Japonya, kökenleri Asya’da olan bir uygarlık olsa da Batı tipi bir modernleşme sürecinden geçmiş ve günümüz modern ülkelerinin arasında yerini almıştır. 1867 yılına değin Tokugawa Hanedanlığı’nın (Şogunluk) yönetimi altında dış dünyaya kapalı bir ülke konumunda bulunan Japonya, Amerikan ve İngiliz saldırılarının da etkisiyle Batı dünyasına açılarak yeni bir sürece girmiştir. Yüzyıllardır süregelen Şogunluk kurumu ve geleneksel kast sistemi dağıtılmış ve başa geçen imparator Meiji ile birlikte “Meiji Restorasyonu” olarak adlandırılan Batı tipi modernleşme ve reform uygulamalarına geçilmiştir. Japonya’nın modernleşme sürecini incelemeye değer kılan nokta, Doğu-Asya medeniyetine ait bir ülkenin siyasal, ekonomik ve sosyal dönüşümünü Batı tipi modernleşmeye göre biçimlendirebilmeyi başarmış olmasıdır.
Batı tipi modernleşmenin temel özellikleri ise; Weber’e göre rasyonalite, Lerner’a göre okur yazar oranındaki artış, Durkheim’e göre organik dayanışma yahut mesleki uzmanlaşma, Levy’e göre merkezileşme, Einstadt’a göre teknoloji, sanayileşme ve halka dayanan demokrasidir [1].
Japon modernleşmesinin günümüzdeki özellikleri ise üretime dayalı güçlü bir ekonomi, sermayenin gittikçe büyümesi, mesleki disiplin, ulusal kimlik duygusu, teknoloji, merkezi otoriteye bağlılık ve üst düzey eğitim sistemidir. Bu açılardan bakıldığında Japonya’nın modernleşmedeki takdire şayan başarısı ortadadır.
Modernleşme Öncesi Tarihsel Arka Plan
12. yüzyıldan 19. yüzyılın son çeyreğine kadar Japonya, günümüzdeki Kuzey Kore yönetimine benzer biçimde dış dünyaya tamamen kapalı bir ülke konumundaydı. Ülke “Şogunluk” adı verilen geleneksel hanedanlık sistemiyle yönetiliyordu. Bu sistemde İmparatorluk, en üst rütbeye sahip olmasına rağmen sembolik yetkilerle donatılmış ve daha çok kutsallık atfedilen bir makamdı. İktidar, Şogunluk yönetiminin elindeydi. Bu esasen merkezi bir feodal sistemdi. Bölgesel güçlere ayrılan Japonya’da “daimyo” denilen feodal beylikler, merkezi otorite olarak Şogunluk yönetimine bağlıydılar. Şogunluk ise hanedanlıklar arasında el değiştiriyordu. Japonya’da toplum ise geleneksel olarak hiyerarşik sınıflara ayrılmıştı. En alt tabakada tüccarlar ve zanaatkarlar yer alıyordu. Sonrasında çiftçiler ve bağlı oldukları Samuray denilen asker sınıfı geliyordu. Toplumsal sınıflara ayrılan ülkede Samuraylar, 12. yüzyıldan beri toplumun en güçlü ve saygı duyulan sınıfıydı.
Nitekim halk arasında kılıçla dolaşma yasak iken Samuraylar çifte kılıçla dolaşma hakkına sahiplerdi. Onlara alt tabakadan birinin saygısızca davranması, kötü bir söz söylemesi bile anında sorgusuz sualsiz ölüm sebebiydi. Yalnızca soyluların ve Samuray’ların soyadı vardı. Öyle ki toplumdaki en zengin sınıf olsa da en değersiz görülen tüccar sınıfı evlilik yoluyla Samuray soyuna dahil olup soyadı alarak değer kazanmaya çalışıyordu.
Diğer halkın soyunun ne olduğu çok da önemli değildi [2]. Samuray’lar daimyo’lara, daimyo’larda Şoğunluğa bağlıydı. Sistemin sürekliliği çok önemliydi. Bu nedenle sınıflar arası çatışmaların ve isyanların önüne geçilmesi için katı kurallar getirilmişti. Daimyo’lar arasında Şogunluk’a karşı oluşabilecek muhtemel ittifakı ve isyanları önlemek amacıyla “Sankin Kotai” adlı sistem geliştirilmişti. Bu sistemle daimyo’lar kendi aralarında Şogunluk’tan izinsiz evlenemez ve yılın 6 ayını eşleri ve çocuklarını başkent Kyoto’daki Şogunluk’a emanet ederek rehin bırakırlardı. Diğer 6 ayda ise kendileri başkentte kalmak zorundaydı [3]. 15. yüzyıldan 19. yüzyılın ortalarına kadar varlığını sürdüren son Şogunluk yönetimi, Tokugawa Hanedanlığı’nın elindeydi. “Tokugawa Şogunluğu” olarak adlandırılan dış dünyaya kapalı bu dönemde daimyolar arası gümrükler kurularak bölgeler arası ticari faaliyetler kayda alınıp sınırlandırılmış, açık denizlere çıkacak mahiyette gemi inşası yasaklanmış, Hristiyanlık yasaklanarak misyonerler sınır dışı edilmiş, çok küçük denilebilecek bir tüccar sınıfına izin verilmişti. Japonya’nın Batı ile ilişkisi yalnızca Hollanda ve Portekiz’li tüccarlardan oluşan ufak bir grubun ticari faaliyetleri ve bir takım misyonerlik çalışmalarıyla sınırlı olacak kadar az derecedeydi. Bunun sebebi ise Hollandalılar’dan Batı hakkında az buçuk bilgi edinmekti [4]. 1800’lerin ikinci yarısına doğru gelindiğinde Batı uygarlığının aydınlanma ve reform hareketleriyle sekülerleşme sürecine girmesi, Asya’ya olan politikasını da değiştirmiş, misyonerlik faaliyetleri yerini Asya’nın üretim ve yeraltı kaynaklarından nasıl faydalanılabileceği üzerine yoğunlaştırmıştı. Çin ile tarihsel süreçte sürekli olarak çatışan ve denetim altına alamayan Batı uygarlığı (bilhassa İngiltere), gerek güçsüz yapısı ve Çin ile yapılacak ticaretteki elverişli konumu gerekse de zengin kömür yataklarının varlığı nedeniyle Japonya’ya ilgisini yöneltmişti. Oysa Japonya’yı dışa açacak ülke Amerika olacaktı. Batı’ya nazaran ulusal birliğini yeni yeni oluşturan ve sömürgecilik yarışında geride kalan ABD, 1846 yılındaki Meksika Savaşı sonucu Kaliforniya’yı topraklarına katmasıyla yönünü Pasifik-Asya’ya çevirmişti ve Japonya’yı hedef almıştı.
1853 yılına gelindiğinde ABD Başkanı Filmore’un emriyle Mathew Perry komutasındaki “Black Ships” denilen 27 savaş gemisi Japonya’ya ulaştı ve Japonya’nın ABD ile ticarete açılmasını şart koşan tehdit dolu mektubu Japon İmparatorluğu’na iletti [5]. Ayrıca İngiltere donanmalarıyla Japon kıyılarını tacize başlamıştı. İstekleri kabul etmek zorunda kalan Japonya bu olayla birlikte önce ABD ile Kanagava Antlaşması’yla sonrasında ise Batı ülkeleriyle yaptığı kapitülasyon niteliğinde anlaşmalarla ticarete açılarak Meiji restorasyonu olarak adlandırılan kendi modernleşme çağını başlattı. Japonların bu mektuba aynı sertlikte karşılık vermek yerine kabul etmelerinin nedeni; ABD ve Batı medeniyetlerinin Afyon Savaşları’nda Çin’i uzlaşmaya mecbur bırakan, Hindistan ve Endonezya’yı sömürgeleştiren ve Osmanlı’ya karşı yapılan savaşlarda üstünlük kurduran silah gücü olmuştu. Japon aydınlarının yaşanan bu uzlaşmazlık ve dış baskılar sürecinde farkına vardıkları temel olgu, Batı uygarlığının üstünlüğünün kabulü ve Hindistan örneğindeki gibi sömürgeleştirilmeden milli imkanlarla bu geride kalmışlığa bir an evvel son verilmesi gerektiğiydi. Bu sebeple Japon milliyetçileri açısından modernleşme sürecinde milli ruhun korunması büyük önem arz etmiş ve bu anlayışı “Vakon Yosair – Japon Ruhu ve Batı İlmi” sloganıyla somutlaştırmışlardır [6].
Japon Modernleşmesi’nin Mihenk Taşı: Meiji Restorasyonu
1868 yılında İmparator Meiji’nin yenilikçi taraftaki Samurayların da desteğiyle başa geçmesiyle birlikte Japonya tarihinde yeni bir sayfa açılmış, yüzyıllardır süregelen Şogunluk kurumu lağvedilmiş, sınıflara dayalı toplumsal hiyerarşi kaldırılarak modernleşme politikaları süratle uygulanmıştır. Bu kapsamda karar alma süreçlerinde en alt tabakada yer alan halkın da etkin olacağına dair ilkesel kararların alınmasıyla birlikte, modernleşmede hedef olarak ülkenin bir an önce zenginleştirilmesi ve ordunun güçlü hale getirilmesi (fukoku kyohei) amaçlanmıştır. Bu amaç doğrultusunda İmparator Meiji, bütün ülkeyi modernleşme kapsamında harekete geçirmek için 5 maddelik bir genelge yayınlamıştır;
1-Kamuya açık toplantılar düzenlenmeli, tüm devlet işlerinin yürütülmesini sağlayan kararlar için kamuoyunun görüşleri alınmalıdır.
2-Devlet işlerinin ciddi bir biçimde yürütülmesi ve idare edilmesi için halk ve hükümet iradelerini birleştirerek işbirliği içinde olmalıdırlar.
3-(Belirlenen/belirlenecek hedeflere ulaşılması için) sıradan halkın, en az askerler ve kamu görevlileri kadar, taleplerini belirtmelerine ve kararlara katılmalarına fırsat tanınarak toplumda hoşnutsuzluğun doğmaması sağlanacaktır.
4-Geçmişin kötü adet ve gelenekleri kaldırılacak ve her şey yerin ve göğün doğru yoluna (doğa yasalarına) uygun olacaktır.
5-Tüm dünyadan bilgiler toplanarak İmparatorluğun temeli güçlendirilecektir [7].
Modernleşmenin esasları bu şekilde belirlenirken nasıl ve ne şekilde bir yol alınacağı çok önemliydi. Bu noktada Iwakura Heyeti Raporu’na mutlaka değinmek gerekir. 1871 yılında dış dünyayı ve Batı medeniyetini gözlemlemek, modernleşme uygulamalarını yakından takip etmek, aynı zamanda Japonya ile yapılan kapitülasyon niteliğindeki eşitsiz antlaşmaları revize etmek ve yeni dünyayla ikili ilişkiler geliştirmek maksadıyla İmparator Meiji tarafından görevlendirilen Iwakura Tomomi başkanlığındaki diplomasi heyeti yola çıkmış, tüm dünyayı dolaşmış ve 2 yıl süren seyahatin ardından büyük bir birikimle dönmüşlerdi. Öyle ki döndükten sonra imparatorluğa sunulacak olan rapor tam 4 yılda tamamlanabildi.
Rapor, Japonya’nın modernleşme sürecinde izlemesi gereken yol haritasını ortaya koymuş ve modernleşme sürecinin başında olan Japonya için büyük fayda sağlamıştır. Heyetin tek handikapı Japonya’yı ABD ve Batılı ülkeler karşısında zayıf konuma düşüren ve revize edilmesi amaçlanan kapitülasyon niteliğindeki antlaşmaların değiştirilememesidir. Raporun öne çıkan noktaları, Batı’nın bilim ve teknolojik uygulamaları alınırken kendi öz kültürlerinin muhafaza edilmesi gerektiği, ulaşım ağının ve yolların kalkınma açısından çok önemli olduğu ve Doğu-Batı toplumlarının karakteristik yapılarında görülen belirgin farklılıklar nedeniyle her ülkeye farklı yaklaşılması gerektiğiydi. Raporda dikkat çeken bir diğer nokta ise; kapitalizmin ciddi şekilde gelir dağılımında sınıfsal olarak adaletsizliğe yol açtığıydı. Öyle ki Japon heyetin gözlemlerine göre zamanın gelişmiş ülkelerinden biri olan İngiltere’nin başkenti Londra’da zengin sınıfın ortalama yaşam süresi 35, orta sınıfın 23, alt sınıfın ise sadece 15’ti [8]. Tüm bu bilgiler ışığında Japon aydınlar tarafından yol haritası belirlendi. Toplumun her kesimini içine alacak şekilde siyasal, sosyal, askeri ve ekonomik alanda kapsamlı düzenlemeler yapıldı. “Meiji Restorasyonu” olarak adlandırılan bu yenilik ve reform sürecinde uygulanan politikaları sınıflarına ayırarak özetlemek gerekirse;
İdari, hukuki ve askeri alanda; bin yıllık başkent Kyoto’dan Tokyo’ya taşındı. Feodal beylikler kaldırıldı. Ülke çapında İl denilebilecek “hayhan çiken” adı verilen yönetsel birimler kuruldu. Daimyo’lar artık feodal beyler değil bu illerin merkeze bağlı olan valileri olarak atandılar. Samuraylara ise yönetimde ve kurulan merkezi orduda üst düzey görevler verildi. Alt sınıftakiler artık ordunun doğal askerleriydi [9].
Ordu modernize edilerek merkezi ve güçlü bir ordu kurulması amaçlandı. Modern polis, telgraf ve posta teşkilatlarının oluşturulmasının yanı sıra Avrupa takvimi kabul edildi. 1869 yılında meclis kurulmasına rağmen demokratik koşullarının oturmamış olması nedeniyle 1872’te lağvedildi.
Bismarck Prusya’sından anayasa, İngiltere’den gemi inşası ve deniz muharebesi, Fransa’dan ticaret hukuku ve sivil örgütlenme, Almanya’dan ağır sanayi ve tıbbi sanayi taklit edilerek Japonya’ya uyarlandı. 1889 yılında Prusya’nın anayasa sistemi esas alınarak oldukça merkeziyetçi olan anayasa kabul edilmesi ile anayasal monarşiye geçildi. İmparator’un geniş yetkilere sahip olmasının yanında danışma organı niteliğinde olan Devlet Konseyi (Genro) ve ilk defa 1890 yılında toplanan ve 450.000 kişinin seçmesiyle başa gelen parlamentonun (diet) varlığı modern sisteme geçişte Japonya için tarihi bir yere sahiptir [10]. Yasama yetkisine sahip olmayan parlamento siyasal, ekonomik ve sosyal alanda danışma ve tartışma organı görevini taşımıştır.
Ekonomik alanda; Japonya’nın sanayileşmesinde öncü olacak güçlü bir sermaye grubu yoktu. Bu sebeple devletçilik politikasıyla devlet destekli endüstrileşme hamleleri yapıldı. Merkez Bankası kurularak 1872 yılında Japon Yeni ilk kez tedavüle girdi. Ticaretin bölgesel değil ulusal bir nitelik kazanması amacıyla demiryolu ağı tüm ülkede yaygınlaştırıldı, böylece daimyo’ların (derebeylerin) ticari hakimiyeti kırılarak serbest piyasa ortamı ve teşebbüs hürriyeti sağlanmış oldu. Serbest piyasa koşullarının oluşturulması ve girişimciliğin desteklenmesiyle 1885’de toplam 10 ve daha fazla kişi istihdam eden özel sektör fabrika sayısı 1900 rakamına ulaşmıştı [11]. Japonya kalkınmada yeterli sermayeyi reformun ilk dönemlerinde ihraç ettiği ipek, bakır, seramik, çay ürünlerinin yanı sıra pamuk ve tekstil ithalatıyla sağlamıştı. İlk başlarda %70 olan ithalat oranı zamanla %30’un altına inmişti. Modernleşme süreci hızla devam ederken sanayileşme için ülkenin öz kaynakları yetersiz kalmaya başladı.
Bu sebeple Japonya, yayılmacı emperyalist bir politika izlemeye başladı. ABD ve İngiltere’nin kendisine yaptığı baskının aynısını Kore’ye yaparak kapitülasyon niteliğindeki imtiyazlı antlaşmalarla Kore’nin kaynaklarını ele geçirdi. Bu durumdan rahatsız olan Çin ile 1894-95 yılında yapılan savaştan modernize edilmiş savunma ve ordusuyla galip gelmeyi başardı. Avrupalı devletlerin sömürge yarışına artık Japonya da dahil olmuştu. Çin’i mağlup eden Japonya Mançurya’ya yerleşerek yeraltı kaynaklarını ele geçirdi. Bu sefer Rusya bu durumu kabullenmeyince 1904-1905 tarihinde Japon-Rus Savaşı çıktı. Kore ve Mançurya üzerindeki nüfuz çekişmesinden kaynaklanan savaşın en önemli sonuçlarından biri, Asya kökenli bir devletin modern çağda ilk kez bir Avrupa devletini yenilgiye uğratmasıydı. Rusları da yenen Japonya dünyanın emperyalist ve aynı zamanda prestijli devletleri arasına girmeyi başardı. Endüstrileşme süreci ise mevcut koşullar nedeniyle 1910’lardan sonra ivme kazandı.
Sosyo-kültürel alanda; kölelik kaldırıldı, sınıfsal eşitlik sağlandı ve 1873’te kadınlara boşanma hakkı verildi. Aynı yıl kız çocukları için ilkokul ve liseler açıldı. Akabinde 1913’te üniversiteler açıldı [12]. Toplumsal sınıfların olmadığı çağdaş ve birlik içerisinde bir ulus ideali kuran Japonya’nın kültürel modernleşme uygulamaları reformcular tarafından en ince ayrıntısına kadar düşünülmüştü. Öyle ki toplumun her kesiminin yeni ve yüzü Batı’ya dönük modern dünyaya uyum sağlamaları için (bilhassa geleneksel Japon hayatını sürdüren köylülere) evrensel adab-ı muaşeret kurallarını anlatan kitaplar dağıtıldı. Bugün Japon selamı olarak bildiğimiz, ayakta eğilmek, reformcuların Japonlara öğrettiği Avrupalıları selamlama usulüdür [13]. Japon uygarlığı için modernlik ve çağdaşlaşma her alanda çeşitli reformlarla hayata geçirilirken kılık kıyafet düzenlemesini es geçmek doğru olmazdı. Nitekim geleneksel giyimden hatta Japonların geleneksel saç şekillerinden bile vazgeçildi. Askeri sınıf olan samurayların topuz şeklindeki “çommage” denilen saç modelleri yerini “cangiri” denilen Avrupalı askerlerin klasik subay tıraşına bıraktı.
Öyle ki bu stil tartışmalara yol açıp toplum arasında alay konusu haline geldi. Halk arasında “Eğer bir cangiri saçlı Samuray’ın başına vurursanız size direk medeniyet ve aydınlanma der.” esprisi yapılır oldu. Kadınların ise yine topuzlu ve biçimlendirilmiş geleneksel saç stili yerini Avrupalı kadınların etrafa rahatça saldığı bukleli ve dalgalı saçlara bıraktı.
Bu uygulama da geleneksel Japon kadını imajını zedelediği ve hatta kadınları hafif gösterdiği için çokça tartışıldı [14]. Modernleşme ve reform Japonların mekanlarına da sirayet etti. Evlerde bulunmayan çalışma masası, koltuk, lamba gibi aksesuarlar yerde oturmaya alışkın Japon hanelerine girdi. Su ve elektrik ağı zamanla yaygınlaştı.
Eğitim alanında; Japon modernleşmesinin en önemli ayaklarından biri milli eğitim sisteminin getirilmesiydi. Sınıfsız bütüncül bir ulus yaratmak isteyen Meiji dönemi aydınları, temel eğitimin rolünün farkındaydı. “Terekoya” denilen eğitim sisteminde erkek çocuklarının %50’si, kız çocuklarının ise %15’i tapınaklarda eğitim görürken, bu oran %95’e çıkarıldı. Tokyo İmparatorluk Üniversitesi’nde okuyan öğrencilerin %75’i aristokrat sınıfına mensup ailelerin çocukları, %25’i ise işçi sınıfı ailelere mensup iken bu oran işçi sınıfı lehine %48’e çıkarılarak sınıfsal eşitsizlikten doğan fark büyük ölçüde kapatıldı [15].
Öte yandan latin alfabesine geçme fikrini ortaya atanlar olsa da öz kültürün muhafaza edilmesi amacıyla geleneksel Japon alfabesi kullanılmaya devam edildi. Bu süre zarfında dünyanın dört bir yanına Japon öğrenciler gönderildi. Farklı coğrafyalarda edindikleri bilgi ve birikimi döndüklerinde ülkelerine getirdiler.
Batı’dan teknisyenler ve eğitmenler de sıklıkla getirilmiştir. Burada asıl amaç kültür-sanat gelişiminden öte buharlı makine, modern silahlar, şimendifer teknolojisi, askeri strateji, mühendislik, tıp gibi alanlarda bilgi edinilerek ilerleme kaydedip hızlı bir atılım sergilemekti. 1868’de başlayan Meiji dönemi 1912’de sona erdi. Fakat Japon modernleşme süreci hiç hız kesmedi. Bu başarıda Japon insanının karakteristik özelliklerinin de payı büyüktür. Milli duyguları yüksek, çalışkan ve üst düzey disipline sahip Japonlar, İkinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin Hiroşima ve Nagazaki kentlerini bombalamasıyla aldıkları büyük darbeden sonra zoru başararak “Japon Mucizesi”ne bir kez daha imza atmışlardır. 1950’de 10 milyar dolar olan milli gelirlerini haftanın 6 günü çalışarak ve kazançlarının %20’sini tasarruf ederek, geceleri ise bilim ve eğitimle ilgilenerek geçiren Japonlar, 1974’te milli gelirlerini 40 kat arttırarak 400 milyar dolara çıkarmış ve dünya rekoru kırmışlardır. İngilizlerin The Economist Dergisi bu olayı “dünya ekonomi tarihinin en olağanüstü olayı” olarak yazmıştır [16].
Sonuç Yerine
Adalardan oluşan Japonya, Türkiye’nin yüz ölçümünün yarısı kadar bir alana sahiptir. Dağlık bir coğrafyaya sahip olan Japonya’nın topraklarının sadece 5’te 1’i tarıma uygundur. Japonya bu dezavantajlara sahip olmasının yanında yüzyıllardır dışa kapalı ve güçsüz bir ülke konumunda iken Meiji dönemiyle birlikte yaklaşık 45 yıl içerisinde dünyanın güçlü devletleri arasına yükseleceği bir modernleşme sürecini başlatmış ve başarıyla bu süreci tamamlamıştır. İmparator Meiji 1912 yılında vefat etmiş, 14 yaşında tahta çıkmasına rağmen geride Batı’yla denk güçlü bir ekonomi, dünya devletlerini yenen güçlü ve gelişmiş bir ordu ve gelişmiş bir sanayi bırakmıştır. İlginç olan ise; Japonya’nın Batı tipi modernleşmesinin Batı’ya karşı bir zaferle değil aksine Batılı kapitalist güçlerin baskıları ve yenilgi sayılabilecek kapitülasyon niteliğindeki antlaşmalarıyla başlamasıdır. Güçsüz Japonya, güçlü devletlere boyun eğmiş ve kendi isteğiyle değil zoraki koşullarda modernleşme yoluna gitmiştir. Japon modernleşmesini Batılı örneklerinden ayrıştıran diğer husus, Japonya’nın tarih boyunca Şogunluk dönemindeki dışa kapalı ekonomisiyle kapitalist güçlerin iç piyasaya müdahalesine izin vermemiş olması ve modernleşme sürecini de Avrupa’nın aksine liberal ekonomik ilkeleri gözeterek değil devletçilik ilkesini esas alarak gerçekleştirmesidir. Keza Batılı ülkelerin aksine Japonya’da modernleşme sürecinde destek olacak herhangi bir sermaye sınıfı yoktur.
Japon modernleşmesinin başarıya ulaşmasında kilit rol oynayan kanımca üç temel olgu vardır. Bunlar sırasıyla; milliyetçilik, geleneksel değerlere atfedilen önem, Japon milletinin karakteristiğinde var olan çalışkanlık, özveri ve disiplindir. Japon milliyetçiliği modern bir ulus yaratılmasında kilit bir öneme sahiptir. Çünkü Japonlar için ulusal kimlikleri inançlarından da öndedir. Şintoizm, Budizm gibi inançların çoğunlukta olduğu ülkede din olgusu, katı ve kesin kurallar barındıran ilahi emirler bütünü değil felsefi ve yeniliklere açık bir öğreti niteliğindedir. Bu sebeple Japonluk kimliği ve aidiyeti, günümüzde de bir Japon vatandaşı için inançtan önde gelmektedir. Nitekim Japon aydınları, ülkenin Batı’ya karşı güçsüzlüğünü kabul ederek geri kalmışlığa son verilmesi için çabalamış ve fakat “Vakon Yosair – Japon Ruhu ve Batı İlmi” sloganını ortaya atarak Japonluk kimliğine vurgu yapmış ve “öz kültürlerini muhafaza eden” bir dönüşüm sürecine girmişlerdir. Bu bağlamda İmparatorluk makamının tarihsel değeri toplumda muhafaza edilmiş, geleneksel Japon alfabesi değiştirilmemiş, Batı’nın modern uygulamaları öz kültürlerine zarar vermeyecek şekilde belirli ölçülerle hayata geçirilmiştir. Milli eğitim sistemiyle de sınıfsal farklılıklar kapatılmış ve ulus bilinci yaratılmıştır. Japonlar’ın modernleşmeyi öz kültürlerini asimile ederek değil koruyarak uygulayabilmesi modernleşmede başarıyı getirmiştir. Fakat güçlü milli duygulara sahip Japonlar, belki de sırf bu sebepten milliyetçi-militarist ideolojiyle hareket ederek 2.Dünya Savaşı’na dahil olmuş ve büyük bir yenilgiye uğramışlardır. Yine de Japonların milliyetçilik anlayışları imdatlarına yetişmiş, savaş sonrası biten ekonomi ve ölen 3 milyon insanına rağmen Japon halkının karakteristiğinde var olan aidiyet duygusu, disiplin ve çalışkanlığın etkisiyle ülke kısa sürede tekrar güç kazanarak yeniden “Japon Mucizesi”ni gerçekleştirmiştir.
[irp posts=”27634″ name=”Aum Shinrikyo Terör Örgütü: Kuruluşu, İdeolojisi ve Saldırıları”]
KAYNAK
Dipnotlar
[1] Mehmet Devrim Topses, “JAPON MODERNLEŞMESİ BAĞLAMINDA İKİ SOSYOLOJİK ÇÖZÜMLEMENİN KARŞILAŞTIRILMASI”, Folklor/Edebiyat, 2011, 77-84.
[2] Murat Belge, Militarist Modernleşme: Almanya, Japonya ve Türkiye, 3. İstanbul, İletişim Yayınları, 2014, ss. 439-40.
[3] Özer Ozankaya, “Japonya’ nın Modernleşme Denemesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C.20., Sayı:1, (1965), s. 298 <https://doi.org/10.1501/SBFder_0000000545>.
[4] Ozankaya, a.g.e., s. 297.
[5] Hakkı Büyükbaş, “Japon Modernleşmesi Üzerine (1868-1912)”, Bilimname, C.2003., Sayı:3, (2003) (s. 71).
[6] İ̇smet Gi̇ri̇tli̇, “Japonya’nın Modernleşmesi ve Atatürkçü Modernleşme”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C.2., Sayı:5, (1986), 361-78 (s. 361).
[7] Büyükbaş, a.g.e., s. 80.
[8] Hasan Fatih Seval, “JAPON KALKINMASININ TEMEL TAŞI: MEİJİ RESTORASYONU VE IWAKURA HEYETİ”, İş ve Hayat, C.3., Sayı:5, (2017), ss. 101-4 (Çevrimiçi) https://dergipark.org.tr/en/pub/isvehayat/680394, erişim 10 Şubat 2021.
[9] Belge, a.g.e., s. 393.
[10] Büyükbaş, a.g.e., s. 82.
[11] Büyükbaş, a.g.e., s. 84.
[12] Ozankaya, a.g.e., s. 302.
[13] Selçuk Esenbel, “Türk ve Japon modernleşmesi:‘Uygarlık süreci’kavramı açısından bir mukayese”, Toplum ve Bilim Dergisi, 2000, s. 29.
[14] Esenbel, a.g.e., s. 23.
[15] Gi̇ri̇tli̇, a.g.e., s. 365.
[16] Gi̇ri̇tli̇, a.g.e., ss. 368-70.
Kaynaklar
Belge, Murat, Militarist Modernleşme: Almanya, Japonya ve Türkiye, 3. İstanbul, İletişim Yayınları, 2014
Büyükbaş, Hakkı, “Japon Modernleşmesi Üzerine (1868-1912)”, Bilimname, 2003, (2003)
Esenbel, Selçuk, “Türk ve Japon modernleşmesi:‘Uygarlık süreci’kavramı açısından bir mukayese”, Toplum ve Bilim Dergisi, 2000
Gi̇ri̇tli̇, İ̇smet, “Japonya’nın Modernleşmesi ve Atatürkçü Modernleşme”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, 2, (1986), 361-78
Ozankaya, Özer, “Japonya’ nın Modernleşme Denemesi”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 20, (1965) <https://doi.org/10.1501/SBFder_0000000545>.
Seval, Hasan Fatih, “JAPON KALKINMASININ TEMEL TAŞI: MEİJİ RESTORASYONU VE IWAKURA HEYETİ”, İş ve Hayat, 3, (2017) (Çevrimiçi) https://dergipark.org.tr/en/pub/isvehayat/680394, erişim 10 Şubat 2021.
Topses, Mehmet Devrim, “JAPON MODERNLEŞMESİ BAĞLAMINDA İKİ SOSYOLOJİK ÇÖZÜMLEMENİN KARŞILAŞTIRILMASI”, Folklor/Edebiyat, 2011, 77-84
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.