İnsani Müdahale Uygulamasından Uluslararası Koruma Sorumluluğuna Geçiş

331
Yazarlık Başvurusu

Birinci Dünya Savaşı sonrası ortamda giderek daha fazla gündeme gelen bir kavram olan insan hakları, temel anlamda insanların bulundukları ülkelerde devletlerin veya devlet dışı oluşumların meydana getirdiği haksızlıklara ve adaletsizliklere karşı bir çıkış olarak yorumlanabilir. Bu doğrultuda gerekirse uluslararası anlamda insani yaşam koşullarını oluşturma hedefiyle müdahaleler yerine getirilebilir. İnsani müdahale tanımlarında iki temel yönelim mevcuttur. Bunlardan birincisi, meydana gelen temel insan hakkı ihlallerinin sona erdirilmesi amacıyla uygulanan insani müdahalenin önleyici olması gerektiğidir. Bunun yanında bir diğer görüş ise, insani müdahalenin önleyicilik özelliğinin yanında yeniden yapılandırıcı özelliği de vurgulanmış ve insan hakları ihlallerinde bulunan veya mevcut insan hakları ihlallerine sessiz kalan otoriteler insani müdahale aracılığıyla etkisizleştirilmiş ve değiştirilmiştir. Bu olgu, özellikle 1648 Westfalyan uluslararası sistemin temel kurallarından olan devletlerin egemen eşitliği ve birbirlerinin içişlerine karışmama prensipleriyle çelişmekte olup, 1945’de kabul edilen Birleşmiş Milletler Şartı’na da tam anlamıyla uymamaktadır. Bu nedenle yapılan müdahalelerin bazıları bu pencereden değerlendirilmiş, müdahalede bulunulan devletler ve destekçileri, bu temel iki ilkenin ihlal edildiğini öne sürerek mağduriyetlerini dile getirmişlerdir. Zaten Soğuk Savaş boyunca da güvenlik anlayışının klasik anlamıyla kabul edildiği, yani güvenliğin sadece devletlere özgü bir kavram olabileceği unsuru da bu anlayışın pekişmesine yardımcı olmuş, bu anlamda insani müdahale kavramının uluslararası meşruiyet kazanması için 1990’ları beklemek gerekmiştir.

Soğuk Savaş

Temel insan hakları ihlallerinden olan savaş suçu, insanlığa karşı suç, soykırım işleme gibi suçlar 1991’de Soğuk Savaş’ın bitişi ile beraber değişik coğrafyalarda daha görünür hale gelmiş, yaklaşık elli yıldır temel devlet güvenliği anlayışının hakim olması sonucu göz ardı edilen ve fazla önem atfedilmeyen bölgesel etnik ve kimliksel temelli çatışmalar uluslararası camianın dikkatini daha fazla çekmeye başlamıştır.

Özellikle 1991’de dağılmaya başlayan Yugoslavya’nın ardından bölgede çok boyutlu ve uzun süreli savaşlar yaşanmış, bazı bölgelerde katliam ve etnik temizlik boyutuna varan uygulamalar görülmüştür. Bosna Hersek’te, Kosova’da yaşanan çatışmalara ve ağır insan hakları ihlallerine rağmen, savaşı önleme amaçlı kurulan BM ve değişik uluslararası örgütler yeterince etkili bir müdahalede bulunamamış, bu da uluslararası insani müdahale kavramının yeniden sorgulanmasının yolunu açmıştır. Ayrıca sadece Balkanlar bölgesinde değil, aynı dönemlere denk gelen Ruanda katliamı ve Somali iç savaşında ortaya çıkan katliamlara, soykırımlara ve ağır savaş suçlarına neredeyse hiçbir devlet ve örgüt güçlü bir cevap verememiş, tüm bu yaşanan felaketler ve ihlaller uluslararası koruma sorumluluğu kavramının doğumuna ortam hazırlamıştır. BM Şartı 2/4 ve 2/7 maddeleri ile beraber düzenlenen ve tüm savaşların ve her türlü kuvvet kullanımının bundan böyle yasaklanmasını içeren, böylece uluslararası anlamda barışın oluşumuna katkıda bulunma hedefi taşıyan ilkeye bir istisna getirilmiş, bu kapsamda 51. Maddede kuvvet kullanmanın tek istisnası olarak meşru müdafaa hakkı saklı tutulmuştur.

Kuvvet Kullanma

Ayrıca buna ek olarak bu hakkın da BM güçlerinin sürece dahil olmasına kadar geçerli olması gerektiği ilave edilmiş, böylece sadece orantılı, ölçülü ve zaman sınırlaması dahilinde kuvvet kullanmanın yasak olmadığı ifade edilmiştir. Bu doğrultuda BM’nin kuruluşundan itibaren, gerekli şartların oluşması halinde uluslararası insani müdahalede bulunma hakkı olduğu üye olan tüm devletlerin kabul ettiği bir yükümlülük olagelmiştir.

Ancak 1990’lar boyunca, dünyanın çeşitli coğrafyalarındaki ağır insan hakkı ihlallerine BM’nin yeterli düzeyde dahil olamaması nedeniyle yeni bir kavramın gerekliliğini bizzat dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından dile getirilmiştir:
“eğer insani müdahale egemenliğe yönelik kabul edilemez bir saldırı olarak kabul edilecekse, Ruanda ve Srebrenitsa gibi ortak insanlığımızın her tarafına saldıran yoğun ve sistematik insan hakları ihlallerine karşı nasıl cevap vermeliyiz?”
Bu doğrultuda uluslararası gündemde koruma sorumluluğu tartışmaları başlamış ve ilk olarak BM uhdesinde çalışmalar yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan’ın dile getirdiği eksiği karşılamaya yönelik sözlerine yanıt eski Kanada Dışişleri Bakanı Lloyd Axworthy ‘den gelmiştir. Eylül 2000’de Uluslararası Müdahale ve Devlet Egemenliği Komisyonunu (International Commission on Intervention and State Sovereignty-ICISS) kurmuştur. Komisyon, hazırladığı “insani müdahale başlıklı” raporunu 2001’de uluslararası topluma duyurmuş ve insani müdahale hukuki ve meşru olarak nasıl mümkün hale getirilebilir sorusuna cevap olarak, klasik anlamda tanımlanan devlet egemenliği kavramı içine sorumluluk kavramı da eklenerek yeniden tanımlanmıştır.

BM

Bu doğrultuda sorumluluk kavramı ile beraber, egemen devlete bir yükümlülük getirilmiş ve bir anlamda uluslararası sistemin kendisine verdiği ödevi yerine getirmeyen devletler ve yönetimler sorunlu olarak algılanmaya başlanmıştır.
Öncelikle sorumluluk kavramını iki boyutlu olarak tanımlayan rapor, birinci boyutta mevcut devletin, vatandaşlarına yönelik ağır insan hakları ihlallerinde bulunmamasını ve vatandaşlarını bu olası ihlallerden korumakla yükümlü olmasını ifade etmiştir. İkinci olarak, eğer yetkili otoritenin insan hakkı ihlallerine çözüm getirmediği veya getiremediği durumlar olursa, bu kez de uluslararası topluma sorumluluk yükleniyor, bu doğrultuda koruma sorumluluğu kapsamında müdahale edilmesi öngörülüyor. Uluslararası koruma sorumluluğunun, insani müdahaleden birtakım ciddi farkları bulunmakla beraber, kümülatif bir norm oluşturma sürecinin unsurları olduğu dikkate değerdir. İki uygulamada esas anlamda, insan hakları ihlallerine karşı mücadele amacıyla uluslararası hukuk içerisinde ciddi yer edinen normlardır. Ancak ikisi arasındaki en temel farklar arasında da uluslararası koruma sorumluluğunun, insani müdahaleden farklı olarak sadece müdahale unsuru olmayan, aynı zamanda herhangi bir krizi önleyici ve krizden sonra yeniden yapılandırıcı olma unsurları da, koruma sorumluluğu kapsamında getirilen düzenlemelerdir. Buna göre, koruma sorumluluğu, önleme sorumluluğu, tepki gösterme sorumluluğu ve yapılandırma sorumluluğu olarak üç kısma ayrılmıştır.

Uluslararası Koruma

Önleme sorumluluğu, temel olarak, ortaya çıkan veya çıkabilme potansiyeli taşıyan insan hakları ihlalleri ve baskılara karşı, sorunun nedenini tespit etmeye ve başından itibaren sorunun doğmasını engellemeye yöneliktir. Tepki gösterme sorumluluğu, meydana gelen ihlallere karşı tedbir, yaptırım ve askeri müdahaleyi de içeren bir sorumluluktur. Yeniden yapılandırma ise, son boyut olarak bozulan dengenin ve insan haklarının iyileştirilmesini, tamir edilmesini kapsayan sorumluluk aşamasıdır.

Belirleyici Altı Kriter

ICICS Raporu’nda ayrıca tepki gösterme sorumluluğu kapsamında yapılabilecek bir müdahalenin ölçütleri de belirlenmiş ve bu noktasıyla da koruma sorumluluğu kavramının insani müdahale kavramından ayrışmasına neden olabilen altı kriter esas alınmıştı. Bahsi geçen altı kriter şu şekildedir;

– Haklı Neden: Yapılabilecek bir müdahalenin gerçekten adil ve haklı bir sebebe dayanması. Bu doğrultuda devletlerin vatandaşlarını insan hakları ihlallerinden korumaması veya koruma gücünden yoksun olması, haklı nedeni oluşturmaktadır.

-Doğru Amaç: Yapılabilecek bir müdahalenin belirlenmiş ve doğru olması gerekliliği olarak ifade edilen bu kriter, ağır insan hakkı ihlalleriyle karşılaşanlara yardım etme amacını taşır. Bu doğrultuda esasında çok kritik bir ölçüt olan doğru amaç, olası müdahalelerin siyasi çıkar uğruna yapılmasını önleme görevi de üstlenir.

-Son Çare: Yapılacak olan askeri müdahalenin başvurulabilecek son araç olması. Bu doğrultuda, öncelikle tedbir ve yaptırımlar yoluyla insan hakları ihlallerinde bulunan otoriteler cezalandırma yoluyla caydırılmaya çalışılır, ancak tüm yollar denendikten sonra başka bir çare kalmamışsa askeri müdahale seçeneği devreye sokulur.

-Orantılılık: Yürütülen askeri müdahalenin kapsam, boyut ve zaman itibarıyla orantılı ve ölçülü olması gerektiği. Askeri müdahaleyi organize eden devlet, devletler veya örgüt belli bir noktaya kadar ve belli bir sayıda, insan haklarını ihlal eden otoritenin saldırı ve baskı politikasını terk ettirene kadar müdahaleyi yürütmekle sorumludur.

-Doğru Otorite: Yapılabilecek olan askeri müdahale kararının yalnızca Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından verilecek olması kriteri. Bu kriterle beraber herhangi bir devletin veya devletler grubunun kendi inisiyatifinde askeri müdahalede bulunma olasılığının önüne geçilmeye çalışılmıştır. ICICS Raporu’nda en önem verilen kriter bu olmuştur zira bir müdahalenin siyasi sebepler nedeniyle, devletler tarafından suiistimal edilme olanağı yüksek bir olasılıktır. Bu nedenle BMGK kararı olmaksızın bir askeri müdahalenin gerçekleştirilemeyeceği karara bağlanmış, insani müdahaleden farklı olarak BM örgütü etkin bir şekilde kullanılmak istenmiştir.

– Olumlu Gelişme Beklentisi: Askeri müdahalenin yalnızca olumlu bir sonuç alma beklentisi çerçevesinde gerçekleştirilmesi. Bu kriterle beraber, uyuşmazlık ve çatışmalarda BM’nin tarafsız kalması durumunda doğabilecek olumsuzluklar giderilmeye çalışılır.

Uluslararası koruma sorumluluğunun, uluslararası hukuk bağlamında bir norm haline dönüşmesi ve uluslararası alanda meşruiyet kazanması ise 2005 yılında yayınlanan Dünya Zirvesi Sonuç Bildirgesi ile sağlanmıştır. Bu zirve bildirgesinin 138.ve 139.paragrafları ile birlikte koruma sorumluluğu kavramı BM metinleri arasına girmiş, uluslararası hukuk normu olma yolunda ciddi bir kazanım elde edilmiştir. Bildirgenin 138 .paragraf devletlere, savaş suçu, soykırım suçu, insanlığa karşı suç ve etnik temizlik durumlarında insanları koruma yükümlülüğü getirilmiş, 139.madde ise bu suçların işlenmesi halinde insanları korumayan veya koruyamayan devletlerin olması durumunda uluslararası toplumun müdahale etme yükümlülüğünü düzenlemiştir. Böylece uluslararası koruma sorumluluğu 150’den fazla devletin onayıyla uluslararası bir meşruiyet kazanmış ve gelecek olaylar için bir hukuki dayanak oluşturulmuştur. Esasen sadece böyle bir düzenleme, herhangi bir olayda herhangi bir müdahalenim uygulanabilmesini gerektirmeyebilir. Bu nedenle 2005 Dünya Zirvesi Sonuç Bildirgesinin dile getirdiği uluslararası koruma sorumluluğunun BM Şartı’nın 2/4 ve 2/7 maddeleri ile 7. Bölüm kısmı ile beraber değerlendirilmesi gerektiği sonucu açık bir şekilde çıkarılabilir.

Suriye İç Savaşı

Aynı zamanda koruma sorumluluğunun sadece adı geçen dört suç ile sınırlı bırakılması da tartışmaya açıktır. Çünkü günümüz şartlarımda, bahsi geçen dört suç dışında birçok suç türü insan sağlığını ve güvenliğini tehdit eder hale gelmişken ve sadece bu dört suçun işlenmesi halinde uluslararası toplumun müdahil olması gerektiği kavramı, bir anlamda bazı ülke insanlarını baskıcı, totaliter ve insan haysiyetini, sağlığını ve geleceğini düşünmeyen ancak şu aşamada henüz dört büyük suçun işlenmediği bölgelerde kaderlerine terk etmek anlamı taşıyabilmektedir. Ancak, burada belirtmek gerekir ki, koruma sorumluluğunun arkasına sığınarak siyasi çıkar elde etme uğraşı içinde olmak da devletler için büyük bir risk unsuru taşımaktadır. Bu kapsamda bahsi geçen dört suça ek olarak yeni suç türleri belirlenerek tekrar uluslararası anlamda meşruiyet kazanma yolu ile baskıcı ve insanını, vatandaşını düşünmeyen yönetimler zorlamalar yoluyla insani boyutlara çekilmelidir.

U.N. Secretary-
General Ban Ki-moon

Son olarak 2009 yılında dönemin BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon’un da doğrudan katkılarıyla düzenlenen Koruma Sorumluluğunun Uygulanması adlı rapor, koruma sorumluluğu alanında yapılan hukuki düzenlemelerin sonuncusudur. Bu doğrultuda bu raporla beraber üç sütunlu bir yapı oluşturulmuş, birinci sütunda devletlere, insanları soykırım, etnik temizlik, insanlığa karşı suç ve savaş suçlarına karşı koruma yükümlülüğü getirilmesi olgusu tekrarlanmıştır.

İkinci sütunda ise bu dört suçtan herhangi birinin işlendiği mevcut durumlarda devletlerin uluslararası toplum ile işbirliği yapabileceği, uluslararası camia ile koordineli hareket edebileceği öngörülmüştür. Üçüncü ve son sütun ise, bir devletin bu dört suç karşısında etkisiz kalması durumunda uluslararası toplumun, müdahale yolu ile derhal sürece dahil olmasını ifade etmektedir.

Sonuç

Tekrar ifade etmek gerekir ki, uluslararası koruma sorumluluğu olgusunu insani müdahale kavramından ayıran temel unsurların başında, koruma sorumluluğu çerçevesinde müdahale kararı verebilecek tek yetkin otoritenin BM Güvenlik Konseyi olabileceği gelmektedir. 2001 yılında yayınlanan ICICS komisyon raporunun “The Question Of Authority” başlıklı 6.bölümünde, BMGK üye devletlerinin çifte standarda neden olan veto yetkisine sahip olmasına rağmen, müdahale kararı verebilecek en üstün otoritenin yine Güvenlik Konseyi olabileceği vurgulanmıştır. Aynı şekilde 2009 yılında yayınlanan Koruma Sorumluluğunun Uygulanması isimli rapor da, hem 2005 yılında yayınlanan Dünya Zirvesi Sonuç Bildirgesi’ndeki 138.ve 139.paragraflara hem de BM Şartı’nın 2/4 ve 2/7 maddeleri ve 7. Bölüm içeriğine rapor içinde birçok defa atıf yaparak, askeri müdahale kararı verebilecek tek karar merciinin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi olduğunu vurgulamıştır.

Dünya Zirvesi

Koruma sorumluluğu gibi son derece önemli ve hayati bir konuda, otoritenin sadece BM Güvenlik Konseyi olması, uygulamanın en baştan sakat doğmasına yol açmıştır. Güvenlik Konseyi’nin siyasallaşmış hali ve sadece beş devletin veto yetkisine sahip olması gibi unsurlar, daha geniş katılımlı ve uluslararası toplumun geniş rızasını elde etmeye yönelik adımların önünü tıkamaktadır. Bu nedenle, yaşanan veya yaşanabilecek insan hakları ihlallerinin ve kötü veya eksik yönetimlerin sonucu olan ağır yaşam koşullarının son bulmasının en iyi aracı olabilecek bir uygulama, bir anlamda işlevselliğini toplum ve devletler nezdinde kaybetmiştir.

Muharrem Filiz 

Stratejik Ortak Misafir Yazarı 

[irp posts=”27943″ name=”Barışı ve Güvenliği Koruma: Uluslararası Güvenlik”]

KAYNAK

Keskin Funda, “İnsancıl Müdahale: 1999 Kosova ve 2003 Irak Sonrası Durum”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 3, Sayı:12, 2006-2007, 49-70
Gözen Pınar Ercan, (2014), “R2P: From Slogan to an International Ethical Norm”, Uluslararası İlişkiler, Cilt:11 Sayı:43, 35-52.
Gözen, Pınar Ercan. ‘İkinci On Yılına Girerken Koruma Sorumluluğunu Yeniden Düşünmek: LexFerenda Olarak R2P’, Hacettepe Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt. 5,Sayı: 2, 2015.
Pazarcı, Hüseyin, Uluslararası Hukuk, Turhan Kitabevi Yayınları,2017
Keskin Funda, Uluslararası Hukukta Kuvvet Kullanma: Savaş, Karışma ve BM, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, 1998.
Arsava Füsun, “Egemenlik ve Koruma Sorumluluğu”, Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt 25, Sayı:1, 2011.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz