Türk Halkının “MİT” ve “İstihbarat” Algısı

11415
Yazarlık Başvurusu

Ülkemizde istihbarat alanında en büyük eksikliklerden biri de istihbaratın akademik bir değer taşımadığı, istihbaratın bir bilim olmadığı düşüncesidir. Abraham SHULSKY ’e göre “İstihbarat her tür ekonomik, politik, sosyal ve askeri gelişmeyi anlamayı ve derhal öngörmeyi amaçlayan evrensel, sosyal bir bilimdir.” Türk halkının ve akademisyenlerinin çoğunun düşüncesi bundan çok uzaktır.

İstihbarat, Türk toplumu için yıllarca korkulması gereken, ağza alındığında başa dert açabilecek yasaklı bir kelime, bir tabu ve uzak durulması gereken bir kavram ve faaliyet olarak görülmüştür. Ancak Türk toplumunun istihbarat faaliyetlerine ve teşkilatlarına bu gözle bakması çok da yadırgayabileceğimiz bir şey değildir. Çünkü istihbaratın ne anlam ifade ettiği, devlet yönetiminde ne ölçüde önemli olduğu uzun yıllar boyunca devlet teşkilatlarımız tarafından dahi tam olarak anlaşılamamış ve yanlış politikalar sonucunda halkın istihbarat teşkilatlarımızdan ve faaliyetlerinden korkmalarına sebebiyet verilmiştir. Örneğin CIA’nın yıl içinde ürettiği istihbaratın %60’ı açık kaynak istihbaratı temelli olduğu halde ülkemizde ancak 2008 yılında Milli İstihbarat Teşkilatı bünyesindeki reorganizasyon çerçevesinde Açık Kaynak İstihbaratı Dairesi kurulabilmiştir.

   “İstihbarat, yabancı bir hükümetin ya da siyasi bir partinin yıkılması, yabancı devlet adamlarının veya hedeflerin ziyana uğratılması, kişi veya ajanların kaçırılması veya öldürülmesinden ayrı olarak bir ülkenin rakiplerinden daha fazla avantaj sağlamasını veya en azından yaşamaya devam etmesini sağlayan bilginin toplanılmasıdır.[1]

Bu tanım istihbarat faaliyetlerini algılayış biçimimiz açısından yerinde ancak fonksiyonel anlamda eksik bir tanımdır. Zira tanımda belirtilen amaçlara yönelik yürüttüğümüz faaliyetler kapsamında elde ettiğimiz bilgilerin stratejik veya taktiksel boyuttaki hedeflerimize yönelik analize tabi tutulmaması durumunda bu faaliyet istihbarat değil ancak “haber alma” olarak nitelendirilebilir. Yani istihbarat; stratejik veya taktiksel boyutta kullanmak üzere çeşitli yöntemlerle elde ettiğimiz bilgilerin sistematik bir şekilde analiz edilerek ilgili makamlarca kullanılması sürecini bir bütün olarak ifade eder.

    “Bilgi olarak istihbarat, Sun Tzu’ ya göre, bir hükümdarı ya da bir generali başarıya, fethe ve büyük işler yapmaya götüren, geleceği görmesidir. Faaliyet olarak istihbarat konusunda ise Sun Tzu, geleceği görmek denilen şey ruhlardan, kamlardan, geçmişteki olaylar ile yapılan karşılaştırmalardan veya hesaplamalardan çıkarılmaz. O, düşmanın içinde bulunduğu durumu bilen insanlardan elde edilmelidir.”[2] Demektedir.

Türklerde istihbarat faaliyetleri çok eskilere dayanır. Bir milletin kaderinin asla şansa bırakılamayacağını acı tecrübeler ile bilen bu millet, tarihte çok başarılı teşkilatlar kurmuş, taktik ve stratejik istihbarat ihtiyacını karşılayacak çok değerli istihbaratçılar yetiştirmiştir. Ancak birtakım politik başarısızlıkların sonucu toplumumuzun “stratejik zihniyetinde” ve devletimizin “bürokratik hafızasında” kırılmalar, bozulmalar meydana gelmiştir. Bu kırılmaların, bozulmaların halka olan etkilerine gelmeden önce devletin istihbarat anlayışının nasıl şekillendiğine göz atalım.

 Günümüzde “haber alma” olarak Türkçeleştirilen “istihbarat” kelimesi köken olarak Arapça bir kelimedir. Bu Türkçeleştirme aslında toplum ve devlet olarak istihbarat denilen faaliyet hakkındaki paradigmamızın derin ipuçlarını içermektedir. Ülkemiz genel olarak Ortadoğu ve Arap kültürü etkisinde toplumsal dinamiklerini şekillendirmiş ve bu durum hiç şüphesiz felsefi boyutuyla, devlet teşkilatlarımızın yapısına ve işleyişine de olumlu/olumsuz tesir etmiştir. Ortadoğu kültüründeki bu isimlendirmeye bakarsak istihbaratın insanların zihninde “reaktif yönüyle” yer ettiğini görürüz. Örneğin Suriye’nin istihbarat teşkilatına “El-Muhaberat”, Mısır’ın “Al-Mukhabarat al-‘Ammah” adını vermekle aynı felsefi yaklaşımın kalıntılarını barındırdığını görürüz. İşte Batı ve Doğu kültüründeki istihbarat algılarının temelde ayrıldığı noktaların başlangıcı, bu faaliyetlerin isimlendirilmesinde açıkça karşımıza çıkmaktadır. Doğu kültüründe “haber, bilgi” kavramları etrafında şekillenen bu çok önemli devlet faaliyeti Batı kültüründe “zekâ, akıl” kavramları etrafında şekillenmiş, isimlerine de bu şekilde yansımıştır. Örneğin dünyanın en etkili istihbarat teşkilatlarından ABD ve İngiltere istihbarat teşkilatları CIA ve MI5’ın açılımı  ”Central İntelligence Agenc” ve ”Military İntelligence 5”dır. Buradaki  “intelligence”  kelimesi köken olarak İngilizce’de “zekâ, akıl” anlamına gelen “intelligent” kelimesinde gelmektedir. Bu örnekler iki kültür arasında istihbarat faaliyetlerinin nasıl algılandığına dair önemli bir ipucudur. Kültürler arası bu algılanış biçiminin sebeplerine girmeden şunu söylemek isterim ki bu durum, bölge insanlarının “tarihsel hafızaları” ve “stratejik zihniyetleri” incelendiğinde tam tersine şekillenmesi gereken bir durumdur.

Arap ve genel olarak Ortadoğu kültüründe “savaş”, Batı ülkelerine göre çok farklı yaklaşılan bir olgudur. Clausewitz’e göre: “Batılılar savaşı başka bir aracın kalmadığı bir ortamda düşmanı yenerek iradelerini kabul ettirmek amacıyla yapılan bir eylem olarak görürler. Oysa Doğu ve Ortadoğu’da savaş, askeri olarak kazanılmasa da politik olarak kazanılması mümkün ve bundan dolayı yenilgi söz konusu olabileceği halde dahi başvurulması gereken bir yöntem olarak görürler.”[3]  Bu tespitin yanına Albay Norvelle B. De Atkine’nin “Why Arabs Lose Wars” adlı çalışmasındaki şu görüşü de eklemek gerekir: “Araplar, Avrupa’da şövalye geleneğinden gelen yüz yüze çarpışma yerine ağırlıklı olarak hile ve aldatma üzerine kurulu bir savaş geleneğine bağlıdırlar.”[4]

Böyle bir savaş anlayışı ve savaşma geleneğine bağlı bir kültürde zafer ancak çok güçlü bir istihbarat anlayışı ve teşkilatı ile mümkündür. Böyle bir kültürden etkilenen, en azından tarihsel ve jeopolitik bağlamda etkilenmesi gereken Türkler’in istihbarat algısındaki yanlışlıkların/eksikliklerin sebebi pek tabii ki tarihsel ve bürokratik hafızamızdaki ve stratejik zihniyetimizdeki kırılmalara bağlanabilir. Eski Başbakanımız Ahmet Davutoğlu’nun da önemle üzerinde durduğu gibi bu faktörler, ülkelerin güç denklemlerinde çarpan etkisi yaparlar.[5] Bu çarpanların tersine çevrilmesi sonucunda aslında tarihsel ve felsefi bir zorunluluk olarak Doğu kültüründe şekillenmesi gereken ve haliyle bizde olması gereken istihbarat algısı tam tersine şekillenmiştir.

(Hepimiz James Bond’uz??? Yüzde 73’ün DERDİ??? Vatandaş ajanlığa MERAK SARDI???)

Emniyet eski mensupları Muazzez Şenel ve A. Turhan Şenel, 1970 yılında polis okullarında okutulmak üzere yazdıkları “Stratejik İstihbarat” adlı ders kitaplarının girişinde “Zaferin gerçek rüknü, aziz Türk istihbaratçılarına ithaf…”demektedirler.[6] Peki, Türk halkı nezdinde “aziz Türk istihbaratçıları” hangi değere sahiptirler?

İstihbarat ve MİT(Milli İstihbarat Teşkilatı) kelimeleri bugüne kadar hep şaibeli ya da illegal faaliyetler içince bulunan kişilerle birlikte anılmıştır. Hatta kayınpederi Ali Yıldırım’ dan  dolayı PKK terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın dahi ”MİT ajanı” olduğu iddia edilmiştir.[7] Üniversiteli öğrenciler, fakültelerinde siyasete ilgi duyan ya da istihbarat gibi derin ve tehlikeli(!) konular üzerinde düşünen arkadaşlarını gördüklerinde “Yoksa sen de MİT ajanı mısın?” diyerek dalga geçmiş, üniversite önlerindeki her simitçiyi MİT ajanı addetmişlerdir. Hatta bu konuda eski bir istihbaratçı tarafından “Simitçi mi MİT’çi mi?”[8] adında bir kitap dahi yazılmıştır. MİT gibi hayati öneme sahip ve onurlu bir kurumun mensubu olmak ülkemizde birçok kesim tarafından yıllarca ayıplanmış ve alay konusu olmuştur. İstihbaratçılık ispiyonculukla eş tutulmuştur.

Basın camiasında bir gazetecinin MİT ajanı olduğunu ima yahut iddia etmek o gazeteciye hakaret olarak algılanmıştır. İsrail eski istihbarat şeflerinde birinin bizlerin de ders alması gereken şu açıklaması İsrail toplumunun konuya bakış açısını çok iyi özetlemektedir: “Dünya üzerindeki her İsrail vatandaşı hatta her Yahudi birer MOSSAD üyesidir.” Yukarıdaki gazete haberi ise Türk toplumunun konuya yaklaşımını ortaya koyması bakımından manidardır. Bir o kadar da üzücü… Şahsi görüşüm o ki, milli ve dini dürtülerle rakip olarak gördüğümüz İsrail toplumu karşısında bizler de en azından “Her Türk asker ve istihbaratçı doğar!” diyebilmeliyiz. Mottomuz bu olmalı…

Bir ülkenin tarihi anlaşılmadan sosyal ve politik analizinin yapılması mümkün değildir. Çünkü bugünkü toplumsal yapı, tarihsel bir devamlılığa sahiptir. Ancak bu tarihsel süreklilik içinde araştırıldığında sosyal ve politik analiz anlam kazanır. Tüm bu realitelerle beraber Türk toplumunun istihbaratı algılayış şekline ve istihbaratçıya bakış açısına da yansıyan tarihi ve bürokratik hafıza ve stratejik zihniyetindeki kırılmalar konunun uzmanlarınca derinlemesine incelenmelidir. Yıldız İstihbarat Teşkilatı, Teşkilat-ı Mahsusa, Karakol Cemiyeti, Milli Emniyet Hizmeti Riyaseti gibi kurumlara geçmişte sahip olmuş ve Yakup Cemil, Kuşçubaşı Eşref, Kara Vasıf Bey, Zenci Musa gibi istihbaratçılar yetiştirmiş bu milletin istihbarat ve istihbaratçılar hakkında yaşadığı bu felsefe değişimi incelenmeli ve halkın yanlış istihbarat algısı ile istihbaratçıya bakış açısı mutlaka düzeltilmelidir. Unutulmamalıdır ki zaferin gerçek rüknü aziz Türk istihbaratçılarıdır.

(MİT resmi sitesinde isimsiz kahramanlarımız için hazırlanan “Şehitler” bölümünün görseli)

“6 Ekim 2016 Perşembe günü Hatay Reyhanlı’nın Bükülmez Köyü karşısındaki Atme çadır kentine düzenlenen bombalı saldırıda Şehit olan, ay yıldızlı bayrağa sarılı tabutlarını görmediğimiz, isimlerini dahi bilmediğimiz kahraman 3 MİT mensubunun aziz hatırasına… Ruhları şad olsun…”

 

Saygılarımla…


[1] Mehmet ATAY, Stratejik Ulusal Güvenlik İstihbaratı, Strateji Dergisi, 1996, sf.80

[2] Ümit ÖZDAĞ, İstihbarat Teorisi, Kripto Yayınları, 6. Baskı, Ankara, 2012, sf.42

[3] HERMAN Michael, Intelligence Power in Peace and War, and Democracy, Cambridge, 1996, sf.116

[4] Norvell B. De Atkine, Why Arabs Lose Wars, 1999

[5] Ahmet DAVUTOĞLU, Stratejik Derinlik, 80.Baskı, İstanbul, Kasım 2012, sf.34

[6] Muazzez ŞENEL ve A. Turhan ŞENEL, Stratejik İstihbarat, Emniyet Genel Müdürlüğü Önemli İşler Müdürlüğü Yayınları, Ankara, 1970

[7] Ayrıntılı bilgi için bkz. Saygı ÖZTÜRK,  Apo Olayının Perde Arkası, Doğan Yayıncılık, 4.Baskı, İstanbul, Mayıs 2009, sf.97-120

[8] Yılmaz TEKİN, Simitçi mi Mitçi mi? , Paragraf Yayınevi, Ankara, 2005.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

5 YORUMLAR

  1. Gerçekten üzerinde önemle durulması gereken bir mevzu. Ayrıca Atme kampındaki olayı açıkladığınız içinde çok teşekkür ederim.
    Saygılarımla…

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz