Milattan öce 3. yüzyılda Teoman, Asya’da güçlü bür devletin temellerini atmaya çalışmıştı. Tarihte ilk defa Hun soyundan gelen kavimler aynı çatı altında toplanıyordu. Çin İmparatorluğu kendi içinde bulunduğu siyasi karışıklıklar yüzünden, ileride kendisini tehdit edecek bu oluşumla ilgilenemiyordu. Çin’in içinde bulunduğu durumdan dolaya iki devlet arasında ki sınırlar sık sık değişiyordu. Ancak Teoman Çin’in istikrar sağlaması durumunda üzerine geleceğeni biliyordu.
Teoman’ın aklında tek bir soru vardı. Ölünce yerine kim geçecekti? Aklında ki isim büyük oğlu Mete idi. Ancak küçük oğlunun Çinli annesi Teoman’ın fikrini değiştirmesi için elinden geleni yapıyordu. Bu yüzden Mete’den kurtulmaya çalışan Teoman’ın eşi, Teoman’a Mete hakkında korkunç hikayeler anlatıyordu. Mete’nin çok hırslı olduğunu ve başa geçmek için babasının ölümünü beklemeyeceğini söylüyordu.
İlk başta bu hikayeleri duymazlıktan gelen Teoman zaman geçtikçe eşine inanmaya başladı. Korku Teoman’ı harekete geçirdi. Oğlundan kurtulmaya çalışan Hun İmparatoru, onu komşu bir kavim olan Yueçilere esir verdi. Teoman’ın planı oğlunu kurtarmak bahanesiyle bir gece Yueçilerin kampını basıp karmaşa içinde oğlunu öldürerek geride iz bırakmamaktı.
Ancak Mete esir olarak gittiği ilk gece bir at çalarak evine geri döndü. Teoman her ne olursa olsun oğlunun bu başarısından gururluydu. Mete’nin tahtını tehdit ettiğini düşünsede yinede böylesine gözüpek bir evlat ülkesini yönetmede büyük bir katkıda bulunabilirdi. Oğluna on bin kişilik bir ordu tahsis etti.
Mete bu on bin adamın eğitimiyle şahsen ilgileniyordu. Onlara bildiği her şeyi öğretiyordu. Uzun süren eğitimin ardından ordusunun sadakatini test etmek için askerlerini etrafına toplayan Mete, onlara yaylarını ok attığı yere doğrultmasını emretti. Okunu Hunların en değerli atlarından birine attı. Askerler atın kutsal olduğunu söyleyerek Mete’nin emrini yerine getirmediler ve idam edildiler. Başka bir gün yayını kendi eşinin çadırına çevirdi ve askerlerin bir bir yay bıraktığını gördü. Bu askerler de idam edildi.
Mete MÖ. 209’da onu Yueçilerin eline verenin babası olduğunu öğrenince askerlerini son kez babasıyla avdayken sınayacaktı. Mete o gün askerleriyle birlikte Teoman’ı öldürdü. Adamlarından hiçbiri tereddüt etmedi. Yeni Hun İmparatoru basit askerlerden soğuk kanlı katiller ortaya çıkarmıştı.
Mete, Teoman’a sadık olan ve kendisine katılmayı reddedenleri tek tek ortadan kaldırdı. Üvey annesi ve kardeşi de dahil.
Mete dokuz yıl süren hazırlıkların ardından babasının toprak kaybettiği Çin İmparatorluğu’na karşı başarılı bir sefer düzenleyip orada kalıcı olmak istiyordu.
Han hanedanlığından imparator Gao-zu onu tahta geçiren iç savaştan beri Hunları bekliyordu. Yeni bir ordu oluşturdu. Aldıkları hızlandırılmış eğitimle sivil halktan insanlar adeta birer askere dönüştürülüyordu. Çin İmparatoru daha sonra kuzeyde bulunan derebeylerinin sadakatini güvenceye aldı.
Gao-zu Çince de dahi anlamına gelir. Ona bu ismin verilmesi tesadüf değildi. Yedi yılda subaylıktan İmparatorluk statüsüne kadar yükselmişti. Gao-zu sınır hattında ki kalelerine arkasından iş çevirmeyecek komutanlarını yerleştirmişti. Bölgenin en stratejik kalesi olan Mai’yi akrabası Prens Hansin koruyordu. Mete defalarca Hunlara katılması için Prens’e teklifte bulunuyordu. Ancak Hansin her seferinde Gao-zu’ya bağlılığını ifade ederek bu teklifleri reddetmişti.
Mete diplomasi ile elde edemediği bölgeyi savaşarak kazanmak için Çin’e doğru yola çıktı. Mete’nin ilk hedefi Sarı ırmağın kuzeyindeki derebeyler oldu. Türkler bu bölgeyi kolaylıkla ele geçirdiler. Büyük ordularını gruplara bölerek sınırlarını hızla genişlettiler. Mete henüz önemli bir noktayı ele geçirememişti. Bu durum Hansin ile tekrar karşılaşacakları günün habercisiydi. Mete Mai kalesinin kapılarına dayandığında Hansin’e bir şans daha verdi. Ancak Hansin yine reddetti. Şehri kuşatan Mete askerlerinin bir kısmını da şehrin savunmasına yardım gelmeyeceğinden emin olması için dört bir yana gönderdi.
Hansin Gao-zu’ya bir mektup gönderdi. Mektubunda eğer imparator birkaç aya gelmez ise teslim olacağı yazıyordu. Çin kültüründe teslim olmak affedilemez bir suçtu ve Gao-zu Mete’nin şehri kuşatmasından çok bu ihtimalde bahseden Hansin’e sinirlenmişti.
Gao-zu’nun Mete ile artık bizzat ilgilenmesi gerekiyordu. İmparator, Mai kalesine yardım etmeyi kabul etti. Ancak Hansin’e yazdığı mektupta sonuç ne olursa olsun onu idam edeceğini söylemişti. Çoğunluğunun yaya birlik ve okçulardan oluşturduğu 320 bin kişilik dev bir orduyla Hunların üzerine yürümeye başladı. Hansin eğer kaleyi başarıyla korursa Çin İmparatoru, koruyamazsa Hun İmparatoru tarafından öldürülecekti. Bu durumda Mete’ye teslim olmak en doğru seçenekti.
Mete kaleyi aldıktan sonra ordusunu böldü ve komşu derebeylerini yağmalamaya devam etti. Evine büyük bir ganimetle dönmeyi planlayan Mete bir grup askerini Çin ordusunun yerini tespit etmekle görevlendirdi. Hun atlıları nihayet Gao-zu ile karşılaştı. Öncü birlikleriyle küçük bir çarpışmaya girdiler ve direnemeyip geri çekildiler.
Uzun bir yolculuktan sonra iki imparator birbirlerini görebilecek mesafedeydiler. Çinliler aceleyle hazırlanıp savaş formasyonunda dizildiler. Hunların sayıları umduklarından daha azdı. Ancak Çinliler bir sürprizle karşılaştılar. Mete’nin ordusu geri çekiliyordu. Çin ordusu kısa bir şaşkınlıktan sonra Türkleri takibe başladı. Gao-zu planın ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Havanın kararmasıyla birlikte Mete’ye elçi gönderip topraklarını terk etmesini istedi. Eğer kabul ederse Hunlar güvenli bir şekilde evlerine döneceklerdi. Mete elçinin söylediklerini kaale almayıp geri çekilmeye devam etti.
