İnsanlar, doğumla birlikte ırk, dil, din, mezhep, cinsiyet, renk vb. özelliklerin dışında devredilemez ve vazgeçilemez birtakım haklarla dünyaya gelirler. Bu haklar her bir birey için eşit olup, hiçbir şekilde kullanılmaması talep dahi edilemez. Bu hakların temelinde ise insanın doğuştan sahip olduğu, insan onuruna dair haklar vardır. Bu haklar siyasi, coğrafi, kültürel, ekonomik sınıflar için ayrı ayrı ya da farklılık göstermez. Bireyi merkez alan bu haklar aynı zamanda bireyi korumaya yöneliktir. Doğumla birlikte kazanılan haklar arasında yaşam hakkı, ifade özgürlüğü, kişisel dokunulmazlık vb. haklar vardır. İnsan hakları genel kanı olarak batı kökenli bir kavram olarak algılanır. Batı kültürünü benimsememiş ya da bu kültürün dışında kalmış devletler tarafından gerektiği kadar önemsenmemiştir. Kimi az gelişmiş ülkelerde insan hakları teoride kabul edilmekle birlikte uygulanması bakımından ise bazı eksiklikler göze çarpmakta ve gereken önem verilmemektedir. Bununla birlikte insan hakları, evrensel olmakla birlikte bütün insanlar içindir. İnsan hakları oluşumu sebebiyle ihtiyaçlardan doğmuştur. İnsan haklarının oluşma nedeni bireylerin birtakım haklarının suistimal edilmesi ile ortaya çıkmıştır.
İnsan hakları dinamik bir yapıda olmasıyla birlikte bireyin ihtiyaçlarına cevap vermesi, insan haklarının gelişmesi, var olan devletler tarafından kabul edilmesi, teoride kabul edilen bu hakların pratikte uygulanması, hakların ihlali sonucunda cezai yaptırımların uygulanması, tüm bireyler için eşit olması, ırk, din, dil, cinsiyet, renk ayrımı gözetmeksizin uygulanmasının ve gelişen, küresel dünya sistemine karşı bireyin haklarını geliştirmeyi ve korumayı ön görür. Günümüz koşulları itibari ile gelişmiş ülkelerde insan hakları kavramı sürekli olarak dile getirilmektedir. Gelişmiş ülkelerin tarihlerine bakıldığında ise “sömürge [1]” zamanlarında, insan hakları kavramına gerektiği önemi verilmediği göz önünde bulundurmalıdır. Sömürge anlayışının yıkılması ve ulus devletlerin ortaya çıkması ile beraber, sömürülen ülkeler etnik, dini, dil, renk bakımından kendilerinden farklı devletlerin himayesi altına girmiş. Bu devletler içerisinde nüfus sayılarının çoğunluğun içinde az olması sebebiyle kendilerini “azınlık [2]” olarak bulmuşlardır. Azınlıklara her ülke farklı şekilde bakmaktadır.
Bu bakış açılarına göre ülkeler azınlıkların hakları kabul edip, onların kendi gelenek-göreneklerine göre yaşamaları için uygun koşulları oluşturmakta ve haklarını garanti altına almaktadır. Kimi devletler ise azınlıkları farklı bir ulus olarak görmemekte, azınlıkların tıpkı çoğunluk nüfus gibi görmekte, ülkede tek bir gelenek – göreneğin, tek bir ulusun olmasını istemektedirler. Çin Halk Cumhuriyeti bu duruma örnek gösterilmektedir.
Çin’de diğer devletler gibi insan hakları ve azınlık hakları için birtakım sözleşmeleri imzalamıştır. 1981 yılında Birleşmiş Milletler “Her Türlü Irk Ayrımcılığının Ortadan Kaldırılması” Sözleşmesini, 1983’te “Soykırım Suçunun Cezalandırılması ve Önlenmesine Dair Sözleşme” yi ve yine aynı yıl içerisinde “Kurumsallaşmış Irk Ayrımcılığı Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Uluslararası Sözleşmesi” ni imzalamıştır [3]. Çin bu sözleşmeleri imzalamakla birlikte kendi yönetimi altında bulunan farklı azınlık gruplarına da özerklik [4] yetkisi vermiştir. Bu özerk yönetim bölgeleri; Guangksi Zhuang Özerk Bölgesi (Etnik grup, Zhuang), İç Moğolistan Özerk Bölgesi (Etnik grup, Moğol), Tibet Özek Bölgesi (Etnik grup, Tibetli), Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Etnik grup, Uygur) son olarak ise Ningksia Hui Özerk Bölgesi (Etnik grup, Hui)’dir [5].
Bu azınlık bölgelerine özerklik verilmesi ile birlikte ayrılıkçı bir politika sergilememeleri için azınlık grubun çoğunluk grup içinde eritme diğer bir ifade ile asimilasyon uygulanmaları sergilenmektedir. Bu çalışmada ilk olarak Sincan Uygur Özerk Bölgesinin siyasi tarihi ve Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkisine, Sincan Uygur Özerk Bölgesinin (Doğu Türkistan) stratejik önemine, Çin’in buradaki asimilasyon politikalarına (eğitim, dil, din, ekonomi, sağlık vb.) son olarak uluslararası toplumun bu bölgeye bakışı ele alınacaktır.
Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) Siyasi Tarihi
Doğu Türkistan bölgesi M.Ö. 210’dan itibaren Orta Asya’da kurulan Uygur, Göktürk, Hun, Tabgaç, Kırgız, Türgiç, Karluk, Karahani gibi Türk devletlerinin içinde yer almıştır [6]. Türk devletlerinin Doğu Türkistan bölgesinde kurulmasından daha önce ise bölgede Uygurlar faaliyet göstermekteydi. Uygurların tarihi milattan öncesine kadar uzanmaktadır. Uygurlarla – Çinliler arasındaki bölge mücadelesi de yine milattan önce 206 yılından itibaren ve milattan sonra 220 yılına kadar hem Doğu Türkistan bölgesinde hem de genişliği Çin bölgesinde de olan Han Hanedanlığına uzanmaktadır.
İlk defa kesin olarak Türk bilinen Göktürk Kağanlığı’nın 744 yılında ortadan kalkması ile bu bölgedeki günümüz sorunlarının ana aktörü olarak Uygurlar, 840 yılına kadar Uygur Kağanlığı adı altında toplanmışlardır. Kağanlığın yıkılması ile birlikte Uygur Türkleri, Çin’in baskısıyla daha çok karşılaşmış ve mücadeleler başlamıştır. T’ang Hanedanlığı döneminde yaklaşık olarak bir yüzyıl kadar askeri, ekonomik olarak Çin hakimiyetinin altında olan Uygur Kağanlığı, Çin tarafından Orta Asya bölgesinde genişlemek için bir üs olarak kullanılmak istenmiştir. Bunda bölgenin jeo-stratejik özelliği ön plandadır. T’ang Hanedanlığı dönemi Çin tarihinde en güçlü dönemdir ve 751 yılında Talas Savaşı [7] ile bu dönem son bulmuştur. Talas Savaşı ile birlikte T’ang Hanedanlığı bir daha Doğu Türkistan’ın batısında siyasi, askeri bir faaliyet gösterememiştir. 840 yılında parçalanan Uygur Hanedanlığıyla birlikte Uygurlar, Asya kıtasında kurulan yeni devletlerde yaşam alanı bulmak zorunda kalmışlardır. Yaşam alanlarını ise Beşbalık, Turfan ve Tanrı Dağları çerçevesindeki bölgede yoğunlaştırmışlardır [8]. Karahanlı Devletiyle beraberinde onuncu yüzyılla Uygurlar kendilerini tekrar göstermeye başlamışlardır. Karahanlı Devleti’ne önderlik eden liderler Uygurlar tarafından çıkarılmıştır. Ek olarak Karahanlı hükümdarı olan Satuk Buğra Han, 960 yılında İslam dinini seçmiş ve Uygurlarda bu dini benimsemişlerdir. Uygur Türklerini ise iki asır sonra Moğol İmparatorluğunda önemli yerlere gelen ve önemli karar alan Uygur elitleri izlemiştir. Siyasi ve idari kararları elinde bulunduran bir diğer Uygur sınıfı ise kendini 1279 yılında Moğol devleti olan Yuan Hanedanlığından kendini göstermiştir.
Ayrıca Yuan Hanedanlığı Çin’i siyasi kontrolü altına almayı başarmıştır. 1368 yılında ise Çin üzerindeki gücü azalmış, Çin’i kontrol altında tutmamıştır, böylelikle Çinliler ile Uygurlar arasında çatışmalar tekrar başlamıştır. Bu çatışmaların nedeni ise ticaret ve toprak üzerine idi. Bu çatışmalar ile birlikte Uygurların gücü azalmış, kendi aralarında huzursuzluklar çıkmış, oluşan bu iç karışıklıkla beraberinde Doğu Türkistan’ın Çinliler tarafından istilasını izlemiştir [9], 1755 yılında Çin tarafından bölgenin işgal yönelik çalışmalar artmıştır [10].
(Doğu Türkistan bölgesinde Çin ile Türk devletleri arasındaki mücadeleler milattan önce başlamış ve Çinliler M.Ö. 104,59; M.S. 73,448, 657, 744, ve 1759 Doğu Türkistan’ı istila etmeye çalışmıştır [11].) Bölgede 1755 yılından itibaren 1865 yılına kadar Yakup Bey’in iktidara gelmesiyle 110 yıllık Çin iktidarı devam etmiştir ve bu 110 yıllık zaman “Birinci Çin İstilası” olarak anılmaktadır [12]. Bu süre zarfında 42 kere ise Uygurlar tarafından tekrar bağımsız olarak yaşamak için ayaklanma çıkarılmıştır. Bu dönemde çıkan ayaklanmalar sonucu Çin tam olarak bölgede hakimiyetini pekiştirememiştir. Yakup Bey (Muhammed Yakup Kuşbeyi) devleti Rusların Batı Türkistan’ı işgali sırasında ortaya çıkmış ve 1870 yılında Turfan ve Urumçi’yi ele geçirmiştir. Ayrıca Yakup Bey devleti İngilizler tarafından hem Rusya’ya hem de Çin’e karşı tampon bölge olması nedeniyle desteklenmiştir [13]. Ancak devletin ömrü Yakup Bey’in ölümü ile kısıtlı kalmıştır. 1877 yılında Yakup Bey’in ölmesi ile beraber Zo Zung Tang komutasındaki Çin ordusu işgal etmiş. 18 Kasım 1884 yılında Çin’in emriyle beraber bölgeye “Şin Cang” yani “yeni toprak” anlamına gelen isim verişmiştir ve bölgede “ikinci Çin istilası” başlamıştır. Bunun yanında Doğu Türkistan dört idari bölgeye ayrılmıştır, Doğu Türkistan’daki bütün şehir, nehir isimleri Çince olarak değiştirilmiş, Doğu Türkistan’ı Çinlileştirmek için nüfus göçü başlatılmış, 1776 yılında yayınlanmış olan bildiriye göre Çinliler istedikleri yazman Doğu Türkistan’a geçebilmekte ve bu bölgeye taşınabilmektedirler [14] bu ve benzeri politikalar ile Doğu Türkistan bölgesi hem Çin’in tam egemenliği altına girilmesi hem de bölgedeki Türkleri Çinlileştirmek için yapılmıştır.
Zo Zung Tang bu politikaları 3 temel hedef dahilinde yapmıştır. Bunlar; “parçala-idare et”, “eritme (nüfus politikası, göçler ile)” ve “büyük bir Çin milleti yaratmak” tır. 1911 yılında Zo Zung Tang komutanlığındaki Feodal Çin idaresine son verilerek yerine Milliyetçi Çin idaresi kurulmuştur. Bu yeni Çin ile birlikte Doğu Türkistan politikası değiştirilmiş.
1924 yılındaki I. Kurultayda “Milli Kalkınma Programının” 4. maddesinde “Çin’de Türklerin mevcut oldukları, Türklerin Doğu Türkistan’ın yerli halkı olduğunu, bunların hepsinin Müslüman olduğunu ve onlara kendi kaderlerini tayin etme hakkının (self-determinasyon) verilmesi gerektiğini benimseyip kabul edilmiştir [15].” Bu yeni politika ile birlikte Doğu Türkistan politikasında köklü bir değişiklik olmuş ve mevcut koşullarda Türklerin bağımsızlıkları için bir kapı açılmıştır. Fakat bu politika kısa süre sonra tekrar eski “parçala, idare et, eritme” politikasına dönülmüştür. Hatta Çin ve Uygurların aynı ırka mensup oldukları dile getirmiştir. Büyük Çin milleti için Uygur ve Çinlilerin tek bir çatı altında tek bir gelenek – görenekle yaşamaları istenmiştir. Bu politikalara karşı çıkan Doğu Türkistanlılar idam edilmiştir. İkinci Çin istilasına ve bu politikalara tepki olarak Doğu Türkistan halkı ayaklanmış ve 1933 yılında “Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti” devleti kurulmuştur. Bu devlet İslamiyet, bağımsızlık, kardeşlik üzerine kurulmuştur ve Urumçi hariç tüm Doğu Türkistan bölgesini kapsamaktadır. Kurulan bu devlete Rusya, Batı Türkistan içinde de destek verilmesi, Batı Türkistan’ın bağımsızlık mücadelesine kalkışması ihtimaline karşı olarak tanımamıştır. Hatta Çin’ e destek vermiştir. Bu yeni devletin ömrü kısa olmuş ve 1934 yılında yıkılmıştır [16].
1944 yılında Gulca ilinde bir ayaklanma başlamış ve ayaklanma sonucu üçüncü kez 7 Kasım 1944 yılında “Doğu Türkistan Cumhuriyeti” ilan edilmiştir. Bu yeni devlet Sovyetler Birliği’nden destek almıştır. İkinci Dünya Savaşının bitmesiyle birlikte ise Sovyetler Birliği ile Çin arasında bir pazarlık konusu olmuş, iki ülke kendi çıkarları için bu bölgeyi kullanmıştır [17]. 1945 yılında Mao Çin Komünistlerinin 6. Kurultayında Milliyetçi Çin’in politikalarını eleştirmiş (azınlıklara karşı böl-yönet, parçala politikalarını, karşı çıkanların idam edilmesini), eğer Çin iktidarını alırlar ise Moğol, Tibet ve Doğu Türkistan halklarına kendi kaderlerini tayin etme hakkı vereceklerini, istedikleri takdirde Çin’den ayrılabileceklerini, isterler ise yine bir seçenek olarak Çin’e bağlı bir federe devlet olabileceklerini ilan etmişlerdir [18]. Mao’nun bu politikalarını benimseyen Doğu Türkistan ise Çin ile 12 Temmuz 1946 yılında barışçıl bir anlaşma imzalamışlardır. Bu anlaşmaya göre Doğu Türkistan kültürel, ekonomik, sosyal ve iç siyasal olarak özel hakları saklı kalmak üzere Çin’e bağlı bir özerk yapı olması şeklinde imzalanmıştır [19]. İktidarı eline alan Mao ise verdiği sözleri tutmayıp, politikaların tam tersi bir tutum sergilemiştir. Doğu Türkistan bunun üzerine federasyon şeklinde olmalarını talep etmiş, Mao ise bu talebi “tarih ve sosyalizm” düşmanlığı olarak görmüş ve reddetmiştir. Mao’ya göre Doğu Türkistan Çin’in ayrılmaz bir parçasıdır, ezelden beri bu bölge Çin bölgesidir şeklinde düşüncesi vardır. Mao kendinde önce “parçala, böl-yönet, eritme, büyük Çin milleti” politikasına dönmüş bu doğrultuda ilk olarak bölgeye 1 Ekim 1955 yılında bölgeye otonom bir yapı vermiş ve bölgenin resmi adı “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” olarak kurulmuştur[20].
14 Aralık 1960 yılında Doğu Türkistan Komünist Partisinin yayın organı “Şincang Ribao” gazetesinde; Çin Halk Cumhuriyeti’nde genel nüfusun %94’ünü Çinliler teşkil eder. Biz Çin’deki milletlerin kaynaştırılması taraftarız. Bunu sağlayabilmek için bir milleti esas almak gerek. Bu millet de Çin milletidir. Azınlık milletlerle Çinliler arasındaki evlenmeleri daha da sıkılaştırmak lazım. Buna kimsenin mani olmaya çalışmaması gerek. Zaten kimse de buna mani olamaz [21].
