ile yıllardır çıkar ilişkisine giren ülkeler görevden kaçarken, Türk askeri Afganistan’da bulunuyor. Türkiye’nin bu durumuna karşılık, birçok Avrupa ülkesinde ırkçılık ve dincilik mevcuttur. Batı, Türkiye’nin nüfusunun büyüklüğünden, Avrupa Parlamentosu’nda çok ağırlıklı bir güç olacağı düşüncesiyle endişe etmektedir. Bunları iyi değerlendirirsek aslında çok güçlü durumdayız ve ben inanıyorum ki yeniden müzakere koşullarını belirlemeyi başarabiliriz. Ancak, bir yandan da çok kaygı duyuyorum, çünkü dış politikada bir takım ağır hatalar işlesek bile bunların üstesinden gelebiliriz ama Türkiye’ye neredeyse bir Sevr uygulaması getirecek kadar ağır dayatmalar yapılmışsa, dış politikada yeniden bir Atatürk dönemi başlatmalıyız.

Eğer Türkiye’nin varolan gücü, potansiyel gücü geçmişteki örneklerde olduğu gibi etkili bir şekilde uygulanabilirse; hem Kıbrıs hem de AB konusundaki sorunları, zorluklara rağmen rahatlıkla aşabiliriz. Kıbrıs’ın yalnız Kıbrıs Türk halkının güvenliği için değil Türkiye’nin ve bütün bölgenin güvenliği için zorunlu olduğu bilincine vararak hareket edilmesi gerekir. Bu bilinç, eminim Kıbrıslı Türklerin çoğunluğunda mevcuttur. Kıbrıslı Türklere dileğim, Türk ulusunun tarih boyunca kanıtlanmış olan özelliklerine inanmalarıdır. KKTC ve Türkiye cumhuriyeti arasında uyum geçmişte olduğu gibi sürdürülmelidir.

Muratcan Işıldak

StratejikOrtak.com MİSAFİR YAZAR

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

1 Yorum Var

  1. Kıbrıs konusu asırlardır gündemden düşmüyor, çünkü adanın stratejik önemi var.Şimdi bunlara ilaveten birde zengin doğal kaynaklar eklendi. Böylesi önemi haiz bir yeri Türkiye yönetimi 1880’li yıllardan beri boşadı, konu menfaatler olunca ‘nerede kalmıştık’ deyip adaya sahip çıkmaya çalışıyor ama bir gerçek var ATI ALAN ÜSKÜDARI GEÇTİ. 1880’lerde bir kişi için satılan Kıbrıs adası Osmanlının gündeminden çıktı ve orada yaşıyan binlerce Türk soydaş unutuldu,taaki Menderes hükümeti kurulana kadar. O dönemde adadaki huzursuzluklar ve Türk’lere karşı yapılan zülümler ayyuka çıkınca, Ada halkından bir gurup Menderes hükümetinden yardım istedi ve ondan sonra Kıbrıs konusu Anavatanın gündemine girdi. Adadaki Türkler yavaş yavaş eğitilmeye ve arkanızdayız telkinleriyle varlıklarını duyurmaya başladılar.1963 olayları sonrası yaşanan olaylar Türkiye yönetiminin etkisiz olması nedeniyle BM yönetim yetkisini Rumlara verdi. Rumlar Adanın yönetim yetkisine sarılarak Adanın sahibi havasına girdi ve Hristiyan devletlere bunu kabul ettirdi. Şimdi adanın tümü kendininmiş de Türkiye bunun %30 nu işgal etmiş bir istilacı gibi göstermekte ve Türkiye yönetimleri bu süre içinde batılı devletlere göbekten bağlı olduğu için ses çıkaramadı.Şimdilerde batı ile ilişkiler leymoni olduğu için yaparız ederiz deniyor ama birşey olacağı yok. Batı menfaati olduğu yerden çıkarılması çooook zor.Dengeler değişir iklimle değişir bazıları uyanursa Belki.

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz