Avrupa kelimesinin hangi dilden türediği ve anlamının ne olduğu tam olarak bilinmemektedir. Fakat bu konuyla ilgili çeşitli çalışmalar ve tezler bulunmaktadır. Avrupa kelimesinin Fenike dilindeki karşılığının “Erep”, Akadça dilindeki karşılığının da “Erebu” olduğunu bilmekteyiz. Erep kelimesinin karşılığı “güneşin battığı taraf”, Erebu kelimesinin karşılığı ise “batan” (güneş için kullanılmaktadır) şeklindedir. Anadolu’da bulunan Fenikelilerden Yunanlıların lügatına ve mitolojilerine geçen bu kelime, daha sonra “Europa” şeklinde bir değişikliğe uğramıştır. Başka bir tez ise, Avrupa adının antik Yunandan geldiğini savunmaktadır. Euro ve opos sözcüklerinin oluşturdukları “Europos”un zamanla Europa şeklinde değiştiği savunulmaktadır. Burada “euro”nun geniş anlamına geldiği, “opos”un da yüz ya da göz anlamına geldiği bilinmektedir. Dolaysıyla euro ve opos sözcüklerinin birleşimiyle ortaya çıkan Europos kelimesinin “geniş bakan”, yani “bakış açısı geniş olan” olduğunu söyleyebiliriz. Bunun dışında, Yunancadaki Erebus’un (karanlığın tanrısı) ön Hint-Avrupa dillerinden türediğini vurgulayan tezler de bulunmaktadır.
Avrupa, Batı Hristiyanlığının bittiği, İslam’ın ve Ortodoksluğun başladığı coğrafyada biter” sözü bağlamında Avrupa’nın coğrafi ve kültürel sınırları
Avrupa’nın coğrafi sınırları bugün itibariyle aşağı yukarı bellidir. Avrupa kıtası güneyde Akdeniz ile, batıda Atlas Okyanusuyla, kuzeyde Kuzey Buz Denizi ile, doğuda ise Ural Dağları ile çevrilidir. Fakat Avrupa’nın kültürel ve dinsel sınırları farklıdır. Bugünün Avrupa kimliği, Hristiyanlığın Katolik ve Protestanlık mezhepleri üzerine inşa edilmiştir. Dolaysıyla “Avrupa, Batı Hristiyanlığının bittiği, İslam’ın ve Ortodoksluğun başladığı coğrafyada biter” sözünün anlamı buna yöneliktir. Yani Katolikliğin yanı sıra Protestanlıktan çıkma Kapitalizm de Batı Hristiyanlığı oluşturan temel değerlerdir. İslam ve Ortodoksluk diye tabir edilen yerler ise bugünün anlamıyla şu şekildedir:
İslam: Türkiye, Orta Doğu, Kuzey Afrika vs.
Ortodoksluk: Rusya Federasyonu
“Bu söz esasında bugünün Avrupa’sının siyasi ve kültürel sınırlarını, tarihi bir müktesebat ile oluşturmuş bulunmaktadır. Rusya’nın batı bölgesi esasında Avrupa kıtasında bulunmasına rağmen, burada mezhepsel ve kültürel farktan dolayı bu bölge dışlanmış bulunmaktadır. “Avrupa, Batı Hristiyanlığının bittiği, İslam’ın ve Ortodoksluğun başladığı coğrafyada biter” sözünün birde tarihi bir anlamı bulunmaktadır. Burada Batı Hristiyanlığı yine Katoliklik olarak ifade edildiği gibi, Orta Çağ dönemindeki Katolik krallıkların bulunduğu bölgeleri tarif etmektedir. İslam, yine Anadolu ve ötesindeki Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgelerine işaret etmektedir. Fakat Ortodoksluk burada gerek Balkanlar’daki Ortodoks prensliklere işaret ettiği gibi, Doğu Roma İmparatorluğu’na da işaret edebilmektedir. Bilindiği üzere 1200-1204 yıllarını kapsayan Dördüncü Haçlı Seferi’nde, Batı Katolik Avrupalılar Ortodoks Doğu Roma İmparatorluğu’nu ilhak etmişler ve Konstantinopolis şehrinde yağmalar ve katliamlarda bulunmuşlardır. Yani Katoliklik ile Ortodoksluk arasındaki düşmanlık bilinen bir şeydir. Dolaysıyla yukarıda zikredilen “Avrupa, Batı Hristiyanlığının bittiği, İslam’ın ve Ortodoksluğun başladığı coğrafyada biter” şeklindeki cümlenin anlamı böyle de olabilir.
Avrupa Kimliğinin Oluşumu
Avrupa kimliği, temel ve köklerini çok eskilere dayamaktadır. Avrupa tarihinin ilk defa Yunanlılar ile başladığını söylemek yanlış olur. Çünkü Avrupa, kendi kimliğini tarihin ilk medeniyetlerinden biri olan Hint-Avrupa kavimlerine kadar götürmektedir. Kurgan hipotezine göre Hint-Avrupa kavimleri, dünya tarihinin ilk medeniyetlerindendir. Avrupalıların kökenleri medeniyetin ilk belirtileri olan bugünün modern Hindistan ve İran bölgelerinde başlamış ve batıya yönelik göçlerle birlikte, gerek Anadolu üzerinden gerekse Kafkaslar ve Rus stepleri üzerinden Avrupa’ya ulaşmışlardır. Avrupalılar, bu tarihi tez üzerine inşa ettikleri hak iddiaları ile birlikte kendilerini medeniyetin ve dünya tarihinin merkezine yerleştirmekteler. Fakat Avrupalıların bu kimlik oluşumları, söz konusu tarihi iddianın zaman diliminde şekillenmemiştir. Bu kimlik oluşumu 18-19 hatta 20’nci yüzyıllarda oluşmuştur. Peki Avrupa kimliği nasıl oluşmuştur?
Esasında bu Hint-Avrupa kavimlerinin batıya göçlerinden sonra Avrupalılar ilk defa, söz konusu dönemlere göre, güçlü ve parlak devletler inşa etmişlerdir. Yunan şehir devletleri ile birlikte Avrupalılar kendilerine has kültür, yönetim ve sanat kimlikleri inşa etmişlerdir. Esasında Avrupa kıtasında başka devletler ve uygarlıklar da bulunmaktaydı fakat Yunanlılar, dönemin Avrupa kıtasının adeta temsilcileri haline gelmişlerdi. Yunan şehir devletlerinin demokratik yönetim anlayışları, Yunanlıların kültürel ve dinsel anlayışları ilk defa Avrupa kimliğinin temellerini atmıştır. Fakat Yunanlılar elbette bir Avrupa kimliğini inşa etmekle meşgul değildiler zira kendilerini Avrupalılar olarak görmüyorlardı. Yunanlılar kendilerini “Helen” olarak betimliyor ve Yunan şehir devletlerinin sınırlarının dışında bulunan diğer bölgelerdeki uygarlıklara “barbar” diye hitap ediyorlardı. Yani Yunanlılar kendi Helen kimliklerini “biz ve onlar” şeklinde oluşturarak, etki-tepki yasasına göre hareket ediyorlardı.
Roma’nın kurulması, yükselmesi ve özellikle Yunanistan’ın Romalılarca ilhak edilmesiyle birlikte Yunan mirası Romalıların eline geçmiştir. Bu miras aktarımı aynı zamanda politik ve kültürel bir aktarım idi. Artık Avrupa’daki en baskın güç Roma idi ve bu döneme “Pax Romana” denilmiştir. Romalılar da aynı Yunanlılar gibi kendi kimliklerini inşa ederken “onlar ve biz” yöntemini kullanmışlar, böylece yine bir etki-tepki yasasına başvurmuşlardır. Yunanlılar ve Romalılar dışarıdan gelen tehditlere göre kendi kimliklerine şekil vermiş medeniyetlerdi. Romalılar, elbette Yunanlılardan aldıkları miras doğrultusunda, kendilerine has hukuki ve politik kimlikler oluşturmuşlar, bilim, sanat, mimari ve felsefede dönemin en büyük cevherlerini ve eserlerini dünyaya kazandırarak “Dünyanın efendisi biziz” demişlerdir.
Orta Asya bozkırlarından batıya doğru göç eden Hunların, özellikle Karadeniz’in kuzeyinde ve Macaristan’ın kalbinde kurmuş oldukları Avrupa Hun Devleti, bu bölgede ve civar bölgelerde yaşayan Gotlar’ın (Ostrogotlar ve Vizigotlar olarak ikiye ayrılmışlardır), Alanların, Suevlerin, Vandalların ve Burgondların Roma topraklarına kaçmalarına sebebiyet vermiştir.
Bu söz konusu halklar, yurtlarından ayrılıp göç ettiklerinde başka Cermen ve Slav halklarla karşılaşmışlar, bu karşılaşmalar çoğunlukla kanlı savaşlara sonuçlanmış, bu kanlı savaşlar da en nihayetinde Avrupa kıtasında uzun vadeli bir kaos ortamı yaratmıştır. Hunlardan kaçmak için başka halkların bölgelerine giren bu halklar, misafir oldukları topraklardaki diger halkları yurtlarından etmiş, bu da bir domino efekti yaratarak tüm kıtayı kapsayan kavimlerin göç etme durumunu tetiklemiştir. Kavimler Göçü dediğimiz bu dönem, Roma’nın yıkılmasını sağlamış ve bugünkü Avrupa sınırlarına yakın sınırlar oluşturmuştur. Romanın yıkılması ile birlikte kaosa gömülen Avrupa kıtası, Fankların Kralı Şarlman’ın fetihleri sayesinde tekrar bir elde toplanmıştır. Avrupa’nın babası olarak anılan Şarlman, Avrupa’yı tek devlet ve tek din altında toplamak istemiş, böylelikle yeni bir kimlik oluşturmak istemiştir. İlk defa Şarlman ile birlikte Avrupa kültürü ve kimliği Akdeniz Havzası’ndan kuzeye doğru çıkmıştır. Bu elbette fetih ve Hristiyanlığın kuzey bölgelerine yayılmasıyla birlikte olmuştur. Artık kuzeydeki bir Cermen, güneyde yaşayan bir Akdenizli ile aynı düşüncelere sahip olabiliyordu. Aynı zamanda Latince de Avrupa’nın ortak dili olarak benimsenmiştir. Gördüğümüz üzere Avrupalılar, Şarlman dönemine kadar kendi kimliklerini olumsuzlukların üzerine inşa etmişlerdir. Avrupa kimliği krizlerle oluşmuştur.
Şarlman’dan sonra Katolik kilisesi güçlenmiş ve Orta Çağ boyunca hakim güç olarak kalmıştır. Avrupalılar Orta Çağ boyunca kendi içlerine kapanık olmalarına rağmen, kendi içlerinde de birbirleriyle daima mücadele halindeydiler. Katolik Kilisesinin girişimiyle Haçlı Seferleri başlatılmış ve Katolik Hristiyanlar topyekûn genelde Müslümanlara, özelde ise Ortodokslarla savaşa girerek onlara etkileşim haline girmişlerdir.
Bu etkileşim biçimi sırasında özellikle Müslümanlar esas alınarak ötekileştirilmiş, böylece Avrupa kimliği de şekillenmiş oldu. Orta Çağ döneminde Feodalizm hakim olmuştur. Yerel yöneticiler birbirleriyle birtakım sözleşmeler yaparak aralarında bir kral belirlerler, fakat kralın bu yerel yöneticiler üzerinde kısıtlı gücü bulunmaktaydı. Bu zihniyet 1648 yılına kadar devam etmiştir ve bu zihniyet ulus devletin temellerini atmıştır. Her Avrupa ülkesinde değişiklik gösteren bu feodal düzen, örneğin İngiltere Krallığı’nda henüz 12’nci yüzyılda bir parlamento oluşturmasını sağlamıştır. Özellikle Osmanlı Türklerinin Avrupa’daki fütuhatları Avrupalıları birleştirmiştir. Osmanlı Türkleri Avrupalılar tarafından ötekileştirerek, Avrupa kimliği yine değişmiştir. Bu bağlamda kimlik değişimi 1555 Augsburg ve 1648 Westphalia’da olmuştur. 1555 Augsburg Barışı ile birlikte Katolik Kilisesi, Protestanlarla barışarak onları hukuki bir mezhep olarak tanımış ve devletlere dinsel özgürlük vermiştir. 1648 Westphalia Barışı ile birlikte Avrupalılar otoriter monarşiler yaratarak, ulusların güçlenmesine yol açmışlardı. Bu güçlü ve otoriter krallar, sanki feodalizm dönemindeki derebeylerinin intikamını alırcasına, güç ve nüfuslarını pekiştirmek için her türlü yolları denemişlerdir. Artan baskılar ve zulümler sonucunda yine etki-tepki yasası uyarınca reform, aydınlanma ve Fransız İhtilali meydana gelmiş ve Avrupa kimliği yavaş yavaş oturmaya başlamıştır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nda genelde dünyayı özelde ise Avrupa’yı adeta bir kaos yuvasına dönüştüren Avrupalılar, savaş sonrası yeni bir barış dönemi inşa etmek istediler. Bu yolla Avrupa Birliği’nin temelleri atılmış oldu. Avrupa Birliği’nin temelleri ile birlikte “Avrupalılık kimliği’ni de oluşturmak istediler. Avrupalı kimdir? Kimlere Avrupalı denmelidir? Ya da hangi ulus “Avrupa kimliği”ne uygundur? İşte bu soruların cevapları, yukarıda izah ettiğimiz bölümde saklıdır. Esasında yukarıda da bolca bahsettiğimiz üzere Avrupa kimliği Antik Yunan’dan beri daima etki-tepki yasası üzerine inşa edildiği için, Avrupa kimliği statik değil dinamik olmuştur. Avrupalılar Antik Yunandan beri, diğerlerini ötekileştirerek kendi kimliklerini oluşturmuşlardır. Bu hususu yukarıda Antik Yunan, Roma, Haçlı Seferleri vb. faktörlerle izah ettik. Avrupa kimliğini taşıyan evvelâ Batı Hıristiyanlığı olması gerekir. Yani Katolik Kilisesi, Anglikan Kilisesi, Protestan Kilisesi ya da diğer Reform kiliseleri Batı Hıristiyanlığı olarak kabul edilmektedir. Avrupa kimliği bundan başka demokratik ilkelere (Antik Yunan’ın mirası) ve hukukun üstünlüğüne (Roma’nın mirası) dayanmalıdır. Avrupa kimliği aynı zamanda bütünleştirici olmalıdır. Çokluk içerisinde birlik olmalıdır. Bu dinamik ve değişken değerlerle bir kimlik inşasında bulunan Avrupalılar, geçmiş tecrübeleri ile birlikte Avrupa Birliği’ni kurmuşlardır. Avrupalılar Kutsal Roma İmparatorluğu ve feodalizm döneminden beri “farklılıklarla birlik” içindedir. Bu aynı zamanda Avrupa Birliği’nin sloganıdır (In Varietate Concordia). Avrupa kimliğinin nasıl oluştuğunu anlattıktan sonra, Avrupa’yı bir arada tutan yapılara geçeceğiz.
Avrupa’yı Bir Arada Tutan Yapılar
Az önce de izah ettiğimiz üzere, Avrupa’yı bir arada tutan bir yapı değil, birden fazla yapı vardır. Avrupalılar geçmişten beri farklılıklar içerisinde birlik olmayı öğrenmişler, bu da onların kültürel kodlarına işlenmiştir. Bunun aksine mesela Türkler ve Müslümanlar farklılık içerisinde değil, fakat bir olarak birlik olmuşlardır. Bunun gerek Türklerin tarihleri ve tarihi müktesebatları üzerine inşa ettikleri kültürel değerlerle alakası var, gerekse Müslümanların dini olan İslam’ın değerleriyle ilgisi var. Türkler tarih öncesinde de daima bir kağan etrafında birleşmişler, boy beyleri kendi boylarını da kağanın boyuna bağlayarak ona boyun eğmişlerdir. Zira kadim Türk geleneğine göre kağan olacak kişi Tanrı’nın buyruğu ile kağan olmuştur ve kağanlık da Tanrı’nın isteği ile kağanın nesline verilmiştir. Kut anlayışı dediğimiz bu anlayış Oğuz Kağan döneminde görüldüğü gibi, Asya Hunlarında, Avrupa Hunlarında, Avarlarda, Bolgarlarda, Hazarlarda, Göktürklerde ve daha nice Türk topluluklarında görülmüştür. Türkler İslamiyet’i kabul ettikten sonra bu anlayış, İslami motiflerin dahil olmasıyla birlikte devam etmiştir. Mesela Osmanlı Padişahları, Allah’ın yeryüzündeki halifeleri olarak görülmüş ve padişahın hanedanı ve nesline de mübarek/kutsallık atfedilmiştir. Böylece padişahın memleketinde ekseriyetle her şey onun mülkü olarak sayılmıştır. Yani Türkler, İslamiyet öncesi ya da sonrası hep Tek Tanrı ya da tek Allah’a inandıkları için, siyasi ve kültürel yapıları da makro anlamda hep tek bir hükümdar ya mikro anlamda hep tek bir aile reisi (baba/dede) olarak olagelmiştir. Fakat Avrupalılarda bu böyle değildir.