Elçi bunun yanısıra başka önemli haberler de edinmişti. Hun atları oldukça cılız, askerleri ise yaşlıydı. Gao-zu bu orduyu ezip geçeceğini düşünüyordu. İki ordu günler süren kovalamaca sonucunda oldukça kuzeye ilerlemiş ve havada soğumuştu. Mete’nin planı yavaş yavaş ortaya çıkıyordu. Görünüşe göre Mete, Gao-zu’yu, Hunların daha alışık olduğu hava şartları olan soğuğa çekiyordu. Ancak Hun tehditini ortadan kaldırmayı düşünen Çin İmparator’u takibi bırakmayı hiç düşünmedi. Soğuk kuzeyden gelen Türkler için engel değildi. Türkler kalın kıyafetli, börklü ve eldivenli giysileriyle zaten alışık olduğu soğuğa dayanabiliyordu. Ancak güneyden gelen Çinliler daha ne kadar dayanabileceklerinden emin değillerdi. Askerler soğuktan neredeyse ellerini kullanamayacak kıvama gelmişlerdi. En çok etkilenenler ise okçular olmuştu. Çin askerlerinin soğuk havada kullanabilecekleri tek menzilli silah arbalet kalmıştı.
Kuzeye doğru ilerlemekte olan Mete’nin ordusu ufukta kaybolmaya başlamıştı. Ancak Gao-zu takibi bırakamazdı. Ordusu daha hızlı ilerleyemiyordu. Bu yüzden Gao-zu ağır ilerleyen birliklerini geride bırakma kararı aldı. 25 bin atlısını yanına alarak Mete’nin peşine düştü. Çin süvarilerinin Mete’yi yakalaması uzun sürmedi. Takibini sürdüren Çin ordusu Mete’yi Baideng şehri yakınlarında yakaladı.
Şimdi söz sırası Gao-zu’daydı. Ancak Çinliler saldırıya hazır bir şekilde Hunlara yaklaştıklarında tepelerin arkasında ve ormanların içinde saklanan Hun süvarileri savaş meydanına dökülmeye başladı. Gao-zu başından beri her şeyin bir tuzak olduğunu anlamıştı.
Gao-zu’nun ordusunu bulan Hun atlıları Çinlilere aslında bilerek yenilmişti. Mete ordusuyla birlikte kuzeye doğru çekildikçe planı gereği Gao-zu ile arasındaki mesafeyi çok açmamıştı. Mete elçiyi cılız atlara binen yaşlılarla karşılamış ve orduyu zayıf göstermeyi amaçlamıştı. Mete’nin tüm hamleleri Gao-zu’yu kışkırtmayı başarmış ve sonunda Çin İmparatoru’nu Hun askerleri tarafından çembere alınmıştı. Gao-zu’nun geri çekilme imkanı yoktu. Atlıların birbirine girmesiyle kanlı bir muharebe başlamıştı. Savaşın ilk dakikalarında Mete’nin önderliğindeki Türkler baskın taraftı.
Hun ordusu Çin ordusundan çok daha sistematik hareket etmekteydi. Bunun nedeni Mete’nin oluşturduğu onluk sistemine dayalıydı. Gao-zu bunun farkındaydı. Kazanma ihtimali düşüktü. Fakat Hunları oyalayabilirse geride bıraktığı askerleri yetişebilirdi. Geçen her dakikanın aleyhine işlemesine rağmen biraz daha bekliyor ve ordusu büyük kayıplar veriyordu. Geride bıraktığı askerlerinden haber yoktu. Mete’nin oyunu bir tiyatro oyunu gibi işliyordu. Askerlerine Gao-zu’yu canlı ele geçirme emri vermişti.
Gao-zu yardımına yetişmesini düşündüğü askerlerden ümidini kesmişti. Kaçış yolları kapanmadan ve daha fazla asker kaybetmeden geri çekilmeyi düşünüyordu. Süvarilerine yakınlarda ki Baideng şehrine kaçmalarını emretti. Gao-zu şehre ulaştığında 5 bin süvarisini kaybettiğini öğrendi.
Mete Çinlilerin ellerinden kaçmasına öfkelense de onları Baideng şehrine kadar takip etti. Baideng’i kuşatma altına aldı. Kendi topraklarında kale kültürüne alışık olmayan Hunlar kale kuşatmasında çok gerideydiler. Şehrin kuşatması, şehrin etrafını sararak şehirden dışarı kimsenin çıkmasını engelleyip erzak depolarının tükenmesini sağlamaktı. Gao-zu bunu tahmin edebiliyordu. Gao-zu’nun geride bıraktığı orduları geç de olsa Baeding’e ulaştı. Çinliler için sevindirici bir haberdi. Çinliler eğer kuşatma ordusunu yarabilirlerse Gao-zu’yu içinde bulunduğu bu durumdan kurtarabilirlerdi. İki ordu ikinci kez karşı karşıya geldi. Ancak Çinlilerin soğuk hava yüzünden verdiği kayıplar etkili bir saldırı yapamamalarına neden oldu. Fakat Mete Han’ın şehrin etrafına yerleştirdiği etlıları ve okçuları Çinlilere karşı büyük bir üstünlük sağladı.
Gao-zu kendisini askeri yollarla kurtaramayacağını anladı. Diplomatik çözümler aramaya başladı. Çin İmparatoru Mete Han ile anlaşma yapmak istiyordu. Gao-zu’nun köşeye sıkıştığını bilen Mete, onun pazarlık yapamayacağını da biliyordu. Ondan Çin’in kuzeyinin çok büyük bir kısmını ve vergi olarak da yıllık altın ve çok miktarda pirinç istedi. Çin İmparatoru Mete’nin bu şartlarını kabul etmedi. Acelesi olmayan Mete Baeding’i aylarca kuşatmayı göze alabilirdi. Gao-zu’yu yalnız bir mucize kurtarabilirdi. Aslında Çin toprakları Türklerin yaşayabilecekleri bir yer değildi. Kuşatma devam ettikçe Hunların çıkarlarına ters düşüyordu. Ayrıca Türkler bu topraklarda yaşamaya başlarlarsa bir süre sonra büyük Çin nufusu altında asimile olabilirdi. Mete kuşatmanın yedinci gününde Gao-zu’ya daha makul tekliflerde bulunacağı haberini gönderdi. Başka bir fırsatı olamayn Çin İmparatoru Mete’nin yeni şartlarını değerlendirmeye başladı. Bu kez Hunlar sadece o zamana kadar fethettikleri toprakları tutacaklardı. Aynı zamanda pirinç ve ipekle yıllık vergiler verilecekti. İpek Yolu’nun bir kısmı da dahil olmak üzere kuzeyde ki ticaret yolları Hun hakimiyetinde olacak ve Çinli tüccarlar yalnızca bu yolları kullanabileceklerdi. İmparator bu teklifi kabul ederse, Hunlar göçebe bir millet olmaktan çıkıp ekonomik bir dev haline gelebilirlerdi. Gao-zu tekliften memnun olmadığı halde şartları kabul etti. Bu şartların içinde en ilginç olanı ise Mai kalesini teslim eden Hansin’in hayatının bağışlanmasıydı. Mete Çinli dostunu unutmayıp akrabası Gao-zu’nun onu öldürmesini engellemişti.
Taraflar anlaştı ve Çin İmparatoru’nun kaleden çıkmasına izin verildi. Ancak yinede Mete, Gao-zu’yla küçük bir oyun oynamak istiyordu. Mete kale kapısının önünde askerlerinden bir koridor oluşturdu. Onlara yaylarını çekip Çinli askerlere doğrultmalarını emretti. Gao-zu ve askerleri utanç verici bu manzara karşısında Baideng’i hızla terk ettiler.
Gao-zu ömrünün sonuna kadar anlaşmaya sadık kalacaktı. Mete ise Baeding Savaşı’yla sınırındaki en büyük tehdidi bertaraf etmiş oldu ve artık tüm Asya’da onu durdurabilecek hiçbir güç yoktu.
Muhammet Taha Çalmabay
Stratejik Ortak Misafir Yazar
KAYNAK
https://www.trtbelgesel.com.tr/tarih/savasin-efsaneleri/savasin-efsaneleri-or-mete-han-102042
Büyük Hun Hakanı Mete Han – Ahmet Haldun Terzioğlu (Kitap)
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.