Türkiye Cumhuriyeti siyasal olarak birçok kırılmaya uğramış, büyük badireler atlatmış ve hep tartışmalara yol açmıştır. Dönemsel olaylar bile tek başına yüzlerce akademik araştırma ve yine yüzlerce kitaba konu olacak kadar derin ve karmaşık olmuştur. Yine de bu yazı dizisinde sizlere Cumhuriyet tarihinin önemli olaylarını özetleme amacındayım.
Erken dönem Türkiye Siyasi tarihini incelerken Osmanlı’nın son dönemlerinde olan siyasal gelişmeleri de görmezden gelemeyiz. Zira Osmanlı’nın son dönemlerindeki siyasi gelişmeler erken dönem Türkiye siyasetine ciddi etkiler yapmıştır. Bu yüzden yazı dizisinin ilk bölümünde cumhuriyet ilanı öncesi gelişmeler, ilk anayasa çalışmaları, yönetim sorunsalı, çok partili yaşama geçiş, savaş ekonomisi ve demokrasinin yükselişi ele alınacaktır.
1839-1923 – Arka Plan (Tanzimat, Meşrutiyet, darbe ve savaş dönemleri Osmanlı siyaseti)
Osmanlı Devleti çok uluslu bir imparatorluktu. Tarih boyunca azınlıkların ve dış güçlerin devletten bazı talepleri oluyor, durumu ciddiyeti bazen savaş veya isyan seviyesine kadar yükseliyordu. Ama özellikle Fransız ihtilalinden sonra temel özgürlüklerin sağlanması talebi imparatorluğun dört bir yanından yükselir olmuştu. Batılı toplumların mutlak monarşiye ve feodalizme karşı baş kaldırışları başta Osmanlı olmak üzere birçok çok uluslu imparatorluğun iç işlerini karıştırmıştı. Dönemsel olarak kitapların yaygınlaşması, kültür seviyesinin yükselmesi, bağımsız yayıncıların çıkardıkları gazeteler kitlesel bir bilinçlenmeye yol açmıştır. Toprak ağaları ile sıkı ilişki içerisinde olan krallar köylülerden aldıkları vergilerle yaşarken kendilerini halktan soyutlamışlardır. Sonunda halk zor kullanarak temel özgürlüklerini elde etmiş ve Fransa’da cumhuriyet kurulmuştur.
Osmanlı imparatorları da benzer sorunlar ile boğuşuyordu. Dış borçlanmalar başlamış, yabancı tüccarlara verilen imtiyazlar artmış, gümrük vergisinin azalmasıyla yerli sanayii ve üretim durma noktasına gelmiş, iç isyanlar bastırılamamış ve ülke ciddi toprak kaybına uğramıştı. Halk yoksullaşmış ve savaştan savaşa koşmaktan yorulmuştu. Bu durumda Fransa’dan dünyaya yayılan reform ve özgürlük dalgaları imparatorluk başkenti İstanbul’a ulaşmış ve iyiden iyiye Osmanlı’yı yeniden ayağa kaldırma amacıyla bu düşünceler dillendirilmeye başlamıştı.
Reformlar 2. Mahmut döneminde başlasa da genel reformculuğun hukuksal bir kimlik kazanması sağlanmamıştı. Hemen arkasından gelen Padişah Abdülmecit bu gerekliliği anlamış ve çevresindeki bazı devlet adamlarının da desteğiyle 3 Kasım 1839’da Tanzimat Fermanı’nı okutmuştur. Osmanlı tarihinin en önemli metinlerinden olan bu ferman devletin temel vatandaşlık hakları vermesini, Osmanlı’nın kötü durumda olduğunun kabulünü, bunu düzeltmek için yenilikler ve yasalar oluşturulacağını, rüşvetin ve ağır vergilerin önüne geçileceğini, müsadere (kişinin mallarına el koyma) ve idamın yargısız yapılamayacağını içeriyordu. Yönetimsel ve siyasi işleyişte hiçbir yenilik sunmayan ferman yeni kanunlarla hali hazırdaki yönetimin geliştirilmesi amacını taşıyordu. Oysa ki aydınlar temel bir meclisin oluşturulmasını gerekli görüyorlardı. Tanzimat çok önemli bir adım olsa da başarılı olamadı, halk ve yerel yönetimden fermanın uygulamalarına tepkiler geldi.
1876 yılına gelindiğinde Osmanlı’da 1. Meşrutiyet ilan edildi. Yine bu dönemde Kanun-i Esasi yürürlüğe girdi ve Meclis-i Umumi adlı meclis kuruldu. Genç Osmanlılar hareketinin etkisinin büyük olduğu bu olay sonucunda üyeleri atamayla belirlenen Ayan Meclisi ve üyeleri seçim yoluyla belirlenen Meclis-i Mebusan oluşturuldu. Bu ikisi birleşerek Meclis-i Umumi ismiyle hizmet veriyordu. Yeni yönetimin yasama organını oluşturacak olan bu meclis Osmanlı tarihinde bir ilkti. Yine Osmanlı’nın ilk ve tek anayasası konumunda bulunan Kanun-i Esasi meşrutiyetin kurulmasıyla Krikor Odyan adlı hukukçu tarafından hazırlanmış ve devlet erkanının müdahaleleri ile son halini alıp yürürlüğe konmuştur. 119 maddeden oluşan Kanun-i Esasi’nin ilk 5 maddesi padişaha ait hakların tanımlandığı maddelerdi. Bunu takip eden yaklaşık 20 maddede Osmanlı halkının temel özgürlükleri yer alıyordu. Yine sonrasında vergi ve kişisel mülkiyet haklarını tanımlayan maddeler vardı. 42. Madde kurulacak meclisin yetki ve haklarını tanımlıyordu. 20 Mayıs 1878’de Padişah 2. Abdülhamit’in karşıtlarından Ali Suavi ve beraberindeki 150 kadar kişi teknelerle Çırağan Sarayı’na çıkartma yaptı ve sarayın muhafızlarını etkisiz hâle getirdiler. Asiler, 5. Murad’ın tutulduğu bölmeye ulaştılar ancak akli dengesi yerinde olmayan 5. Murad korkuya kapıldı ve asilerle gitmeyi reddetti. Ali Suavi eski padişahı ikna edemedi. Bu arada, yetişerek olaya müdahale eden Beşiktaş Muhafızı Yedisekiz Hasan Paşa komutasındaki askerler asilerden 60’ını öldürdüler. Hasan Paşa, kalın bir sopayla başına vurarak Ali Suavi’yi öldürdü ve bu başarısız darbe girişimini bastırdı. Çırağan Baskını olarak adlandırılan bu darbe girişimi ve 93 Harbi’nin de etkisiyle, 2. Abdülhamit Kanun-i Esasi’yi yürürlükten kaldırdı. Aslında resmi olarak kanunlar yürürlükte görünse de fiilen hiçbir kanun uygulanmadı. Yine bu dönemde meclisin toplanması ve hizmet etmesi de engellendi.
1889’da kurulan İttihat ve Terakki Cemiyeti padişahı baskısı altına aldı. 1908’de Manastır ve Selanik’te isyanlar çıkardılar. Bu baskı sonucu 2. Abdülhamit Kanun-i Esasi’yi tekrar yürürlüğe koydu ve derhal seçimler düzenledi. 2. Meşrutiyet olarak adlandırılan bu dönemde meclis koltuklarında fazlaca yer tutan ittihatçılara tepkiler arttı. Gazeteci Hasan Fehmi Bey’in ittihatçılar tarafından öldürülmesi bardağı taşırdı. Bazı subaylar ve vekiller ittihatçı oldukları gerekçe gösterilerek öldürüldü ve yine ittihatçı olarak bilinen gazeteler yağmalandı. Durumun protestodan isyana dönüşmesi sonucunda çoğunluğu ittihatçıların kontrolünde olan (Edirne’de bulunan 2. ve 3. Ordu ile bir kısım Rumelili milisten oluşan) Hareket Ordusu kuruldu ve İstanbul’a gelen ordu isyanı bastırdı.
İsyanın bastırılmasından sonra toplanan meclis verdiği kararla 2. Abdülhamit’in tahttan indirilip Selanik’e sürgüne gönderilmesine ve yerine kardeşi Mehmet Reşat’ın getirilmesine karar verdi. 31 Mart Vakası olarak adlandırılan bu olay sonucunda Osmanlı yönetiminde ciddi adımların atılmasına sebep oldu. Padişahın yetkileri sınırlandırıldı. Meclis, Bakanlar Kurulu’nu denetleme ve kendi başkanını seçme yetkisine sahip oldu. Bu olaylar sonucunda artık Osmanlı’da “padişah” ünvanının tümüyle sembolik bir anlamı kalmıştır.
1913’te ittihatçılar tarafından yapılan baskınla Harbiye Nazırı Nazım paşa öldürüldü, başbakan Kamil paşa silah zoruyla istifa ettirildi ve Erkan-ı Harbiye reisi Mahmut Şevki paşa Sadrazam ilan edildi. Böylece devlet yönetimi tamamen İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin eline geçti. Edirne’nin işgali sonrası, Edirne’yi kurtarmak amacıyla yapıldığı savunulan bu darbeye Bab-ı Ali Baskını adı verilmiştir. Buna rağmen Edirne aylar sonra imzalanan Londra anlaşmasıyla Bulgarlara bırakılmıştır. Sonrasında hırslı yöneticiler devleti 1. Dünya Savaşı’na soktular. Yenilgiden sonra da ülkeyi terk ettiler.
Anadolu’da kurtuluş ateşinin henüz yeni yakıldığı dönemde İstanbul’da mebus seçimleri yapıldı. Seçimler sonucu Anadolu’dan birçok Müdafa-i Hukuk destekçisi mebus seçildi. Mustafa Kemal de 2 ayrı vilayetten mebus seçilmesine rağmen güvenlik gerekçesiyle İstanbul’a gitmedi. 1920’de toplanan bu meclis Anadolu kurtuluş hareketinden yana tavır aldı. Meclisin oy birliği ile Misak-ı Milli’yi kabulü ve ilanı sonrası işgalci askerler meclisi dağıttı. Bir kısmı tutuklanan mebusların hemen hepsi ilk fırsatta Anadolu’ya geçerek 23 Nisan’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne katıldılar.
Dağıtılan meclisle birlikte Meclis-i Mebusan ve Kanun-i Esasi tarihe karışacak, buna rağmen Anadolu’nun kalbinde hem siyasi hem de askeri anlamda tam bir özgürlük meşalesi yakılacaktır…
İlk Anayasa Çalışmaları
Cumhuriyet’in kuruluş sürecinde henüz meclisin ilk yıllarında Teşkilat-ı Esasiye kanunu ilan edilmiş, ilk defa “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” hükmü yasalaşmıştır. Ayrıca bu kanunla modern bir meclisin kurulması ve seçim yöntemiyle belirlenecek vekillerin arasından meclis başkanı ve bakanlar kurulu oluşturulması hususu netleştirilmiş ve bunların yetkileri belirlenmiştir. Teşkilat-ı Esasi’ye esasen 1876 yılında duyurulan Kanun-i Esasi’den oldukça etkilenmiş ve Osmanlı’nın son dönemlerinde hayli sıkıntı yaratan sorunların da çözümü üzerine özelleştirilip değiştirilerek oluşturulmuştur.
Yönetim Kimin?
Teşkilat-ı Esasiye’ye göre TBMM başkanlığı görevi devlet-hükümet başkanlığını da kapsayacak düzeyde oluşturulmuştu. Bu görev cumhuriyetin ilanına dek Mustafa Kemal tarafından yürütüldü. Bu sırada Osmanlı saltanatının Ankara hükümetini zora sokması büyük bir sıkıntıydı. Kurtuluş Savaşı sırasında ve sonrasında işgalci devletlerle yapılması planlanan görüşmelerde saltanatlık makamı sık sık soruna neden oluyordu. İstanbul yönetiminin işgalcilerden yana tutumu dolayısıyla görüşmelere Ankara hükümeti ile birlikte İstanbul temsilcileri de çağrılıyor ve bir çeşit karışıklık çıkması için görüşmeler sürekli baltalanıyordu. Bu durum Ankara hükümetini karar almaya zorladı. Tartışmalı görüşmeler TBMM’de sürerken sadrazam Tevfik paşa Mustafa Kemal ve TBMM’ye gönderdiği telgrafla işgale karşı birlik çağrısında bulundu bunun üzerine Mustafa Kemal’in sert ısrarlarıyla 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. Son sultan Vahidettin halife sıfatıyla İstanbul’da kalmaya devam etse de, erkanının istifası sonrası güvenliğinden endişe ederek İngiliz zırhlısı Malaya ile Malta’ya kaçmıştır.
