Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Devletlerin Tanınması: K.K.T.C Örneği

803

Uluslararası arenanın temel yapı taşı devlettir. Devletlerin tanınma durumu günümüzde halen karmaşıklığını korumaktadır. Uluslararası hukuk tanınmanın şartlarını insan topluluğu, ülke, egemen kamu otoritesi olarak belirlemişse de uluslararası politikada bir devletin tanınması tamamen egemen güçlü devletlerin tutumlarına bağlıdır. Devlet niteliği kazanmış bir varlığın uluslararası arenaya bir üye olarak katılması tanınma olarak adlandırılır. Tanınma sürecinde iç hukuk, uluslararası hukuk, siyaset ve güç gibi çeşitli faktörler etkin rol oynar. Devlet olma koşullarını sağlamış iki farklı oluşumun uluslararası arenada tanınması aynı zamanda, aynı şekillerle olmayabilir. Egemen güçlerin dış politikaları, farklı güçler arasındaki çıkar çatışmaları bir tarafın lehine olabilirken diğer tarafın aleyhine olabilir.

Westphalia Barış Antlaşması

İspanya, bağımsızlığını 1581 yılında ilan etmiş Birleşik Hollanda’yı ancak Westphalia Barış Antlaşması’nın imzalandığı 1648 yılında tanımıştır. İspanya’nın Birleşik Hollanda’yı tanıması tarihe modern devletin ortaya çıkışıyla birlikte ilk tanıma olarak geçmiştir. Ortaçağ Avrupası’nda devletleri tanıma yetkisi Vatikan’daki Katolik papanın yetkisindeydi.

Ancak Reform ve Rönesans dönemlerinin ardından yeterince güçlenen ve dini kurumların etkisinde kalmayan büyük devletler bu yetkiyi kendilerinde buldular. Amerika Birleşik Devletleri bağımsızlığını 1776’da ilan etmesine rağmen Fransa 1778 yılında, Britanya ise ancak 1782 yılında yeni devleti tanımıştır. Britanya ve Fransa’nın ABD’yi farklı zamanlarda tanımalarının altında ikili mücadele ve çıkar çatışmaları yatmaktadır. Her iki ülkenin devletleri tanımadaki farklı ölçütleri ve bu ölçütlerin kendi şahsi çıkarlarına göre şekil bulması kurucu ve açıklayıcı teorilerin ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Kurucu teoriye göre bir varlığın kendisini devlet olarak görüp bağımsızlığını ilan ettiği sürecin değil, diğer devletler tarafından kabul görünmesinin yani tanınmasının o varlığın devlet olmasını sağladığını savunur. Bu teoride açıkça görülmektedir ki hali hazırda var olan devletler uluslararası arenada uluslararası hukukun yetkilileri olarak kabul edilirler. Bu durumda tanınmayan bir devletin bazı uluslararası avantajlardan ve haklardan mahrum olduğu görülmektedir. Açıklayıcı teoriye göre tanınma durumu hâlihazırda kendisini devlet olarak ilan etmiş bir varlığın mevcut devletler tarafından kabulünden ibaret olduğunu savunur. Yeni bir oluşum uluslararası hukuktaki varlığını mevcut devletlerin onayıyla değil belirli eylemler sonucu kendi çabalarıyla elde edecektir yani kimsenin kabulünü beklemek zorunda değildir.

Milletler Cemiyeti’nden bir görünüm

Milletler Cemiyeti Daimi Mandalar Komisyonu 1931 yılında yeni oluşan bir varlığın devlet olarak tanınması için belirli şartlara değinmiştir. İlk olarak sınırları belirli bir toprak parçasına sahip olmak gelir. Ülke, bir devletin egemen olduğu yeryüzü parçası olarak tanımlanır. Kara, deniz, hava yeryüzü parçasının üç bölümüdür. Uluslararası arenada tanınabilmek için ülke unsuru aranır. Bu unsur havada hareket eden bir uçağın, okyanusta seyir halinde olan bir geminin devlet olarak sayılmasının önüne geçer. İkinci olarak bir varlığın kendisinin devlet tanımını kazanmayı talep edebilmesi için belirli bir yeryüzü parçasında yani hava, kara ve denizde, belirli bir insan topluluğu üzerinde egemen otoriter bir güç olarak siyasi ve hukuki örgütlenmesini gerçekleştirmiş olması gerekir. Kısacası kamu otoritesinin insan topluluğu üzerinde ve yeryüzü parçasında etkin olması beklenir. Üçüncü olarak ilk iki ölçütü karşılayan yapının uluslararası hukuktan kendisine düşen sorumluluklarını gerçekleştirmesi ve diğer ülkeler ile ilişkiler kurabilmesi gerekmektedir. Elbette bu üç ölçütü karşılayan her varlığın, 2 oluşumun devlet olarak kabul edilip edilmeyeceği kesin değildir. Kimi mevcut devletler yeni oluşumu tanıyabilirken, kimisi de tanımayabilir. Tanınma konusunda bazı temel başlı sorunlar ortaya çıkmıştır. Birincisi devlet olmanın ölçütlerini yerine getiren bir oluşumun tanınmasının mevcut devletler için zorunlu olup olmamasıdır. Bu sorunda iki farklı görüş mevcuttur. İlkine göre tanınma zorunludur, ikincisine göre tanıma mevcut devletlerin kendi inisiyatifindedir. Örnek verecek olursak ABD’nin SSCB’yi tanıması 15 yıl sürmüş, ÇHC’nin Batılı devletler tarafından tanınması ise 1971 senesini bulmuştur.

Elbe Günü

İkincisi tanımanın tek taraflı bir anlaşma olduğu mu yoksa özel bir anlaşma mı olduğu yönündeki fikir ayrılıklarıdır. Sadece tek bir devletin tek taraflı olarak yeni oluşumu tanıması durumunda tek taraflı anlaşma olarak kabul edilebilir. Diğer türlü tanınma karşılıklı bağlar ve ilişkilerden oluşacağı için özel bir anlaşma olarak görülebilir. Üçüncüsü ise tanımanın şarta bağlı olup olmayacağıdır.

Tanımanın gelecekte gerçekleşecek bir olaya bağlı olması olarak da açıklayabiliriz. Yeni oluşumunun tanınması için sağlaması gereken ilk üç unsurdan ziyade dördüncü unsur olarak bu şart benimsenmedikçe kabul edilemez. Uluslararası hukuk devletlerin tanınması konusunda belirli sınırlamalar da getirmiştir. Kellogg-Briand Paktı’nın ardından ABD Dışişleri Bakanı Stimson’un 7 Ocak 1932 tarihinde yaptığı açıklamadan sonra kendi adıyla adlandırılan Stimson Doktrini, kuvvete başvurularak oluşan devletlerin tanınmamasını yani kuvvete başvurmanın yasaklanması ilkesini öne sürer. Bir diğer husus ulusal egemenlik alanına giren konulara karışılmaması ilkesidir. Ülkelerin egemenliklerini çiğneyip farklı oluşumların oluşmasını, yeni devletlerin ortaya çıkmasını ve ayrılıkçı hareketlerin desteklenmesini uluslararası hukuk yasaklar. Self-determinasyon ilkesi ise her ülke toplumunun kendi anayasal düzenini oluşturma, sınırlarını belirleme ve özgür iradelerince kendi yönetimlerine karar vermelerini ifade eder. Bu durum II. Dünya Savaşı sonunda sömürge ülkeler için kullanılmıştır. Ayrılıkçı hareketler bu kapsam içine alınamaz. Mevcut ülkenin egemenliğini saymayan, bağımsızlık hareketlerinde ileriye sürülemez. Yeni bir oluşumun devlet olarak tanınmasındaki güçlükler mevcut devletlerin kademeli olarak tanımaya itmiştir. Uygulamada devletlerin ‘‘de facto’’ ve ‘‘de jure’’ olarak tanınabildiği gözlemlenmiştir. Bu iki kavram arasındaki fark tanınan devletin mevcut durumu ile ilgilidir. De facto tanıma, mevcut bir devletlin yeni oluşan bir devleti tanımakta bazı şüphelerinin olduğunu ve bu sebeple sınırlı olarak hukuki ve siyasi ilişkilere girmek istediğini belirtir.

Briand Kellog Paktı

Genellikle şüphe, yeni oluşumun ülke üzerindeki otoritesinin tam oturmamasıyla, devletin sürekli olup olmayacağıyla, ülkenin bağımsızlığının net olarak belli olmamasıyla ilgilidir. De jure tanıma ise mevcut bir devletin yeni oluşumu tam anlamıyla tanımasıdır. Bu şekilde tanıyan mevcut bir devlet yeni devletle siyasi, hukuki, ekonomik ilişkileri başlatmak ister. Yeni devletin otoritesinin olduğuna, sürekliliğin olacağına ve bağımsızlığında bir şüphe olmadığına tamamen inanır. Uluslararası topluma üye bir devletin yeni oluşumu tek başına tanımasına bireysel tanıma, yine aynı şekilde uluslararası topluma üye birden çok devletin yeni oluşumu tanımasına toplumsal tanıma denir. Toplumsal tanıma çok taraflı bir anlaşmayla veyahut uluslararası bir örgüte üye olmak koşuluyla da gerçekleştirilebilir. Şartlı veya şartsız tanıma kavramları ne kadar bulunsa da doktrinde tanımanın bir pazarlık konusu olmayacağı açıkça belirtilmiştir. Otomatik tanıma kavramı SSCB’nin dağılmasının ardından yeni Rus Devleti’nin SSCB’nin devamı olduğunu ve üçüncü devletler tarafından tekrar tanınmasının gerek olmadığını belirten açıklamalarından sonra ortaya çıkmıştır. Mevut devletler Rusya’yı tekrardan tanıma gereği duymamışlarsa da bağımsızlığını kazanan diğer SSCB ülkelerini resmi olarak tanımışlardır. Açık ve üstü kapalı olmak üzere iki çeşit tanıma şekli vardır. Açık yani sarih tanımada tanıyan devlet tanıdığı devleti kuşku bırakmayacak şekilde kesin olarak tanır ve bu tanımayı bir bildiri veya antlaşma ile resmiyete döker. Üstü kapalı yani zımnî tanımada tanıyan devlet tanıdığı devletli açık bir şekilde tanımamakla beraber herhangi bir tanıma iradesi içeren ilişkiye girmesi söz konusudur. Yeni bir oluşumun devlet olarak tanınmasının hukuki bazı kazanımları vardır. Tanınan ve tanıyan devlet arasındaki ilişkilerin hukuki açıdan kurulmasının imkânının doğması, tanınan devletin tanıyan gözünde yargı bağışıklılığının ve dokunulmazlığının bulunması, tanınan devletin iç meselelerinin tanıyan devlet tarafından saygı duyulması ve müdahale edilmemesi, tanıyan ve tanınan devletin birbirlerine karşı sorumluluklarının uluslararası alanda ileriye sürülebilme imkânının doğması, tanınmanın hukuki avantajlarındandır.

Doğu Akdeniz’de yer alan, Orta Doğu, Akdeniz, Süveyş Kanalı, Kızıl Deniz ve Pers Körfezi’nin genelini kontrol edebilecek bir konumda yer alan Kıbrıs çok eski zamanlardan günümüze dek jeopolitik önemini korumuş ve çeşitli güçler tarafından elde edilmek istenmiştir. 1571 yılından 1878 yılına dek ada Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliğinde kalmıştır.

İmparatorluğun 1877 yılında Rus Çarlığı ile giriştiği savaştan mağlup çıkması adanın kaderini değiştirmiştir. İngiltere, Osmanlı’ya ağır bedeller ödeten Ayastefanos Antlaşması’nın Osmanlı yararına değiştirilmesi için topladığı Berlin Konferansı’nda Kıbrıs’ta askeri üsler kurma hakkına erişebilmesi İngilizlerin günümüze dek adayla yakından alakalı olmasına sebebiyet vermiştir. İki devlet arasında imzalanan 4 Haziran 1878 tarihli anlaşma ile İngiltere adanın idaresini devralmıştır. İngiltere I. Dünya Savaşı’nın ardından anlaşmanın geçersiz sayıldığını öne sürerek adayı ilhak etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’ndan doğan yeni Türkiye, ilhakı 24 Temmuz 1923’te imzalanan Lozan Barış Antlaşması’nın yirminci maddesiyle resmen tanımıştır ve ada 1960 yılına kadar İngilizlerin egemenliğinde kalmıştır. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’nin katılımıyla gerçekleştirilen görüşmeler sonucu imzalanan Zürih ve Londra Antlaşmalarında adanın İngiltere’den ayrılması yönünde kararlar alınmış ve yeni cumhuriyetin kurulması yönünde esaslar belirlenmiştir. İki antlaşmada belirtilen esaslar daha sonradan tek bir anlaşmada, Lefkoşe Antlaşması’nda birleştirilmiştir. Bu antlaşmada tek uluslu değil iki uluslu bir devlet kurulması kararlaştırılmıştır. Garanti Antlaşması’nda da İngiltere, Türkiye, Yunanistan ve Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti (KCD)’nin bağımsızlığını, ülkesel bütünlüğünü, güvenliğini ve anayasal temel hükümlerini garanti altına almış ayrıca adanın başka bir devletin himayesine girmesini, taksimini, siyasi ve ekonomik bir birliğe katılmasını yasaklamıştır.

1974 yılına gelindiğinde Yunan cuntası ve EOKA-B Makarios’a karşı askeri darbe yaparak Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’ni kurmuştur. Yunanistan bu durumdan adanın iç meselesi diyerek sıyrılmaya çalışırken, Türkiye 20 Temmuz 1974’te adaya askeri harekât başlatmıştır. Düzenin sağlanması için 14 Ağustos 1974’te ikinci bir harekât yapılmış ve iki gün içinde adanın kuzeyi ele geçirilmiştir. Bu durum karşısında ateşkes ilan edilmiş ve cuntacı yönetimin yerine tekrardan Makarios getirilmiştir ancak Makarios eski tutumlarını sergilemeye devam etmiş, Türklere değer vermemiştir. Rum tarafının bu tutumları üzerine 13 Şubat 1975 tarihinde Kıbrıs Federe Türk Cumhuriyeti kurularak bağımsızlık ilan edilmiş ve Rauf Denktaş cumhurbaşkanı olmuştur. Adadaki sorunların devam etmesinin ardından Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi 20 Mayıs 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kurulduğunu ilan etmiştir. 1974 yılının ardından oluşan yapı esasen bir devlet olmanın tüm ölçütlerini karşıladığı için bu ilan mevcut duruma hukuki bir nitelik kazandırmıştır. Bağımsızlık ilanı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 541 sayılı kararı ile hukuk dışı olarak nitelendirilmiş ve bağımsızlık ilanının geri çekilmesi istenmiştir. Ayrıca mevcut devletlerden iddia olunan yeni devletin tanımaması ve yardımda bulunulmaması da istenilmiştir.

Kıbrıs Barış Harekatı esnasında çekilmiş bir fotoğraf

Mevcut görüş bir yıl sonra, 1984 yılında 550 sayılı 4 karar ile tekrar edilmiştir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, yeni oluşumu tanımadıklarını, Kıbrıs’ın toprak bütünlüğüne ve egemenliğine herkesin saygı göstermesi gerektiğini vurgulamıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, 10 Mayıs 2001 tarihli Kıbrıs-Türkiye davasında Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımadığı, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin adadaki tek meşru devlet olduğunu kararında bildirmiştir.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti sadece Türkiye Cumhuriyeti tarafından tanınmakta, diğer devletler ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınmamaktadır. Temel ihtiyaçlarını Türkiye üzerinden sağlamaktadır. Resmiyette olmasa da gerçekte Türkiye’nin himayesinde ve tanınmayan bir devlettir.

Sonuç

K.K.T.C., devlet olmanın şartı olan üç temel ölçütü yani sınırları belli yeryüzü parçasına sahip olmayı, yeryüzü parçasında devlet otoritesini sağlamayı ve belirli bir insan topluluğunun bulunmasını sağlamaktadır. Kıbrıslı Türkler self-determinasyon ilkesi kapsamında kendi kaderlerini tayin etmekte ve kendi kendilerini yönetmektedirler. Ayrılıkçı hareketler bu kapsama alınmasa da Kıbrıs’taki durum farklılık göstermektedir. Zaman içinde Rumlar tarafından yaşam hakları elinden alınan, zorbalığa mahkûm bırakılan Kıbrıslı Türkler bağımsızlıklarını siyasi kaygılardan ötürü değil, hayatta kalmak için ilan etmişlerdir. K.K.T.C.’yi ayrılıkçı hareketler içerisinde görmemek gerekir. K.K.T.C. her ne kadar tüm şartları sağlasa da siyasi sebeplerle mevcut devletler tarafından tanınmamaktadır. Uluslararası hukukta tanıma, mevcut bir devletin yeni oluşan bir devleti, olayı, durumu, birliği kendi adına yasal kabul ettiğini ve uluslararası ilişkilerin sağlanacağını belirttiği belgedir. K.K.T.C., “uluslararası hukuka aykırı bir şekilde kuvvet kullanma” ve “imzalanmış uluslararası anlaşmalara aykırı bir şekilde bağımsızlığını ilan ettiği” iddiasıyla tanınmamaktadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin uluslararası arenada tanınmaması bu devletin var olmadığı anlamına gelmez.

[irp posts=”30371″ name=”1960 – 1980 Kıbrıs Sorunu Ekseninde Türkiye-Yunanistan İlişkileri”]

KAYNAK

EMİNOĞLU, A. (2015). ‘‘Uluslararası Politikada Devletlerin Tanınması: Ayrılma ile Ortaya Çıkan Devletlerde Tanınma Sorunu’’. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı: 9, s. 123-141.

ERÇAKICA, M. (2013). ‘‘Devletlerin Tanınması ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’’. Yüksek
Lisans Tezi, Doğu Akdeniz Üniversitesi.

ERDAL, S. (2005). ‘‘Uluslararası Hukukta Tanıma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti
Örneği’’. Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 13, Sayı: 1, s. 157-196.

KIRAN, A. (2017). ‘‘Uluslararası Hukukta Devletleri Tanıma ve Tanıma Teorileri’’.
Muş Alparslan Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 3, s. 923-945.

PAZARCI, H. (2015). Uluslararası Hukuk (14. bs.). Ankara: Turhan Kitabevi Yayınları.

SHAW, M. (2018). Uluslararası Hukuk (8. bs.). (Çev: Y, ACER., İ. KAYA., M. DEMİRTEPE., G. ŞİMŞEK.). Ankara: Türkiye Bilimler Akademisi.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz