Lübnan’ın Tarihsel Geçmişi Ekseninde Yaşadığı Karmaşalar

1654

Başkent: Beyrut

Nüfus: 6.83 Milyon [1]

GSYİH: 78.92 Milyar Dolar

Yüz Ölçümü: 10.450 Km² [2]

19. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu’nun Hilafet için gerçekleştirdiği genişleme sürecinde önemli nokta, 1514 yılında bugünkü Suriye sınırları içerisinde bulunan Dabık bölgesinde Memlûklere karşı yapılan Mercidabık Savaşı ile Lübnan’ın I. Cihan Harbi’ne kadar Osmanlı hâkimiyetinde kalmasını sağlamıştır. Osmanlı bölgeyi diğer bölgeler gibi eyalet sistemi ile imparatorluğun görevlendirdiği kişiler tarafından yönetmiştir. Ancak bu yöneticiler ecnebi çoğunlukta olan bölgelerde daha çok yetkiye sahipken, Müslüman bölgelerde bu yöneticilerin yetkileri sınırlandırılıyordu. Çünkü bu insanların İslam dinine mensup olmaları padişah nezdinde önem teşkil etmekteydi. Bu yüzden bu bölgelerdeki birçok genç Payitaht’ta eğitim görüp, yetişmekteydi.

Trablus ve Sayda’nın harita gösterimi

Bu dönemde Lübnan, Trablus ve Sayda olarak iki eyaletten oluşmaktaydı. Bölgede Müslüman nüfusunun yanında yarı yarıya yakın bir kısmı Hristiyanlardan oluşmaktaydı. Bölge, etnik ve dini yapısı itibariyle bir mozaik gibi çok çeşitli bir yapıda idi. Bu yapısı nedeniyle emperyalist güçlerin hamilik iddiaları ile karşı karşıya kalınmaktadır. Nitekim, Osmanlı’da 16. yüzyıldan itibaren kapitülasyonların artmaya başlaması ile birlikte Avrupalı devletler, Hristiyanların belli nüfusa sahip olduğu bölgelere yönelik, içişlerine müdahil olma yönünde politikalar seyrediyorlardı.

Bölgeye en çok ilgisi olan Fransızlar olmuştur. Bunun dışında Mısır valisi Mehmet Ali’nin de bölgeye yönelik ciddi girişimleri bulunmaktaydı. Nitekim 1840 yılında Mehmet Ali’nin ordusu bölgeyi ele geçirmiştir. Lübnan tarih boyunca bulunduğu konum ve barındırdığı çeşitlilik sebebiyle etkilere maruz kalmış ve çatışmalar görmüştür. Bu yüzden en istikrarlı dönemini Osmanlı hâkimiyetinde yaşadığını söylemek yanlış olmaz. [3]

Lübnan’a dini ve etnik yapı; %50 civarında Müslüman ve Dürzi, %30 civarında Hıristiyan (Maruni), %20 civarında Grek Katolik, Grek Ortodoks ve Katolik Ermeni’den oluşmaktadır. Böyle çeşitli bir yapıya sahip olmaları onlara bazen olumsuzluk getirebiliyor. Nitekim, Mehmet Ali’nin çekilmesinden sonra (1840) Dürzi ve Müslümanların yaşadığı bölgelerde ayaklanmalar oldu. Bu ayaklanmalar kısa sürede bir iç savaşa dönüştü. Bu savaşı önlemekte güçlük çeken Osmanlı, Batılı devletlerin müdahil olmasına karşı çıkmadı. Batılı devletlerin de müdahil olması sonucunda 1861 yılında ‘Lübnan Nizamnamesi’ adı verilen bir anlaşma yapıldı. [4] Bu anlaşma ile Lübnan, Osmanlı tebaasından olan Hristiyan bir Sancak yöneticisi tarafından yönetilecektir.  Buna ek olarak Lübnan özerk bir şekilde, iç işlerine serbest olmuş ancak fiili olarak yine Osmanlı’ya bağlı kalıyordu. [5]

Fransız Hakimiyeti

Lübnan’da büyük çoğunluğu oluşturan ve Şiiliğin bir kolu olarak adlandırılan Dürziler, Lübnan ve Suriye’de yayılmış bir topluluktur. Bu yüzden Lübnan’ın kuzeyinde bulunan Şuf olarak adlandırılan (Cebeli Şuf) dağlık alanda yaşamaktadırlar. Suriye’deki Dürziler ise Dürzi Dağı (Cebeli Dürzi) civarında yani Suriye’nin güney kısmında yaşamaktadırlar.

