Doğu Akdeniz bölgesi eski çağlardan beri milletler arası ticaretin en önemli bölgelerindendir. Deniz ticaretimizin %25’inden fazlası Akdeniz’de bulunan limanlarımızdan icra edilmektedir. Ayrıca Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattı, Samsun-Ceyhan petrol boru hattı projesi ve Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattı projeleri de İskenderun Körfezi’ndeki limanlarımızın önemini arttırmış bulunmaktadır.
Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon kaynaklarının, milletlerarası ticarete de konu olabilecek miktar ve nitelikte olduğunu gösteren araştırmalar, bölgede bulunan devletlerin bu kaynaklardan yararlanma isteğini artırmıştır. Akdeniz’in doğusunda, komşu ve karşı kıyıdaş devletler arasında kıta sahanlığı ve MEB sınırlandırmasına dair çok taraflı bir mutabakatının bulunmaması, bölgede enerji endeksli sorunları ortaya çıkarmıştır. Özellikle AB ve Yunanistan’ın desteğini alan GKRY’nin diğer bölge ülkelerinin haklarını yok sayan ikili antlaşmalar yaparak bölgedeki enerji kaynaklarından büyük ölçüde yararlanma isteği, Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanları ile ilgili ortaya çıkan sorunların başlangıç noktasıdır.
GKRY bu bağlamda 2003 yılında Mısır, 2007’de Lübnan ve 2010’da İsrail ile MEB sınırlandırma mutabakatları yapmış, petrol araştırılması ve çıkartılması için ihaleler açmış, ruhsatlar vermiş, sondaj faaliyetleri başlatmıştır. GKRY’nin Doğu Akdeniz’de fiilî bir durum yaratma stratejisi çerçevesinde hayata geçirdiği bu uygulamalar sonucu, bölgedeki çok sayıda kıyıdaş ülkeyi ilgilendiren bir uyuşmazlık ortaya çıkmıştır. 2007 yılında GKRY’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde tasarladığı 13 adet sözde ruhsat sahasından 5 tanesi, kısmi bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanı içinde bulunmaktadır. GKRY böylelikle Türkiye ve KKTC’nin haklarını göz ardı etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti bunun üzerine Doğu Akdeniz’deki Kıta Sahanlığı alanlarıyla çakışan GKRY’nin sözde ruhsat sahalarında yabancı şirketlerinin izin olmaksızın petrol ve doğal gaz faaliyetlerinde bulunmalarına hiçbir şekilde izin vermeyeceğini, kıta sahanlığındaki hak ve menfaatlerini korumak için gerekli her türlü tedbiri alacağını, Kıbrıs Türklerinin Ada’nın güneyinde TPAO’ya verdikleri ruhsatların ihlal edilmemesi ve deniz hak ve menfaatlerinin korunması için, ana vatan ve garantör ülke sorumluluğu içinde, KKTC’ye her türlü desteği vereceğini açıklamıştır.
AB, Yunanistan, GKRY ve özellikle Yunan lobisinin Türkiye’ye karşı tasarladıkları bu ‘kirli oyunları’, elbette Türkiye’nin güçlü mevcudiyeti karşısında boşa çıkacaktır. Hele ki Birleşik Arap Emirlikleri gibi Doğu Akdeniz ile kesinlikle bir alakası bulunmayan bir devletin, Doğu Akdeniz endeksli Türkiye karşıtı bir cephede yer alması da tamamen bir saçmalığın göstergesidir. AB, Yunanistan ve GKRY; Türkiye’ye karşı düşmanca niyetler besleyen devletlerin neredeyse tamamını, sözde bir EastMed cephesi içerisinde toplaması, Türkiye’ye karşı düşmanca tavırlar beslemeyen İtalya, Filistin, İsrail ve Lübnan gibi ülkelerin Doğu Akdeniz üzerindeki politikalarını gözden geçirmelerine sebebiyet vermiştir.
Neticede bu ülkelerin Türkiye’yi hedef alan açıklamalarda yer almamalarının başka bir sebebi de bulunmaktadır. Bu da elbette söz konusu ülkelerin Türkiye’ye karşı düşmanca niyetler beslememelerinin yanı sıra Türkiye’nin bölgedeki gücünü ve kararlı fiili durumunu dikkate almalarıdır. Türkiye’nin eskisi gibi uluslararası ilişkilerde ve içerisinde bulunduğu bölgeyle ilgili pasif politikalar üretmek yerine son derece aktif, akılcı ve devletin ulusal çıkarlarına uygun politik enstrümanlar kullanmakta, dolaysıyla bu durum, bölgedeki diğer devletler tarafından dikkate alınmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu Akdeniz’deki haklarını koruması için evvela belirli bir güce sahip olması gerekmektedir. Bu güç faktörleri elbette siyasi, ekonomik ve askeri faktörlerden ibarettir. Türkiye’nin sahip olduğu güç parametrelerini dünyadaki diğer devletlerin güç parametreleriyle karşılaştırdığımızda Türkiye’nin orta büyüklükte bir devlet olduğunu gözlemleyebiliriz. Peki bakış açımızı sadece Türkiye’nin de içerisinde bulunduğu Doğu Akdeniz Havzası ve çevre bölgelerine çevirdiğimizde, Türkiye’nin orta büyüklükte bir devlet olmanın yanı sıra bölgesel bir güç olduğunu söyleyebilir miyiz?
Bölgesel Bir Gücü Nasıl Betimleyebiliriz?
- “Bölgesel güç” olma iddiasında olan bir devletin bu niyeti doğrultusunda bir “rol tanımına” sahip olması gerekir ve bunu diğer bölge devletler ile olan ilişkilerinde hissettirmelidir.
- Maddi güç kaynaklarına sahip olmalı, bu eksende askeri gücüne ilaveten ekonomik ve diplomatik kapasiteye sahip olmalıdır.
- “Bölgesel güç” iddiasındaki aktörün liderlik iddiası ekseninde kendisine biçtiği “rol tanımı” diğer bölge aktörleri tarafından da kabul görmeli ve hatta küresel sistemin işleyişinde belirleyici olan aktörlerce de bu “rol tanımı” kabul edilmelidir.
- Maddi ve yumuşak güç unsurlarına dayalı güç projeksiyonu sonuç verebilmelidir.
27 Stefan A. Schirm, “Leaders in Need of Followers: Emerging Powers in Global Governance”, European Journal of International Relations, Cilt 16, Sayı 2, 2010, ss. 197-221.)
Prof. Dr. Stefan Schirm’in de yukarıda sıraladığı maddeler üzerine, Türkiye’nin söz konusu güç parametrelerini, rol tanımını, güç projeksiyonu ve kaynaklarını tahayyül ederek Türkiye’nin bölgesel güç olup olmadığını çözebiliriz.
Doğu Akdeniz’de Değerlendirmemiz Gereken Fırsatlar Var
Gerek koronavirüsünün ortaya çıkışı, gerekse Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki kesin varlığı ve kararlı adımları ABD menşeili Exxon Mobil, İtalya menşeili ENI, Fransa menşeili TOTAL’in GKRY’nin sözde ruhsat sahalarından çekilmeleriyle sonuçlanmıştır. Peki bu yabancı şirketler tekrardan ne zaman Doğu Akdeniz’e gelirler? Dönüş için en az 2 yıl lazım olabilir. Zira petrol fiyatlarının piyasaya göre negatif anlamda etkilenmesi ve küresel talebin yükselmesi gibi durumlar bu şirketlerin işlerini de zorlaştıracaktır. Dolaysiyla GKRY’nin bu sözde ruhsat sahalarından çekilen yabancı şirketlerin kısa bir süre içerisinde geri gelmeleri söz konusu olamaz. Bu gelişmeler sonrasında Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda yer alan Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) ve Fransa, ortak bir açıklama yaparak “Türkiye’nin Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz faaliyetlerinin GKRY’nin sözde münhasır bölgesinde gerçekleştiğini savunarak, söz konusu arama çalışmalarının uluslararası kanunlara aykırı olduğunu” öne sürdü.
Doğu Akdeniz Gaz Forumu’nda yer alan dört ülke Filistin, Israil, İtalya ve Ürdün, Türkiye’ye karşı bu deklarasyona katılmadı. Türkiye’nin kararlılığı ve bölgedeki askeri gücü sayesinde Akdeniz’de dengeler Türkiye lehine değişmektedir. İsrail ve İtalya’nın Türkiye karşıtı cepheden çekilmesi, başı İsrail ve sonu İtalya olan EastMed boru hattı projesinin öneminin yitirdiğini göstermektedir. Bu doğrultuda Türkiye’nin İsrail ile karşılıklı kıyıları konu alan deniz yetki alanlarının belirlendiği bir mutabakat imzalaması her iki ülkenin ulusal çıkarına uygun bir gelişme olacaktır Türkiye ile Israil böylelikle ilişkilerini olumlu olarak daha da geliştirip karşılıklı büyükelçi atayarak karşılıklı tam diplomatik ilişkiler seviyesine tekrar dönebilirler. Türkiye’nin bu doğrultuda sadece İsrail ile antlaşma yapması yeterli olmaz, Filistin ve Ürdün gibi devletlerle de benzer mutabakatların imzalanması zaruri hale gelmiştir.
Öte yandan Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti ile yaptığı mutabakat ve sonrasında bu ülkeye yaptığı askeri yardımlar, Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin Hafter milislerine karşı avantajlı bir konuma getirmiştir. Gerek UMH güçlerinin sahada Hafter milislerine karşı güç kazanmaları, gerekse uluslararası camianın Türkiye’nin resmi ve fiili girişiminden sonra UMH’yi desteklemeleri dikkatimizi çekmesi gereken gelişmelerdir. Bu doğrultuda UMH güçleri, Hafter milislerinin kontrolündeki Vatiyye Askeri Hava Üssü’ne sevk edilen Birleşik Arap Emirlikleri’nin temin ettiği ikinci Rus yapımı Pantsır hava savunma sistemini ve Çin yapımı bir SİHA’yı imha ettiklerini paylaştılar. Libya ile ilgili önemli askeri gelişmelerin yanı sıra dikkati değerli kılan önemli diplomatik gelişmeler de olmuştur. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile telefonla görüşmesinden sonra, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg şöyle bir açıklamada bulunmuştur: “UMH’yi Hafter ile aynı kefeye koyamayız. NATO, Trablus hükümetine destek vermeye hazır.” Yunanistan Dışişleri Bakanı Dendias bunun üzerine “Stoltenberg’in açıklaması NATO’nun resmi siyaseti değil” şeklinde bir açıklama yaparak NATO’nun tutumunu eleştirmiştir. NATO Genel Sekreteri Stoltenberg aynı zamanda Libya Ulusal Mutabakat Hükümet başkanı Serraç ile telefonda görüşerek UMH ile olan iş birliği teklifini şu ifadelerle yineledi: “NATO Libya’nın güvenlik ve savunma kurumlarının inşasına katkı sağlamaya hazır.” Son olarak ABD’nin Trablus Büyükelçisi Richard Norland, Halife Hafter’in müzakere masasına oturmadığı taktirde tüm nüfuzunu ve meşruiyetini kaybedeceğini dile getirmiştir. Görünen o ki, Türkiye’nin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti’ne yaptığı resmi ve fiili yardımı, gücünü neredeyse kaybetmekte olan UMH’yi tekrar güçlendirdi ve böylece uluslararası toplumun UMH’ye olan aktif desteği de yinelemiş oldu.
Sonuç
Türkiye’nin yukarıda da zikrettiğimiz hususlar üzere bölgesel güç olma yolunda güçlü bir aday olduğu aşikar. Fakat “Türkiye bir bölgesel güçtür” demek epey erken gözüküyor. Zira son derece taze bir süreç içerisindeyiz. Türkiye Libya faktörü ile Doğu Akdeniz’deki varlığını güçlendirdi. Türkiye, diğer karşı kıyıdaş ülkeler olan İsrail ve Lübnan gibi devletlerle de Doğu Akdeniz’deki çıkarlarını güçlendirecek şekilde mutabakatlar imzalayarak; AB, Yunanistan, GKRY ve Yunan lobisine karşı bir üstünlük sağlayabilir. Doğu Akdeniz’de güçlendirilmiş yeni fiili durumlar, ileride tesis edilecek olan olası hukuki durumların ön ayağını oluşturacaktır. Doğu Akdeniz’de tesis edilecek olan kazanımlar elbette Türkiye’nin Yunanistan ile olan ilişkilerine olumlu yönden yansıyacağı gibi, Türkiye’nin genelde Kıbrıs Ada’sına, özelde ise KKTC-GKRY denklemlerini içeren politikalarını olumlu yönden etkileyecektir. Bir üçüncü etkileşim alanı ise Türkiye-AB ilişkilerinde saklıdır. Türkiye açısından Doğu Akdeniz’de elde edilen kazanımlar, pek büyük bir önem arzeden Türkiye-AB ilişkilerini olumlu yönden etkileyecektir. AB, böylece Türkiye’nin söz konusu Doğu Akdeniz bölgesindeki gücünü dikkate alıp, Türkiye’ye yönelik düşmanca politikalar yerine daha ılımlı politik enstrümanlara başvuracaktır. Bu da Türkiye açısından elde edilmiş başka bir kazanım olacaktır.
Emekli Tümamiral Cem Gürdeniz’in de dediği gibi: “Türkiye’nin bu yaşadıklarını başka bir ülke yaşasa çökerdi. Türkiye’nin Mavi Vatan stratejisi, emperyalizme atılmış tokattır. Atatürk’ün 100 yıl önce söylediği ‘Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ emrinin deniz safhasına geçilmiş durumda.”
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.