Avrupalılar eski tarihlerden beri Pagan idiler, yani çok tanrılı bir dini yapıları bulunuyordu. Hayatı ilgilendiren her alanla ilgili de bir tanrıları bulunuyordu. Dolaysıyla din konusundaki anlayışları, onların kültürel ve siyasi anlayışlarını da şekillendirmiştir. Bundan dolayı Feodalizm döneminde merkezi otoritesi zayıf olan krallıklar vardı, fakat onları denetleyen birden fazla vassallar bulunuyordu. Avrupa’daki krallar, asla Türklerin Sultanı gibi serbestçe hareket edemiyordu. Çünkü Türkler yukarıda izah ettiğimiz gibi birlik ve tekliğe alışmış, fakat Avrupalılar da farklılığa, iş birliğine ve dayanışmaya alışmıştı. Kutsal Roma İmparatoru bile İmparatorluk Diyetleri tarafından denetleniyor ve imparatorun gücü elektoral prenslikler, yani oy veren prenslikler tarafından denetleniyordu. Avrupa Birliği, işte Kutsal Roma İmparatorluğu’nun modern ve çağdaş devamıdır. Modern motiflerle süslenilmiş bir devamıdır. Gümrük birlikleri AB’ye has yapılar değildir. Bunlar Hansa Birliği ya da Utrecht Birliği’nde de görülmüştür. Gümrük Birliği’nin yanı sıra ortak pazar da tamamen Protestanların kendi aralarında ticareti teşvik etmek ve diri tutmak için kurulmuştu (Protestanlar; Kapitalizmin öncüleridir). İşte Avrupa’yı ekonomik anlamda bu yapılar ayakta tutmaktadır. Bunun yanında ekonomik entegrasyon ve iş birliği de Avrupa’yı Avrupa yapan yapıdır. Ayrıca Benelux, Avrupa Kömür ve Çelik Topluluğu, Avrupa Ekonomik Topluluğu gibi ekonomik yapılar da bulunmaktadır. Avrupa’yı bir arada tutan dinsel yapılarda bulunmaktadır. Bunlar da elbette Batı Hıristiyanlığın en büyük temsilcisi olan Katolik Kilisesi ve diğer temsilcileri olan Anglikan Kilisesi, Protestan Kilisesi ve diğer Reform Kiliseleridir. Avrupa’yı bir arada tutan kültürel ve sanatsal yapılarda bulunmaktadır. Avrupa aydınlanması, Avrupa felsefesi, Avrupa sanatı ve Avrupa kültürü bunlardandır. Beethoven, Michelangelo, Donatello, Rembrandt, van Gogh, Aristo, Eflatun, Sokrat, Grotius ve daha nice isimler var. Bu isimleri okuduğumuzda ürettikleri eserleri ve fikirlerinin yanı sıra başka bir şey daha aklımıza gelir. O da şüphesiz Avrupa’dır.
Bir de siyasi yapılar vardır ki, bunlar da Avrupa’yı bir arada tutan tamamlayıcı ve nihaî olan yapılardır. Bunlar genellikle Avrupa Birliği kapsamında kurulmuş birliklerdir. Maastricht Anlaşması ile birlikte Avrupa Birliği kurulmuş, Lizbon Anlaşması ile birlikte ise AB kurumları geliştirilmiştir. Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği Konseyi, Avrupa Birliği Zirvesi gibi siyasi yapılar gerek Avrupa Birliği’ni gerekse Avrupa’yı ayakta tutan siyasi yapılardır.
KAYNAK
Davies, Norman (1996). Europe: A History.
Dine, Philip ve Seán Crosson (2010). Sport, Representation and Evolving Identities in Europe. Bern: Peter Lang
Dogan, Mattei (1998). “The Decline of Traditional Values in Western Europe”. International Journal of Comparative Sociology.
Gommers, Peter (2001). Europe – What’s in a Name. Leuven University Press.
Hunt, Shelby D. (2003). Controversy in marketing theory: for reason, realism, truth, and objectivity. M.E. Sharpe.
Kim Covert (2011). Ancient Greece: Birthplace of Democracy. Capstone.
Martin, Michael (2017). City of the Sun: Development and Popular Resistance in the Pre-Modern West.
Takacs, Sarolta (2015). The Modern World: Civilizations of Africa, Civilizations of Europe, Civilizations of the Americas, Civilizations of the Middle East and Southwest Asia, Civilizations of Asia and the Pacific. Routledge.
Ted Byfield (2008). A Glorious Disaster: A.D. 1100 to 1300: The Crusades: Blood, Valor, Iniquity, Reason, Faith. Christian History Project.
William J. Duiker; Jackson J. Spielvogel (2010). The Essential World History. Cengage Learning.”
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.