Meclisin sıkıntılarından birisi de devletin merkezinin neresi olacağının kanunlaştırılmamış olmasıdır. Her ne kadar saltanat kaldırılmış olsa da henüz net bir başkent seçilmemiş olması sorunlara yol açıyordu. 13 Ekim 1923’te İsmet paşanın önergesiyle tek maddelik yasa tasarısı onaylandı ve Ankara resmen başkent oldu. Devlet merkezinin İstanbul’dan taşınmasının ilanı cumhuriyet rejimine geçiş için önemli bir adım olmuştur.
Peki Egemenlik Kimin?
Ulusal mücadelenin ilk yıllarından beri her fırsatta vurgulanan “Egemenliğin halka ait olması” gerekliliği cumhuriyetin hazırlığıydı.
Bu sırada yeni kurulan meclis hükümetinde çıkan sorunlar meclisi güçsüz gösteriyordu. Bitmek bilmeyen tartışmalarla amaçtan uzaklaşılıyor ve meclis faaliyetleri aksıyordu. Bunların cumhuriyet rejimi ile aşılacağını düşünen Mustafa Kemal bakanların istifasını istedi. Bu karardan sonra, bilinçli oluşturulan, hükümet boşluğunu kapatma yetkisi muhalif vekillere verildi. Ama bir sonuca ulaşılamadı. 28 Ekim akşamı yol arkadaşlarına “Efendiler, yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz!” diyen Mustafa Kemal 29 Ekim günü, hükümetin bir türlü kurulamaması sorununun halledilmesi için görevlendirildi. Bir saatlik konuşma yapan Mustafa Kemal cumhuriyet rejiminin yaratacağı kolaylıkları meclise anlattı. Sonrasında ise yasa tasarısını sundu. Meclis tarafından kabul gören cumhuriyet rejiminin ilk cumhurbaşkanı da Mustafa Kemal seçildi. Böylelikle yüzyıllardır ezilen halk için en önemli karar verilmiş oldu. Artık egemenlik, kayıtsız şartsız, milletindi. 1924 yılına geldiğimizde ise Teşkilat-ı Esasiye baştan oluşturuldu. Bundan sonraki yıllarda değişiklikler devam etmiş ve kadınların seçme ve seçilebilme hakkı ile laiklik vurgusu anayasada yer bulmuştur. 1945 yılında dili Türkçeleştirilip tekrar kabul edilen bu anayasa 1960 darbesine dek yürürlükte kaldı.
Dönemin Kanayan Yarası: Çok Partili Yaşama Geçiş
1923’te Mustafa Kemal tarafından kurulan halk fırkası cumhuriyet tarihinin ilk partisidir. Bu dönemde başka partilerin de kurularak çok partili siyasi yaşama geçilmesi fikri Mustafa Kemal tarafından önemle vurgulanmıştır. Nitekim mecliste yaşanan fikir ayrılıkları sonucu bir muhalefet partisinin gerekliliği görülmüş ve 1924 yılında Kazım Karabekir, Refet Bele, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Adnan Adıvar öncülüğünde cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur.
Genel anlamda demokrasi veya cumhuriyet karşıtlığı yapmayıp, tek partili meclisin “Egemenliğin halka ait oluşu”nun önüne geçeceğini ve mecliste farklı fikirlerin de temsilinin şart olduğunu savunmuşlardır. Tüm bunlara rağmen dış güçlerin desteğini de alan bazı gerici liderler tarafından başlatılan 1925 Şeyh Sait isyanı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın varlığına sığınılarak gelişmiş ve isyanın büyüklüğü yüzünden alınan sert önlemler kapsamında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kapatılmış, çok partili yaşama geçiş denemesi başarısız olmuştur. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla tekrar çok partili siyasi yaşama geçiş denense de, gerek partinin direkt olarak Mustafa Kemal’i karşısına alması ve gerekse bazı cumhuriyet karşıtı grupların partiye girmesi yüzünden, aynı yıl partinin kendi yönetimi tarafından feshedilmesi sonucu bu girişimi başarısız olmuştur.
Savaş Ekonomisi
Bu yıllardan itibaren Cumhuriyet Halk Fırkası yönetiminde ülke siyasetinde ciddi dönüm noktaları olmamış, ülke ekonomik sıkıntıları atlatmaya çabalamıştır. Atatürk’ün vefatından sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanlığına getirilmiş ve çeşitli hükümetler ile reformlara, ülke ekonomisinin toparlanmasına ve eğitime önem verilmiştir. 2. Dünya Savaşı yıllarında ise ülke ciddi ekonomik sıkıntılarla boğuşmuştur. Savaştan uzak kalma politikası güden İsmet İnönü yönetimi bu dönemde Hasan Ali Yücel öncülüğünde köy enstitülerini kurmuş ve ciddi bir eğitim hamlesi yapmıştır. Bu dönemde savaştan kaçınma stratejisi başarılı olsa da ülke ekonomisi çok zayıflamıştır. Sanayileşme sekteye uğradığı gibi, ülke ekonomisinin temel direği olan tarım da sekteye uğramıştır. Şehirlerdeki stokçuluk ve karaborsacılık şehir sermayesinin belirli ellerde toplanmasını ve şehir burjuvazisinin oluşmasına sebep oldu. Kırsalda ise özellikle silah altına alınan erkeklerin çokluğu küçük ve orta düzeydeki çiftçiliği bitirdi ve büyük toprak sahipleri güçlerine güç kattılar. Kırsaldaki çoğu çiftçi topraklarını büyük toprak ağalarına satmak zorunda kaldı. Toprak ağalığı yaygınlaştı. Durumu önlemeye çalışan devlet “Varlık Vergisi”ni yürürlüğe koydu. 1942 yılında mecliste kabul gören bu yasa, Türkiye’de yatırım yapıp büyük karlar elde eden yabancıları da hedef almaktaydı. Nitekim servet tespit komisyonlarının tespitine göre tahakkuk edilen vergilerin %87’si gayrimüslimlere yüklenmişti.
Çeşitli çevrelerce ağır bulunan vergilerin ödenememesi durumunda kişiye ait mallar haczedilecek, hala karşılanamayan vergi kalırsa kişi Erzurum Aşkale’de bulunan çalışma kamplarına götürülecek, çalışmalarına karşılık verilecek ücretin yarısına vergi borçlarına karşılık olarak el konulacaktı. 1942 ile 1943 yıllarında İstanbul’da çok sayıda gayrimenkul el değiştirdi. Vergi borcuna karşılık el konulan ve satılan bu muhitlerin %67’si Müslüman Türkler, %30’u devlet tarafından satın alınmıştır. Yine 1943’te 1229 kişi varlık vergisini ödememesi sebebiyle Aşkale’ye çalıştırılmak üzere yollandı. Durum karşısında oluşan tepkinin büyüklüğü, Varlık Vergisi uygulamasının 17 Eylül 1943 yılında kısmen, 15 Mart 1944’de ise tamamen kaldırılmasına sebep olmuştur. Özellikle gayrimüslimleri etkileyen olaylar nedeniyle gayrimüslimlerin sayısı hızla yarıya düştü.
Varlık Vergisi uygulamalarında toplam 394 milyon lira vergi toplandı. Bu miktar 1942 ülke bütçesinin %80’ine tekabül etmekteydi.
Demokrasinin Yükselişi
İlerleyen yıllarda savaşın son bulmasıyla Stalin gözlerini Kars, Ardahan ve Artvin’e dikmişti. Bu durum İsmet İnönü yönetimini ABD ve İngiltere’ye yaklaştırdı. Bu süreçte yavaş yavaş gelişen Cumhuriyet Halk Partisi’nin içindeki muhaliflik için bardağı taşıran son damla 1945’deki bütçe görüşmeleri ve çiftçiyi topraklandırma kanunu görüşmelerinde oldu. Celal Bayar, Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan hükümet icraatlerine açık muhaliflik gösterdiler. Gerek meclis konuşmalarında, gerekse Vatan gazetesindeki yazılarında sert eleştiriler yaptılar. Sonuç olarak partiden ihraç edildiler veya istifa ettiler. Cumhurbaşkanı İnönü’den de destek alan parti kurma çalışmaları hız kazandı ve 1946’da Demokrat Parti kuruldu.
Sonrasında ise çiçeği burnunda demokrasimiz tarihinin en ağır çelmelerinden ilkini yaşayacaktı…
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.