Adını Hz. Peygamber’in büyük dedesi Hâşim b. Abdümenâf’a nisbetle alan, Hz. Hasan’ın soyundan gelen ve X. yüzyıldan 1924 yılına kadar Mekke emirliğini elinde bulunduran aile. II. Ebû Nümeyy’in ölümüyle birlikte (1584) Hâşimî soyundan gelen ve Mekke’nin idaresi için birbiriyle mücadele eden üç aile ortaya çıktı: Zevî Zeyd, Zevî Berekât, Zevî Avn.
1830’lardan itibaren emirlerin Zevî Zeyd ve Zevî Avn ailelerinden seçilmesi âdet haline geldi. Osmanlı sultanları şerif ailelerinden herhangi birine emirliği tevdi edebiliyordu.
1851-1856 ve 1880-1882 yılları arasında Zevî Zeyd ailesinden Abdülmuttalib Efendi’nin emirliği hariç tutulursa son dönem emirlerinin hepsi Zevî Avn ailesinden seçilmişti.
Hem son dönemde Mekke yönetimindeki üstünlükleri hem de gerçekleştirdikleri “Arap Devrimi” sebebiyle Zevî Avn ailesine ayrı bir parantez açmak gerekir.
Osmanlı’ya isyan başlatan Zevî Avn ailesinden Şerif Hüseyin b. Ali’dir.
Hüseyin, amcası ve o dönemin Mekke emiri Avnürrefik b. Muhammed’in talebiyle 1893 yılında İstanbul’a sürgüne gönderilmiş, II. Abdülhamid tarafından özellikle göz hapsinde tutulması istenmiştir.
II. Meşrutiyet’in ilanı, İttihatçıların yönetimde söz sahibi olması ve Sultan’ın yönetimdeki gücünün düşmesiyle birlikte Hüseyin, Mekke emiri olarak seçilmiştir.
Meşrutiyet’in ilanından sonra Mekke emiri olarak atanan Şerif Abdulillah yolda vefat etmiş, Hüseyin’in 2. büyük oğlu Abdullah’ın hatıratında verdiği bilgiye göre onun yerine Hüseyin hak talep etmiş; bu talebine İttihatçıların karşı çıkmasına rağmen Abdülhamid Han onay vermiştir. Fakat genel kanı, bunun tersi yöndedir çünkü Abdülhamid Han Hüseyin’i özellikle sürgüne getirtmiş ve gözetimi altında tutmuştur. Bu yanlış kararın verilmesinde devlet yönetiminde yeterli tecrübesi olmayan İttihatçılar etkili olmuş olabilir. O dönemi yaşayan ve aileye yakın olan Mahmud Nedim Bey’in aktardığı bilgiler de bu yöndedir; ancak şu da kesindir ki İttihatçılar; Hüseyin’in, emirliği ve sonrasındaki isyan döneminde onunla sürekli bir çekişme içerisinde olmuşlardır, hatta Hüseyin bu isyanının bir gerekçesi olarak İttihatçıları ve onların “batılılaşma” istekleri iddiasını öne sürmektedir.
1908 yılında emirliğe gelen Şerif Hüseyin, I. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte isyan etmiştir.
Emir ve oğulları, emirliğinin ilk dönemlerinden itibaren İstanbul, İstanbul’un atadığı Mekke, Medine, Taif valileri ve bölgedeki Osmanlı ordularının komutanlarıyla sürekli çekişme halinde olmuştur. Osmanlı’nın Medine’ye kadar pek çok zorluğa rağmen getirdiği Hicaz Demiryolu’nun Mekke’ye ulaşmasını, bölgede hacılara rehberlik ve develerle ulaşım hizmeti sağlayan halkın ekonomik olarak zarar göreceği gibi gerekçelerle engellemiştir. Osmanlı Devleti’nin Hicaz’dan cihat için talep ettiği askerleri göndermek amacıyla İstanbul’u sürekli oyalayan, asker göndermek için sunduğu şartları Osmanlı Devleti’nin kabul etmesine rağmen İstanbul’a verdiği sözleri yerine getirmeyen Hüseyin ve Hâşimî soyunun Zevî Avn ailesi; Devlet’in en zor zamanlarından birinde Araplara gereken önemin verilmediği, Arapların Türkleştirilmek istendiği gibi gerekçelerle Osmanlı’ya savaş açmıştır.
Osmanlı Devleti isyanın hemen ardından temmuz başında Mekke emirliğine Zevî Zeyd ailesine mensup Şerif Ali Haydar’ı tayin etmesine rağmen Şerîf Ali Haydar isyan sebebiyle Mekke’ye gidememiştir.
1916 yılında kendini “Arap Kralı” ilan eden Hüseyin’in bu cesur davranışının arkasında İngilizlerden oğlu Abdullah (ona da Mısır Hidivi aracılık etmiştir) vasıtasıyla aldığı destek yatmaktadır.
Abdullah, Hicaz’ın İstanbul mebusuydu. İstanbul’a yaptığı yolculuklarda Mısır mola noktasıydı, burada Hidiv’in konuğu olurdu. Yine bu konaklamalardan birinde Hidiv vasıtasıyla Sir Lawrence Storrs ve Lord Kitchener ile görüşmüştür. Storrs, Hüseyin ile İngiltere’nin Mısır yüksek komiseri Sir Henry McMahon’un yazışmalarını sağlamıştır.
Bu yazışmalar, Arapları Osmanlı’ya ve Türklere isyana götüren yolun kaldırım taşlarını döşemiştir. Araplar isyanları süresince İngilizlerden silah, mühimmat, hava, deniz ve piyade desteği almışlardır.
Britanya; Hâşimîlere batıda Lübnan’ın, doğuda ve güneyde ise Hint hükümetiyle anlaşmalı olan Arap emirliklerinin sınıra dahil olmadığı; Arap yarımadası, Irak ve Suriye’nin tamamını içeren bir Arap Krallığı vaad etmişti. Dahil olmayan emirlikler şunlardı: Necid’deki Al-i Suud emirliği, Kuveyt emirliği, Bahreyn emirliği, Muskat ve Umman sultanlığı, Hadramut ve Lahic sultanlığı, Aden sömürgesi ve bunun komşusu olan altı bölge. Hüseyin’e Adana ve Mersin dahi önerilmiş fakat buralar yüzde yüz Arap yurdu olmadığı için dahil edilmemiştir.
Hüseyin’in Hâşimî krallığı kısa sürdü. Necid’den harekete geçen Abdülazîz b. Suûd’un kuvvetleri 1924 yılının ekim ayında Mekke’yi ele geçirdi. Bunun üzerine Şerîf Hüseyin, yerine oğlu Emîr Ali’yi Hicaz kralı olarak bırakıp önce Akabe’ye çekildi, oradan da 1925’te Kıbrıs’a iltica etmek zorunda kaldı; Emîr Ali de Abdülazîz b. Suûd’un Hicaz’ı tamamıyla ele geçirmesinden sonra babasının arkasından gitti. Böylece tarihte ilk defa ortaya çıkmış olan Hicaz Hâşimî Krallığı 9 yılda (1916-1925) tarihe karışmış oldu.
Şerîf Hüseyin’in Faysal, Abdullah, Ali ve Zeyd adlarında dört oğlu vardı. İlk 3 oğlu Arap İsyanı’nın sürdürülmesinde önemli vazifelerde bulunmuş ve Arap ordularının komutanlıklarını yapmışlardır. En büyük oğlu Ali, Batı Arap Ordusu’nu; 2. büyük oğlu Abdullah, Doğu Arap Ordusu’nu; 3. büyük oğlu Faysal Kuzey Arap Ordusu’nu kumanda etmiştir.
İsyan süresince bu ordular, Osmanlı-Türk ordularıyla İngilizlerin ve Fransızların da desteğiyle çok kanlı ve çetin savaşlar yapmışlardır. İsyan süresince Medine Müdafii Fahreddin (Türkkan) Paşa, 3 Arap Ordusu’nun üçüne karşı birden Medine’yi Arapların dahi takdir ettiği bir kahramanlıkla savunmuş, Haşimilerin kısa sürede Hicaz’da birliği sağlamasını engellemiştir. Fahreddin Paşa yeterli desteğin gelmemesi ve kaçan subaylar sebebiyle teslim olmuştur.
Faysal, Kuzey Ordusu ve İngilizlerin desteğiyle 1918’de Şam’a kadar girmiştir. Faysal, Fransa’nın muhalefetine rağmen İngiltere’nin desteğiyle Ocak 1919’da toplanan Paris Barış Konferansı’na da katılmıştır.
Daha sonra Suriye’ye dönen Emir Faysal, Ocak 1920’de kendini “Büyük Suriye Kralı” olarak ilan etse de Paris Barış Konferansı’ndan Suriye’nin geleceği hakkında sağlıklı bir karar çıkmamış olması ve İngiltere ile Fransa’nın karşı karşıya gelmesi sebebiyle yalnızca 6 ay kral kalabilmiştir. 24 Temmuz’da cereyan eden Meyselûn Savaşı’nın ardından Fransızlar Şam’ı işgal edip Suriye’deki Hâşimî krallığına son verdiler.
Fakat Faysal’a verilen görevler bu kadarla sınırlı değildi, Faysal İngilizler’in desteğini alarak 23 Ağustos 1921’de Irak Kralı ilân edildi ve böylece Hâşimî ailesinin yönetiminde Irak Krallığı kuruldu.
Bu arada her şey cetvelle çizilmiş Sykes-Picot Anlaşması’ndaki haritaya uygun olarak ilerliyordu.
Faysal’ın ölümünden sonra Irak’ta tahtta oğlu Gazi geçti, 6 yıllık hükümdarlığı trafik kazasıyla son bulan Gazi’nin yerineyse 4 yaşındaki II. Faysal geçti, küçüklüğü sebebiyle idare onun adına kral nâibi Abdülilâh tarafından yürütüldü. II. Faysal’ın ve naibinin 14 Temmuz 1958 tarihinde Abdülkerîm Kasım tarafından gerçekleştirilen askerî ihtilâlde öldürülmeleriyle Hâşimî ailesinin Irak’taki krallığı da sona ermiş oldu.
Abdullah ise, 1921’de İngilizlerden her türlü yardım ve desteği alarak kendini Ürdün emiri ilân etti. Abdullah 1951 yılında Kudüs’te kurşunlanarak öldürülse de Ürdün’de hala Abdullah’ın soyu yönetimdedir ve Hâşimî ailesinden günümüze kadar ulaşmayı başarabilen tek krallık Ürdün Hâşimî Krallığı’dır.
2. Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Abdullah İngilizlerin yanında durmaya devam etti. Irak’ta Alman subayların yardımıyla iktidarı ele geçiren Râşid Ali’ye karşı, Abdullah’ın, Glubb Paşa’nın komutasındaki Arap Lejyonerleri üstün başarılar elde etti ve Abdullah İngilizlerin takdirini kazanarak Ürdün’ün tam bağımsızlığı sözünü aldı. Glubb Paşa’nın komutasındaki ordu İngilizlerin Suriye’ye girmesinde de büyük rol oynadı ve 1946 yılında Ürdün tam bağımsızlığını ilan etti.
Abdullah, Ürdün’ü yönettiği süre boyunca pek çok kez İngiltere’ye aylar süren ziyaretler yapmış ve hatıratını Britanya ve Winston Churchill’e dizdiği övgülerle bitirmiştir. İngiltere’nin Sömürge Bakanı iken Churchill ve Abdullah’ın yaptığı görüşmeler sonucu Abdullah Ürdün Kralı olmuş ve aynı görüşmeler Faysal’ın geleceğinde önemli rol oynamıştır. Bu görüşmeler sonucu Faysal Suriye krallığını bırakmış ve kendisine Irak krallığı teklif edilmiştir.
X. Yüzyıldan günümüze, halen Hâşimîler Orta Doğu’nun şekillenmesinde çok önemli roller üstlenmiştir. Türklere isyanı başlatarak bölgenin adeta ateş çemberine dönmesine giden yolda bu ailenin rolü büyüktür. Suriye ve Irak’ın XX. yüzyıla geçişinde ilk adımlar bu aileyle atılmıştır.
Suriye ve Irak’ın mevcut durumunu Hâşimî ailesini bilmeden anlamak zordur. Sykes-Picot Anlaşması gibi Batılı Emperyal güçlerin bölgeyi şekillendirme hedeflerinde bu aile bir kukla gibi kullanılmıştır. Hâşimî ailesi Arap Yarımadası’ndaki ailelerden ne ilki ne de sonuncusudur. Tarih akmaya devam ediyor. Tekerrürden ibaret olduğunu bildiğimiz tarihte yeni haritalar çizilmeye ve Hâşimîlerin yerini başka aileler doldurmaya devam edecek. Elbet Fahreddin Paşalar da gelecek.
İnce Memed’de Yaşar Kemal’in dediği gibi:
”Elbette öyle, Abdi Ağa gider, Kel Hamza gelir, Kel Hamza gider başka bir Kel Hamza gelir, bunun sonu yok. Ama şunu da unutma, İnce Memed gider İnce Ahmet gelir, yeniden bir İnce Memed gelir. Sen gittin, duramadın geri geldin, insanın içindeki o kurt yaşadıkça bir İnce Memed gider bin İnce Memed gelir…”
Kaynaklar:
Kral Abdullah, “Biz Osmanlı’ya Neden İsyan Ettik?”, trc. Halit Özkan, Klasik Yayınları, İstanbul 2006.
https://islamansiklopedisi.org.tr/hasimiler–hasan
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.