Dünyamız, topyekûn savaş standartlarına uyan iki büyük savaşı geride bıraktı. Habil ile Kabil hadisesinden bu yana, öldürmeyi üstünlük aracı ve nihayete erişmenin basamağı gören devletler, bu iki büyük savaşta milyonlarca insanı “çıkar” uğruna feda ettiler. İki büyük savaşın da Avrupa’nın göbeğinde patlak vermesi, elbette rastlantı eseri olamaz. İki savaşın da ana nedeni, çıkar yani ekonomi idi. Bu ekonomik çıkarı bölüşemeyen iki ana blok mevcuttu. Alman nüfuzunu kırarak kendi bloğunun işlerliğini devam ettirmeye çalışan bir İngiliz bloğu ve dünya kâr pastasından pay almaya çalışan –hatta Hitler ile tüm pastaya sahip olmaya çalışan- Alman bloğu. Bu blokların birbirlerine “topyekûn harp” ilanı, yukarıda bahsedilen vahşetin tarihi adlandırmasıdır.
Topyekûn savaşların bitmesiyle dünyamız yeni ve çeşitli kavramları, ilginç teorileri ve varsayımları duymaya başladı:
- Çevreleme
- Soğuk Savaş
- Demir Perde
- Marshall Yardımı
- Berlin Duvarı
- Yüzdeler Antlaşması
- İki Kutuplu Dünya
- Komünist – Kapitalist Dünya
- Silahlanma Yarışı
- Uzay Yarışları
- İzolasyonizm
- De-Stalinizasyon
- Topyekûn Savaş
Yukarıda sayılan olaylar, İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden günümüze değin “Soğuk Savaş”tan bahsederken söylenmeden geçilmeyen bazı kavramlardır. Bu kavramlara yakın zamanda yenileri de eklenmişse de, “Soğuk Savaş” konumuzdan şimdilik sapmamak için bunlarla yetinilecektir.
Soğuk Savaş Nedir?
En kısa tabiriyle; İkinci Dünya Savaşı’nın sonu ile SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin yıkılışı süreçleri içinde ABD-SSCB arası yaşanan ve sıcak çatışmaya dönüşmeyen –Kore Savaşı Hariç- askerî, siyâsî, ekonomik restleşmelerdir.
Savaşın bitmesiyle beraber patlak veren Almanya sorunu ve Stalin’e yakın ülkelerin sosyalist politikalar izlemesi, İngiltere ve ABD’nin, gelecek dünyayı şekillendirmesi için büyük bir sebep olarak görüldü. Soğuk Savaş’ın ilk restleşmesi, İkinci Büyük Savaş sonrası dörde bölünen Almanya’nın, -üç bölge Batı, bir bölge SSCB- Batı bölgesinin, Truman Doktrini ve 1947 Marshall Yardımı adı altında desteklenmesiyle başlamıştır. Her ne kadar galip devletler arasında yer alsa da SSCB, ekonomik ve askerî açıdan son derece zor günler geçiriyordu. Bu sebepten, Batının Marshall Yardımı’na karşılık çareyi, özgürlükleri kısmakta buluyordu. Böylece, Soğuk Savaş’ın temelleri atılmış, dünya adeta ortadan ikiye kesilme sürecine giriyordu. Hatta bu olaylara karşı tepkisini gizleyemeyen İngiliz Başbakanı Churchill, kendilerine karşı SSCB kanatları altına giren bölgeye “Demir Perde” yakıştırmasını yapıyordu. Aslında yine kendisi, 1944 yılında meşhur “Yüzdeler Antlaşması” ile Sovyet nüfuz alanlarını kendi alanlarından ayırmak istemişti.
Churchill’ın “Demir Perde” olarak adlandırdığı perdenin içindeki ticaretin ve ekonominin tek elde toplanması için Sovyetler, COMECON adlı örgüt kurdu. Buna ek olarak, aslında soğuk savaşın ana nedeni olan güvenlik kaygısına karşı da, KOMİNFORM adlı bir ortak istihbarat bürosu kuruldu. Bu büroda, tüm Sovyet ülkelerinin istihbarat şefleri mevcuttu. Yugoslavya’nın da başlarda dahil olduğu bu örgüt, Tito’nun bağımsız hareketleri sebebiyle Yugoslavya’yı ihraç etmiştir.