Bu gazete haberinden de anlaşılacağı üzere azınlıklara nüfus için eritme politikası güdülmüş, azınlık hakları çiğnenmiştir. Diğer bir politika ise bu dönemde azınlıkların kullandığı Arap alfabesi yasaklanmış yerine Çin fonetiğine uygun şekilde hazırlanan Latin alfabesine geçilmesi onaylanmıştır. Bu politikayla azınlıkların konuşma, yazma ve eski kültürleriyle aralarındaki bağlantının kesilmesi hedeflenmiştir. Bunun amacı Doğu Türkistan’ı sistematik olarak Çinlileştirmektir. Bir diğer politika ise Doğu Türkistan’ı İslam dininden uzaklaştırmaktır. Bu politikayla ilgili olarak 20 Ekim 1978 yılında Rin Min Ribao gazetesi; Azınlık milletler, ölülerini yakıp küllerini saklamaya, domuz eti yemeye ve domuz gütmeye zorlanmışlardır. Azınlık milletler ekonomik yönden çok geri bırakılmışlardır. Kültürleri yok edilmeye çalışılmıştır. Onların hayat seviyelerini yükseltmeye ve kültürlerini canlandırmaya çalışmalıyız [22] şeklinde belirtmiştir. Ayrıca Mao tüm bu politikalarını “Kültür Devrimi [23]” olarak belirtmiş ve amacının büyük Çin milleti yaratmak olduğunu belirtmiştir. Bu devrim ile birlikte giderek azalan azınlık hakları, yerini asimilasyon çalışmalarına bırakmış. Bu asimilasyon çalışmaları nüfus politikası, ekonomik, siyasi, dini, sosyal, eğitim alanlarında görülmüş. Doğu Türkistan’ın geçmiş tarihiyle arasındaki bağların kopmaları amaçlanmıştır. Bunun için eski kitaplar yakılmış, ibadethanelere girişler kontrol altına yapılmış, 18 yaşının altındaki çocuklara dini eğitim verilmesi yasaklanmıştır, alfabe sistemi değiştirilmiş, Doğu Türkistanlı gençler Çinli bireylerle evlendirilmesi amaç edinilmiştir. Mao’nun ölümü üzerine 1976 yılında görevi devralan Deng Xiao-ping döneminde komünist Çin’de önemli değişikliklere gidilmiştir.
Temel amaç Kültürel devrimin baskıcı politikaları yüzünden güveni kalmayan Doğu Türkistanlıların Çin’e bağlılıklarını artırmak ve kaybolan güveni tekrar sağlamaktı [24]. Bunun için “dini özgürlükler yönünden olan kısıtlamaları kaldırmış, Kültürel devrim sırasında Çin anayasasından çıkarılan siyasi ve mali özerk hakkı, ana dildeki hakkı, anadilde eğitim hakkı, kültürel kimliği koruma ve geliştirme hakkı gibi çeşitli azınlık haklarını tekrardan anayasal düzlemde tanımış ve düzenlemiştir [25].”
11 Eylül 2001 İkiz kulelere yapılan saldırıyla birlikte Çin uluslararası alanda Doğu Türkistanlı Müslümanları terörist ilan etmiştir. Çin uluslararası alanda terörist ilan edilen ve Müslümanlara şüphe ile bakılan atmosferi fırsat bilmiştir. Bu ırkçı ve ayrılıkçı grupları kendi iç politikalarında huzuru bozan, ülke için barış ve güvenliği tehdit eden, Çin’in toprak bütünlüğünü ve egemenlik haklarını ihlal eder nitelikte tanımıştır [26]. 2002 yılında dönemin ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richart L. Armitage’in Ağustos Çin ziyareti sırasında, Doğu Türkistan İslami Hareketi (ETIM), sözde Usame bin Ladin ve el-kaide terör örgütleri ile bağlantılı olduğu gerekçesi ile ABD’nin terörist listesine alınmıştır (Doğu Türkistan Kurtuluş Örgütü (ETLO) de aynı listeye alınmıştır). ABD’nin ETIM listesi almasının ardından Birleşmiş Milletler de ETIM’i resmen terörist örgüt olarak sınıflandırmıştır. Bu sınıflandırma yüzünden Çin’in bölgeye yaptığı baskıcı politikalar artmıştır [27].
Doğu Türkistan’ın Stratejik Önemi
Doğu Türkistan yüz ölçümü olarak 1.828,418 kilometredir. Kuzey yarım kürenin 34-40 enlemleri,74-94 boylamları arasında yer almaktadır. Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) Çin Halk Cumhuriyetine bağlı beş özerk yapıdan biridir ve Çin’in beşte birini kapsamaktadır (1/5) [28]. Doğu Türkistan’ın sınır komşuları ise kuzeyde Rusya; batıda Batı Türkistan’ı teşkil eden Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan; güneyde Afganistan, Pakistan ve Hindistan ve Tibet; doğuda Çin (Kansu, Çing-Hai ve İç Moğolistan özerk bölgeleri), kuzey-doğuda ise Moğolistan bulunmaktadır. Doğu Türkistan’ın bu kadar güçlü ve çok sayıda komşuya sahip olmasıyla birlikte Çin’in buraya verdiği değer artmış ve bu bölgede olan olayları bir iç mesele halinde görme eğilimi giderek artmaktadır. Halford Mackinder tarafından kabul edilen görüşe göre dünyanın coğrafi ve tarihi merkezi olarak kabul edilmektedir. Doğu Türkistan bölgesi ise “Avrasya’nın kalbi” olarak görülmektedir. Bu kalbi elinde bulunduran ise “Orta Asya’yı” elinde tutar dolayısıyla diğer görüş olan Orta Asya’yı elinde bulunduran dünyaya hükmeder görüşüne çıkarız. Doğu Türkistan’ın bu jeo-politik özelliği bakımından Çin için ayrılmaz bir bütünlük halini almış, Çin’in kopmaz bir parçası haline dönüşmüştür [29]. Orta Asya’da jeo-stratejik açıdan ise İpek yolunun merkezinde yer almaktadır. Günümüz koşullarında Çin’in planlanan ve tekrar uluslararası topluma açılması için yapılan bir ekonomik politikası olan “Bir Kuşak, Bir Yol” projesi yine bu bölgeden geçecektir.
Ayrıca Doğu Türkistan bölgesi Çin’in dünyaya açılan kapısı niteliğindedir. Bunun yanında ise Kazakistan’dan petrol taşıyan boru hattı buradan geçmektedir. Doğu Türkistan bölgesi konumu ve jeo-stratejik özelliğinin yanında yeraltı madenleri bakımından oldukça zengindir. Tüm Çin’in yeraltı madenlerinin/zenginliklerinin dörtte üçü bu bölgede bulunmaktadır. Bölge zengin petrol, doğalgaz gibi uluslararası toplum için önemli olan ve sanayileşme, dışa bağımlılığın azalması, enerji güvenliği açısından Çin için oldukça önemlidir. Petrol rezervlerinin %30’u, doğalgaz yataklarının ise %35’i kadarı bu bölgededir. Xinhua haber ajansının verdiği bilgilere göre bölgede kanıtlanmış kırk adet petrol ve doğalgaz sahalarında, 2 milyar ton petrol, 160 milyar metreküp doğalgaz bulunmuştur. Yine Xinhua haber ajansının 25 Eylül 2008’de yayınladığı habere göre, Sincan- Uygur Özerk Bölgesinin, sadece yıllık ham petrol üretimi 27 milyon 300 bin ton, doğal gaz üretimi ise 25 milyar 100 milyon metre küpe ulaşmıştır. 2012’de yıllık ham petrol üretiminin 34 milyon tonu, doğal gazın ise 60 milyon tonu aşabileceği tahmin edilmiştir [30]. Bu habere göre de yine bölgenin yeraltı madenleri bakımından zengin olduğu, Doğu Türkistan bölgesi ilerde bağımsızlığını ilan ettiği takdirde tek başına enerji bakımından oldukça zengin olacağı, bölgede başat aktör konumuna gelebileceği öngörülmektedir. Çin hem hızla gelişmesi hem de dünya üzerinde hızla yükselen gücü ile birlikte enerjiye ihtiyacı gittikçe artmaktadır. Bu da Çin bu bölgeye bağımlı hale getirmekte ve Çin’in can damarı olarak görülmektedir. Enerji bakımından oldukça önemli olan bölge madenler açısından da önemlidir.
Ülkede uranyum, demir, krom, kurşun, manganez, volfram [31], kömür (Doğu Türkistan kömür yataklarının alanı 88.545 kilometre olup rezervi 1604 milyar tondur ve bu rezerv Çin’in toplam rezervinin üçte birini teşkil eder.) [32], molibden, çinko, berilyum, lityum, tantal, sezyum, altın gibi zengin yer altı madenleri vardır.
Ülkenin resmi makamları tarafından bölgenin 920 yerinden yaklaşık olarak 19 adet demir içermeyen altın madeni bulunduğu açıklanmıştır. Bu yerlerden özellikle Cungarya Havzası’nın kuzeybatısındaki dağlarda zengin altın, demir, kömür, bakır ve petrol yatakları ile Altay bölgesinde zengin taş kömürü yatakları bulunmaktadır [33]. Bununla beraber Çin’in tümünden çıkarılan madenlerin 148 madenin 124’ü bu bölgeden çıkmaktadır. 2012 yılında ise Sincan Uygur Özer Bölgesi’nde yüz milyarca tonluk 31 yeni madenin bulunduğu açıklanmıştır. Bu açıklamayla birlikte bölge bir kez daha önemini ortaya koymuş ve Çin için elinden çıkmaması gereken bir bölge olduğunu tekrar kanıtlamıştır. Bunun yanında Doğu Türkistan bölgesinde halkın %50’si tarımla uğraşmaktadır. Ekili alanlar 3.704.000.000 hektar olup, bu sahanın %90 sulanmaktadır. Doğu Türkistan “meyve vatanı” olarak da bilinmektedir. Mısır, süpürge darısı, yulaf, arpa, pirinç, üzüm, kayısı, kavun, elma, armut, buğday, kestane, ceviz, nar gibi pek çok meyve ve tahıl ürünü yetiştirilmektedir. Kuru yemişler ihraç edilip, yine ekonomik anlamda bir değer kazanmaktadır. Ayrıca Doğu Türkistan bölgesinde yetiştirilen bu meyve ve tahıl ürünleri ihracatın yanında birçok ortaklığı da beraberinde getirmiştir. Örnek olarak Turfan şehrinde Çin – Japon ortaklığıyla birlikte kuru üzüm fabrikası açılmıştır [34]. Bölgede çiftçiliğe ek olarak hayvancılıkla da uğraşılmaktadır ve bölge halkı geleneksel olarak hayvancılıkla uğraşmaktadır. Doğu Türkistan Uygurlarının %70’i hayvancılıkla uğraşmaktadır. Bölgede bulunan küçükbaş ve büyükbaş hayvanlarının sayısı 30 milyon dolaylarındadır [35].
Çin’de Doğu Türkistan’daki koyun yetiştiriciliği ilk sırada yer almaktadır. Bu koyunlardan elde edilen yün ise Çin üretiminin genelinin üçte birine eşittir. Bölge buna ek olarak 580 farklı türde olan vahşi hayvan ve 3.000’den başka bitki türüne ev sahipliği yapmaktadır [36].
Doğu Türkistan’ın yer altı ve yer üstü kaynakları, madenleri, ulaşım koridoru, jeo-stratejik konumu, eski ticaret yollarına ev sahipliği yapması, enerji bakımın oldukça zengin olduğu aynı zamanda enerji koridoru olarak görev yaptığı, tarım, hayvancılık, çiftçilik konusunda ileri bir düzeyde olduğu görülmektedir. Bu özellikleriyle birlikte teknolojinin gelişmişliğiyle ilerde konumunun güçleneceği daha çok enerji açığa çıkacağı, bölge üzerinden geçmesi planlanan “bir kuşak bir yol” politikasıyla konumunun daha da güçleneceği düşünülmektedir. Çin için Sincan Uygur Özerk (Doğu Türkistan) bölgesinin önemi gittikçe artmaktadır. Bu bölge hem Çin’in Avrasya’ya açılan kapısı hem de dünyaya açılan kapısı olarak bilinmektedir. Bu bölgedeki üretimin genel olarak Çin üretiminin çoğunluğunu sağlamaktadır ve Çin’in giderek bu bölgeye olan bağımlılığı artmaktadır. Yükselen bir güç olacağı için başlıca enerjiye ihtiyaç duymakta ve enerji ihtiyacını bu bölgeden sağlamaktadır. Doğu Türkistan bölgesinin Çin için başlıca ve temel değeri buradan kaynaklanmaktadır. Bölgenin elden çıkarılması, Çin’den bağımsız bir politika ya da yaşam sürmesi düşünülemez. Çin bu otonom bölgeyi kendine bağlamak ve buraya Çinlileştirmek için asimilasyon çalışmaları yürütmektedir. Çin’in hedefi gelecek yıllarda bir seçim olmasına karşı olarak burada bulunan Çin nüfusunu yükseltmek ve seçimlerde ayrılıkçı olmayan bir politikaya gitmektir. Bu politikayı gerçekleştirmek için Çin sistematik olarak çalışmaktadır ve çalışmaları din, dil, eğitim, ekonomik, demografik, sağlık ve benzeri alanlarda kendini göstermektedir.
Sincan Uygur Özer Bölgesinde (Doğu Türkistan) İnsan Hakları İhlalleri
17. yüzyıldan itibaren günümüze kadar insan hakları için uluslararası alanda bir gelişme yaşanmıştır. Bu gelişmeler ulus – dışı örgüt, sözleşmeler, doktrinler, beyannameler şeklinde gerçekleşmiştir. Uluslararası alanda genel gören ve klasikleşen görüş ise Georg Jellinek’in sınıflandırmasıdır. Bu sınıflandırma üçe ayrılmaktadır; pozitif statü hakları, negatif statü hakları ve aktif statü haklarıdır. Pozitif statü hakları; bireylere devletten yardım, hizmet, olumlu davranış isteme hakkı sunun hak ve hürriyetlerdir. Bu haklar devletten istenildiği için “isteme hakları” ya da “sosyal haklar” da denmektedir. Örnek olarak ise çalışma hakkı, sağlık hakkı, sosyal güvenlik hakkı, parasız eğitim- öğretim hakkı, konut hakkı, kültürel yaşama katılma hakkı, bu tür haklara örnek gösterilir.
Negatif statü hakları ise; kişinin devlet tarafından dokunulmayacak, eksiltilmeyecek, bireylerin özel alanını oluşturan haklardır. Bu haklara devlet hiçbir şekilde karışamaz, kısıtlayamaz. Bireyler bu hakları doğum ile birlikte alırlar. Bireyleri devlete ve topluma karşı koruduğu içinde “koruyucu haklar” olarak isimlendirilebilirler. Örnek olarak ise Vicdan hürriyeti, kişi güvenliği, konut dokunulmazlığı verilebilir. Bu hak özel yaşamın sınırlarını belirler. Aktif statü hakları; bireylerin devlet yönetimine katılmasını sağlar. Bu kapsamda “siyasi haklar” ya da “katılma hakları” olarak da bilinmektedirler. Bu haklar; seçme ve seçilme hakkı, siyasi faaliyette bulunma hakkı, siyasi parti kurma hakkı, dilekçe hakkı örnek gösterilir [37]. Doğu Türkistan’da görülen insan hakları ihlalleri bu kapsamda negatif ve pozitif statü hakları kapsamında incelenecektir. Aktif statü hakkının Doğu Türkistan’da incelenmemesinin nedeni ise Çin Halk Cumhuriyeti üzerinde bu hakkın eksikliği görülmekte olmasıdır. Buna örnek olarak ABD merkezli Özgürlük Evi [38] (Freedom House) adlı sivil toplum kuruluşunun, “Dünyadan Özgürlükler 2020” başlıklı raporunda; Çin özgürlükçü olmayan ülkeler arasında sıralanmakta ve aktif statü hakları bakımından 40 puan üzerinden en düşük notu almaktadır [39]. Bir diğer çalışma yapan kurum ise 2019 yılında Uluslararası Demokrasi ve Seçim Yardım Enstitüsü [40] (International Institute for Democracy and Electoral Assistance, IDEA) tarafından yapılmış ve Çin Halk Cumhuriyetinin mevcut ülkeler arasında en anti-demokratik ülkelerden biri seçilmiştir. Bu raporlara bakıldığın Çin’in tamamından da aktif statü hakların eksikliği olduğu göze çarpmaktadır. Bu yüzden Doğu Türkistan’da aktif statü haklarına bakılmayacaktır.
Doğu Türkistan’da Pozitif Statü Haklarının İhlalleri
Pozitif bir hak olarak kabul edilen eğitim hakkı, birçok sözleşmede [41] yer edinmiştir. Uluslararası alanda ise eğitim hakkının herkes için eşit şartlarda, bireylerin kendine ve dil değerleri bakımından istedikleri okulu seçebilecekleri, öğretmen ve öğrencilerin fikir özgürlükleri, temel zorunlu ilköğretim hakkı, yazma/okuma bilmeyenlerin için ise temel eğitim hakları vardır. Eğitim hakkının hiçbir ayrıcalık kabul edilmeden toplumun içinde yaşayan her bir bireyin hakkı olduğu belirtilmesi gerekir. Çin anayasasında eğitim hakkı, azınlıklar için sadece özerklik haklarını düzenlemekle kalmamış; azınlık toplulukların kendi dilleri ve kültürlerini koruma, kullanma ve geliştirme hususlarında da ayrıca düzenlemelere giderek anadilde eğitim hakkı, azınlık dilinin resmi yazışmalarda kullanılması gibi birçok hak verilmiştir. Bu hakların verilmesi önemlidir. Fakat bu haklar teoride verilmiş haklardır, uygulanış biçimine geçilmemiştir [42]. İlk olarak Uygurların kendi kullandıkları Arap alfabesi Çin Kiril alfabesi olarak değiştirmiş daha sonra ise Latin alfabesine çevirmiştir.
Türkler ile bağlantı kurulmaması için ise daha sonra Latin alfabesi tekrar Arap alfabesine çevrilmiştir. Doğu Türkistan eğitim sisteminde ikili bir yapı göze çarpmaktadır. Bu sistemde bir okulda sadece Çince öğrenmek diğer okulda ise Çin dilinin yanında azınlıkların kendi dillerini öğrenecekleri Çin ders saatlerinin az olduğu okullar vardır. Aileler çocuklarını istedikleri okula göndermede özgürdürler[43].
Ancak 1984 yılıyla birlikte bu politikada bir dönüm noktası olmuştur. Çinli olmayan azınlık grupların çocukları daha önce ortaokulun ikinci sınıfında Çince dersi alırken, bu yaş sayısı ilkokul üçünce sınıfa düşürülmüş. Son olarak ise birinci sınıftan itibaren Çince öğrenmek zorunlu olmuştur. Eğitim amaçlı olarak çocukların batıya gönderilmesi projesi ortaya çıkmış, bu kez de bölgedeki azınlık çocukları küçük yaşlarda seçilip tamamen kendi dilinden ve kültüründen kopuk bir şekilde büyütülmüş ve kendi kültürlerine, diline yabancı olmuştur. 2002 yılında Uygur-Sincan Üniversitesinde Uygurca yasaklanmıştır. Dr. Michael Dillion tarafından yazılan makalede; Çin’in 2002 Mayıs ayında aldığı Sincan Üniversitesinde derslerin Uygurca okutulmaması kararından sonra, bu kez de Uygur dilinde yazılmış kitapları yakmaya başladıkları, okullar başta olmak üzere, ideolojik eğitim hızlandırdıkları, Uygur diline ve kültürüne yönelik bu kampanyanın sadece terörizmi değil, tüm halkı hedef alması nedeniyle ileride daha derin ihtilaflara yol açabilecekleri vurgulanmaktadır [44]. 2013 yılında İnsan Hakları İzleme Örgütü, raporunda, Çin’in Uygurca yazılmış kitapları yaktığını yayınlamıştır. Ekonomik haklara bakıldığında 1952-1978 yılları arasında batıda yer alan özerk bölgeler arasında ekonomik gelişme olarak ilk 10’un içerisindeyken 1990 yılından sonra hızlı bir şekilde gerileme yaşanmış ve Sincan Uygur Özerk bölgesi kendini 20. Sırada bulmuştur. Aynı yıllarda bölgedeki nüfus açısından azınlık bölgelerinde gayri safi milli hasıla %6,4 iken doğu kesiminin gayri safı milli hasılanın büyüme hızı %6,1’dir. İkisi arasında fark çok olmamakla birlikte 1978 sonrası ülkesinin doğusu %8,6 olurken (ülke geneli %8,4’dür.) batıda bariz bir azalma meydana gelmiş ve fark artmıştır. Bu fark doğu ile batının arasındaki uçurumu arttırmış ve gelişmiş düzeylikleri de farklılaşmıştır [45]. Doğu Türkistan’ın petrol ve doğalgaz, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin olduğu daha önceki bölümde bahsedilmiştir.
Ancak Uygur halkı bu zenginlikten yararlanamamaktadır. Bölgedeki sanayi faaliyetlerini Çinliler yönetmekte, Çinlilere daha çok avantaj verilmektedir, burada çalışacak kişilerin ilk olarak çok iyi bir eğitim alması gerekmektedir bunun içinde öncelik Çin okullarından mezun olanlara verilmektedir. Ayrıca bölgede faaliyet yürütmek için gelen Çinliler devlet tarafından desteklenmektedir. Çin’den bu bölgeye daha iyi ve rahat, hayat standartları yükseltmek için gelenler bile vardır. Bunun yanında Uygur halkı genel olarak bölgenin doğusunda yaşamakta ve kurak olan bu arazide tarımla ve hayvancılıkla uğraşmaktadırlar.
Bölgedeki gelişmiş düzeyleri olarak ise sanayi olarak gelişmiş batı tarafı gayet iyi bir konumda iken, doğu konumu kötü durumdadır ve bölge arasında eşitsizlikler göze çarpmaktadır [46]. Çin bölgeler arasındaki bu eşitsizliği gidermek için “go west” kampanyası başlatmıştır. Bu kampanyasındaki amaç ise Tibet ve Doğu Türkistan bölgelerinin içindeki eşitsizliği en aza indirmektir. Fakat “go west” kampanyasıyla birlikte Sincan Çinliler tarafından cazibe noktası olarak görülmüş ve Uygurlar tarafından ise nüfus politikası değiştirilmesi olarak algılanmıştır. Yoğun artan Çin göçü ile birlikte petrol ve doğalgaz sektörlerinde ve boru-hattı taşımacılığında Çinlilerin yeri artmış, zaten tarımda ve hayvanlıkta çalışan Uygurların işsizlik oranları yükselmiştir. Bu kampanyayla birlikte bölgedeki eşitsizlik artmış ve Uygur-Çin çatışmaları artmaya başlamıştır [47]. Bu “go west” politikasının yanında ise Abdulsalam Abdulgani Alim, Hashar olarak bilinen yılda iki ay boyunca ücretsiz olmak üzere çalışma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk Amnesty International’un raporuna göre ise devlet tarafından zorla çalıştırılan Çin’in tek bölgesi Doğu Türkistan’dır. Doğu Türkistan bölgesinde bu uygulama kırsal alanlarda görülmektedir [48].
Doğu Türkistan’da Negatif Statü Haklarının İhlalleri
Adil yargılanma hakkı, yasalarla kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkeme önünde her türlü eşitlikçi imkanlarla, makul bir süre içerisinde kamuya açık olarak yargılanma istenilme hakkıdır. Bu hakka göre yargılama süresi boyunca suçlunun birçok hakkı vardır. Bu haklar; avukatıyla ve ailesiyle görüşmesi, işkenceye ya da dayağa maruz kalınmaması, her türlü sağlık kontrolü, yemek-içecek haklarına sahip olunması gibidir. Fakat Doğu Türkistan’da durum bu şekilde değildir. Uygurlar hiçbir delil gösterilmeden hukuksuz dini propaganda yapma, toplumu bölme ve ayrıştırma, aşırılık yapma gibi eylemler bahane edilerek terörist damgası adı altında hapishaneye atılmaktadır. Hapishanedekiler terör eylemi ile girdiği için avukatıyla ve ailesiyle görüştürülmemektedir. “Devletin bilgilerini” sızdırmak ve “devleti bölmek” suçlarıyla yargılanmakta ve bu yargılanma aşamasında hukuksal yardım alma talepleri reddedilmektedir. Çin Ceza Muhakemeleri ve Usulü Kanunu’nun 37. maddesine göre; “Ceza soruşturması esnasında savunma avukatının milli güvenlik, terör ve mühim yolsuzluk gibi suçlamalar yönetilen müvekkili ile görüşme talebi, ceza soruşturmasını yürüten otoritenin iznine bağlıdır [49].” Yine aynı kanunun 69. maddesinde de; “gözaltındaki kişilerin tutukluluğu sevk işlemleri, ülke genelinde her kademede örgütlenmiş Halk Başsavcılıklarının onayına tabi tutulmaktadır. Uzun gözaltı süreleri sonrasında gelen tutukluluk onaylarını, uzun süren tutukluluk dönemleri (5-7 yıl) takip etmektedir [50].”
Son yıllarda artan Uygur ve diğer Müslüman bireylerin soruşturma aşamasına geçilmesi için 3 yıldan uzun süre tutuklu kaldığına dair deliller Dünya Uygur Kongresi tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştır. Birleşmiş Milletler görevlisi özel bir raportör, Çin ziyareti sırasında tamamen keyfiyetine dayalı olarak insanlık dışı ceza ve uygulamalar ile karşı karşıya kalındığını belirtmiştir. Açıklamasında ise; Çin yönetimi tarafından kabul edilen Endangering State Security (EES/ Devlet güvenliğini tehlikeye sokmak) suçlarının tamamen belirsiz ve keyfi uygulamalar olduğunu, insanların dini yaşam, ifade özgürlüğü gibi bir takım temel haklarının bu EES kapsamında ellerinden alındığını ve cezalandırıldığını söylemiştir. Son zamanlarda ise EES suçlarından dolayı tutuklanan Uygur bireylerin sayısında artış vardır. The U.S. Congressional – Executive Commission on China (CECC) tarafından 2008 tarihinde yayınlanan raporda, Çin mahkemelerinde EES suçundan dolayı yargılanan kişi sayısı, 2007 yılı tüm dünya alanında yargılanan birey sayısından fazla olduğu açıklanmıştır. Diğer bir İnsan Hakları Örgütü DUİ HUA, EES kapsamında 2009 yılında yargılanan 2008 yılındakine göre %63 oranında artarak, 437 yargılanma olayını açıklamıştır [51]. Adil yargılanma hakkı kapsamında bir diğer unsur ise işkence [52] yapılmasıdır. Çin Ceza Muhakemeleri ve Usulü Kanunu, Birleşmiş Milletler Sözleşmesinde yer alan İşkenceye ve Diğer Zalimane, Gayriinsani yahut Küçültücü Muamele veya Cezaya karşı olmasına rağmen bu duruma uygun hale getirmemiştir. Ayrıca BM Sözleşmesi’nin 2. maddesinin 2. fıkrasında, işkencenin hiçbir şekilde hukuka uygun hale gelemeyeceğine dair hüküm; “Hiçbir istisnai durum ne harp hali, ne de harp tehdidi, dahili siyasi istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hal, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez” ibaresi vardır ve Çin yaptığı bu eylemleri hukuka uygun duruma getirecek herhangi bir nedene bağlayamaz.
Çin adli makamları, zor kullanarak itiraf ettirdikleri suçları mahkeme önünde delil niteliğinde kullanmakta ve delil niteliğinde kabul edilmektedir [53]. Bu ise BM Sözleşmesi’nin 15. maddesinde yer alan; “işkence yapılarak alındığı tespit olunan herhangi bir ifadenin, işkence yapmakla itham olunan kişi aleyhinde delil olarak kullanılması hariç, herhangi bir kovuşturmada delil olarak kabul edilmemesi” hükmüne aykırıdır ve delil olarak kullanılamaz. Göz altı kamplarında ise yine çeşitli işkenceler yapılmaktadır. Bu işkencelerden bazıları kemerle dövülmek, tırnakların sökülmesi gibidir. Ayrıca bu kamplarda Uygurca konuşulması kesinlikle yasak olup, mahkumların kaldıkları süre zarfı belirsizdir, tutuklular Uygur Müslümanları olup dini ibadetlerini yerine getirmelerine izin verilmemekte, kötü şartlar altında çalışmaya zorlanmaktadırlar. Bu kamplarda tüm tutsaklara Çince öğretilmekte ve Çin kültürü aşılanmaya çalışılmaktadır.
2018 yılında yayınlanan bir rapora göre ise Hoten’de bulunan bir kampta 26 kişi ölmüştür [54]. Negatif statü hakları arasında sayılan din özgürlüğü hakkı iki kapsamdan oluşmaktadır. Bunlar inanç ve ibadet özgürlüğüdür. İnanç özgürlüğü; bireylerin bir dine inanması ya da inanamamasıdır. İbadet özgürlüğü ise dine inanan bireylerin, inandıkları dinin emirlerini yerine getirme haklarıdır. Bu kapsamda bireyler tören, ayin gibi benzeri toplantıları özgürce yapmalarını ve yine özgürce katılmalarını kapsamaktadır. Bu açıdan Çin Halk Cumhuriyeti kendi anayasasında din özgürlüğünü [55] açıkça belirtmiştir. Fakat alınan bu kararlar teoride kalmıştır. Çin Hükümeti terörist eylemleri geniş ölçüde tanımlarken, bunun içine dini eylemleri de almıştır. Buna örnek olarak ise 2012 tarihinde Müslümanlarca önemli olan Ramazan ayında oruç tutulması yasaklanmıştır. (Bölgede özellikle öğrenciler ve devlet memurları bu ayda göz hapsine alınmıştır.) Bu yasak ise ramazan ayı boyunca toplumsal istikrarı sağlamak adına bu kuralın alındığı söylenmiştir. Camide kalabalık gruplar halinde ibadet etme, vaaz verme, uzun bir şekilde dua okuma ve bazı ayetlerin okunması konusunda kısıtlanmalar getirilmiştir olup kadınların ibadet etmesi ve özel şahıslar tarafından dini okul veya kurs açılması, öğrencilerin dini kurs ve okullarda okumaları yasaklanmıştır [56].
Bu kapsamda başka bir insan hakları ihlali ise ebeveynlerin ve yasal olarak hamilelerin kendi 18 yaşından küçük çocuklarına dini eğitim vermeleri ya da aldırmaları yasaklanmıştır. Söz konusu bu yasak “Çin’in hem 2002 tarihinde onayladığı Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi’ne, hem de 1991’de onayladığı Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne aykırıdır [57].” Bir başka ibadet ve din özgürlüğünün kısıtlanması örneği ise 2017 yılında değiştirilen Din İşleri Talimatnamesidir. Bu talimatnameye göre din özgürlüğü kapsamında öncelikli olarak ise ibadet özgürlüğü denetleme ve kısıtlama alanındaki yetkileri genişletilmiştir. Bu genişletmeler ise dinin aşırıcılığını önlemeye yönelik yapıldığı dile getirilmiştir.
2017 tarihinde Doğu Türkistan’daki özerk yönetim tarafından Aşırıcılığı Önleme Yönetmeliği çıkarılmıştır. Bu yönetmeliği göre ise; “türban takmak, sakal uzatmak, aşırı çağrışım yapan hilal kolye takmak gibi sembolleri taşımak ve kullanmak, Endonezya, Malezya, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi çoğunluğu Müslüman olan ülkelere ibadet için ziyaret etmek” yasaklanmıştır [58]. Yapılan bu faaliyetler birlikte din özgürlüğü Doğu Türkistanlı Müslümanlar için sadece teoride kalmıştır. Çin bütünleştirme ve “Tek Bir Çin” politikası altında Müslümanların haklarını ihlal etmiştir. Diğer bir politika ise nüfus ve göç politikasıdır. Bu politikanın öncelikli amacı Doğu Türkistan’da etnik olmayan bir bölge yaratılmaktır. Bu politikanın uygulanması için ise kalkınma programları ile destek verilmiştir. Bu politikanın temelinde 1950’lerden önce bölgede Sincan Uygur Özerk Bölgesi kurulmadan önceki Sovyet faaliyetleri yer alır. Bu bölgede bulunan yer altı zenginliklerinde Sovyetlerinin etkisinin artmasını önlemek amacıyla Çin tarafından bölgeye göç özendirilmiştir [59]. Bu göçlerle birlikte 1953 yılında bölgede 300,000 Çinli var iken, 1990’da 6 milyona yükselmiştir. Bu yükselmeyle birlikte 1949 tarihinde bölgede bulunan Türk nüfusu %87, Çin nüfusu ise %7 iken; 2002 tarihinde Türk nüfusu %53’ e düşmüş, Çin nüfusu ise %45’ e yükselmiştir [60]. Bu göçlerle ilgili olarak 2003 tarihinde ChinaPerspectives’de yer alan makaleye göre; 1950’lerden sonra komünist rejim hidrokarbon, mineral kaynaklar ve işlenmemiş tarım alanları bakımından zengin olan bu bölgeyi, kontrol altında tutmak için, Han nüfus merkezlerinin yerleşimini destekledi.
1949’dan itibaren bölgede “Sincan Üretim ve İnşaat Topluluğu” tarafından yönlendirilen yoğun bir Hanlı akışı görülmektedir. Gerçekte bu teşkilat terhis olan eski askerlerine birtakım avantajlar sağlayarak onlara yardımcı olmaktadırlar. Yeni alanlar açmak için ülkenin sınırlarına gönderilen köylü-asker toplulukları bölge için güvenlik sağlamaya gerekli insan gücünü temin ederken demografik yapıdaki değişiklik yeni bir kültür inkılabı başlattı. Yüzde 80’den fazla merkezi hükümetten para desteği gören Sincan Üretim ve İnşaat Topluluğu (XPCC) bugün bölgenin ekili dikili alanlarının üçte birini kontrol etmekte ve sanayi ürünlerinin çeyreğini üretmektedir [61] şekilde yer almıştır. Nüfus politikasına baktığımızda ise Çin nüfusunun göçlerle birlikte her geçen gün arttırıldığı görülmektedir. Doğu Türkistanlılara 1979 tarihinden itibaren aile planlanması adı altında uygulanan doğum yasağı vardır. Bu yasakla birlikte evlenme yaşı, çocuk sayısı devlet tarafından kontrol edilmektedir. Doğu Türkistanlı ailelerin kentlerde bir, kırsal kesimlerde/köylerde ise ikiden fazla çocuk yapmaları yasaklanmıştır. Bu Çin’in genel politikası olmakla birlikte, Çinlilerin Sincan Uygur Özerk Bölgesine göçü halinde tek çocuk politikasından muaf tutulacağı belirtilmiştir [62]. İlk çocuğun engelli olması halinde ise ikinci bir çocuğa izin verilmektedir. Kentsel ya da kırsal alanda her ne olursa olsun üçüncü çocuk kesinlikle yasaktır. Kanunsuz gebelikte ise devlettin fark ettiği anda kaç aylık olursa olsun gebelik sonlandırılmaktadır. Kadınlar istekleri dışında ise kısırlaştırılmaktadır. Kısırlaştırma işlemi ise BM Soykırım sözleşmesine göre; belirli bir gruba yönelik olarak yapılan doğum kontrol politikası soykırım olarak değerlendirilmektedir. Ayrıca kanunsuz çocukların bulunması halinde ise işçi olarak çalıştırılmaktadırlar [63]. Nüfus ve göç politikasıyla birlikte bölgede asimilasyon çalışmaları olduğu görülmektedir. Bu kapsamda yapılan faaliyetlerin ise insan haklarına aykırı olduğu gözler önündedir.