Lübnan’da yaşanan sorunların çoğu Dürzi kaynaklı olduğu söylenebilir. Çünkü bu topluluk kendi içinde bölünmüş ailelerden oluşmaktadır. Bunlardan en önemlileri Canpolat ve Şihap ailesidir. Şihap ailesi Marunilerin de etkisi ile Hristiyanlığa geçmiştir. Diğer taraftan Hristiyan bir topluluk olan Marunilerin, Hristiyanlığın getirdiği etki ile Batılı devletler ile iyi ilişkiler geliştirmiştir. Aynı zamanda Fransa’nın bölgede hâkim olmasının nedeni Maruniler olmuştur. Hristiyanlığın Katolik mezhebinden olan Maruniler, Roma Kilisesi ile bağlantısını güçlendirmiş ve buraya eğitim görmek üzere talebeler göndermişlerdir. Ülkede ekonomik ve siyasi etkisi artan Maruniler, II. Beşir Şihab’ın yönetimine gelmesi ile etkilerini giderek arttırmışlardır.

Çünkü Beşir Şihab, Canpolat ailesi hariç diğer tüm Dürzi topluluklarını saf dışı bırakmıştır. 1840’dan sonra II. Beşir Şihab’ın yönetimden azledilmesi sonucunda Dürziler yine ayaklanmış ve çıkan ayaklanmalar sonucunda ‘Lübnan Nizamnamesi’ imzalanmıştır (1861). Bu nizamname ile ülkede daha çok söz sahibi konumuna gelen Maruniler, Fransız İhtilali’nin verdiği bir özgüvenle milliyetçi tutumlarla Arap birliğine karşı çıkmaya başladılar. Lübnan’ı ve aynı zamanda Suriye’deki Hristiyan toplumları da etkisi altına alan Maruniler, bağımsızlık ideallerine düştüler. Ancak I. Cihan Harbi sonrasında desteklerini aldıkları Fransızların mandası haline geldiler. [6]

Fransızlar bölgeyi kaybetmemek için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Bölge üzerinde paylaşım yapan İngiliz ve Fransızlar, Sykes-Picot ile bu bölgeyi paylaşmış ve Fransızlar istediklerini almıştı. Sykes-Picot ile Fransız komutan Henry Gouroud bölgeye gönderildi. I. Cihan Harbi’nde bölge bölgede bulunan Henry, Lübnan’ın Osmanlı’nın hakimiyetinden çıkmasında kilit rol oynadı. Öte yandan 1920 yılında yapılan San Remo Konferansı ile Lübnan Osmanlı’dan kesin olarak ayrıldı. Fransızlar, Maruniler üzerine çok etkiliydi. Bu nedenle bu topluluğu devletsiz bırakmak istemiyordu. Şayet Fransızlar etkili olmasa Lübnan Suriye’den koparılmaz ve Müslümanların hakimiyetine girerdi.

Fransız Komutan Henri Gouraud (soldaki)

Fransızlar çok akıllıca bir siyaset ile bölgeyi sadece Marunilerden oluşturmayarak Marunilerin Fransa olmadan siyaset yapamayacaklarını sağladı. Ülkede azınlık konumunda olan Maruniler, bugün bile Fransızlar sayesinde ülke yönetiminde bulunuyorlar. Bu yüzden Lübnan başını karışıklıklardan kaldıramıyordu. Çünkü oluşturulan yapı her an çatışma ve kargaşaya hazır halde bekliyor. Maruniler, Batı ile geleceklerini düşünürken, Müslümanlar ve Dürzilerin bir kısmı Arap coğrafyasına umut bağlamıştır. Bu ikili çekişme ülkedeki zıtlıkların temel aslında etmeliydi. [7]Bu zıt yapıdaki modern Lübnan’ın temeli, 1926 yılında yapılan anayasa ile daha da karışacaktı. Nitekim, bu anayasa ile Fransa ülke üzerinde daha aktif söz sahibi haline geldi. Bu durumdan rahatsız olan Müslümanlar ve Dürziler tepkilerini giderek arttırıyordu. Baskılar sonucunda 1932 yılında bir Müslüman’ın cumhurbaşkanı olma yönündeki söylemler Fransızların engeline takılmıştı. Çünkü Fransızlar böyle bir durumda ülke kontrolü kaybedebilirdi. Bu sebeple cumhurbaşkanlığı makamı Hristiyanların elinde olmalıydı. Bu sürecin gerçekleşeceği şüphesi üzerine Fransızlar anayasanın uygulanmasını engelledi. Bu engel 1936 yılında Hristiyan bir aday olan Emille Edde’nin cumhurbaşkanı seçilmesine kadar sürdü.[8]

1932 yılında yapılan seçimlerde iki Hristiyan aday karşı karşıya gelmiştir. Bunlar; Emille Edde ve Bişar El Huri idi. İki aday da yurtdışında tahsil görmüş, nitelikli insanlardı. Ancak tamamen farklı görüşlere sahiptirler. Nitekim, Huri Maruni olsa da Fransızlar ülkesinde istemiyor ve Müslümanlar ile birlikte olunması gerektiğini düşünüyordu. Huri, ülkenin selametinin ve gelişmesinin birlik olmakta olduğunu düşündüğü için Müslümanların da içinden yer aldığı ‘Anayasal Blok’ yapılanmasını kurdu. 1936 yılında Fransa ile Lübnan bağımsızlık konusunda anlaştı. Lübnan Ulusal Meclisi 1936 yılında Edde’yi tekrar cumhurbaşkanı seçti.