Tüm bu gelişmelere karşılık ABD’nin genel bakışı, kapitalizmi güçlendirmek, Sovyet yayılmacılığını önlemek ve komünizme geçit vermemek olarak değerlendirilebilir. Ancak, ABD iç siyasetinde oluşan “kurulum ayarlarına dönme” yani Monroe Doktrini olarak bilinen ABD’nin Avrupa kıtasından izolasyonu diyebileceğimiz bir ses yükselmekte idi. İçeride bunlar yaşanırken, dış politikaya dair dönemin Sovyet uzmanlarından olan George Kennan’ın ortaya attığı “Çevreleme Politikası”, ABD’nin Sovyetlere karşı yeni taktiği olacaktı.
Kennan’ın bu politikasına göre; Sovyetler, güvensizlik hastalığına yakalanmıştı. Kendilerine yazıkları reçetede ise yapılması gereken, komşularının gücünü en aza indirip, ABD varlığına kastetmekti.
Foreign Affairs dergisinde yayımlanan makalesinde ilk kez “çevreleme politikası”ndan bahseden Kennan, Sovyetlerin etrafının örülmesi gerektiğini, böylede genişlemek imkanı verilmemesi gerektiğini söylüyordu. Bu politikanın ilk hamlesi ise, Sovyetlerin, Türkiye Devletinden mütemadiyen boğazlar üzerinde hak istemesi sonucu, ABD donanmasının Doğu Akdeniz’e gelişidir. Donanmanın yaklaşması sonucu, Türk sınırında bulunan yirmi beş tabur Rus askerinin geri çekilmesi, çevreleme politikasının getirilerinden görülebilir.
Bu hamlelere ek olarak, Yunanistan ve Türkiye’ye Truman Doktrini ile ulaşan yardımlar, Sovyet çevrelemesine bu iki ülkeyi duvar gibi eklemek demek oluyordu. Peşinden gelen Marshall yardımları ile bir çok ülke, bu satranca dahil edilmişti.
Marshall Planı
Ülke | Milyon Dolar |
Birleşik Krallık | 3,189 |
Fransa | 2,713 |
İtalya | 1,508 |
Batı Almanya | 1,390 |
Hollanda | 1,083 |
Yunanistan | 706 |
Avusturya | 677 |
Belçika | 559 |
Danimarka | 273 |
Norveç | 255 |
Türkiye | 225 |
İrlanda | 147 |
İsveç | 107 |
İzlanda | 29,3 |
Yukarıda ülkeler ve miktarları verilen bu planın hedefi için, savaş sonrası kalkınmak isteyen ülkelere yardım gibi kulağa gayet komik gelen söylemler türemiştir. Ancak doğrusu;
- Yardım sağlanan ülkelerin ekonomileri kalkındırılarak, içlerindeki Komünist söylemlerin savuşturulması
- Mevzu bahis ülkelere aktarılan paralar yine ABD piyasasında harcanacak, böylelikle yeni pazarlar açılmış olacak
- Sovyetlere yanaşma ihtimalleri ortadan kalkacak
Bu plana Sovyetlerin tehdidi sayesinde Doğu Avrupa ülkeleri katılamadı. Böylelikle, Avrupa’nın bir nevi ekonomik bölünmesi tam manada gerçekleşmiş oldu.
Marshall Planı sonrası bir başka hamle ise, 4 Nisan 1949’da kurulan NATO ( Kuzey Atlantik Paktı Örgütü) olmuştur. Başlarda siyasi mantık ile kurulan bu örgüt, Sovyet yayılmacılığına karşı öne sürülen en sert hamle olarak dikkat çekmiştir.
Takvimler Ağustos 1949’u gösterdiğinde, karşılıklı hamlelerin daha da serleşmesi kaçınılmaz hâl almıştı. Zira, her ne kadar “İki Kutuplu Dünya” söylemi yaratılmış olsa da, Japonya örneğinden hatırlayacağımız gibi bir Atom güç farkı mevzu bahisti. İşte tam bu sırada Sovyetler, ilk atom bombası denemesini başarıyla test ettiler ve böylece Amerikan tekelini yerlebir ettiler. ABD’nin bu hamleye karşı hamlesi ise; atom bombalarını daha da güçlendirmekle (termodinamik atom) kaldı. Bir yıl geçmeden Sovyetlerin de aynı bombayı kullanmaya başlaması, silahlanma yarışının boyutlarını gözler önüne sermekteydi.
Soğuk Savaş İçinde Sıcak Savaş
Kuzey Kore’nin 1950 yılında, Güney Kore’ye saldırmasıyla patlak veren bu savaş, Soğuk Savaş’ın ilk ve tek sıcak savaşı olarak bilinir. Bu savaş, Soğuk Savaş’ın daha keskin ve silahlı bir hale evrileceğinin adeta habercisidir. Bundan sonraki süreçte hamleler daha etkili olmuştur. Batı bloğunda bir örgütlenme telaşı boy göstermekteydi. Özellikle ABD’nin, Japonya dahil bir çok ülke ile ikili ilişkilerini geliştirmesi ve buralarda askeri üsler kurması, SEATO’nun kurulması ve Bağdat Paktı’nın CENTO’ya çevrilmesi gibi hamleler, örgütleşme yolundaki adımları kanıtlamaktadır.
Stalin’in Ölümü
Stalin’in 1953 yılında ölümüyle, ikili ilişkiler biraz olsun ılımlı hale gelmiştir. Özellikle yeni başkan Eisenhower’ın “Barış için bir şans” olarak gördüğü bu durum, iki süper gücü birbirine yaklaştırdı. Ancak, Stalin’in ölümüyle yeşeren ümitler, Almanya sorunuyla tekrar alevleniyordu. Batı Almanya’nın NATO’ya davet edilmesi üzerine SSCB, 1956 yılında Varşova Paktı’nı kurarak bu hamleye karşı hamlesini öne sürdü. Stalin’in ölümü sonrası ülkenin başına geçen Kruşçev, Stalin’in korku imparatorluğuna karşı de-Stalinizasyonu uygulamaya koymuştur. Stalin’e dair etkileri ortadan kaldırmak demek olan bu politika, ABD’nin Komünizm ile savaşında işine yaramıştır.
Nükleer ve Uzay Yarışı
Yukarıda da bahsedildiği üzere, 1949 yılında kırılan ABD’nin atom tekeli, sonraki süreçte devamlı olarak ABD’nin bir üst seviyeye çıkma ve Sovyetlerin onu kovalama süreci şeklinde devam emiştir. Ancak takvimler, 1957 sonlarına geldiğinde Sovyetler, ilk kıtalararası balistik füzelerini test edip, ilk insan yapımı uydu olan Sputnik’i uzaya gönderince, yarış bambaşka bir hal aldı. Bu yenilgiye çok fazla dayanamayan ABD, 1958 yılında uzaya ilk uydusunu göndermeyi başardı. Aslında İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde Sovyetleri düşündüğümüz zaman, 1958 yılında ABD’den önce uzaya çıkmış olması, ABD’yi düşündüren bir konu olmuştur.
Sovyetlerin, kıtalararası balistik füzeye sahip olması, ABD’nin “Doğu Avrupa’ya yaklaşırsan vururum” tehdidini güncelleyerek, “vurursam vurulabilirim de” haline çevirmiştir.
Küba Krizi
1962 yılında ABD’nin Türkiye’ye yerleştirdiği füzelerin hemen ardından Sovyetler de, ABD’nin yanı başında bulunan Castro’nun ülkesi Küba’ya füzelerini yerleştirir. İki taraftan birisinin yapacağı mantık dışı hamle, o günlerde dünyamızı kasıp kavuracak şiddetli fırtınalara sebep olabilirdi. Kruşçev ve Kennedy’nin karşılıklı mektuplaşmaları sonrası geri hamleler atılmış ve tehlike böylelikle geçiştirilmiştir.
Soğuk Savaşın Sonu
1980’lerin sonuna gelindiğinde, Sovyet Bloğundaki ülkelerin ekonomileri gittikçe zayıflamaya başladı. 1985 yılında iktidara gelen M. Gorbaçov, göreve gelir gelmez baskıcı rejimin yavaşlayacağı işaretini verdi. Karşı Blokta Thatcher ve Reagan’ın temsil ettiği neo-liberalizmin yükselişi, ABD ticaretinin muazzam artışı, Doğu Avrupa Komünist partilerin çöküşüne sebep oldu ve yavaş yavaş Soğuk Savaş’ta sona gelindiği anlaşıldı. Buna ek olarak 1991’de SSCB’nin çökmesi, artık dünyada yalnızca tek süper güç olduğunun sembolü olmuştur.
“Geçtiğimiz yıl içinde çok uzun sürmüş bir çatışmalar ve soğuk savaş dönemini noktalayarak, büyük ilerlemeler sağladık. Şimdi önümüzdeki hedef, kendimiz ve gelecek kuşaklar için yeni bir dünya düzeni kurma hedefidir.”
1991 (Baba) Bush
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Kısa ve öz olmuş gerçekten eline sağlık başkan
Dostum son zamanlarda okuduğum en güzel ve en akıcı yazılardan biriydi. Kalemine sağlık.
Sağ olasın.
Dünya’nın çivisini çıkardınız. Allah belanızı versin…
Sorma 🙂