Bölgede bulunan Uygur ve Çin nüfusu eşit şartlar altında muamele yapılmadığı ortadadır ve Çinlilerin bu bölgeye göçünün önü açılmaya çalışılmakta, Çin Hükümeti tarafından ise genel olarak uygulanan birçok politikadan muaf tutulmaya çalışılmaktadır. Seyahat özgürlüğünde ise Doğu Türkistanlı bireylerin pasaportları devlet tarafından toplanmış ve geri verilmemiştir, diğer yabancı ülkelerde bulunan Doğu Türkistanlılar ise devlet tarafından acil olarak geri dönmeleri için çağırılmış, geri döndüklerinde ise onlarında pasaportlarına el konulmuştur. Bu kapsamda seyahat özgürlüğü için gerekli olan pasaport hükümetin elinde olup, hükümet verdiği takdirde kullanılmaktadır. Doğu Türkistanlı bireyleri yabancı ve çoğunluklu olarak Müslüman olan ülkelere gittiklerinde neden gittikleri, nerelere ve kimlerle gittikleri sorgulanmaktadır. Bir diğer insan ihlali olarak ise nükleer denemeler gösterilmektedir. Bu kapsamda bölge Çin’in nükleer deneme sahası olmuştur ve nükleer füze üssü de bu bölgede bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü 1975-1985 tarihleri arasında lösemi vakalarının oranının %7 oranında arttığını, %10 ise kanserle savaşmak zorunda kaldığını raporlarında açıklamıştır.
1988 tarihli raporda ise Hoten, Yarkent ve Kaşgar şehirlerinde 3961 insanın salgın hastalıklarına yakalandığını belirtmiştir. Çin bölgede 1964’ten itibaren 1997 tarihine kadar hiçbir koruyucu önlem almadan 46 tane nükleer deneme yapmıştır. Bu denemelerin ise 11’i yer altında olmuştur. Tüm bu nükleer denemeler sonrasında bölgeye oldukça ciddi sağlık sorunları ve çevre sorunları bırakmıştır. Birçok verimli tarım arazisi kullanılamaz hale gelmiş. Yine doğumlarda çok sayıda engelli çocuk dünyaya gelmiş, milyonlarca insanlarda kalıcı hasar meydana gelmiştir [64]. Tüm bu hakların sınırlandırılmasıyla görüldüğü üzere insan hakları ihlalleri yaşanmaktadır. Fakat Çin’in tüm dünya ya kendini kapatması, dışarıdan hiçbir örgütün ya da sivil toplum kuruluşunun bölgeye girmesine izin verilmemesi ile birlikte tam olarak neler yaşandığı belli değildir. Aslında kendi dünyadan soyutlanması ve bölgeye dair herhangi bir bilgi yayınlamaması bile bir kuşku uyandırmaktadır. Bununla birlikte özellikle BM Güvenlik Konseyi üyesi olması ile bölge hakkında herhangi bir kararın alınmasını da engellemekte. Bölgeyle ilgili tüm sorunları bir iç sorun olarak değerlendirmektedir.
Çin’de hala geçerli olan idam cezası vardır ve bu idam cezalarının sayısı dünya kamuoyu ile paylaşılmamakta olup, sayısının çok olduğu düşünülmektedir. Bununla birlikte terör tanımını geniş olarak yorumlamış ve kendisinin yaptığı işkence, idam ve benzeri faaliyetler, haklı göstermeye çalışmıştır. Bunu da özellikle 11 Eylül 2001 saldırısından sonra yapmaya başlamıştır.
Sonuç
Geçmişten beri toprakları değerli olan Uygur halkı bugün de insan hakları ihlalleri ile uluslararası toplumun gözü önündedir. Çin tarafından 1949’dan beri sistematik olarak yapılan bu asimilasyonlar bugün ciddi boyutlara ulaşmıştır. Bunda bölgede bulunan değerli madenler, yerüstü kaynakları, bölgenin bulunduğu coğrafi konum etkilidir. Çin, işlediği bu insan hakları ihlallerine kılıf bulabilmek için özellikle 11 Eylül saldırısına dünya kamuoyunun ilgisini çekmekte ve bölgeyi dünyadan izole etmeye çalışmaktadır. Günümüzde hala dünyaya kapalı olan Doğu Türkistan bölgesinde seyahat yasaklanmış, uluslararası örgütlerin ya da sivil toplum kuruluşların girmesi yasaklanmıştır. Bu eylemler bile Doğu Türkistan hakkında oluşan insan hakları ihlalleri destekler niteliktedir. Bu makalenin amacı geçmişten günümüz bölgede bazen esneklik sağlansa dahi tutarlı bir şekilde Uygur halkının geçmişinin silinmesini, çeşitli nüfus politikaları ile Uygur haklının asimilasyon edilmesini anlatmaya çalışmıştır. Unutulmamalıdır ki, bölgeye dair günümüzde kesin deliller ve kanıtlar yoktur. Fakat toplanılan bilgiler ışığında Doğu Türkistan sistematik olarak geçmişinden koparılıp, özellikle yeni kuşağın Çin gelenek-görenek ve dillerinde büyütülmesi amaçladığı göze çarpmaktadır. Bir ulusun dilini kaybettiğinde kendisinin de tarih sahnesinden silindiği görülmüştür.
[irp posts=”26379″ name=”21. Yüzyılda Bir Açık Hava Hapishanesi: Doğu Türkistan”]
Gaye Bozkurt
Stratejik Ortak Misafir Yazarı
KAYNAK
Dipnotlar
[1]Sömürge: Bir devletin, kendi ülkesinin sınırları dışında, üzerinde egemenlik kurarak yönettiği, ekonomik ve siyasal çıkar sağladığı, her yönden sömürdüğü ülkedir.
[2]Çoğunluktan farklı özellikler taşıyan, sayı bakımından genellikle küçük olan ve kendini çoğunluktan farklı hissetmenin yanı sıra çoğunluk tarafından ezildiği kanısını taşıyan gruptur. Daha fazla bilgi için http://webftp.gazi.edu.tr/hukuk/dergi/8_11.pdf bakınız. (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2020)
[3]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, “Çin’in Doğu Türkistan Politikası ve Azınlık Hakları Bağlamında Hak İhlalleri”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt:1, N:2, 2013, s.12.
[4]Bir topluluğun, bir kuruluşun kendi kendini, oluşturduğu yasalara göre, özgürce yönetme hakkı ve durumudur. Egemenlikleri, uluslararası sistemin toprak bütünlüğü, iç işlere karışmazlık ve kendi kaderini tayin hakkı gibi kuralları ile doğrudan kendilerine verilen ve büyük güç siyasetine uyum sağladıkları oranda korunan bu devletler zayıf devlet, bazı yazarlarca da yarı-devlet olarak tanımlanır. Detaylı için Özlem Kaygusuz, “Egemenlik ve Vestfalya Düzen”, Küresel Siyasete Giriş, (ED. Evren Balta), İletişim Yayınları, İstanbul 2016, 1. Basım, ss.40-42.
[5] “Communiqué of The National Bureau of Statistics of People’s Republic of China on Major Figures of the 2010 Population Census”, National Brueau of Statistics of China, 27 Temmuz 2013 tarihinde kaynağından alındı. https://web.archive.org/web/20130727021210/http://www.stats.gov.cn/english/newsandcomingevents/t20110429_402722516.htm, (Erişim Tarihi: 30 Aralık 2020)
[6]Erkin Alptekin, Çin’in Doğu Türkistan Siyaseti, s.145.
[7]Talas Savaşı: 751 yılında bugünkü Kırgızistan sınırları içindeki Talas Nehri civarında, Abbasiler ve ortağı olan Karluklar ile Çinliler arasında yapılan ve 5 gün süren muharebedir. Çin ordusunun yenilgisi ile sonuçlanan savaş gerek Çin, gerekse Türk ve İslam tarihi açısından önemlidir.
[8]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, “Baskı Altındaki Uygurlar ve Diğer Türk Toplulukları: Doğu Türkistan’da Sürdürülen Sistematik İnsan Hakları İhlalleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, Cilt:126, S.248, 2020(Eylül-Ekim), s.s. 81-82.
[9]Erkin Alptekin, a.g.e., s.82.
[10]Gül Seda Acet İnce, “Çin’in Vahşi Yüzü: Doğu Türkistan Zulmü ve Uluslararası Toplumun Sorumlulukları”, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD), Cilt:6, S.4, 2019, s.574.
[11]Erkin Alptekin, a.g.e., ss. 145-146.
[12]R. Kutay Karaca, “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu “, Akademik Bakış, Cilt:1, Sayı:7, 2007 (Kış), s.221.
[13]R. Kutay Karaca, a.g.e., s.222.
[14]Erkin Alptekin, a.g.e., ss.146-148.
[15]Erkin Alptekin, a.g.e., s.148.
[16]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.14.
[17]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., s.84.
[18]Erkin Alptekin, a.g.e., s.149.
[19]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.14.
[20]Gülnihal Altın Öztürk, “Uluslararası Çatışma Bölgeleri: Doğu Türkistan ve İnsan Hakları İhlalleri”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, Cilt:1, Sayı:1, 2013, s.68.
[21]Erkin Alptekin, a.g.e., s.150.
[22]Erkin Alptekin, a.g.e., s.153.
[23]Marksist teorinin Marks sonrası gelişiminin bir parçasıdır, en önemlisi Mao Zedong’un rehberliğinde Çin komünizmiyle birlikte. “Kültür devrimi” genel fikir, bazı yorumcuların Marx’ta, proletaryayı özgünleştirmek için yalnızca fiziksel veya yasal sınırlamaların değiştirilmesi gerektiğini bulduklarını iddia ettikleri materyalist varsayımı düzeltmek için.
[24]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., s.86.
[25]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., s.86.
[26]Yurter Özcan, “Doğu Türkistan & Uygur Türkleri Tarih, Kimlik ve Siyaset”, 2020 (Ekim), s.11.
[27]Fatih Şen, “Çin’in Sincan -Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”, Ortadoğu Analiz, Cilt:1, Sayı: 7-8, 2009 (Temmuz-Ağustos), ss. 127-128.
[28]Erkin Alptekin, a.g.e., s.143.
[29] Gül Sedat İnce, a.g.e., s.575.
[30]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.14.
[31]Silah sanayisinde kullanılır.
[32]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.15.
[33]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., ss.68-69.
[34]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., s.69.
[35]Erkin Alptekin, a.g.e., s. 144.
[36]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., s. 69.
[37]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., s..88-89.
[38]Freedom House: 1941 yılında kurulmuş, merkezi Washington’da olan ve belli ülkelerde şubeleri bulunan demokrasi, siyasi özgürlük ve insan hakları konusunda araştırma ve savunuculuk yapan bir sivil toplum kuruluşudur.
[39]Freedom House, Freedom in the World 2020: A Leaderless Struggle for Democracy, Freedom House Publication Office, Washington 2020, s. 2-20.
[40]Hükümetler arası kuruluş olan ve sürdürülebilir, etkili demokratik kurumların güçlenmesi ve desteklenmesi için çalışmalar yapmaktadır.
[41]Eğitim Hakkı; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi, Çocuk Hakları Sözleşmesi, Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmeleri ve Avrupa Sosyal Şartı’nda ele alınmıştır. Bu sözleşmelerin eğitim hakkını nasıl ele aldıkları incelemek için; Eğitim Hakkının Uluslararası Yasal Dayanakları, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/150206/mod_resource/content/0/13.Hafta.E%C4%9Fitim%20Hukuku-13.pdf (Erişim Tarihi: 4 Ocak 2021)
[42]Harun Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., ss.102-103.
[43]Gülşen Şeker- Aydın ve Müge Yüce, “Baskıcı ve Dışlayıcı Han Milliyetçiliğinin Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) Yansımaları”, MANAS Sosyal Araştırmaları Dergisi, Cilt:9, Sayı:4, 2020, s. 2677.
[44]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.23.
[45]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.20.
[46]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., s.71.
[47]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.22.
[48]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.25.
[49]Hakan Kolçak- Osman Ercan, a.g.e., ss.90-.91.
[50]Hakan Kolçak- Osman Ercan, a.g.e., ss.90-91.
[51]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., s.74.
[52]1984 tarihli Birleşmiş Milletler sözleşmesinin 1. maddesinde belirtildiği üzere işkence; “bir şahsa veya 3.şahsa, bu şahsın veya 3. şahsın işlediği veya işlendiğinden şüphe edilen bir fiil sebebiyle, cezalandırmak amacıyla bilgi veya itiraf elde etmek için veya ayrım gözeten herhangi bir sebep dolayısıyla bir kamu görevlisinin veya bu sıfatla hareket eden bir başka şahsın teşviki veya rızası veya muvafakatıyla uygulanan fiziki veya manevi ağır acı veya ıstırap veren bir fiil” anlamına gelmektedir.
[53]Harun Kolçak- Osman Ercan, a.g.e., s. 91.
[54]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., ss.94-95.
[55]Dini inançların özgürlüğünün korunması ve bu özgürlüklere saygı gösterilmesi, Çin hükümetinin uzun dönemli temel politikasıdır. Çin Halk Cumhuriyeti Anayasası açık bir şekilde şunu belirtmektedir: “Çin Halk Cumhuriyeti’nin vatandaşları, dini inanç özgürlüğüne sahiptir.” “Hiçbir devlet organı, kamu kuruluşu veya birey vatandaşları herhangi bir dine inanması veya inanmaması için zorlayamaz veya herhangi bir dine inanan veya inanmayan vatandaşlar arasında ayrım yapamaz.” “Devlet, normal dini aktiviteleri korumakla yükümlüdür. Hiç kimse, kamu düzenini bozmak, vatandaşların sağlığına zarar vermek veya devletin eğitim sistemine müdahale etmek için dini aktivitelerde bulunamaz.” Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Konseyi tarafından yayımlanan Diyanet İşleri Tüzüğü ve Xinjiant’taki yerel hükümet tarafından yayımlanan Xinjiang Uygur Özerk Bölgesi Diyanet İşleri Tüzüğü’nün ikisi de “vatandaşlar dini inanç özgürlüğüne sahiptir” ve “devlet normal dini aktiviteleri korumakla yükümlüdür.” Yasalarına ait yukarıdaki prensipleri korumakla yükümlüdür. (Çin Halk Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği, Xinjiang’da Dini İnanç Özgürlüğü, 12 Haziran 2016.)
[56]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e, s. 25.
[57]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.25.
[58]Hakan Kolçak ve Osman Ercan, a.g.e., s. 93.
[59]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s. 16.
[60]R. Kutay Karaca, a.g.e., s. 231.
[61]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.17.
[62]Kenan Dağcı ve Mustafa Keskin, a.g.e., s.17.
[63]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., ss.70-71.
[64]Gülnihal Altın Öztürk, a.g.e., s.s.72-73.
Kaynaklar
Alptekin, E. Çin’in Doğu Türkistan Siyaseti, s.143-158.
Aydın, G. ve Yüce, M. (2020). “Baskıcı ve Dışlayıcı Han Milliyetçiliğinin Doğu Türkistan’da (Sincan Uygur Özerk Bölgesi) Yansımaları”, MANAS Sosyal Araştırmaları Dergisi, 9(4), s.2668-2682.
Balta, E. (2016). “Küresel Siyasete Giriş”. İletişim Yayınları, İstanbul, 1. Basım, ss.40-42.
Dağcı, K. ve Keskin, M. (2013). “Çin’in Doğu Türkistan Politikası ve Azınlık Hakları Bağlamında Hak İhlalleri”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, 1(2), s.11-29.
İnce, G. (2019). “Çin’in Vahşi Yüzü: Doğu Türkistan Zulmü ve Uluslararası Toplumun Sorumlulukları”, Avrasya Sosyal ve Ekonomi Araştırmaları Dergisi (ASEAD), 6(4), s.572-584.
Karaca, R.K. (2007). “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu “, Akademik Bakış, 1(7), (Kış), s.219-245.
Kolçak, H. ve Ercan, O. (2020). “Baskı Altındaki Uygurlar ve Diğer Türk Toplulukları: Doğu Türkistan’da Sürdürülen Sistematik İnsan Hakları İhlalleri”, Türk Dünyası Araştırmaları, 126(248) (Eylül-Ekim), s. 77-114.
Özcan, Y. (2020). “Doğu Türkistan & Uygur Türkleri Tarih, Kimlik ve Siyaset”, (Ekim), s.2-24.
Öztürk, G. (2013). “Uluslararası Çatışma Bölgeleri: Doğu Türkistan ve İnsan Hakları İhlalleri”, Barış Araştırmaları ve Çatışma Çözümleri Dergisi, 1(1), s.67-79.
Şen, F. (2009). “Çin’in Sincan -Doğu Türkistan Sorunu: Dünü, Bugünü, Geleceği”, Ortadoğu Analiz, Cilt:1(7-8), (Temmuz-Ağustos), s. 124-134.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.