Ortadoğu coğrafyası, uzun yıllardan beri süregelen despot yönetimler, ekonomik dalgalanmalar, dış güçlerin müdahalesi ve patronaj gibi birçok nedenden ötürü istikrarsız ülkelerin emsali konumunda olmuştur. Siyasi istikrarsızlığın devam ettiği ülkelerden biri de Akdeniz’e kıyısı olan Suriye’dir. Arap Baharı ile Suriye’de baş gösteren iç savaş hala mevcudiyetini korumaktadır. Suriye’nin iç savaşına etki eden en büyük nedenlerden bir tanesi de dış güçlerin müdahalesidir. Suriye konumu itibariyle küresel aktörler tarafından güç nüfuzuna maruz kalmaktadır. Suriye’ye nüfuz eden aktörlerin başında tarihten beri sıcak denizlere inme politikası güden Rusya gelmektedir. Özellikle iç savaşın başlamasından sonra ABD’nin bölgede eskiye nazaran daha az aktif olması, Rusya için fırsat doğurmuştur. Rusya Doğu Akdeniz’e konuşlanmış ve oradaki varlığını devam ettirebilmek için Suriye İç Savaşı’na çeşitli müdahalelerde bulunmuştur. Bugün Suriye’nin içinde bulunduğu karışıklıklar mevcudiyetini devam ettirmektedir ve bölgede istikrarın sağlanabilmesi için gereken barış görüşmeleri, Rusya önderliğinde Astana Zirvesi ile sürdürülmeye devam ettirilmektedir.
Anahtar Kelimeler: Suriye, Rusya, Doğu Akdeniz, Arap Baharı, Suriye İç Savaşı
Rusya-Suriye İlişkilerinin Tarihsel Geçmişine Kısa Bir Bakış
Suriye, Yavuz Sultan Selim döneminde Osmanlı İmparatorluğu topraklarına katılmış olup Birinci Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı’nın hakimiyetinde kalmıştır. Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlup çıkan ülkelerse, İtilaf devletleri ile bir dizi anlaşma imzalamak durumunda kalmıştır. Bu anlaşmalardan biri olan Sykes-Picot Ortadoğu’nun İtilaf devletleri arasında paylaşımını içermekteydi. Bu bağlamda 1920 yılında Suriye ve Lübnan, Fransa’nın mandaterliği altına girmiştir. Yirmi altı sene boyunca Fransa’nın boyunduruğu altında kalan Suriye, 1943 seçimlerinde mandaterlik karşıtı olan Şükrü el Kuvvetli’yi ülkenin ilk cumhurbaşkanı seçmiştir. Bunu müteakiben İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Fransa Suriye’den çekilmeye başlamıştır. Suriye 1946 yılında bağımsızlığını kazanarak BM’ye katılmış; “Suriye Cumhuriyeti” adını almıştır (Sarıkaya, 2015: 1).
Suriye’nin BM’ye katılabilmesinde SSCB’nin de yadsınmaz bir etkisi olmuştur. SSCB ve Suriye arasındaki ilişkiler resmi olarak 1946 yılında başlamıştır. Suriye 1950 yılından itibaren Batı karşıtı ve milliyetçi ideolojiyi tam manasıyla benimseye başlamıştır. Bu ideoloji Suriye’nin SSCB ile daha fazla yakınlaşmasına sebep olmuştur (Çalışkan, 2016: 1). Suriye 1954 yılında bir Doğu Bloku ülkesi olan Çekoslovakya ile askeri bir antlaşmaya imza atan ilk Ortadoğu ülkesi iken Çekoslovakya da 1955 yılında Şam’da Büyükelçilik açmıştır (Adamec, 2013).
Soğuk Savaş döneminde iki ülke arasındaki ilişkiler stratejik boyutta gelişmeye devam etmiştir. Buna neden olan etmenler genel anlamda ideoloji benzerliği ve askeri ilişkilerin geliştirilmesi olarak sıralanabilir. Bu duruma örnek teşkil eden durumlardan bir tanesi, Suriye’nin Bağdat Paktı’na SSCB nedeniyle üye olmamasıdır. SSCB Suriye’ye 18 milyon dolarlık askeri yardımda bulunmuş ve askeri reformlar için 60 tane askeri uzman yollamıştır. Bu yardımlardan rahatsızlık duyan Bağdat Paktı ülkeleri Suriye’ye ekonomik ambargo koymak isteyince Rusya ile Suriye arasında 570 milyon değerinde çeşitli ticaret antlaşmaları imzalanmıştır (Aslanlı, 2018: 2).
Suriye’nin SSCB ile ilişkileri geliştirmesinin iki önemli nedeni mevcuttur. 1954’te iktidara gelen Baas Rejiminin iki mottosundan biri Pan-Arabizm diğeri ise sosyalizmdi. Baas’ın sosyalizmi benimsemesi ve genel olarak ülkedeki Batı karşıtlığı Suriye’yi SSCB’ye yakınlaştırmaktaydı. SSCB’nin Suriye ile olan yakın ilişkilerindeki en önemli unsurlardan biri ise İsrail devleti olmaktaydı. İsrail’in bir devlet olarak kurulmasına ABD kadar SSCB de destek vermiştir. Fakat İsrail devlet olarak bağımsızlık kazandıktan sonra SSCB’yi değil ABD’yi müttefik olarak seçince SSCB, bölgede kendisinin arka bahçe olarak kullanabileceği Suriye’ye (ve Mısır’a) yönelmiştir. Bunun dışında Suriye’nin sosyalizmi benimsediği için SSCB’ye daha sıcak bakması ve daha da ötesinde SSCB’nin desteğine ihtiyaç duyması da SSCB için etkendir. Ayrıca Suriye’nin jeopolitik konumunun kilit bir önem taşıması SSCB açısından çevreleme politikasını baltalamak için büyük bir fırsattı (Karabulut, 2007: 69-70).
SSCB ve Suriye’nin yakınlıklarından rahatsızlık duyan Türkiye, ABD gibi Batı Bloğu ülkeleri, bu rahatsızlıklarını aleni bir şekilde dile getirmişlerdir. Bu durum “1957 Suriye Buhranı” olarak da adlandırılmıştır. Suriye Buhranı kısa sürmüş, küresel çapta bir soruna dönüşmemiştir fakat Suriye’deki iç karışıklıklar varlığını devam ettirmiştir. Bu iç karışıklıklardan bir tanesi 1958 yılında kurulan “Birleşik Arap Cumhuriyeti” dir. Suriye’de iktidar olan Baas rejimi ile Mısır’da iktidar olan Cemal Abdülnasır’ın aldığı kararla iki ülke birleşmiştir. Akabinde sosyalist ideolojiden rahatsız olan subaylar 1961 tarihinde “ayrılıkçı darbe” yaparak bu birliğin sona erdiğini ilan etmiştir. Bu olayı müteakiben 1963 yılında bir darbe daha yaşanmış ve bu darbe Suriye’nin bugünkü kaderini de belirleyen en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. 1963 darbesinden sonra Baas Partisi öncülüğünde tek partili rejimin uygulanmasına kapı açılmıştır (Dilek, 2017:60).
Baas öncülüğünde tek partili rejimin Suriye’de hayata geçmesi SSCB açısından önemli bir durumdu. Çünkü Baas’la beraber Suriye, artık SSCB’nin uydu ülkesi olma yolunda kesin adımlar atmaktaydı. 1980 senesine gelindiğinde SSCB Suriye’nin neredeyse tüm ekonomik ve askeri ihtiyaçlarını karşılamaktaydı. Buna mukabil Suriye’nin Lübnan’daki pozisyonu İsrail’e karşı güçlenmekteydi. 1991 SSCB’nin çöküp, yerine halefi olan Rusya Federasyonu’nun kurulmasıyla ikili ilişkiler iç sorunlar nedeniyle gerilemiştir. Ancak bu durum kısa sürmüş, Putin’in iktidara gelmesine paralel olarak tekrar ilişkilerde normalleşmeye gidilmiştir. 2000 sonrası dönemde Rusya-Suriye ilişkileri olumlu seyirde izlenmiştir. Örneğin Suriye, 2008 yılında yaşanan Rusya-Gürcistan Savaşı’nda Rusya’dan yana bir tutum sergilemiştir. Keza Rusya’da aynı şekilde Suriye ile resmi temaslarda bulunmaya devam etmiştir (Köylü, 2018: 117-118).
2011 Arap Baharı Bağlamında Suriye Savaşı’nın Başlaması
Ortadoğu ve Kuzey Afrika, stratejik konumu itibariyle birçok dış ülkenin nüfuz etmek istediği coğrafyalar olagelmiştir. Bu bölgede senelerden beri despot yönetimler başta olmak üzere ekonomik, sosyal, siyasal ve daha birçok sorun yaşanmaktadır. Özellikle son yıllarda ekonomik istikrarsızlığa bağlı olarak artan sorunların en büyük sonucu, bu coğrafyalarda bulunan ülkelerdeki halkın büyük bir kısmının yoksul olmasıdır. Buna mukabil doğal kaynaklar sayesinde zenginleşen varlıklı kesiminse bu zenginliği kendi ellerinde tutması halkın direnişe geçmesine neden olmuştur.
İşsizlik artışı, yüksek enflasyon, yönetimin halka hitap edememesi ve toplumun, sorunlarını despot yönetimler yüzünden sürekli baskılamak zorunda kalması, halkı yönetimle karşı karşıya getirmiştir. Bu direnişin başlamasına sebep olan etmenler kısaca ekonomik istikrarsızlık ve halktan gelen demokrasi talebi olarak sınıflandırılabilir. Özellikle eğitim almış gençlerin işsiz kalması, buna mukabil yönetimde ve bürokraside ahbap çavuş ilişkilerine yer verilmesi eğitimli olan kesimi irite etmiştir. Suriye, Mısır, Fas, Tunus ve Yemen doğal kaynaklar bakımından zengin sayılmayan ülkelerdir. 2008 kriziyle beraber bu ülkelerde ekonomik istikrarsızlığın yoksul kesim tarafından daha fazla hissedilmesi Arap Baharı’nı tetiklemiştir. Halk, yönetime karşı örgütlenirken telekomünikasyondan oldukça fazla bir şekilde yararlanmıştır (Göçer, 2014: 53-54).
Arap Baharı’nı yahut farklı araştırmacılar tarafından farklı isimlerle -Arap Uyanışı, Arap İsyanları vs.- anılabilen Arap olaylarını fiili olarak başlatan şey, öğretmenlik mesleğini yapamayıp seyyar satıcılıkla geçimini sağlamaya çalışan Tunuslu Muhammed Buazizi’nin kendisini sokak ortasında yakması olmuştur. Arap Baharı farklı ülkelerde farklı sonuçlara yol açmıştır. Öyle ki ilk başlarda iyi sonuçlara yol açması umut edilen Arap Baharı zamanla kaosa ve daha fazla ziyana sebep olmuştur (Karakaya & Çelik, 2021: 177).
Olayların beşiği olan Tunus’ta üst üste beş dönem görev yapan Başkan Bin Ali’nin 2014 seçimlerine de adaylığını koyacağının belli olması, toplumda büyük yankı ve umutsuzluk uyandırmıştı. Bin Ali, senelerden beri biriken ve çözüm bulunamayan sorunlara rağmen tekrar başkan adaylığı kampanyaları düzenleyince, halk bunu kabul etmek istememiştir. Olayların Tunus’ta başlamasıyla, “Yasemin Devrimi” itemleri ön plana çıkmıştır. Daha sonra diğer bölge ülkelerinin bundan etkilenmesiyle olaylar “Arap Baharı” ismiyle anılmaya başlamıştır. Tunus’ta baş gösteren protestolarda ağır kayıplar olmuştur. Polis müdahalesi sertleştikçe halk daha çok ayaklanma göstermiştir. Halkın tepkileri sonucunda ailesini de alarak Sudi Arabistan’a sığınmak durumunda kalan Bin Ali’nin yerine yeni bir yöneticinin gelmesi oldukça müşkül olmuştur. Anayasa yapım sürecinde millet vekilleri anlaşamamış, protestoların ise lidersiz bir şekilde devam etmesi reformların yapılması veya bir uzlaşı ortamının oluşmasının önünde büyük bir engel oluşturmuştur. Akabinde iktidara Ennahda gelmiş ve demokratik ideolojiyi savunmuştur. Bugün hala durumu muallakta olan Tunus’ta, farklı fikirleri benimseyen koalisyon hükümetinin mevcut olması, demokrasi umutlarını yeşertmektedir (Koçak, 2012: 40-56).
Olaylar Yemen’de Saleh’in iktidardan ayrılmasına neden olmuştur. İktidardan ayrılan Saleh’in boşluğunu ise El-Kaide ile bağlantısı olan Ansar Sharia doldurmaya çalışmış ve ülkede ciddi bir tehdit oluşturmuştur (Bingöl, 2013: 38). Yemen’de zaman zaman iç çekişmeler yerini iç çatışmalara bırakmaktadır. Ülkede iç siyasi karmaşanın çözülememesi, çatışmaların had safhalara yükselebilmesi Yemen halkının yüzde %30’luk bir kısmının yetersiz beslenme sorunuyla karşılaşmasına acı bir şekilde sebep olmaktadır. Yemen Ortadoğu’nun en yoksul Müslüman ülkesi konumuna düşmüştür ve bunu hala aşabilmiş değildir (Arslan, 2016: 42).
Arap Baharı gerçekleştiğinde Suriye’nin başında olan Beşar Esad, halkın Alevi kesimi tarafından desteklenmiş ve hükümetten düşmesine izin verilmemiştir. Alevilerin böyle bir tutum sergileme nedeniyse Beşar Esad’ın, babası Hafız Esad gibi Alevilerin lehine politikalar izlemesi olmuştur. Ayaklanmalar arttığı vakit, Sünnilerin intikam hırsından çekinen Aleviler, Esad’ın hükümette kalması için daha fazla direniş göstermişlerdir. Görünen o ki bugün Suriye’de savaş hala devam ettikçe, iki farklı mezhebe tabii olan halk birleşmeyecek bilakis sürekli ayrışacaktır. Ayaklanmalar devam ederken Obama yönetimi tarafından Esad’a iktidarı bırakması çağrıları yapılmıştır. Bunu dikkate almayan Esad, Alevilerin de desteği ile ayakta kalabilmiş ve çıkan isyanları kanlı şekilde bastırmaya başlamıştır. İnsani dram devam ederken henüz 2011 yılında Türkiye kendi güvenliği için bölgede bir tampon bölge oluşturma gayesini dile getirmiştir. Fransa ise sivillere yapılacak yardımların koordinasyonunun sağlanabilmesi için bir “insani koridor” oluşturma fikrini ortaya atmıştır. Çatışmalar devam ederken uluslararası kamuoyu gözlerini BM’ye çevirmişti. BM Barış Gücü Misyonunun çatışmaları sonlandırmak için harekete geçmesi beklenirken, Rusya ve Çin bu kararı veto etmiş ve Esad’ın hükümette kalmasına destek olmuşlardır (Kıran, 2014: 102-103).
Suriye’de herhangi bir uzlaşı sağlanamamasının sebebi, toplumun farklı etnik yapılara, terör örgütlerine ve farklı kesimlerden muhalif gruplarına sahip olmasına bağlanmıştır. Topraklar üzerinde ABD ve Rusya’nın nüfuz mücadelesi devam ederken, İslam dinini sabote ederek ortaya çıkan İŞİD terör örgütü Suriye’de birtakım toprakları ele geçirmiş, işgal etmiştir. Ayrıca Suriye’de var olan çoklu mezhep ve çoklu etnik yapı, Suriye İç Savaşı’nın, 2003’te yapılan ABD-Irak Savaşı’nın birer bağlamı olarak görülmesine neden olmuştur. Suriye iç savaşının, Irak Savaşı’nın bir eklemi olarak görülme nedeni ise bu iki savaşın akıbetinin benzer olmasından kaynaklanmaktadır. Örneğin Irak Savaşı’nda da üniter yapı zayıflamış ve beraberinde ülkedeki kutuplaşmalar artmıştır Suriye İç Savaşı’nda da. Yahut savaştan dolayı iki ülkede de otorite boşluğu oluşmuş ve bu boşluktan en fazla yararlanan gruplar farklı terör grupları olmuştur (Çendek & Örki, 2019: 47-48).
Arap Baharı sonucunda Tunus ve Mısır’daki yönetimler görece daha az çatışma yaşayarak yönetici değiştirmiştir. Kanlı çatışmalara sürüklenen ülkeler ise başta Suriye olmak üzere Libya, Yemen ve Bahreyn olmuştur (Ünal, 2017: 149).
Suriye’de mevcut olan iç savaş Arap Baharı’nın Suriye’deki yansıması olarak kabul edilse de savaşın bugüne kadar uzamış olması bu savaşın Suriye’nin şahsına münhasır olduğuna dair yorumlarını da beraberinde getirmiştir. Arap Baharı’na neden olan etmenler, bu ülkelerde meydana gelen savaşların da nedenlerini teşkil ediyor olsa da savaşa neden olan unsurlar ülkeden ülkeye farklılık gösterebilmektedir. Suriye Savaşı’nın nedenlerine Suriye bağlamında bakıldığı zaman şunları sıralamak pekâlâ mümkündür; ekonomik nedenler, mezhep çatışması, rejimin politik baskıları, küresel/bölgesel güçlerin etkileri.
Ekonomik konjonktüre bakıldığında Suriye’nin istikrarlı bir yapıya sahip olduğu söylenememektedir. Beşar Esad 2000 yılının başında yönetimi babasından devraldığında, halk için büyük umutlar vadetmişti. Ekonomide liberalleşmenin sinyallerini yakmış, piyasada yabancı yatırımcılara fırsat verileceğini savunmuş ve bunlar gibi birçok atılımın hayata geçirileceğinden bahsetmiştir. Beşar Esad ekonomik rotayı şehirlerde gelişen hizmet sektörünün ivme kazanmasına çevirmiştir. Uluslararası ticaretin önünü açmak için hamlelerde bulunmuştur. Fakat bunların hepsi uzun vadede gelişim ve kazanç gösterecek olan ekonomik hamlelerdi. Ayrıca ülkede her geçen gün ekonomi politize edilmekte, politize edilirken devlet kurumları, patronajları dağıtmak için özellikle kurulmuş kamu birimleri kullanılmaktaydı. Tüm bu politize etme amaçları ve amaca istinaden kullanılan kamu kurumları, bürokraside yozlaşmış ve düşük gelirli bir kojonktürün oluşmasına neden olmuştur. İç savaş başlamadan önce ekonomide görece üretim çeşitliliği söz konusu olmaktaydı. En önemli sektörlerin başındaysa tarım, endüstri, parekende satış, turizm gelmekteydi. IMF verilerine göre savaş başlamadan önce Suriye’nin sabit fakat durağan bir ekonomik yapısı bulunmaktaydı. Uzun vadeli ekonomik yapılanma planlarına istinaden, kuraklığın bir sorun olarak baş göstermesiyle birlikte, halkın çoğunun tarımla uğraştığı ülkede ekonomik sarsıntılar kerte kerte artmaya başlamıştı (Özdemir, 2016: 90-91).
Alevi-Sünni durumuna bakıldığında mezhep çatışmalarının zaman zaman yaşandığını söylemek mümkündür. Suriye’nin yapısı homojen değildir ve dolayısıyla heterojen bir yapıda bulunan bu ülke zaman zaman toplumun tüm bireylerini üst kimlik altında toplayamamıştır. Oransal olarak halkın %70 küsuru Sünni, %12’si Alevi, %9’u Hristiyan, %3’ü İsmaili, %3^ü Dürzi ve geriye kalanı da farklı din ve mezhebe tabidir. Beşar Esad, savaş başladıktan ve kendi aleyhine söndükten sonra mezhepçilik kartını masaya koymuştur. Savaşın temel nedeni olmamasına rağmen sanki savaşın en temel dayanağı içerde yaşanan mezhepçilik diye göstermeye çalışmıştır. Yani rejim yıkılma ihtimaliyle karşı karşıya kalınca kendisini Alevilerin fedaisi olarak yansıtmış ve bundan kendi statüsüne pay biçmiştir. Nusra cephesinden ayrılarak kendi bağımsızlığını ele alan İŞİD ise Alevi-Şii karşıtı bir saf tutmuştur. Suriye Savaşı’nın tetiklediği bir durum olarak Irak ve Yemen gibi mezhepsel konuda çok hassas olan ülkelerde de savaş çıkması, Suriye Savaşı’nın mezhep vari bir savaş olduğu izlenimini vermiştir. Suriye’de var olan baskıcı rejim, ekonomik istikrarsızlık, sınıf çatışmaları vs. yok sayılmaya ve mezhepçilik propagandası yapılmaya çalışılsa da diğer temel etmenleri görmemezlikten gelmek savaşı yanlış okumak anlamına gelmektedir (İnanç, 2020: 80-92).
Rejimin politik baskıları hem muhalefete hem de halka karşı henüz savaş başlamadan önce de uygulanmaktaydı. Savaşın başlamasıyla etkisini daha fazla göstermiş, baskılar kanla sonuçlanan şiddet eylemlerine pek tabii dönmüştür. Muhalif gruplar rejimin şiddetli baskılarıyla karşı karşıya kaldıklarında dışardan destek alabilecekleri güçlere yönelmişlerdir. Bu güçler ise genellikle İslam hukukuna göre yönetilen ülkeler veyahut devlet olmayan meşru veya gayrimeşru organizasyonlar olmuştur. Yardım alınan güçler genellikle kendi görüşlerini yansıtan gruplara yardım ettiği için, kısa bir süre sonra Radikal İslam güç kazanmıştır. Suriye’deki mevcut rejim iç savaş henüz başlamamışken peyda olan ufak tefek ayaklanmaları bile bastıramamıştır. Bu ayaklanmaların bastırılamaması sonucu kan dökülmüş ve bu durum gerginliği had safhaya ulaştırmıştır. Ayrıca halk yalnızca fiziksel anlamda değil psikolojik anlamda da baskı yaşamaktaydı.
Ekonominin kötü olması ve genç nüfusun iş bulma noktasında zorluk çekmesi, bunun temel sebebinin de patronaj olması, halkta güçlü bir baskı oluşturmaktaydı. Patronajın yaygın olması beraberinde aşiret ve akraba kayırmacılığını, yolsuzlukları, ehliyetsizlikleri de beraberinde getirmekteydi. Yozlaşmış bir bürokrasinin cefasını çeken halk, gözaltı sürelerinin çok uzun olmasından, işkenceden, basında uygulanan ideolojik baskıdan ve insan hakları ihlali gibi çok ciddi suçlara tekabül eden durumlardan oldukça muzdaripti. İç savaş yavaş yavaş alevlenmeye başladığında Suriye Rejimi muhalefetle olan kavgası yüzünden PYD’ye ülkesinin belli alanlarını vermiştir. Toprağını terör örgütü mensuplarına bırakarak daha az sorunla uğraşacağını zanneden rejim, muhalefetle bu denli karşı karşıya durarak yine pek işe yaramadığı görülen bir baskıyı daha faal hale getirmiştir (Canyurt, 2018: 1109-1110).
Bölgesel ve küresel güçlerin Suriye’ye müdahalesi de elbette savaşın seyrini ve derecesini değiştiren etmenlerin başında gelmektedir. Savaşın seyrini değiştiren veyahut savaşın sonuçlarıyla bağlantılı olan ülkelerin başında Rusya, ABD ve İran gelmektedir. Bu ülkelere istinaden savaşın seyrini değiştiren en etkili ülke ise Rusya olmuştur. Öncelikle Esad rejimi 2013 yılında Doğu Guta’da kimyasal silah kullanmış ve yüzlerce sivilin hayatını kaybetmesine sebep olmuştur. Kimyasal silah kullanımına karşı dönemin ABD başkanı Barack Obama kimyasal silahların kendisi için tolere olmayan araçlar olduğunu, kimyasal silah kullanımının kırmızı çizgiyi aşacağını savunmuştur. Rusya ise ABD’nin tepkisini eksik görmüş ve Suriye’de var olan kimyasal silah mevcudiyetinin yok edilmesini önermiştir. Bunun üzerine BM ve Kimyasal Silahları Yasaklama öncülüğünde faaliyet başlatılmış ve Suriye kimyasal silah stoğu eritilmek istenmiştir. Akabinde devam eden çatışmalardan ve bir türlü bitmek bilmeyen savaş sürecinden, kimyasal silahların var olmaya devam ettiği anlaşılmıştır. 2015 yılında, çökmek üzere olan Esad Rejiminin desteğine Rusya yetişmiş ve askeri mühimmat yardımında bulunmuştur. Bugün Esad rejiminin hala ayakta durabilmesinin en büyük etkeni, Suriye’ye askeri yardımda bulunan Rusya’dır. Suriye’ye destek veren ülkelerden diğeri de İran’dır fakat eğer Rusya’nın desteği olmasaydı İran’ın verdiği destek büyük bit ihtimalle Esad’ı ayakta tutabilmek için tek başına yeterli olmayacaktı (Muslu, 2018: 11-15).
Rusya’nın Suriye’deki Mevcut Rejimi Destekleme Nedenleri
Suriye Savaşı için diğer ülkeler BM’nin bu savaşa müdahale etmesini istemişse de Rusya ve destekçisi Çin, BM’nin savaşa müdahil olma kararını veto etmiştir. Bu kararın veto edilmesi ise, “Suriye kendi kaderini kendisi tayin etmeli, kendi iç meselesine dış ülkeler karışmamalıdır” mottosu bağlamında beyan edilmiştir. BM Güvenlik Konseyi savaşı gündemine alacağı vakit Rusya Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ve dönemin Rusya Başbakanı Vladimir Putin aynı görüşü benimsemiş ve bunu müteakiben veto kararı alınmıştır. Veto sonrasında Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov Suriye’ye resmi bir ziyarette bulunmuş ve Esad’la görüşmüştür. Görüşmeler sırasında Suriye Savaşı’nın barışçıl ve uzun vadeli bir çözümle sona ermesinden yana olduklarını, bu savaşa dış ülkelerin müdahil olmaması gerektiğini dile getirmiştir. Savaşı bitirmesi gerekenin ve akıbetlerine karar vermesi gerekenin Suriye halkı olduğunu da açıkça belirtmiştir (Topal, 2015: 120).
Rusya 2015 yılına kadar Esad’la olan desteklerini örtülü bir şekilde faaliyete geçirmiştir. Her hâlükârda mevcut rejimle ilişkilerini geliştirmeye ve korumaya çalışmıştır. 2015 sonrasında ise Esad’ın çağrısı üzerine aleni bir destek girişiminde bulunmuştur. Hatta öyle ki kimi araştırmalara göre İran verdiği desteği bile, Rusya’nın teminatı veya dolaylı direktifiyle vermektedir. 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye aleni bir şekilde askeri teçhizat desteğine başlaması ise, terör örgütü İŞİD’in bölgede faal olmasına dayandırılmaktadır. İŞİD Suriye’ye girince ABD’de Suriye’ye sözde destek amaçlı yerleşmeye çalışmıştır. Bu manevra karşısında Rusya mevcut rejim muhalifi olan ÖSO birliklerine havadan saldırı gerçekleştirmiştir. Köşeye sıkışan Esad ise Rusya’nın ÖSO birliklerine saldırısı sonucu tekrar geniş bir alana nüfuz etmeyi başarmıştır. Rusya İŞİD’e karşı ÖSO birliklerine yaptığı savunmayı yapmamış, İŞİD militanlarını menşei olan Batılı ülkelerin inisiyatifine bırakmıştır.
İpleri elinde tutmaya çalışan Rusya daha çok terör örgütü PYD’ye başvurmaya çalışmış, kendi ülkesinde terör örgütü olan PYD mensuplarının temsilcilik açmasına göz yummuştur. Rusya’nın bu hareketi Türkiye’yi karşısına almasına neden olmuştur. Fakat akabinde PYD’yi ABD’den tamamen ele geçiremeyince tekrardan Türkiye’ye yanaşmaya başlamıştır. Rusya içerisinde Türkmenlerin de olduğu ÖSO birliklerini acımasız bir şekilde orantısız güç kullanarak ortadan kaldırmaya çalışınca Türkiye buna müdahale etmek istemiştir. Bu bağlamda Türk sınırlarını taciz eden bir Rus uçağını, Türk yetkililerin uyarılarına rağmen hala sınır ihlaline devam ettiği için, inisiyatif göstermeyerek düşürmüş ve etkisiz hale getirmiştir. Türk Rus ilişkileri Suriye münasebetinden dolayı kısa bir süre sarsıntı yaşasa da 2016 yılında yaşanan hain darbe girişiminde, Rusya FETO terör mensuplarına karşın Türkiye’nin yanında yer alarak arayı düzeltmeye başlamıştır. Daha sonra ise Türkiye ve İran’ın da sürece dahil olduğu bir organizasyon oluşturularak Suriye meselesi masada görüşülmeye başlanmıştır. Rusya Suriye meselesine masada bir çözüm bulmaya çalışırken askeri desteğin bir kısmını çekmiş olsa da şu an hala bölgede en etkili devlet odur (Akyener, 2018: 37).
Suriye’de hala varlığını devam ettiren Esad rejimi, rejim değişikliğine karşı direnmiş ve bu direnişin Rusya gözünde temsilcisi olmuştur. Bugün hala Vladimir Putin’in Suriye için öngördüğü analizler bugün Suriye’nin durumu açısından pek iç açıcı gözükmemektedir. Rusya’nın Suriye’ye sağladığı destek nihayetinde binlerce masum sivil Esad’ın saldırıları sonucunda yaşamlarını yitirmiş, milyonlarca insansa evlerinden barklarından olmuştur. Evlerini kaybeden insanlar mülteci, sığınmacı ve kısmen de göçmen statüsünde ülkelerinden ayrılıp başka topraklara yaşam mücadelesi vermeye gitmişlerdir (Kuzu, 2019: 28).
Rusya’nın Suriye sorununa müdahil olması elbette Rusya’nın çıkarlarını besleyen bir durumun varlığı ile doğru orantılıdır. 1991 yılında Doğu Blokunun yıkılması sonucunda dünya devletleri bu durumdan nasiplerini almıştır. Yönetim bağlamında farklı stratejiler geliştirmeye çalışan ülkelerden bazıları da Ortadoğu’da bulunan ülkeler olmuştur. 1960’lı yıllarla beraber Rusya ve Suriye birbirlerini müttefik olarak seçmiş ve zaman zaman ABD’ye karşı saf tutmuşlardır. Soğuk Savaş döneminde ise Rusya diğer Ortadoğu ülkeleriyle ABD gibi iyi ilişkiler kuramamıştır. SSCB’nin yıkılıp Rusya Federasyonu’nun kurulmasıyla Rusya doğru politikalar yapabilmek adına birkaç yıl debelenmiştir.
Putin’in iktidar olmasıyla Rusya yeniden bir nüfuz mücadelesine girmiştir ve Suriye ile olan ilişkiler daha fazla onarılmış, ıslah edilmiştir. Rusya’nın Suriye’de olmasındaki en nihai nedenlerinden biri, tarihin çok eski dönemlerinden beri sıcak denizlere inme isteminden kaynaklanmaktadır. Yani Rusya Akdeniz’de var olan mevcudiyetini korumak için Suriye Savaşı’na müdahil olmak istemektedir. Rusya Federasyonu aslında 1971 yılında SSCB döneminden beri Tartus’da bir deniz üssü bulundurmaktadır. Rusya Akdeniz’de askeri mevcudiyetini devam ettirirken aynı zamanda ekonomik anlamda da kar elde etmektedir. Rusya Akdeniz’de bulunmasının olanaklarından biri olarak da silah ticaretiyle ilgilenmektedir. Kendi ürettiği silahları Suriye’ye satmakla beraber, Akdeniz’de bulunan üssünde silah bakım, onarım ve ikmal tesisi kurup işletmektedir. Bu iki sebep Suriye’yi Rusya’nın gözünde Akdeniz’in incisi konumuna getirmektedir (Ağır & Takar, 2016: 294-296).
Rusya, Libya’da yaşanan gelişmeleri baz alaraktan da Esad’ı desteklemiştir. Libya’da 2011’den bu yana yaşanan gelişmelerde Batılı devletler etkin rol oynamıştır. Rusya Suriye’de de durumun bu şekilde olabilme ihtimalini reddetmiş ve Suriye’de ipleri kendi eline almıştır. Ayrıca Libya’da yaşanan gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda, Rusya’nın Arap dünyasındaki saygınlığının Batılı devletlerce göz ardı edilmeye çalışıldığı da açıktır. Rusya’nın saygınlığına bir darbe indirmek isteyen Batılı coğrafya mensuplarına fırsat verilmek istenmemiştir. Kısacası Rusya’nın Suriye Savaşı’na müdahil olma nedeni, Akdeniz’de var olma istemi ve silah ticaretinin yanısıra, saygınlığını kaybetme endişesidir (Çelikpala, 2019: 16).
Rusya’nın Suriye müdahalesine neden olan bir diğer önemli faktör Rusya’nın kendi güvenliğini temin etme isteği olmuştur. Suriye iç savaşıyla ülke topraklarında farklı farklı terör örgütleri peyda olmuştur. Bunlardan bir tanesi de Nusra’dan kopup bağımsızlık kazanan İŞİD olmuştur. İŞİD Rusya ve çevre bölgelerde itibar kazanmaya başlamıştır. Rusya’nın etnik olarak heterojen bir yapısı bulunmaktadır. İŞİD militanları yeni üyelere ihtiyaç duyduğu için özellikle daha kolay akıllarını çelebileceği çok milletli toplumlara yönelmekteydi. Rusya’da bu konuda potansiyel olduğu için bu durumdan rahatsızlık duymaktaydı. Çünkü Rus vatandaşı olan Çeçen, Tatar, Abhaz kökenli insanlar bu konuda tehlike emsal edebilirdi. Rusya İŞİD’le mücadele etmek için savaşa müdahil olmuştur ve İŞİD ve benzeri örgütleri kendi topraklarından ve yakın çevresinden uzak tutmaya çalışmıştır (Mammadova, 2019: 68). Rusya 2015 yılında Suriye’nin talebi doğrultusunda bölgeye girdiğini açıklamış, Suriye de bunu doğrulamıştır. Rusya girer girmez bölgedeki terör gruplarını yok etmek için hava saldırıları düzenlemiş ve birçok bölgede bu terör örgütü mensuplarını gafil avlamıştır. Rusya savaşın bitmesi için gerekli olan şeyin İŞİD’in bölgeden tamamen gitmesi olduğunu savunmuştur (Yüce, 2016: 272-273).
Rusya’nın bölgede faal olma nedenlerinden bir tanesi de halefi olduğu SSCB döneminde, ABD tarafından çevreleme politikasına maruz bırakılmış olmasıdır. Özellikle SSCB’nin çökmesiyle güçsüzlüğü anlaşılan ülke, ABD’nin dünyada ilk kez tek ve süper güç olarak ortaya çıkmasına vesile olmuştur. Bu durum kendisinin ABD tarafından güçsüz görülmesine ve çevrelenmesine neden olunca Rusya uluslararası camiada hem saygınlığını hem de gücünü kaybetmiştir. Putin’in iktidar olmasıyla eski gücünü kazanma çabalarına giren Rusya, Ortadoğu’da da buna istinaden saf tutmaya başlamıştır. Rusya Putin ile beraber güçlenmeye başlayınca, geçmişten gelen çevrelenmişlik hissini bertaraf etmeye ve eski gücüne tekrar kavuşmaya odaklanmıştır (Diriöz & Alımcı, 2020: 106).
Rusya’nın Suriye savaşında aktif rol oynaması, Rusya ile Suriye’nin ithalat ihracat ticaretinde 2004’ten bu yana daha iyi bir döneme girmiş olmalarıyla da alakalıdır. Rusya Suriye’nin Humus kenti yakınlarında bir gaz işletme tesisi kurmuştur. Santral Suriye elektrik endüstrisinin ihtiyacı olan gazın %50’sini karşılamaktaydı. Fakat karışıklıkların başlamasıyla beraber ticari kazançlar da gerilemeye başladı. Rusya şu an Suriye’de hakimiyet göstermektedir çünkü yeniden yapılanma sürecinde ve akabinde gerçekleşecek ticaret hacminde kendi rolünün büyük olmasını istemektedir (Kreutz, 2010: 9).
Rusya ayrıca Ukrayna Krizinde yaşadığı baskıları azaltmak istemekteydi. Suriye’ye olan müdahalesi, Batı’nın onun üzerindeki baskılarını azaltmakta işe yaramıştır. Batı ile girdiği bu güç nüfuz mücadelesinde, çatışmayı kendi sınırları ötesine taşımak istemekteydi (Gülşen, 2017: 3).
Rusya’nın Akdeniz’de Var Olma İsteminin Altında Yatan Nedenler
Bir önceki bölümde, Rusya’nın Suriye Savaşı’na müdahalede bulunma nedenleri ele alınırken “Akdeniz’de var olma istemi” de en nihai nedenler arasında anlatılmaya çalışıldı. Bu bölümde ise Rusya’nın sıcak denizlere yani Akdeniz’e inme ve orada varlığını devam ettirme istemlerinin sebepleri anlatılmaya çalışılacaktır.
Batılı ülkeler, Afrika Kıtası’nın en altında bulunan Ümit Burnu’nu keşfetmeden önce Akdeniz çok önemli bir ticaret merkezi konumundaydı. Akdeniz’in bu denli önem kazanmasında, İpek Yolu’nun eski değerini yitirmesi etkili olmuştu. Ticaretin daha çok Akdeniz üzerinden yapılmasının yanısıra, Akdeniz en eski kıtaları birbirine bağlayan bir köprüydü ve semavi dinlere inananların kutsal topraklarının bulunduğu coğrafya Akdeniz’in doğusuydu. Ruslar X. yüzyıl dönemlerinde Konstantinopolis’e inerek ticaret yapmaktaydı. Karadeniz’i o denli kullanırlardı ki, dönemin Arap Seyyahlarının tuttuğu defterlerde Karadeniz’in bir Rus denizi olduğu anlatılmaktadır. Karadeniz’i kullanarak ticari gelişim gösteren Ruslar, bir süre sonra gözlerini Marmara Denizi’ni aşarak Akdeniz’e inmeye dikmişlerdir (Derviş & Devrisheva, 2015: 253).
Bir devletin güçlenebilmek için ticaretini geliştirmesine, ticaretini geliştirebilmesi için ise su yollarına ve boğazlara sahip olması gerektiği o dönemlerde de elzem olan bir durumdu. Rus İmparatorluğu döneminde bu gerçeklik ile karşı karşıya kalan ilk imparatorun ise Çar Büyük Petro olduğunu söylemek mümkündür. Rusya karasal bir iklime sahip olması nedeniyle kuzeyinde yer alan denizleri ticaret yapmak için kullanamamaktaydı. Çar Petro durumun farkındaydı ve ticaretini deniz yolları üzerinden yapabilmek için güneyinde Karadeniz’in sahil kısmını, kuzey kesimlerinde ise Baltık Denizi’ni kendi topraklarına katmıştır. Petro’dan sonra da Karadeniz politikası sürdürülmeye devam etmiş fakat iki liman haricinde ticaret için gerekli elverişe sahip limanlar elde edilememişlerdir.
Rusya barış zamanında ticaret gemilerini İstanbul, Çanakkale, Belt ve Sünne limanlarından geçirebiliyor böylece ticareti sağlayabiliyordu. Fakat yalnızca tüccar gemileri geçebilmekteydi ve bu gemilerde belli başlı kurallara ve kontrollere tabiiydi. Rusya’nın Akdeniz’de serbest olabileceği bir alana ihtiyacı vardı. Bu alanı temin edebilmek içinse Akdeniz’e kıyısı olan başka bir devlete muhtaçtı. Rusya’nın sıcak denizlere inme politikası yalnızca ekonomik değil; siyasi nedenler de içermekteydi. Örneğin bu denizlere sahip olan ve Rusya’yla rekabet halinde bulunan devletler, bu denizlerin kullanımı için uyulması gereken birtakım sınırlar, kurallar getirmişti. Bu durum Rusya üzerinde siyasi bir baskı yaratmaktaydı (Keleş, 2009: 92-94).
Çar 1. Petro çok aktif ve rasyonel bir yöneticiydi. Donanma kuvvetinin önemini çok iyi biliyordu. Bu doğrultuda Rus filosunu kurmak istemişti. Bunun için Avrupa’ya sahte kimliklerle seyahat etmiştir. Bu sahte kimlikli seyahatlerin amacı, gemi yapım tekniklerini bizzat öğrenmekti. Petro, Hollanda doklarında çalışarak bu nihai hedefe ulaşmayı da başarabilmiştir (Keskin, 2009: 35).
Soğuk Savaş dönemindeyken Akdeniz’de bulunan Tartus ve Lazkiye limanlarını SSCB üstlenmişti. Bu durum ise 1971’de SSCB ve Suriye arasında imzalanan bir anlaşmaya göre belirlenmişti. Bu anlaşmaya istinaden Sovyetlerin donanması Akdeniz’de bulunan Lazkiye ve Tartus’ta bulunabilecektir.
SSCB’nin çökmesiyle tüm ülke düzeni sarsılmış, buna istinaden Akdeniz’de bulunan tüm Rus donanmaları sıcak denizleri terk etmiştir. Putin’in iktidara gelip Rusya Federasyonu’nun gücünü toparlamasıyla, yani 2006 yılından sonra Rusya tekrardan kendini göstermiştir. İlk başlarda teknik amaçlı kullanmaya başlamış, daha sonra iç savaşın da çıkmasıyla hem silah ticareti hem de bakımı ve onarımı gibi nedenlerle de limanlarda tekrar faal olmuştur (Purtaş, 2008: 63).
Rusya’nın ekonomik istikrarını sağlayan yegâne unsur petroldür. Rusya’nın ekonomide genel olarak iki önemli gayesi bulunmaktadır. Ekonomik kazanç elde edebilmek ve iyi, güvenilir bir tedarik ağı oluşturmaktır. Suriye’deki savaş devam ederken Rusya’nın Tartus limanına konuşlanması, Akdeniz’in onun için ehemmiyetini aleni bir şekilde belli etmektedir. Rusya yalnız savaş sırasında değil, savaş sona erdikten sonra da bölgede bulunmayı, hâkim konumda olmayı hedeflemektedir. Rusya’nın Doğu Akdeniz’le bağlantısı olan ülkelerle kurduğu ilişki ağları yine önem teşkil etmektedir. Bu bağlamda Rusya, küresel düzeyde Avrupa ve ABD ile, bölgesel ölçekte ise Türkiye, İsrail, İran ve Mısır’la rekabet halinde bulunmuştur. Özellikle ABD’nin bölgede nüfuz kaybetmesiyle safları tutmuştur. Bölgesel ölçekte de diğer ülkelerin ellerinin güçlenmemesi için mücadele vermektedir. Rusya’nın gelecekte Suriye’deki yani bu bağlamla Akdeniz’deki konumunu koruyabilmesi için şu politikaları izlemesi muhtemeldir;
- Suriye’de şu an faal bulunduğu Lazkiye ve Tartus limanlarında kendi statükosunu korumak.
- Ortadoğu’da varlık gösterme isteminin devam edebilmesi için Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak.
- Suriye konusunda İran ile şu an mevcut olan görüş birliğinin devamlılığını sağlamak ve askeri iş birliklerine devam etmek.
- Suriye iç savaşının son bulması için gerekli gördüğü Astana zirvelerini kendi kontrolünde nihayete erdirmek.
- Türkiye ve İran’la olduğu kadar Mısır yönetimiyle de yakınlaşabilmek.
- ABD’nin Doğu Akdeniz’de bıraktığı güç boşluğunu kendisi doldurmak ve Ortadoğu’nun en güçlü söz sahibi haline gelmek (Özdemir, 2018: 14-16).
Doğu Akdeniz bölgesi son yıllarda özellikle gaz keşiflerinin yapılmasıyla da daha fenomen bir hale gelmiştir. Bölgede aktör ve güvenlik değişimleri dinamik haldedir ve söz sahibi olan veya olmak isteyen güçler burada rekabet etmektedir. Akdeniz bölgesindeki bu güç nüfuz mücadelesinin üç önemli sebebi bulunmaktadır. İlki başta belirtildiği gibi bölgede keşfedilen enerji unsurlarından kaynaklanmaktadır. İkinci neden ise Arap Baharı ile Ortadoğu’da başlayan belirsizlikler, siyasal ikilem ve güvenlik meselesinden kaynaklanmaktadır. Bu iki nedenin ortaya çıkardığı durumların en ehemmiyetlisi ise küresel güçlerin bölgede sarf ettiği nüfuz mücadelesi olmuştur.
Nüfuz mücadelesinin doğal bir sonucu olarak Akdeniz bölgesi teşkil ettiği önemi ikiye katlamıştır. Yani üçüncü unsur olarak Doğu Akdeniz’in öneminin artması verilebilmektedir. Son on yılda bölgedeki ABD nüfuzunun yeknesak bir politika izleyememesi nedeniyle azaldığı söylenmektedir. ABD’den geriye kalan bu boşluğu Rusya Federasyonu en iyi şekilde değerlendirmeye çalışmaktadır. Rusya SSCB’nin çökmesi sonucunda ABD tarafından çevrelenerek, Avrupa ve Atlantik güvenlik yapılanmasından dışlanmıştır. Putin ile beraber eski gücünü yeniden toplamaya çalışan Rusya bu bağlamda savunmacı politikalar izlememiş daha ziyade aktif bir dış politika yaklaşımı izlemiştir. Aktif dış politikasıyla doğru orantılı olarak Suriye Savaşı’nı bir fırsata çeviren Rusya, bölgeye BM’nin konuşlanmasını engellemiş ve Suriye’nin çağrısı üzerine ülkeye müdahalede bulunmuştur (Ozan, 2020: 160-169).
Sonuç Yerine
Suriye, Ortadoğu’da bulunan kadim ülkelerden bir tanesidir. Tarihin en eski yerleşim yerlerinden birisi olan ülke, stratejik konumu itibariyle çok büyük bir önem teşkil etmektedir. Fakat uzun yıllardan beri gelen siyasi istikrarsızlıklar Suriye’nin belini doğrultmasına bir türlü imkân sağlayamamıştır. Bu istikrarsızlıkların en büyük nedeni bölgede güç mücadelesi içine giren ve bölgeye nüfuz etmek istedikleri için bölgeyi karışıklıklara sürükleyen dış ülkelerin etkileri olmuştur. ABD burada 2010 yılına kadar Rusya’dan daha aktif politikalar izlemişse de bu tarihten sonra yerini kerte kerte Rusya’ya bırakmıştır. Rusya’nın Doğu Akdeniz’de var olma istemi ise tarihin çok eski zamanlarına dayanmaktadır. Sıcak denizlere inme politikası Büyük Petro ile oluşmaya başlayan Rusya 2011’de başlayan Suriye Savaşı’yla, bölgedeki varlığını istediği gibi pekiştirmiştir.
Şu an Akdeniz’deki Lazkiye ve Tartus limanlarında askeri üs bulunduran Rusya bu üslerde hem Suriye Savaşı’na askeri yardım yapmakta hem de Suriye’de desteklediği mevcut rejim ile silah ticareti gerçekleştirmektedir. Ayrıca silahların bakım ve ikmallerini de üstlenen Rusya bölgede hem siyasi hem de ekonomik çıkar elde etmektedir. Suriye Savaşı’nın kazanan veya kaybeden tarafı şu an bulunmamaktadır. Kazançlı çıkan birtakım unsurlar bulunmasına rağmen, senelerdir süren bu savaş nihai bir sonuca ermemiştir. Suriye’nin içinde bulunduğu durum milyonlarca sivilin hayatına kaybetmesine ve milyonlarca insanın yerinden yurdundan olmasına neden olmuştur.
Bu süreçte ülkesini terk etmek zorunda kalan yüz binlerce insanın yaşadığı zorluklar uzun bir süre etkisini hissettirecek gibi görünmektedir. Bölgede Rusya’nın aktif rol üstlenmesi, savaş bittikten sonra yeniden yapılanma sürecinde Rusya’nın başı çekme ihtimalinin yüksek olduğu söylenebilmektedir. Eğer Rusya tahmin edildiği gibi Suriye’nin yeniden yapılanma sürecinde aktif rol oynarsa, yeniden yapılanma için gerekli olan tüm maddi nesnelerin Rusya’dan satın alınacağı öngörülebilir. Bu durum Rus ekonomisine yeni kazanımlar getirecektir. Suriye dışındaki bazı aktörler bu savaştan nasiplerini almışlardır. Uluslararası ortamda her ne kadar duygulardan bahsetmek rasyonel olmasa da çağlar aşarak gelinen bu döneme hiç yakışmayan bir kaos ortamından ve hayatlarını kaybeden binlerce insandan geriye sadece acı kalmaktadır.
[irp posts=”1262″ name=”NATO-Rusya Mücadelesi: Rusya Suriye’den Çekildi”]
KAYNAK
Kaynakça
Adamec, J. (2013, Ocak). Czechoslovakia and Arms Deliveries to Syria 1955-1989. Cairn.Info: https://www.cairn.info/revue-les-cahiers-irice-2013-1-page-69.htm adresinden alındı
Ağır, O., & Takar, M. (2016). Rusya-Suriye ĠliĢkilerinin Tarihsel Arka Planı. KSÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 294-296.
Akyener, O. (2018). Suriye İç Savaşı: Enerji Güvenlik ve Siyaset Boyutlarıyla . TENVA, 37.
Arslan, İ. (2016). Yemen: İstikrarsızlaştırılan Bir Ülkede Bölgesel/Küresel Güç Mücadelesi. Üsküdar Sosyal Bilimler Dergisi, 42.
Aslanlı, A. (2018). Rusya’nın Suriye Politikası. ORSAM, 2.
Bingöl, O. (2013). Arap Baharı ve Ortadoğu: Çok Eksenli Güç Mücadelesinde Denge Arayışları . Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, 38.
CANYURT, D. (2018). Kazananı Olmayan Savaş “Suriye İç Savaşı”: Neden Bitmedi, Barış Nasıl Gelebilir. Uluslararası Yönetim İktisat ve İşletme Dergisi, 1109-1110.
Çalışkan, B. (2016). Rusya – Suriye İlişkisi ve Ortadoğu Krizlerine Etkisi . İNSAMER, 1.
Çelikpala, M. (2019). Bugüne Tarih Olarak Bakmak: Türkiye-Rusya İlişkilerinin Serencamı ve Geleceği . EDAM, 16.
Çendek, S. Y., & Örki, A. (2009). Arap Baharı Sürecinde Libya, Suriye ve Yemen’de Yaşanan İç Savaşlar: Karşılaştırmalı Bir Çözümleme. Elektronik Siyaset Bilimi Araştırmaları Dergisi , 47-48.
Derviş, L., & Devrisheva, K. (2015). Çarlık Rusyası’nın Akdeniz Politikası’nın Arka Planı . CEDRUS , 253.
Dilek, M. S. (2017). Rusya Federasyonu Suriye İlişkilerinin Temelleri . Kastamonu Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 60.
Diriöz, A. O., & Alımcı, K. (2020). Klasik jeopolitik yaklaşımlar üzerinden Rusya’nın Suriye politikaları. Cappadocia Journal of Area Studies, 106.
Göçer, İ. (2014). Arap Baharı’nın Nedenleri, Uluslararası İlişkiler Boyutu ve Türkiye’nin Dış Ticaret ve Turizm Gelirlerine Etkileri. KAÜ İİBF Dergisi, 53-54.
Gülşen, H. (2017). Rusya’nın Suriye Müdahalesinde Özel Askeri Şirketlerin Rolü . ORSAM , 3.
İnanç, Y. S. (2020). Suriye İç Savaşı: Bir Mezhep Savaşından Ötesi . Daily Sabah , 80-92.
Karabulut, B. (2007). Karadeniz’den Ortadoğu’ya Uzanan Bir Dış Politika: Geçmişten Günümüze Suriye-Rusya İlişkileri . Karadeniz Araştırmaları, 69-70.
Karakaya, İ., & Çelik, M. T. (2021). Ortadoğu’da Arap Baharı Süreci ve Libya İç Savaşı. Akademik İzdüşüm Dergisi , 177.
Keleş, E. (2009). Rusya’nın Sıcak Denizlere İnme Politikası (Alman Deniz Yüzbaşısı Stenzel’e Göre İstanbul’a En Kısa Yol)*. Dergipark, 92-94.
Keskin, C. (2009, Aralık 1). Soğuk Savaş Sonrası Dönemde Rusya’nın Güvenlik Politikaları Bunun ABD-AB ve Türkiye’ye Etkisi . Yüksek Lisans Tezi , s. 35.
Kıran, A. (2014). Arap Baharı, Suriye ve Demokratik Dönüşüm Beklentileri . Muş Alparslan Üni̇versi̇tesi̇ Sosyal Bi̇li̇mler Dergisi, 102-103.
Koçak, K. A. (2012). Yasemin Devrimi’nden Arap Baharı’na Tunus . Journal Yasama Dergisi , 40-56.
Köylü, M. (2018). Rusya, Türkiye ve Suriye İlişkileri. Millî Güvenlik ve Askerî Bilimler Akademik Dergisi, 117-118.
Kreutj, A. (2010). Syria: Russia’s Best Asset In The Middle East . IFRI, 9.
Kuzu, V. (2019, Aralık 25). Suriye İç Savaşı’nda Etkisi Olan Faktörler ve İran’ın Suriye Politikasının Etkisi . Yüksek Lisans Tezi, s. 28.
Mammadova, F. (2019, Ekim 16). Soğuk Savaş Sonrası Türkiye-Rusya İlişkilerinin Gelişimine Tarihsel Bir Bakış. Yüksek Lisans Tezi , s. 68.
Muslu, F. (2018). Suriye İç Savaşı’nda Esed’in Rolü, Konumu ve Geleceği . SETA, 11-15.
Ozan, E. (2020). Doğu Akdeniz’de ABD-Rusya Rekabeti ve Türkiye’nin Güvenliği. Uluslararası Kriz ve Siyaset Araştırmaları Dergisi , 160-169.
Özdemir, Ç. (2016). Suriye’de İç Savaşın Nedenleri: Otokratik Yönetim mi, Bölgesel ve Küresel Güçler mi? Dergipark, 90-91.
Özdemir, Ç. (2018). Rusya’nın Doğu Akdeniz Stratejisi . SETA, 14-16.
Purtaş, F. (2008). Rusya ve Arap Orta Doğusu . Google Scholar, 63.
Sarıkaya, B. (2015). Suriye İç Savaşı Perspektifinde Geçmişten Günümüze Suriye-Rusya İlişkileri. TASAM, 1.
Topal, C. (2015). Suriye İç Savaşı ve Uluslararası Düzen . KTU SBE Sos. Bil. Derg., 120.
Ünal, M. C. (2017). Arap Baharı Sonrası Avrupa Komşuculuk Politikasının Geleceği . Ankara Avrupa Çalışmaları Dergisi, 149.
Yüce, S. (2016). Rusya’nın Suriye’deki Varlığı’nın Nedenleri. Kastamonu Üniversitesi ktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi, 272-273.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.