Emile Edde (sağdaki)

Huri’nin birlik politikasının etkisini kullanmak için başbakanlığa Hayreddin El Ahdap adındaki bir Müslümanı seçti. Birlik konusundaki şansın Edde’ye verilmesi de birlik vurgusu açısından son derece gülünç bir durumdur. Yapılan bağımsızlık anlaşmasını, Fransız meclisi kabul etmeden yürürlüğe girmesi olanaksızdı. Nitekim, sonuç böyle de oldu. Meclisten olumsuz karar çıkması sonucunda bölgede Fransa’yı temsilen bulunan Yüksek Komiser, 1936 yılında anayasayı yeniden askıya aldı.

II. Cihan Harbi’nden sonra 1941 yılında Fransa’da yönetime De Gaulle’nin gelmesi ile 1943 yılında anayasa tekrardan uygulanmaya başlandı. Ancak De Gaulle de kendinden önceki hükümet gibi Lübnan ve Suriye’nin bağımsızlıklarını oyalayarak, uzamasını sağladı.  1943 yılında anayasanın tekrar yürürlüğe girmesi ile yapılan seçimlerde Müslüman yanlısı olan Huri cumhurbaşkanlığına seçildi.

Başbakanlığa ise kendisine yakın olarak gördüğü Riyad Sulh’u getirdi. Cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki iş birliği ülke için umut olan Ulusal Paktı (1943) oluşturdu. Bu pakt ile vurgulanan iş birliği resmiyet kazanıyor, aynı zamanda Hıristiyan ve Müslüman, Lübnan’ı oluşturan bütün gruplar birbirlerine saygı çerçevesinde yaşamayı kabul ediyordu. Bununla birlikte Pakt ile Cumhurbaşkanı Maruni, başbakan Sünni ve meclis başkanı Şii yapılanması oluşturuluyordu.

Ancak bu durumdan rahatsız olan Fransızlar, Lübnan ve Suriye’de kontrolü kaybetme endişesi duymaktaydı. Bu yüzden bölgeye düzenlediği askeri harekata karşı bölge insanlarının buna karşı ayaklanması sonucu iki ülkede 1946 yılında Fransızlara karşı bağımsızlıklarını kazandılar.[9]

Fransız Hakimiyetinden Günümüze Lübnan

El Huri’nin Müslümanlarla birlik hareketi Maruni tarafından tepki görmüş ve buna karşılık 1936 yılında Pierre Cemayel önderliğinde Marunilerden oluşan bir milis grubu olan Falanjistler Örgütü kuruldu. Bu örgüt bağımsızlık sonrası ülke siyasetinde aktif rol oynayacaktır. Ulusal Pakt’tan sonra ülkeyi istikrara kavuşturmak isteyen El Huri 1945 yılında BM ve Arap birliğine katılımı gerçekleştirirken, 1947’de ki seçimlerde de sağlam bir şekilde giriyordu. Nitekim, 1947’de ki seçimlerini tekrar kazanan Huri, 1943’te başlattığı ekonomide Liberal temelli atılımlar ile ülkeye dışarıdan kaynak girmesini sağlayarak Lübnan’ı ciddi anlamda kalkındırdı. Akdeniz’in gözdelerinden olan Beyrut’u ise Orta Doğu bataklığında parlayan bir yıldıza çevirdi. Güzel günler sadece yedi yıl sürebildi. 1950 yılından sonra bulunduğu bölgenin de etkisiyle fazla direnç gösteremedi ve 1952 yılında Huri, Riyad’ın suikast sonucu ölmesiyle görevi bıraktı.[10] Huri görevi bırakmak istemiyor ve bunun için anayasada düzenlemeler yapmayı planlıyorken, Riyad’ın beklenmedik ölümü bunu engelledi.  1949 Huri’nin yeniden seçilme arızasına tepki gösteren Marunilerin adayı Camille Chamoun göreve geldi. Huri ile başlayan modernleşme ve liberalleşme Chamoun döneminde de artarak devam etti. Ancak Chamoun’da Huri gibi görevi bırakmak istemeyip yeniden seçilmek için düzenleme yapmak istemesi tekrardan tepkilere neden oldu. Bu liderler her ne kadar Orta Doğu’daki monarşi tarzı yönetimler ile yönetilen ülkelere rağmen demokrasiyi kısmen uygulasalar da yönetimde olma arzusu ile görevlerini bırakmak istemiyorlar. Chamoun’un böyle bir istekte ısrar edince ayaklanan halka karşı ABD’den destek talebinde bulundu. Nitekim, o dönemde yakın komşularından olan Mısır’da Süveyş hadisesi (1956) patlak vermişti.

Süveyş Krizi

Bu olay bütün Orta Doğu’yu etkileyecek bir potansiyele sahipti. Bu etkiye ilk olarak en yakın bölgeler maruz kalmıştı. Lübnan’da içinde barındırdığı Müslüman topluluk sayesinde bu etkiden payını almıştı. Çünkü Mısır lideri Nasır İngilizlere karşı verdiği mücadelede Müslüman coğrafyasında büyük bir popülerlik kazanmıştır. Nasır, komünist rejimler ile iş birliği içine girmiş ve Batıdan uzaklaşmıştı. Bu sebeple ABD, SSCB’ye karşı bu isteğe 1958 de Eisenhower Doktrini kapsamında desteği sağlamıştır. Ancak bu destek amacına ulaşamamıştır. Chamoun 1958’de seçimleri kazanamamış ve koltuğu Fuat Şihab’a bırakmıştı. Nitekim, Hristiyan olan Şihab ailesi Dürzi olduğu için Müslümanların desteğini almıştır. Bu destekle birlikte Lübnan’ın 1943 dönemindeki istikrara kısmen de olsa dönebildiği görülmüştür. İstikrar için Beyrut’ta yapılan hizmetlerin diğer bölgelere yayılması için bir girişim başlatan Fuat Şihab, Müslüman desteğinin karşılığı olarak devlet kademelerinde daha çok Müslümana yer verdi. Başbakanlık makamına Raşit Kerami’yi getirdi. Seçim mağlubu Chamoun, bir daha ki seçimlerde aktif bir başarı elde etmek için ‘Ulusal Liberal’ partisini kurdu. Bu yıllar Lübnan siyaseti için partileşme dönemi olmuştur. Nitekim, Edde ailesi de Lübnan tarihindeki yerini koruyabilmek için Raymond ve Pierre Edde kardeşler de ‘Ulusal Blok’ partisini kurdular. Bununla birlikte ülke siyasetinde, Cemayel’in Falanjistleri, Dürzi lider Kemal Canbolat’ın ‘İlerici Sosyalist’ (1949) partilerine bu iki parti de eklendi. Bu partiler, 1975 İç Savaşı’na kadar ülkede istikrarlı bir siyasetin oluşmasını sağlasalar da bu savaşı önleyemediler.[11]

Bu savaşa giden süreçteki kritik nokta 1948 Arap-İsrail Savaşı olmuştu. İsrail, Filistin üzerindeki yayılmasını arttırarak, savaş sonucunda bölgenin büyük bölümünü kontrol altına aldı. Bu durumda yurtlarından edilen Filistinlilerin ilk kaçtıkları ülke, komşu Lübnan olmuştu. Nitekim, bu Filistinli mültecilerin Lübnan’da etkili olma çabalarıyla birlikte 1960’dan itibaren istikrar bozulmaya başlamıştı.

Bu sürece 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü’de (FKÖ) eklenince Lübnan bir anda kendisini Arap- İsrail çatışmalarının merkezinde buldu. Hristiyan topluluk bu durumdan çok rahatsız oluyordu. Çünkü ülke gitgide felakete sürükleniyor ve çok zor mücadele ile oluşturulan ekonomik altyapı artık yetersiz kalıyordu. FKÖ ile beraber Filistinliler Lübnan’da söz sahibi konuma gelmeye başladı. Bu durum Lübnan’da var olan mozaiğinin kutuplaşmasına zemin hazırladı.

Çünkü Hristiyanlar Filistinlilerin ülkede bulunmasına karşı iken Müslümanlar tam tersi şekilde Filistinlilerin varlığını savunuyordu. Bu süreç, 1967 Arap- İsrail Savaşı’nda Lübnan’ın aleyhine işledi. Çünkü bu mülteci milisler Güney Lübnan’ı İsrail’e karşı saldırı alanı olarak kullanmamak istiyorlardı.

Bu durum İsrail’in Lübnan’a karşı politikaları geliştirilmesine ve hatta ülkeye işgale kadar gidecekti. 1969’da Şükreyri’nin yerine Yaser Arafat’ın gelmesiyle, örgüt beynelmilel niteliğe sahip olmaya başladı. Lübnan için ise kritik dönem FKÖ’nün 1970’te Ürdün’de İsrail tarafından ağır darbe alarak ülkeyi terk etmek zorunda kalması olmuştur. Kara Eylül olarak adlandırılan bu vaka, Lübnan’a daha çok Filistinlinin yerleşmesine vesile olacaktı. FKÖ’nün gerçekleştirdiği eylemler karşısında İsrail, Lübnan’ı sorumlu tutmuştu. 1968 yılında İsrail ve Lübnan arasında FKÖ nedenli çıkan çatışmalarda, Lübnan’ın gözdesi Beyrut büyük zarar görmüştü. 1969 yılının Kasım ayında, Lübnan hükümeti daha fazla dayanamayıp uzlaşmayı kabul etti. İki ülke arasında yapılan Kahire Anlaşması ile Filistinlilerin Lübnan’daki varlığı meşruluk kazanıyor ve İsrail’e karşı Lübnan’dan saldırı yapılmayacağı taahhüt ediliyordu.[12]

1970 yılında yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin Fuad Şihab’ın rakibi Süleyman Faranjiye kazandı. Bu dönem bağımsızlığın ilk dönemine nazaran Şii mezhebine mensup topluluğun ülkedeki en çok nüfusa sahip grup konumuna geldiği dönem olmuştur. Bu konuma gelen Müslümanlar ülkede hala Hristiyanların söz sahibi olmasını kabul etmiyor ve buna karşılık FKÖ ile iş birliğine gidiyorlardı.

Filistin Kurtuluş Örgütü

Hristiyanlar da buna karşılık İsrail ile iş birliğine gidiyor ve silahlanmaya başlıyordu. Bu Politikalar ülkeyi adım adım yıkıma götürmekteydi. Bu dönemde var olan partiler de daha geniş kitlelere ulaşabilmek için destekçilerini arttırmak istiyorlardı. Bu kapsamda Canbolat’ın İlerici Sosyalisti, Cemayel’in Falanjisti ve Chamoun’un Ulusal Liberali hareketlenmişti. Canbolat Filistinlileri desteklerken, Cemayel ve Chamoun’ın Filistinlileri katiyen ülkede istemiyorlardı.

Nitekim, Cemayel ve Chamoun taraftarları giderek silahlanmakta ve Filistinlileri ülkeden çıkarmak için hazırlıklar yapıyorlardı. FKÖ taraftarları da buna karşılık verir nitelikte silahlanmaktaydı. Falanjist militanlar 1975 yılına gelindiğinde ilk harekete geçen taraf oldu ve Filistinlilerin bulunduğu bir aracı durdurarak içinde bulunan yirmi yedi insanı kurşuna dizmeleri sonucunda ülkede iç savaş başlamış oldu. FKÖ ve Maruni güçleri arasındaki bu savaşta FKÖ’nün çekilmesi ile bir kez Lübnan halkı birbiriyle savaşmaya devam ettirdiler. Müslüman- Hristiyan çatışmasına dönen savaş, başkent Beyrut’ta sıçramıştı. Nitekim, Orta Doğu’nun parlayan yıldızı Beyrut, tankların hedef tahtası olmuş ve büyük bir yıkıma maruz kalmıştır. Maruni destekli Falanjistler Beyrut’un büyük bir kısmını kontrol altına aldıktan sonra bölgedeki Tel el-Zatar mülteci sığınağının etrafını sarmaya başladılar. Bu durum FKÖ’yü yeniden savaşın içine çekti. Sadece FKÖ ile sınırlı kalmayıp, ordunun da din temelli bölünmesini de başlatmıştı. Ülke bir anda kendisini, ordunun büyük bir kısmının çatışma gruplarını içine dahil olduğu bir konjonktürde buldu. FKÖ’nün ve ordunun bir kısmı savaşa müdahil olması ile savaşın gidişatı bir anda tersine döndü. Maruniler bu durumdan kurtulmak için 1976 yılının mayıs ayında Hafız Esad’dan yardım istedi. Bu istek doğrultusunda Suriye ordusu Lübnan’a asker çıkarması ile olaylar daha da kızıştı. Ancak Arap Birliği ülkelerinin girişimleri ile başlatılan ateşkes sonucunda Riyad Anlaşması 18 Ekim’de imzalandı. Bu anlaşma ile Lübnan’ın sükûneti için Arapça Caydırıcı Kuvveti olarak adlandırılan askeri yapılanmanın oluşturulması kararlaştırıldı. Ancak bu askerlerin tümünün Esad’ın askerleri olması da ayrıca ironik bir durumdu.[13]

Selim Hoss

Bu ateşkeste tarafların istekleri cevap alamamış, sadece toparlanma için biraz zaman kazandırmıştır. Bu kargaşa ortamına rağmen gerçekleşen seçimleri Maruni aday Elias Sarkis kazanmıştı. Başbakanlık makamı Selim Hoss’a verilmiştir ve kendilerini destekleyen Hristiyanlar ile çatışarak desteklerini kaybetmişlerdi. Bu süreçle birlikte bu kez ittifak yapan gruplar arasında çatışma başlamıştı. Nitekim, İsrail’in desteklediği Haddad ve onun başında olduğu grubun Filistinlileri öldürmesine karşılık, Filistinlilerin 1978 yılının mart ayında İsrail’in başkenti Tel Aviv’de İsraillilere yönelik gerçekleştirdikleri saldırılar sonrasında İsrail, Lübnan’a karşı ‘Litani’ adını verdiği bir harekât başlattı. Lübnan’ı çok kolay bir şekilde işgal eden İsrail, Lübnan’ın Güney kısmının çoğuna ele geçirdi. Uluslararası arenadan gelen tepkiler üzerine bölgeyi işbirlikçisi olan Haddad’a bırakarak bölgeden ayrıldı.

Haddad 1979 yılında Hür Lübnan Devleti’ni kurduğunu açıkladı. Bu çatışmalar devam ederken kuzeyden kaçan Müslüman Şiiler, Mustafa Sadr önderliğinde oluşturulan Emel (1974) ile beklenmedik bir şekilde 1980’de Filistinlilere karşı çatışmaya başladı. Bu savaş öyle bir noktaya geldi ki kimin hangi tarafta olduğunu kiminle ittifak yaptığı kimse tarafından anlaşılmayacak bir hal aldı.[14] Ülkedeki durumun belirsizliğinin her geçen gün artması ile oluşan kaos ortamı, Dürzi lider Kemal Canbolat’ın 1977’de suikasta uğramasına neden oldu. Bu suikast suikastlar furyasını da beraberinde getirdi. Daha sonraki dönemde birçok devlet başkanı suikast sonucu öldürüldü. Bu kaos ortamında İsrail tekrar sahneye çıktı ve 6 Haziran 1982 yılında FKÖ bahanesiyle bu kez kapsamlı bir işgale kalkıştı. Dönemin İsrail başbakanı Menahem Begin’in savunma bakanlığına Ariel Şaron’u getirmesiyle bu işgal kaçınılmaz oldu. Nitekim, Şaron savaşçı bir yapıya sahiptir. Bu çerçevede FKÖ’yü Lübnan’dan silmek ve kuzey sınırını korumak için bu işgali gerçekleştirdiği. Filistinlilerin oluşturduğu bir diğer örgüt olan El Fetih, bu harekattan haberdardı. Ancak İsrail uluslararası kamuoyuna bu işgali böyle lanse etmedi. Tepkilerin olacağını bildiğinden barış anlamına gelen ‘Celile Operasyonu’ adı altında planını gerçekleştirdi. Amaç, barış değil İsrail’e uyacak bir Lübnan ortaya çıkarmaktır. [15]

Bu işgalin herkese göre birçok sebebi vardı. Diğer işgal de olduğu gibi İsrail yine Falanjistlerin desteğini almıştı. Bu o kadar ileri bir iş birliği olmuştu ki Falanjistler İsrail ordusu ile birlikte Müslümanlarda ve Filistinlilere karşı savaşıyordu.

Sabra ve Şatilla katliamı

Müslümanların bulunduğu Batı Beyrut harap bir hale dönmüştü. İşgal de yüzbinlerce insan ölmüş ve ülke ekonomisi çökmüştü. Tüm bunlar barış kisvesi altında yapılmıştı. Böyle bir barışın olması da ayrıca düşündürücü bir noktadır. BMGK’nın olaya müdahil olmasıyla 12 Ağustos’ta ateşkes sağlanmış ve ABD’nin de girişimiyle oluşturulan ‘Habib Planı’ ile FKÖ Lübnan’dan çekilmeyi kabul etti. unun üzerine 30 Ağustos’ta Arafat’ın da Lübnan’ı terk etmesiyle Lübnan’daki FKÖ varlığı sona ermişti. Ancak Sarkis’in görevi Beşir Cemal’e vermesinden sonra 14 Eylül’de Beşir’in suikasta uğraması sonucu yerine kardeşi Emin geldi. İsrail bu kez de bu suikasti bahane ederek, FKÖ varlığı iddiasıyla 16 Eylül’de Filistinli mültecilerin bulunduğu Sabra ve Şatilla kamplarına yaptığı saldırılar sonucunda kanlı bir kıyım gerçekleştirdi. Şaron’un emri ile gerçekleşen bu olay İsrail’de Begin ve Şaron’un siyasi hayatını bitirmesine sebep oldu. Bu katliam Arap dünyasında büyük bir tepkiye neden oldu ve İsrail’e barış yapan Mısır bile ilişkiyi kesti. Bu tepkilere Batılı devletlerinde destek vermesi sonucu, İsrail 1985’ten itibaren Lübnan’dan çekileceğini açıkladı.

Bu çekilme ile oluşan güç pozisyonda Emel örgütünden Hizbullah ve İslami Cihad adlı iki örgüt ortaya çıktı. 1988 ile Emin Cemayel’in cumhurbaşkanlığı bitince yerine gelecek olan adayı konusunda anlaşmazlıklar oluşunca, oluşan boşluktan faydalanan Genelkurmay Başkanı Michael Avn cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirdi. Bu durum karşısında Arap Birliği’nin de girişimi ile 1989’da Taif Anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile Maruni cumhurbaşkanı ve Müslüman başbakan geleneği devam etmekte ama cumhurbaşkanın gücüne kısıtlama getirilmekteydi. 1943’te oluşturulan milletvekili oranı (6’ya 5) değişerek, eşit sayıda milletvekillerine sahip olundu. 1989’da seçimsiz cumhurbaşkanı olan Michael Avn çok fazla tutunamadan indirildi. 1989’da yeni sistemle seçilen Elias Hrawi, 1998 yılına kadar ülkenin başında kaldı. İsrail’in de bölgeden tamamen çekilmesi 2000 yılını buldu. [16]

2000 sonrasında ise Lübnan için kırılma noktaları 2005’te Hariri suikastı ve 2006’da Hizbullah ve İsrail çatışmalar olmuştur. 1998 yılında cumhurbaşkanlığına yine ABD ve Suriye yanlısı bir aday olan Emille Lahoud geldi. Ardından 2000 yılında yapılan başbakanlık seçimini 1992’de de kazanmış ve daha sonra istifa etmiş olan Refik Hariri kazanmıştı. Bu dönemde İsrail’in çekilmesiyle oluşan boşlukta güçlenen Hizbullah da seçimlerde meclise girmişti. Bu durum ülkenin yeniden kaosa sürüklenmesinin müsebbibi olacaktır. Nitekim, Huri dönemindeki gibi Lübnan’da tüm gruplarla iş birliği oluşturmayı amaçlayan Hariri, Emille Lahaud’un 2004 yılında cumhurbaşkanlığının uzatılmasına karşın görevi bıraktı.

Bu dönemde BMGK’nın Lübnan için aldığı karar neticesinde Suriye’nin çekilmesini istemektedir. Bu karar sonrasında Hariri, görevi bıraktıktan bir yıl sonra suikasta uğradı ve öldü. Ülke kendini yeniden kaosun içinde buldu. Bu suikastın BMGK’nın kararına tepki olduğunu düşünenler ile düşünmeyenler arasında bir bloklaşma yaşanmaya başladı. Yani bunlar ülkede Suriye varlığını isteyen ve istemeyenler. 14 Mart ve 8 Mart ittifakı diye ikiye ayrılmış karışık bir yapıydı. Nitekim, her yapıda hem Hristiyan hem Sünni hem de Şii bulunabiliyordu. 2006 yılına gelindiğinde Hizbullah’ın İsrail’e yaptığı saldırılar sonucunda İsrail bir kez daha Lübnan’a karşı işgale başladı. Savaşlar sonucunda Lübnan bir kez daha darmaduman oldu ve ülke temellerini kaybetmeye başladı. Temmuz’da başlayan savaşı, BMGK aldığı kararla Ağustos’ta ateşkes sağlandı. Daha sonra 2011 yılında başlayan ve Orta Doğu’yu kasıp kavuran Arap Baharı, Lübnan’da ve Suriye’de bu sürecin şiddetli iç savaşa dönüşmesi ile Lübnan mülteci akımına maruz kaldı.

Hizbullah

Zaten Filistinliler konusunda sıkıntı çeken ülke, Suriyeli mülteciler ile daha da sıkıntılı duruma düştü. Nitekim, Suriyelilerin Türkiye’den sonra en çok gittikleri ülke Lübnan olmuştu. Ülke yaşadığı iç savaşlar ve çalkantılar ile ekonomisini kalkındıramaz hale gelmişti. Suriye’de başlayan iç savaş ülkedeki Suriye yanlısı Hizbullah’ın da daha aktif olmasına sebep olmuştu. 2014’ten sonra ülke siyasal yönden çıkmaza girmeye başlamıştı.

14 Mart ve 8 Mart olarak adlandırılan iki grup, yönetim üzerine anlaşma sağlayamıyordu. Bu süreç Ekim 2016 yılına kadar sürdü ve sonunda 14 Mart grubunun adayı Süleyman Faranjiye’ye karşı olan Hizbullah’a cevaben Saad Hariri’nin 8 Mart grubu adayı Mişel Avn’a destek verince anlaşmazlıklar bir anda çözüldü. 31 Ekim’de gerçekleşen seçimler sonucunda Michel Avn cumhurbaşkanı oldu ve Hayriri’ye de başbakanlık verildi. [17]

Sonuç olarak Lübnan küçük küçük parçalara bölünmüş bir hal aldı. Öyle ki mozaik yapıtı gitgide çeşitlendi. Bu çeşitlenme Lübnan’ın açısından çok yıkıcı sonuçlar doğurdu. Velhasıl komşu ülkelerin istediği zaman işgal edebildiği bir yapıya kavuştu. Bu durum ekonomik olarak Lübnan’ın memur maaşını ödeyemeyecek kadar zor duruma soktu. Son olarak çok yakın zamanda, 2020 yılı içerisinde yaşadığı Beyrut Limanı patlaması ile de ciddi şekilde sarsıldı. Lübnan bu yapısı itibarıyla Orta Doğu’nun en son ülkelerinden biri olmaya devam etmektedir. Çünkü kırılgan yapısı her an yeni bir çatışma doğurabilir.

[irp posts=”5282″ name=”Lübnan 3 Yıl Sonra ‘Hariri’nin Kararıyla’ Cumhurbaşkanını Seçebilir”]

KAYNAK

Dipnotlar 

[1] IMF Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, https://www.imf.org/external/index.htm

[2] Dışişleri Bakanlığı Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, http://www.mfa.gov.tr/sub.tr.mfa?ff1be5b3-51d9-4c0a-99f5-291c33c39414

[3]ARI Tayyar, Geçmişten Günümüze Orta Doğu, Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa, Mkm, 2012 s.89,90

[4] TURAN Namık Sinan, “Lübnan’da Ulusun İnşası ve Ortak Tınının Üretimi- Rahbani Kardeşler ve Feyruz”, Ortadoğu Etütleri, cilt.3, sayı.1, Temmuz 2011, ss.193-228, s.195-196

[5] REYHAN Cenk, “Cebel-i Lübnan Vilayet Nizamnamesi”, Siyaset Yönetim, 2006, ss.175-186, s.175,176

[6] ARI Tayyar, 2012, a.g.e, s.91-93

[7]CLEVELAND William L., Modern Ortadoğu Tarihi, (çev. Mehmet Harmancı), İstanbul, Agore, 2015, s.251,252

[8] TURAN Namık Sinan, a.g.e, s.196,197

[9] ARI Tayyar, 2012, a.g.e, s.96-99

[10] TURAN Namık Sinan, a.g.e, s.197,198

[11] ARI Tayyar, 2012, a.g.e, s.100-104

[12] GÜDÜL Serpil, “Lübnan İç Savaşı’nda Filistinli Mültecilerin Rolü”, Electronic Turkish Studies, cilt.32, sayı.22, 2018, ss.251-269, s.251-258

[13] CLEVELAND William L., a.g.e, s.426-428

[14] ARI Tayyar, 2012, a.g.e, s.111-114

[15] ALJARO Hytham, “Arapça Kaynaklarda Filistin Kurtuluş Örgütü ve Lübnan İç Savaşı (1975-1989)”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Eylül 2019, s.39-80

[16] ARI Tayyar,2012, a.g.e, s.120-125

[17] İnsamer Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, https://insamer.com/tr/2006-savasindan-gunumuze-lubnandaki-siyasi-tablo_459.html

Kaynaklar 

ARI Tayyar, Geçmişten Günümüze Orta Doğu, Siyaset, Savaş ve Diplomasi, Bursa, Mkm, 2012

TURAN Namık Sinan, “Lübnan’da Ulusun İnşası ve Ortak Tınının Üretimi- Rahbani Kardeşler ve Feyruz”, Ortadoğu Etütleri, cilt.3, sayı.1, Temmuz 2011, ss.193-228

REYHAN Cenk, “Cebel-i Lübnan Vilayet Nizamnamesi”, Siyaset Yönetim, 2006, ss.175-186

CLEVELAND William L., Modern Ortadoğu Tarihi, (çev. Mehmet Harmancı), İstanbul, Agore, 2015

GÜDÜL Serpil, “Lübnan İç Savaşı’nda Filistinli Mültecilerin Rolü”, Electronic Turkish Studies, cilt.32, sayı.22, 2018, ss.251-269

ALJARO Hytham, “Arapça Kaynaklarda Filistin Kurtuluş Örgütü ve Lübnan İç Savaşı (1975-1989)”, İstanbul Medeniyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, Eylül 2019

IMF Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, https://www.imf.org/external/index.htm

Dışişleri Bakanlığı Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, http://www.mfa.gov.tr/sub.tr.mfa?ff1be5b3-51d9-4c0a-99f5-291c33c39414

İnsamer Resmî Web Sitesi, 30.05.2021, https://insamer.com/tr/2006-savasindan-gunumuze-lubnandaki-siyasi-tablo_459.html

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz