Türkiye ile SSCB arasındaki ilişkiler, 2.Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’nin Sovyet tehdidine maruz kalması sonucu bozulmaya başlamıştır. Mevcut uluslararası konjonktür içerisinde Türkiye, Doğu’dan gelen tehdit bertaraf etmek ve oluşan yeni düzende söz sahibi olabilmek amacıyla kendini bir ‘blok politikası’ yapma zorunluluğunda hissetmiş ve Batı bloku içerisinde yer almıştır.
Türkiye’nin Sovyetler Tehdidine Maruz Kalması
Türkiye 2.Dünya Savaşı sonrası karşılaştığı Sovyet yayılmacılığı tehdidi karşısında yalnız kalma endişesi yaşamıştır. Soğuk savaş döneminin başlangıcında Türkiye’nin dış politikada temel hedefi Sovyet tehdidinin önlenmesi ve buna bağlı olarak batıyla siyasi, askeri ve ekonomik işbirliğini geliştirmektir.[1] 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen Demokrat Parti (DP) dış politikasının önceliği de bu dönemde daha aktif ve dinamik bir dış politika izlemekti. DP, komünizm tehdidini savuşturmak adına, Batıyla bölgesel paktlar çerçevesinde güvenlik anlamında işbirliğine girmiştir.[2]
25 Eylül 1939’da Moskova’ya giden Saraçoğlu’na SSCB’nin boğazların hakkında Türkiye’nin kabul etmeyeceği bir teklifte bulunması SSCB Türkiye ilişkilerinin bozulmasında başlangıç teşkil etmektedir. Stalingrad savaşının ardından da SSCB Türkiye’ye karşı baskı politikası izlemeye başlamıştır. 19 Mart 1945 yılında Molotov, 1925 tarihli Türk- Sovyet saldırmazlık ve tarafsızlık antlaşmasının[3] feshine ilişkin Selim Sarper’e [4]nota vermiş ve Türkiye’den isteklerini dile getirmiştir.[5]
Sovyetlerin isteklerine bakacak olursak bunlardan ilki, Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin Sovyetler lehine yapılması ikincisi ise daha önce Ermenilere ait olduğunu iddia ettikleri Kars ve Ardahan’ın Sovyet Ermenilerine verilmesidir. Sovyetler boğazlar konusundaki isteklerini 17 Temmuz- 2 ağustos 1945 tarihinde gerçekleşen Postdam konferansında yeniden dile getirmiştir. Konferansta Montreux sözleşmesinin ihtiyaçları karşılamadığı ve boğazların uluslararası statüde olması dile getirildi.
Bu noktada Türkiye’yi daha büyük bir endişeye iten sebep Churchill ve Truman’ın bu fikre sıcak bakması olmuştu. SSCB’nin süreç içerisinde Türkiye’ye baskılarını arttırması, ABD’nin Sovyet tehdidini ciddiye almasına neden olmuştur. Çünkü Sovyetler artık ABD’nin nüfuz alanına girmişti ve ABD’nin bölgedeki konumuna zarar vermiş olacaktı. Bu sebeple ABD’nin Türkiye’nin yanında olduğunu gösteren en önemli hadise, Washington Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin 1946 yılında bir savaş gemisiyle İstanbul’a getirilmesidir. Bu olay sonucu ABD bir anlamda Sovyetlere, ‘Türkiye yalnız değil’ mesajı vermiştir. [6]
O dönemlerde Türkiye’de Sovyet karşıtı hareketler de hız kazanmaya başlamıştır. 4 Aralık 1945 yılında İstanbul’da düzenlenen Sovyet karşıtı bir miting düzenlendi ve solcu Tan Gazetesi’ne saldırı yapıldı. Sovyetler bu olayın ardından Türkiye’yi kınayan bir nota vermiştir. Tüm bu olaylar olurken Gürcistan bilimler akademisinde iki Profesör ‘Türkiye’den Meşru İsteklerimiz’ adlı yayınladıkları makale ile Türkiye toprakları üzerindeki taleplerini dile getirmişlerdir. [7] Yaşanan bu hadiseler Türkiye komünizm karşıtlığının yanına Sovyetler karşıtlığı da eklemiş Türkiye’nin batı blokuna kaymasına neden olmuştur.
SSCB bu amaçlarına ulaşmak için Türkiye üzerinde baskı ve tehdit yöntemlerini kullanmıştır. Fakat isteklerini güce başvurarak elde etmeye kalkışmamıştır. Hatta 19 Aralık 1945’te İngiliz Dışişleri Bakanı Bevin’e ve 1947 yılında ABD Moskova Büyükelçisi Smith’e Türkiye’ye saldırmayacağına ilişkin garanti vermiştir.[8]
Türkiye SSCB arasındaki ilişkiler 1948 yılından Türkiye’nin NATO’ya girmesi söz konusu oluncaya kadar durağan geçmiştir. Türkiye’nin NATO’ya girmesi konusu gündeme gelince SSCB yeniden harekete geçmiş ve Türkiye üzerinde etki kurmak istemiştir. SSCB, Türkiye’nin bu tutumunu saldırgan bir politika olarak görmüş ve Türkiye’nin bunlardan sorumlu olacağını belirtmiştir. Türkiye Sovyetler arasındaki bu anlaşmazlıklar 1953 yılına yani Stalin’in ölümüne kadar devam etmiştir. Sovyetler hükümeti 30 Eylül 1953 yılında Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktan vazgeçtiğini açıklamıştır.[9]
Kısacası bu uyuşmazlık süreci içerisinde Türkiye, Sovyetlerden aldığı tehdit sonucunda kendini batı blokuna yakın hissetmiştir. Bu sebepten ötürü Türkiye, batı blok politikası yürütmek amacıyla 12 Mart 1947 yılında Truman Doktrinin ilanı ile Yunanistan ile birlikte Amerikan yardımı yapılacağının taahhüdünü almış daha sonra da 8 Temmuz 1948 yılında Marshall Planı’na katılmıştır.[10]
Türkiye bunların dışında Batı Bloku siyaseti yapmak amacıyla NATO’ya girmek istiyordu ve bunun için Türkiye Kore’ye asker göndermiştir. Ardından 18 Şubat 1952’de resmen NATO’ya girmiştir. Böylelikle Türkiye tamamen Batı Bloku arasına girmiştir. Türkiye bu şekilde hem Sovyetlerin tehdidi karşısında yalnız kalmayacak hem de Amerika’nın yaptığı ekonomik ve askeri yardımlardan da yararlanabilecekti.[11]
Türk-Sovyet İlişkilerinin Normalleşme Çabaları
Stalin’in ölümünün ardından Sovyetler Türkiye ile dostluk kurma çabalarına girmiştir. Sovyetler ne kadar Türkiye’den toprak talebinde bulunmaktan vazgeçtiğini söylese de Türkiye buna itimat etmemiştir. 1955’e kadar olan süreçte Sovyetler her defasında komşuluk ilişkileri kurmak istediğini beyan etmiş fakat Türkiye bir NATO üyesi olarak Sovyetlere karşı bir blok politikası gütme yoluna gitmiştir.[12]
1957 yılında Sovyetler Türkiye’ye ekonomik yardım talebinde bulunmuş fakat Türkiye Batı’dan yardım almaya devam etmiştir. 1960’lı yıllarda Türkiye ve Sovyetler arasında belli yakınlaşmalar olmuş, bu yakınlaşmalar iyi komşuluk veya durumun normalleşmesi için bir adım olarak görülmüştür. 1964 Türkiye ve Sovyetler arasında ticari, ekonomik, kültür arasında münasebetler artmaya başlamıştır hatta Sovyetler, Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki endişelerini anladığını belirtmiştir.[13]
Sonuç
2.Dünya Savaşı sonrası sürece baktığımızda uluslararası arenada etkin birçok devlet savaşın yarattığı tahribat sonucu kendi kabuklarına çekilmiştir.[14] Bu boşluğu fırsat olarak gören Sovyetler birçok bölgede nüfuzunu attırma yoluna gitmiştir.[15] Sovyetlerin bu aktif siyasetinden payını alan da Türkiye olmuştur. Sovyetler Kars ve Ardahan’ı Türkiye’den talep etmiş aynı zamanda Montreux Boğazlar Sözleşmesi’nin ihtiyaçlara cevap vermediğini ve Türkiye’nin boğazlardan geçişi sözleşmeye uygun uygulamadığını iddia ederek sözleşmenin revize edilmesini talep etmiştir.
Türkiye tüm bu baskı ve etkilerden dolayı Batı Bloku ekseninde bir politika izleme yoluna gitmiştir. Sovyetlerin Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Asya gibi bölgelerde aktif politika izlemesi ABD’yi rahatsız etmiş ve ABD, Truman Doktrini ile oyuna yeniden dahil olmuştur. Sovyetlerin Türkiye politikası, Türkiye’yi Batı Bloku içinde eksenine kaymasına sebep olmuştur. Aynı zamanda Türkiye kamuoyunda komünizm karşıtlığı ve Sovyetler karşıtlığı sesini yükseltmeye başlamıştır. Son olarak, Türkiye Soğuk Savaş’ın başlangıcı sayılabilecek bu yıllarda yeni oluşmaya başlayan Batı-Doğu ittifakı arasında yönünü batıya çevirmiştir.
Sovyetler Birliği her ne kadar Stalin’in ölümünden sonra (1953) Türkiye ile komşuluk ilişkilerine girmek istese de Türkiye Batı Bloku politikası gütmeye devam etmiş, Sovyetlere güvenmemiştir. Sovyetlerle ilişkilerimiz 1953’ten itibaren inişli- çıkışlı bir yapıya sahip olsa da genel olarak normal seviyede sürdürülmektedir. [16]
KAYNAK
Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Siyasal Kitapevi, Eylül 2014, Ankara
Baskın Oran, Türk Dış Politikası, Cilt 1, İletişim Yayınları, 2008, İstanbul
Cihat Göktepe- Süleyman Seydi, Soğuk Savaş Başlangıcında Türk Dış Politikası, Dergi Bilig, sayı:72, Kış 2015
Coşkun Topal, Soğuk Savaşın İlk Yıllarında Türkiye-ABD İlişkilerinde Ekonomik Yardımların Etkisi, Sosyal Bilimler Dergisi
Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, 1990
20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, ARMAOĞLU Fahir, Timaş Yayınları, 2017
[1] Cihat Göktepe- Süleyman Seydi, Dergi Bilig, sayı 72, s.198, Kış 2015
[2] Hüseyin Bağcı, Demokrat Parti Dönemi Dış Politikası, 1990
[3] 17 Aralık 1925’te Georgiy Çiçerin( Sovyet Dışişleri Halk Komiseri) ve Yusuf Kemal Tengirşenk( TBMM Hükümeti temsilcisi Dışişleri Halk Komiseri) tarafından imzalanmıştır. 7 Kasım 1945 tarihinde feshedilmiştir.
[4] Türkiye’nin Sovyetler büyükelçisi
[5] Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Eylül 2014, s. 391,392,393
[6] Cihat Göktepe- Süleyman Seydi, Dergi Bilig, sayı 72, s.202, Kış 2015
[7] Baskın oran, Türk Dış Politikası cilt 1, 2018, s.503, 504
[8] Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Eylül 2014, s. 390
[9] Baskın oran, Türk Dış Politikası cilt 1, 2018, s.520
[10] Coşkun Topal, Soğuk Savaşın İlk Yıllarında Türkiye-ABD İlişkilerinde Ekonomik Yardımların Etkisi, Sosyal Bilimler Dergisi, s.116-120
[11] Baskın oran, Türk Dış Politikası cilt 1, 2018, s.528-552
[12] Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Eylül 2014, s.400
[13] Mehmet Gönlübol, Olaylarla Türk Dış Politikası, Eylül 2014, s.422
[14] O dönemde Almanya, İtalya ve Japonya’nın savaştan yenik çıkmış, Fransa ve İngiltere’nin galip olmasına rağmen savaşın üzerlerinde yaptığı tahribatlardan dolayı aktif politika izlemekten kaçınmıştır.
[15] 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, ARMAOĞLU Fahir, 2017, s.273,274
[16] 1991’ de SSCB’nin çözülme yaşaması ardından ardıl devlet olan Rusya Federasyonu ile de ilişkilerimiz düz bir çizgide ilerlememektedir.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
E-BÜLTENE ABONE OLUN
Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.
Abone oldunuz, teşekkürler.
Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.
Öncelikle yorumunuz için teşekkür ederim. Elbette dediğiniz konularda ele alınabilirdi. Ancak bu yazıyı sadece Türkiye ve Sovyetler ilişkileri ekseninde ele almak istedim. Dediğiniz konuların üzerinde duracağım. Teşekkürler.
Bu yazı, dünyada sadece SSCB ve Türkiye varmış gibi kaleme alınmış!.. Mesude Hanım biraz da jeopolitik çalışarak ABD’den, İkili Anlaşmalardan, DP’nin işbirlikçiliğinden ve Atatürk’ün isteklerinin tam tersine olan yaranmacılığından (sıcak paracılığından), ABD emperyalizminin az gelişmişler üzerindeki tehditlerinden, işgaller(in)den, ülke yönetimlerini kontrolden, (Bakanlıklarımızdaki CIA ajanlarından), hatta NATO sayesinde yaratılan Fulda Boşluğu’nun Doğu Anadolu’yu çoraklaştırmasından, (geri bırakmasından) vs’den de sözetseydi, makalesi daha şumullü olurdu…