Vizyonsuz AB

1214
Yazarlık Başvurusu

Günümüzde Avrupa Birliği’nin (AB) vizyonsuzluğu enerji, güvenlik, yaşlı nüfus, ırkçı hareketler, lider eksikliği, göç, Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) bağımlılık, çifte standartları, rasyonel düşünememe ve çözüm üretememe gibi pek çok nedenle izah edilebilir. Ayrıca Uzakdoğu, Güney Amerika ve Afrika ülkelerinde sömürge faaliyetlerinin zorlaşması AB’yi etki alanını daraltarak iç çöküşe doğru sürüklemektedir.

Deyim yerindeyse kendine güvenen, iddialı, son asırların öncü medeniyeti lider bir Avrupa yerine korkak, güvensiz, zararına da olsa ABD tarafından güdülen bağımlı bir Avrupa’nın dünyaya ve kendisine ne katkısı olacak doğrusu merak ediyorum. ABD’nin maksadı AB’yi Rusya, Çin ve Türkiye ile düşman hale getirerek tamamen kendine bağlamaktır.

Yani kendisine üretim dahil hiçbir yönden rakip olamayacak vizyonsuz tam kontrol altında bir AB istemektedir. Buna karşın AB enerji, güvenlik ve jeopolitik konumu itibariyle Türkiye’ye ihtiyaç duyduğu halde, terör yandaşlığını ve Yunanistan-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi‘ne verdiği desteği Ankara ile olan ilişkilerinde tıkaç olarak kullanmayı tercih etmektedir.

Halbuki dünyanın yeni güvenlik mimarisinin şekillenmesinde, turizmde, küresel ticarette ve kurulacak enerji hatları dikkate alındığında AB’nin Türkiye’den daha çok menfaatlerinin kesiştiği, stratejik ortaklık ve dostluk kurabileceği başka bir ülke yoktur.

Aksi takdirde söz konusu birlik Ukrayna savaşıyla olduğu gibi enerji temininde de yüksek maliyetleri yüklenerek vatandaşlarının refah ve huzurunu kaçıracaktır. Bu durum AB’nin yeni problemlerle karşılaşacağı anlamına gelmektedir.

ANNAN PLANI

Birleşmiş Milletler’de (BM) Annan Planı doğrultusunda müzakereler neticesinde nihai hale getirilen çözüm planı 24 Nisan 2004 tarihinde Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs’ta yapılan referandumlarla Kıbrıs’taki iki halkın onayına sunulmuştur. Rum halkının %75.83’ü bahsi geçen planı reddederken Kıbrıs Türk tarafı kendileri için getireceği pek çok zorluğa rağmen %64.91 çoğunlukla plana “evet” demiştir.

BM ve AB dahil tüm uluslararası camianın desteklediği bu kapsamlı çözüm planı Rum kesiminin sergilediği uzlaşmaz ve şımarık tutum nedeniyle geçersiz hale gelmiştir. Güya bu tutumundan dolayı Kıbrıs Türklerini takdir eden AB ve BM yetkililerinin demeçleri sonrası, AB Genel İşler ve Dış İlişkiler Konseyi’nin 26 Nisan 2004 tarihinde Lüksemburg’da gerçekleştirdiği toplantıda, Kıbrıs Türk toplumunun izolasyonunun sona erdirilmesine kararlı olunduğu ifade edilmiş ve bu amaçla Komisyon kapsamlı tedbirler almaya davet edilmişti.

Buna mukabil GKRY’nin bu tutumunun cezalandırılması beklenirken; ayrıca AB’ye göre böylesi içeride problemli yerlerin birliğe alınmaması gerekli iken GKRY 1 Mayıs 2004 tarihinde “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında AB’ye tam üye yapılarak mükafatlandırılmıştır. Türkiye ve Kıbrıs Türkleri ise “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Kıbrıs Türklerine zorla empoze edilemeyeceği, kendi anayasal düzenleri altında ve kendi sınırları içerisinde örgütlenmiş bulunan Rumların, Kıbrıs Türklerini veya Kıbrıs’ın tamamını temsil eden yasal hükümet olarak kabul edilemeyeceğini belirtmiştir.

AB’nin meseleye hakkaniyetsiz yaklaşımı Doğu Akdeniz’den daha hızlı, daha kolay ve az maliyetle temin edebileceği enerjiye ulaşımını zora sokmuştur. Ne yazık ki AB Türkiye söz konusu olduğunda rasyonel düşünememekte; menfaatlarini dahi rasyonel bakış açısıyla değerlendirememektedir.

EKONOMİK DURUM

Şu anki konjonktürde Avrupa Birliği’nin birçok soruyla yüzleşmesi gerekmektedir. Örneğin AB Yunanistan gibi borçlu ülkelerin kamburuyla ne kadar daha yürüyebilecektir? Mevzu bahis birliğin üretim merkezi Almanya enerjiden dolayı dara düştüğünde ve üretim merkezleri birer birer kapandığında bunun faturası kime kesilmiş olacaktır? Fakat öyle görünüyor ki AB içerisinde ağırlığı olan Almanya ve Fransa gibi ülkeler mevcut durumdan hoşnut olmayıp kendi kararlarıyla bu durumu aşmak istedikleri taktirde bir iç problemle karşılaşacaktır.

Nitekim Almanya’da Reichsbürger hareketiyle faşizmin canlanması ya da Fransa sokaklarının ABD’nin Suriye’deki kara birliği konumunda olan teröristler vasıtasıyla karışması gibi. Bu iki ülkedeki fitili ateşleyen ırkçı düşünceler tesadüf mü? Bu fitilleri ateşleyebilecek güç acaba kim? AB ülkeleri bir şekilde hangi güç tarafından terbiye edilmeye çalışılıyor? Almanya ve Fransa’da meydana gelen bu hareketlerin söz konusu devletlerin hangi girişim ve tavırlarından sonra vuku bulduğunun incelenmesi gerekmektedir.

TERÖR MESELESİ

AB’nin son dönemde önemli hatalarından bir diğeri de ABD’nin Suriye’deki kara birliği olan terör örgütünden bahsederken “Kürtler“ ifadesini kullanmasıdır. Kürtler terörist değildir ve bu Kürtlere apaçık hakarettir. Söz konusu birlik bu tutumuyla terör faaliyetleriyle herhangi bir irtibatı olmayan Kürtlere zarar vermektedir. Terör grupları ve bunların mensup olduğu etnik gruplar karıştırılmamalıdır.

Diğer yandan AB terör örgütü listesine hem PKK ve DHKP-C’yi almakta hem de bunları besleyip kollamaktadır. Dolayısıyla bu ikircikli politikası bugün İsveç’in de tecrübe ettiği gibi AB’nin saygınlığına zarar vermektedir. Bugün NATO üyesi olduğu halde Türkiye’nin güvenliğini önemsemeyen devletlerin yarın bir gün güvenlikleri tehdit altında kaldığında Türkiye de önemsemeyecektir.

Bu bağlamda Fransa’da 15 Temmuz 1983 tarihinde Orly Havalimanı’nda gerçekleşen Ermeni ASALA terör örgütünün saldırısını hatırlamaları faydalı olacaktır. Bahsi geçen terör saldırısından sonra AB ülkelerinin ASALA’ya tavırları büyük ölçüde değişmişti.

UKRAYNA

Tüm bunların yanı sıra AB’nin ABD-Rusya çekişmesi ve NATO’nun genişleme stratejisi gerekçesi nedeniyle katlanmak zorunda kaldığı sıkıntıları ve yüz yüze geldiği nükleer güç tehdidine doğru sürüklenmeyi çaresiz ve tedirgin bir şekilde izlemesi ibret vericidir.

AB bu ve bunun gibi tehditler -küresel gıda krizi- karşısında bu kadar aciz mi kalacaktı? Dolayısıyla Türkiye’nin ABD ve Rus istihbarat başkanlarını bir araya getirerek nükleer tehdidi azaltma yönündeki olumlu çabalarını ve Rusya ile Ukrayna arasındaki İstanbul’daki tahıl koridoru anlaşması ve uygulamasını takdir edip desteklemek Avrupa’nın menfaati gereğidir.

Sonuç olarak;

AB dünya üzerinde barışı temin etme kabiliyetini kaybetmektedir. Aksine silahlanmak için daha çok kaynak ayırmaya başlamıştır. Uluslararası alanda barış ve gelişme hususlarında önderlik etmek yerine tarihte düştüğü pozisyona doğru yol almakta; böylece dünya nüfusunun ekseriyetini barındıran Asya ülkeleri ile ilişkileri tıkanmaktadır.

Bu kapsamda maalesef AB sömürgecilik ve Dünya Savaşlarında olduğu gibi geçmişindeki utanç tablolarından ders almamakta; Akdeniz ve Ege’de kıyıya vuran Aylan bebekleri unutarak Yunanistan’a sessiz kalan göç politikası izlemekte ve yeni utanç tabloları çizmektedir. Ümit ederim ki Avrupa Birliği bu kış üşüdükten sonra kendileri ve insanlık adına yeniden daha sağlıklı çözümler üretebilir. Özellikle, Avrupa’da hayatlarını idame ettiren onca insanı varken Türkiye Avrupa’nın zararını isteyecek ve yüzyıllar öncesine takılarak hareket edecek bir ülke değildir.

Dolayısıyla AB’nin Türkiye’yi fuzuli yere hedef almayı bırakması ve kendi menfaatlerini hiçe sayan politikalar gütmemesi lehine olacaktır. Önümüzdeki süreçte Batılı ülkeler ya yeniden ileriyi görecek büyük liderlere ve realist büyük projelere ihtiyaç duyacak ya da AB’nin yeteneksiz-vizyonsuz parlamentosuyla bu halini devam ettirecektir.

E-BÜLTENE ABONE OLUN

Stratejik Ortak yazarlarının makalesi ve haritalar ücretsiz e-postanıza gelsin.

Abone oldunuz, teşekkürler.

Bir şeyler yanlış oldu. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.

Yazarlık Başvurusu

4 YORUMLAR

  1. Çok doğru tesbitler, umarız AB hatasının farkına varıp çabuk döner, yoksa onca masum mazlum insanların zarar görmesine sebeniyet verecektir, inşaallah bu siyonist düzen yıkılır da insanlar rahat bir nefes alır, kaleminize yüreğinize sağlık Feyza hanım başarılar dilerim

  2. Yunanistan hariç AB’nde mülteci suçları artmakta ve buna göz yumulmaktadır. Afrika kökenli suçlularda vardır. Avrupa’nın emperyal beyin takımı Avrupa halklarına bu yolla yabancı düşmanlığı yaratmaya çalışmakta mıdır? Böylelikle ilerde toprak isgal ettikleri zaman kendi halklarini manipüle etmek için sömürgeciliği meşru kılmak için mi bunlara göz yummaktadır? Merak konusudur. –B

  3. Vizyonsuzlukları olabilir ancak vizyonlu olduğu bir konu var ki o da kaçak göçmen mülteci konusu. Kendi güvenliklerini para karşılığı tuttukları kapı bekçisiyle öyle güzel kurtardılarki diğer vizyonsuzlukları görmezden gelinebiliyor. Bilin bakalım o kapı bekçisi kim?

Yorum Yaz

Lütffen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz